OSMAN SELİM KOCAHANOĞLU
ARAŞTIRMACI – YAZAR
***
Not : Geçen yıl bu gün yayımladığımız bu önemli yazıyı yineliyoruz.
23 Aralık 2022, Dr. A. Saltık
***
Tarihte sahte peygamberler, sahte Mesih ve Mehdiler, başı kesilen şeyhler görülmüş ama böylesi bir olay yaşanmamıştı. Kabakçı Mustafa isyanında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın cesedi yerlerde sürünmüş ama başı kesilmemişti. 31 Mart’ta Asar-ı Tevfik zırhlısı süvarisi Binbaşı Ali Kabuli, Abdülhamit’in gözleri önünde linç edilmiş ama başı kesilmemişti.
23 Aralık 1930 Salı günü, insanlık tarihinin en hunhar cinayetlerinden biri Menemen’de işlendi. Sekiz sene önce Yunan işgalinden kurtulan Menemen’de öğretmen ve Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay başı kesilerek şehit edildi. Kubilay da başını kesen Derviş Mehmet de Girit göçmeni, yoksul aile çocuklarıydı. Kubilay 24, Derviş Mehmet 34 yaşındaydı. Birbirini tanımazlardı. Derviş Mehmet köylerde bağ bahçe işlerinde amelelik yapardı. Çatışmada öldürüldüğü için bir fotoğrafı bile yok. Sadece yakasına iğnelenmiş Şeyh Hafız Ahmet’in üç köşeli “Mehdiye kurşun işlemez” muskası bulunmuştu. Derviş Mehmet’i bu yola sürükleyen, hurma kültürünün Mehdilik hezeyanlarıydı…
İKİ AYRI SEMBOL
Kubilay Cumhuriyet ülküsünün, Derviş Mehmet Mehdilik hezeyanının sembolüydü. Baş kesmek, yol kesmek, kol kesmek, kurban kesmek, ağaç kesmek, bir kılıç darbesiyle kırk kelle uçurmak Anadolu kültürünün Battalgazi destanında okuduklarıydı. Şimdi de bir kesikbaş efsanesi Menemen’de yaşanıyordu.
Kubilay Girit’ten İzmir’e göçen yoksul bir aile çocuğu idi (1906), adını Mustafa Fehmi koymuşlardı. Bursa Muallim Mektebi’ni bitirip (1926) öğretmen olmuştu. Türk ocaklıydı, Kubilay adını kendi almıştı. Menemen’de yedek subaydı.
Aralık 1930 Salı. Derviş Mehmet ve üç yoldaşı Bozalan köyünde esrarla motive olmuşlardı. Mübarek Şaban ayının üçüncü günüydü. Derviş Mehmet, dört yoldaşıyla Menemen’de bir Mehdilik gösterisi planlamıştı. Müftü Camii’nde az sayıda cemaat vardı.
Derviş Mehmet, “Aziz cemaat ben Mehdi’yim, dinimizi korumak için buraya geldim” diyerek, mihrabın yanındaki sancağı alıp dışarı çıktı… Tekbir sesleriyle cemaati ve orada toplanan kalabalığı sancağın altına davet ediyordu…
Menemen’deki alay komutanı, bunları dağıtmak için Kubilay’ı görevlendirmiş, o da bir manga askerle meydana gelmişti. Mangasını bir yana koyarak tekbir getiren Derviş Mehmet’in yakasına yapıştı.
– Siz kimsiniz? Haydi dağılın bakalım!..
– Ben Mehdi Mehmet’im be adam, sen kim oluyorsun?
Kalabalıktan açılan ateşle yaralanıp yere düşen Kubilay sürüne sürüne Müftü Camisi önündeki merdivenlere gelebildi. Avının yerde çırpındığını gören Derviş Mehmet, torbasından çıkardığı tırtırlı bağ bıçağıyla Kubilay’ın boğazını bir koyun gibi keserek başını gövdeden ayırdı. Avının kesik başını, caminin önündeki şimşir taşa vurarak kanını silkeledi. Kesik başı yeşil sancağa takarak tekbir getirmeye başladılar…
Menemen olayını anlamak için Derviş Mehmet ve beş meczup arasından suçlu aramak yetmez; onları Mehdilik hezeyanına sürükleyen zihinsel serüven okunmalıdır. Saltanat kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş, hilafet kalkmış, 1925’te tarikatlar kapatılmıştı. Medrese ve tarikatlar desteksiz ve işlevsiz kalmıştı. Şirke bulaşmış bu yapılar Cumhuriyete nefret kusuyordu.
15 Haziran 1926’da İzmir’de Atatürk’e bir suikast girişimi olmuş, 19 kişi asılmıştı (13 Temmuz 1926). Bu suikasttan dört sene sonra da bu facia ortaya çıkmıştı. Hakimiyeti Milliye olayın arkasında olanları işaret ediyordu:
- “Tekkeleri kapadık fakat dervişler yaşıyor!
