Etiket arşivi: din fetişizmi

İçki kültürü

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

Uygarlık tarihçileri uygarlığı, avcı toplayıcı göçebe toplumdan tarımsal üretime ve yerleşik düzene geçişle başlatırlar. Buna neolitik devrim denir. Tarımsal üretime ve yerleşik düzene geçilmesiyle ticaret, kentleşme, mimari, sanat, edebiyat, bilim, felsefe, siyaset gibi alanlardaki gelişmelerle birlikte, alkollü içecek kültürü, yani içki kültürü de gelişmiştir.

Buğday ve arpadan üretilen bir içki olan biranın yaklaşık 13 bin yıllık bir geçmişi vardır. Biranın ilk üretildiği bölge Ortadoğu’dur. Bira, Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında tüketilen bir içkiydi.

Çin’de yaklaşık 9 bin yıl önce pirinç, bal ve meyve karışımından oluşan ve şarabı andıran bir içki üretilmiştir.

Şarap en eski içkilerden birisidir. Üzüm meyvesinden üretilen şarap, Gürcistan’da yaklaşık 8 bin yıl, İran’da yaklaşık 7 bin yıl, İtalya’da yaklaşık 6 bin yıl önce üretilmiştir. Şarap antik Pers, Yunan ve Roma uygarlıklarında en çok tüketilen içkiydi.
***
Günümüzde de bira ve şarap, dünyada en çok tüketilen içkiler arasında yer alırlar. Bira, Almanya, Polonya, Britanya, ABD, İspanya, Belçika, Hollanda, Finlandiya, Avustralya, Kanada, Brezilya, Meksika, Venezüella ve Vietnam gibi ülkelerde en fazla tüketilen içkidir.

Şarap Fransa, İtalya, Portekiz, Yunanistan, Hırvatistan, Şili ve Uruguay gibi ülkelerde en fazla tüketilen içkidir. Şarap aynı zamanda, binlerce yıllık Akdeniz mutfağının ve yemeklerinin de en önemli unsurlarından birisidir. Avrupa’nın Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerinde akşam yemeklerinde genellikle şarap içilir.

Bira ve şarap dışında, arpa, buğday, çavdar, mısır, patates gibi ürünlerden üretilen votka ve viski de dünyada yaygın olarak tüketilen içkiler arasında yer alırlar. Rusya, Belarusya, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan gibi ülkelerde votka en fazla tüketilen içkidir. Viski de Britanya ve ABD gibi ülkelerde en fazla tüketilen içkilerin arasında yer alır.

Bugün dünyada içkinin en az tüketildiği ülkeler, Irak, Somali, Mısır, Nijerya, Yemen, Suudi Arabistan, Bangladeş, Kuveyt, Libya ve Pakistan gibi ülkelerdir.

Türkiye dünyada içki tüketiminde en alt sıralarda olmasa da dünyada ilk yüz ülkenin içinde değildir, Avrupa ve OECD ülkeleri içinde de içkinin en az tüketildiği ülkedir.
***
İçkinin sağlığa zararlı olduğu olgusu, içilen içkinin miktarıyla ilgilidir. İçki fazla tüketildiğinde, birçok başka içeceğin ve yiyeceğin fazla tüketilmesi gibi, sağlığa zararlıdır. Nasıl ki şeker, tuz, tereyağ, margarin, yağlı kırmızı et, hamur, gazlı içecek fazla ve orantısız bir biçimde tüketildiğinde sağlığa zarar verirse içki de fazla tüketildiğinde sağlığa zarar verir.

Öte yanda dünyada ve Türkiye’de birçok kardiyolog, günde bir veya iki kadeh kırmızı şarabın, kalp sağlığı için yararlı olduğunu söylemektedir. (AS: aynı kanıdayım..)

Sağlık açısından, sigaranın içkiden daha zararlı olduğu kanıtlanmıştır. Sigara bir yandan kalp damarlarının tıkanmasına, bir yandan da akciğer kanserine neden olmaktadır. İçki ise içilen orana göre genellikle karaciğere zarar vermektedir.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, sigaradan dolayı yılda yaklaşık 8 milyon insan ölürken, içkiden dolayı yılda yaklaşık 3 milyon insan ölmektedir. Yine Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünyada yılda yaklaşık 50 milyon insan ölmektedir. Bu insanların büyük çoğunluğu kalp krizi, kanser ve şeker hastalıklarından dolayı ölmektedir. Dünyada yaklaşık 8 milyar insan yaşamaktadır.
***
Bu olguların ışığında,

  • Türkiye’deki içki fobisinin, din fetişizmiyle bağlantılı olduğu açıktır.

Bunun insan ve toplum sağlığıyla da içki kültürünün tarihsel gerçekleriyle de uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Pandemiden dolayı “kapanmada”, sağlığa zararlı diğer ürünler korunurken, içki satışının hükümet tarafından yasaklanması, yasalara aykırı olduğu gibi, tarihsel ve bilimsel gerçeklere de aykırıdır.

