Etiket arşivi: beyaz kod

Beyaz kod ya da vasatın zalimliği-2

ImageBeyaz kod ya da vasatın zalimliği-2

Merdan Yanardağ
TELE1 İzleyici Hattı
29 Ağustos 2023

Türkiye son yıllarda hızla statü kaybettiği bir siyasal tarih sürecinden geçiyor. Ülke nitelik kaybına uğruyor toplumun geliri bile sadece son 20 yılda reel olarak yarı yarıya düşüyor. Akılcılık ve bilim ile kamu düzeninin ilişkisi kopuyor. Halk, kör inanca dayalı bir düzene doğru kontrolsüz bir sürükleniş yaşıyor. İnanç merkezli bilgi anlayışı yaşamı kuşatıyor. Dinsel referanslar asıl düzenleyici toplumsal ve ahlaki norm haline geliyor.

Bu tablo Ortaçağa savrulmanın, aydınlanmadan ve moderniteden kopmanın işaretidir. Ülke cumhuriyet ve çağdaşlaşma birikimi ile ilgisini keserek, hızla kıytırık bir Ortaçağ emirliğine, en iyi olasılıkla bir “hurma cumhuriyetine” dönüşüyor.

  • Kutsal mazlumluk kompleksinin intikamcı bir kutsal zalimlik haline; diğer bir ifade ile dinsel referanslara dayalı bir zulüm düzenine dönüşmesi, İslam’ın istismarı ile siyasallaştırılması sonucu gerçekleşiyor.

Dayanaklarını yine bu toplumun içindeki kötülükte buluyor. Çünkü toplumsal iyiliği örgütleyebilecek güçlerin bir türlü toparlanamadığı günlerden geçiliyor.

Leonidas Donskis “Akışkan Modernlikte Duyarlılığın Yitimi” alt başlığıyla, küçük insanların sosyoloğu Z. Bauman ile bir diyalog yöntemi izleyerek birlikte yazdıkları, ”Ahlaki Körlük” kitabında çarpıcı bir saptama yapıyor.
***
Kötülük, bize sanki başka yerde yaşıyormuş gibi geliyor. İçimizde değil de dünyanın belli yerlerinde, bize düşman olan yahut içinde insanlığı tehlikeye atan şeylerin yaşandığı bölgelerde saklandığını düşünüyoruz. Bu naif kuruntu ve kendini aldatma biçimimiz, iki-üç yüzyıl önce olduğu gibi bugün de varlığını koruyor.” (Zygmut Bauman – Leonidas Donskis, Ayrıntı Yay. 2020, s.14)

YENİ BİR AYDINLANMA

Biz siyasal İslamcı bir iktidar altında yaşadığımızı, islamo-faşist bir rejimin inşa edildiğine tanık olduğumuzu unuttuğumuz gibi; İŞİD ve Taliban’ı çok uzaklardaki tehditler olarak görmüyor muyuz? Oysa Silivri cezaevinde bile daha şimdiden en kalabalık tutuklu ve hükümlü gruplarından biri bu kesimlerden oluşuyor. S. Zizek, “Taliban’ın 21. yüzyılda büyük bir ülkede iktidar olduğu dünyada aydınlanma ve modernitenin zamanını doldurmuş ve dönemi geçmiş projeler olduğu ileri sürülemez.” diyor. Marksist felsefecinin bu yaklaşımı, başka her yerden çok uzayan bir Ortaçağın içinden geçen İslam dünyası için geçerlidir. Dünyanın yeni bir aydınlanma atılımına ihtiyacı olduğu açıktır. Bu, soldan gelen bir aydınlanma, yeni bir akılcı silkiniş olacaktır.

Geri kalmışlığın nedenini, kutsal bir kısır döngü içine düşerek, dinden uzaklaşmaya bağlayan; çözüm olarak daha fazla İslam’a sarılmayı öneren ve böylece geriye savrulma sürecini derinleştiren bir ideolojik tarihsel açmaz; doktor döverek aşılabilir mi? İslamcı – muhafazakar oligarşi, inanç merkezli bir bilgi anlayışını-ki Ortaçağa özgüdür-ülkeye yerleştirerek, devlet kurumlarını ve kamusal yaşamı dinselleştirerek kalkınabileceğini, tarihsel haksızlık ve yanlışı düzelterek adaleti sağlayabileceğini sanıyor. Büyük ve vahim hata da tam bu yaklaşımın içinde bulunuyor.

YIKICI BİR DÖNÜŞÜM

İslamcı faşizm, toplumun çöküşe, acılı bir intihara sürüklediğinin farkında değil
ya da buna aldırmıyor. Vasatın egemenliğine giren iyi ve nitelikli olanın
modernleşme dönemini de içeren Cumhuriyet’in kurumsal birikimi imha ediliyor.
Süreç giderek yıkıcı bir toplumsal felakete dönüşme eğilimine giriyor.

Öyle ki “eziklik” kompleksinden beslenen ilkel ve yıkıcı bir hune kültürü, ülkenin ütün pırıltısını söndürüyor. Laiklik ve özgürlük alanlarını yok etmeye yöneliyor. Rüküş bir toplumsal ve kültürel ortam oluşuyor. 1908 Hürriyet ve 1923 Cumhuriyet devrimleriyle Doğu-İslam dünyasının makus talihini yenerek aydınlanma çağını yakalayan en gelişmiş Müslüman ülke olan Türkiye giderek Pakistanlaşıyor.
***
Cumhuriyet kültürü ve demokratik kazanımlar yerini, büyük ölçüde kabile asabiyesine bırakıyor. Bu durum, solun ve demokratik kitle örgütlerinin ayaklarını bastıkları zeminleri de yok ediyor. Sokak röportajı veren hanımın

  • “Tabi iktidardan memnunuz doktor dövebiliyoruz daha ne olsun..”