- Medreseleri kapadık, halifeliği kovduk fakat saltanatın nimetleri hâlâ zihinlerinde…
- Şapkayı giydirdik fakat hâlâ bizi tekfir ediyorlar…”
AYNI İRTİCA KURUTULMALI
Hilmi Ziya Ülken, Yunus Nadi ve Hamdullah Suphi olayı milli bir Kerbela görüyor, Necip Fazıl Hakimiyeti Milliye’de yeşil irticanın kanını kurutmalı diyordu. Şöyle:
“…Dünya kuruldu kurulalı bu kadar küçük bir hadise, bu kadar büyük bir baş doğurmadı. Ne 31 Mart ne Şeyh Sait isyanı, mahiyet ve ruh olarak Menemen hadisesiyle boy ölçüşemez… Mesul Derviş Mehmet ve avenesi değildir. İrtica buz dağları gibi suyun yüzüne sivri bir uç çıkardı. Mesul bu uç değil, buz dağının heyet-i mecmuasıdır. Bu ucu tepelemekle, hiçbir nişane bırakmamakla dağı kaldırmış olmayız. O dağı tuzla buz etmek lazım. Mesuller, suyun yüzüne çıkmayanlar, o birkaç kişiye sinsi sinsi omuz verenlerdir. ”
Necip Fazıl’ın cümlesi şöyle bitiyordu: “…Gözüme görünen şeyi açıkça, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer inkılabı zayıf tutarsan, eğer inkılabın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay’ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin…” (Hakimiyeti Milliye, 5 Ocak 1930)
Bu satırların sahibi Necip Fazıl yıllar sonra Atatürk ve Cumhuriyet havariliğinden vazgeçip, kimlik ve kişiliğini inkâr ederek Süper Mürşit olunca irticanın koynuna bizzat kendisi sığınacak, bu yazılarını da çöp sepetine atacaktır.
Abdülbaki Gölpınarlı ise tarikat taassubunun irrasyonel yüzünü Nakşilerde görüyordu:
“… Tarikat yobazı, her şeyi Tanrı tecellisi görür fakat kendine uymayanları Yezit diye dışlar. Şeriat yobazına göre Müslüman yalnız kendisidir; kendine uymayanlar dinsizdir. Başını ustura ile kestirmeyen, sakalını çembervari bırakmayan, başına bere giymeyeni gavur sayar; her yeniliğe düşmandır…”
Tarikatlar kapatıldığı tarihte (1925) İstanbul’da 16 tarikat ve 438 tekke faaldi. Sadece İstanbul’ da Nakşiliğin 60’dan fazla tekkesi vardı. Olguları hipnotize edip hurafeye güncellik veren bu yapılarda Kurtuluş Savaşı şöyle yorumlanırdı:
“…Büyük Zafer, Yunan hezimeti diyorlar… Bunların hepsi uydurmadır… Onların yaptığı nedir bilir misiniz? Avlunuza bir köpek gelmiş, siz de hoşt deyip kovalamışsınız, hepsi bundan ibaret…”
Hurma kültüründen beslenen tarikatlar Kubilay’ın kesik başını hiç üzerlerine almazlar. Halbuki sinsi irtica yılanı Menemen’de bir öğretmenin başını keserek intikam almıştı. Derviş Mehmet, kavradığı taassup bıçağıyla tekbir getire getire avına saldırırken Cumhuriyetin de boğazına sarılyordu…
AYNI ZİHNİYET
Menemen olayının ardından bir divanı harp kurulup bir soruşturma başlatıldı. Manisa’daki emekli imam Rizeli Laz İbrahim’in, Erbilli Esat’ın bölge halifesi ve bazı müritlerin Esad Efendi’nin köşkünde misafir edildiği ortaya çıktı.
Yargılanan 105 sanıktan çoğu beraat etti, 37 kişiye idam kararı verildi. Esat Efendi dahil 6 kişinin cezası yaş haddinden hapse çevrildi. TBMM tarafından 31 idam kararı onaylanarak 4 Şubat 1931 günü Menemen’de infaz edildi.
- Cumhuriyetin yasakladığı tarikatler, günümüz iktidarı tarafından serbest bırakılmıştır.
Medrese ve tarikatların karşı çıkmadığı, tek bir yenilik yoktur. Batı kilisesi kendi alanına çekildiği halde bunlar ortaçağ çukurundalar.
Tarikat ve medrese kültürünün, sosyal hayata düzen verme, ileriyi geride arama, gerekirse kan dökme anlayışı değişmiş sayılmaz.
Menemen’den 63 yıl sonra (2 Temmuz 1993) Madımak Oteli’nde, 33 aydının benzin dökülüp yakılması, Kerbela’dan farksızdır.
Otel yakılırken yükselen “Allahuekber” sesleriyle, Tanrı katından destek arandığı açıktır.
15 Temmuz FETÖ kalkışması da aynı kültürün devamıdır…