Kapitalizm ve dincilik

Kapitalizm ve dincilik

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 22.11.18
Günümüzde insanlığın başında iki büyük bela bulunmaktadır: Kapitalizm ve dincilik. Kapitalizm, yani sermayecilik, sermaye fetişizmi üzerine kurulu bir düzendir. Dincilik de, din fetişizmine dayanan yapıdır.
Batı Avrupa ve Kuzey Amerika 1776 ve 1789 devrimleri sayesinde, feodalizmle birlikte dinciliği de aşmıştır. Feodalizmi herkese özel mülkiyet hakkıyla, dinciliği laiklik ilkesiyle bertaraf etmiştir.
Ancak, 19. yüzyılda yaşamış olan Alman filozof ve sosyolog Karl Marx’ın doğru bir biçimde tespit ettiği gibi, Sanayi Devrimiyle birlikte üretim araçları ve biçimleri değişince, feodal düzeni ortadan kaldıran özel mülkiyet hakkı, adına kapitalizm denilen yeni bir sömürü düzenine yol açmıştır.
Tarımsal üretim biçimlerinin geçerli olduğu dönemde, toprak ağası, toprak üzerindeki mülkiyet tekeli üzerinden çiftçiyi sömürmüştür. Sanayi tarzı üretim biçimlerinin geçerli olduğu dönemde de, sermaye sahibi, üretim araçlarının, yani üretimin yapıldığı merkezlerin, örneğin fabrikaların özel mülkiyeti üzerinden işçiyi sömürmüştür.
Üretimi gerçekleştirdiği halde, üretilen ürünün ticareti sonucunda oluşan artı değerden bir pay alamayan ve düşük ücretle çalışan işçi, sermaye sınıfının sömürü aracına dönüşmüştür. Bunun sonucunda, sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasında büyük bir uçurum oluşmuş, işçi sınıfı kendi emeğine ve ürününe yabancılaşmıştır.
Marx, sürdürülemez olan bu düzenin, kaçınılmaz olarak işçilerin devrimiyle sonuçlanacağını, üretim araçlarında özel mülkiyetin ortadan kalktığı sınıfsız bir toplum modeline, yani komünizme geçileceğini savunmuştu.
1917’de Rusya, 1949’da Çin, 1959’da Küba gibi ülkeler, Marx’ın öndeyilemesine aykırı olarak, sanayi devrimi yaşanmadan komünist devrimi gerçekleştirmeye çalıştılar. Sanayileşmenin daha yaygın olduğu Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri de, kapitalizm ile komünizmi sentezleyerek, sınıfları ortadan kaldırmak yerine, sosyal demokrasi ve demokratik sosyalizm yoluyla, sınıflar arası uçurumu gidermeyi tercih ettiler.
Marx’ın komünizme geçiş süreciyle ilgili öndeyilemeleri henüz gerçekleşmemiştir. Ayrıca sanayi tarzı üretim yaygınlaşmakla birlikte, tarımsal üretim sona ermemiştir. Buna ek olarak teknoloji devrimi gerçekleşmiş ve yaygın bir hizmet sektörü ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda işçi sınıfı kavramı revizyona uğramıştır.
Ancak bunlara rağmen, Marx’ın doğumunun 200. yılı olan 2018 yılında dünyaya ve insanlığa baktığımızda, Marx’ın kapitalizm eleştirisinin ana hatlarıyla geçerliliğini koruduğunu, günümüzde sermaye sınıfının, çalışan, üreten ve hizmet veren sınıfı sömürdüğünü söyleyebiliriz.
* Oxfam International adlı araştırma kurumunun 2018 yılı raporuna göre, dünyadaki toplam refahın %82’sine, dünya nüfusunun %1’i sahiptir!
Gelir dağılımındaki küresel dengesizlik, sosyal ve ekonomik adaletsizlik sorunu, hâlâ çözülmemiştir.
****
Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerde, kapitalizm sorununa ek olarak, dincilik sorunu da devam etmektedir.
* Bu ülkelerde halk bir yandan kapitalizmin, bir yandan da dinciliğin cehaleti altında ezilmektedir.
Avrupa’da gerçekleşen dinde reform, Rönesans ve Aydınlanma hareketlerinin, uygulanan ekonomik adalet ve ileri eğitim modellerinin, “İslam dünyasında” yaşama geçmemiş olması, dinciliğin sürmesinin temel nedenleridir.
Laiklik ilkesini benimseyen dindarlıktan farklı olarak, laiklik karşıtı bir hareket olan dincilik, bilimi, felsefeyi, sanatı, sosyal yaşamı, eğitimi, kültürü, siyaseti ve demokrasiyi, teokratik bir despotizm ve dogmatizm ile baskı altına almıştır. 
* Türkiye’de, kapitalizm dinciliği, dincilik de kapitalizmi beslemektedir.
Kapitalizm nedeniyle bu dünyadan umudu kesen kitleler, umutlarını öte dünyaya” ertelemişlerdir. “Öte dünyaya” ertelenen umutlar da, bu dünyadaki sorunların çözümünü olanaksız kılmıştır.
Bu bozuk ve çarpık düzende, Marx’ın dediği gibi, din uyuşturucu işlevini yerine getirmektedir.
* AKP, kapitalizmi ve dinciliği bu nedenle birlikte teşvik etmektedir. Çünkü iktidarını bu sayede sürdürmektedir!