şeklindeki ifadesi; hem yeni düzenin niteliğini hem kitle temelinin özelliklerini hem de ülkenin içinde devindiği tehlikeyi ortaya koyuyor.
***
Bu toplumsal, siyasal ve ideolojik hareket ile salt ekonomik talepler ve tezler üzerinden (hayat pahalılığı, yoksulluk, gelir adaletsizliği.. gibi) mücadele edilemez. Defalarca (kezlerce) vurguladığım gibi, esas olarak, saldırıyı ideolojik – kültürel alanda karşılamak ve yenilgiye uğratmak zorunludur. Açık ve cepheden yürütülecek bir ideolojik mücadele şarttır.

Geçmişte, ezildiğini, dışlandığını, iktidardan ve toplumsal servetten pay alamadığını düşünen; dahası bu durumu dindar olmasına bağlayan kitlenin “eziklik kompleksi” devrimci bir seçeneğin güçlü olmadığı koşullarda kolaylıkla “kutsal zalimliğe” evrilir. Bu toplum kesimleri dinci bir ajitasyonla ve kolaylıkla çağdaş, akılcı ve bilime dayalı kurumlara karşı intikamcı ve saldırganlığa sevk ediliyor.

Bu saldırıların hedefi bazen sağlık çalışanları, kimi kez içkili mekânlar, sıklıkla giyim ve kıyafetleri “açık” bulunan kadınlar (Ankara’daki iki polis ve bir bekçinin yoldan geçen üç kadına saldırışını hatırlayın) ve çoğu kez de yasaklanacak festival ve konserler olabilir.

YENİDEN ÜRETİM SÜRECİ

Bu ilkel ve yönlendirilmiş tepki; İslamcı otoriteye rıza üreten ve güçlendiren bir işlev de görür. Bu bir gönüllü kulluk durumudur. Richard Semett, bu büyük boyun eğiş ve otoritenin yeniden üretim sürecini şöyle anlatır:

“Otorite (…) itaat görmek için kaba kuvvet kullanan bit tirandan farklıdır. Otorite sahibi kişi, gönüllü itaate yol açar, uyrukları ona inanır. Haşin, zalim, adaletsiz olduğunu düşünebilirler, ama (…) aşağıdaki insanlar kendilerinde eksik bulunan, otorite figürünün tamamlayacağına inanırlar.” (R.Semett, Yeni Kapitalizm Kültürü, Ayrıntı Yay. 2015, s.47)

Yakın geçmişte öğrencimiz olan bir hekimden uyarılar… SAĞLIKTA ALARM

Yakın geçmişte öğrencimiz olan bir hekimden uyarılar…

SAĞLIKTA ALARM

6 yıllık pratisyen hekimim. Mesleğe zorunlu hizmetimi yaptığım küçük, şirin bir ilçede başladım.
Çalıkuşu edasıyla acil serviste, köy evlerine giderek.. şifa dağıtmaya çalıştım.
Beyaz önlüğün hakkını vermek ve şifa dağıtmak en büyük güdü (motivasyon) kaynağımdı.
İlçe halkının sevgisi ve saygısı ise bu güdülenmemi (motivasyonumu) sürdüren güçtü.
Zaman geçti daha büyük bir kente taşındım. Bu değişiklik açıkçası bana pek iyi gelmedi. Mesleksel kaygılarım başladı, birlikte de bunaltı (anksiyete) sorunlarım.

Bu konuda yalnız olmadığımı, görevdeki binlerce doktora, yurt dışına giden binlerce doktora baktığımda görüyorum.

Peki neler oluyor sağlık sektöründe ?

  • Niye bir yığın hekim isyan ediyor, ülkemizi terk ediyor?

Hasta yoğunuluğu

Özel sektöre geçen doktorlarla birlikte kamuda doktor başına düşen hasta sayısı arttı.
Ve daha da önemlisi ülkemizde koruyucu sağlık hizmetleri ve Birinci Basamak sağlık merkezlerinin öneminin anlaşılmaması üzerine hastanelere özellikle acil servislere yüksek oranda hasta başvurusu var.

  • Polikliniklerde bir günde bakılan hasta sayısı 100’ü, acil servislerde de 1000’i aştı!

Parasal sıkıntı

Böylesine yoğun çalışma ortamı içinde çalışan doktorların önceki zamanları da pek rahat değil. Bulundukları konuma gelebilmek için en az 10 yıl eğitim almaktalar. Sonrasında da yoğun bir çalışma ortamında gece gündüz demeden, tatil zamanları fark etmeksizin hasta bakmaktalar.

  • Böylesine yoğun ve nitelikli emeğin karşılığı daha farklı olmalı.

Sağlıkta şiddet

Ne yazık ki haberlerde, her geçen gün artan sağlıkta şiddet olayları görmekteyiz.
Bu konuda ciddi adımlar gerçekten atılıyor mu?

  • Can tehlikesi ile çalışmanın ne olduğu hissedilip anlaşılabiliyor mu?

Hastanelerde neden güvenlik amaçlı X ışını aygıtı hala yok?

Ve yasal yaptırımlar neden gelmiyor?

Fiziksel şiddet dışında da hakaret ve tehdit gibi durumlarda hekimler “beyaz kod” verebilmekteler.

  • Peki beyaz kodun ardından açılan davalar neden sonuçsuz kalıyor?

Doktor göçü

Bu koşullara dayanamayan doktorların çoğu özel sektöre geçmekte veya yurt dışına gitmekte. Sonuçta hastaneler doktorsuz kalmakta. Bunun sonucunda ne olacak biliyor musunuz? Böyle giderse devlet hastaneleri iyice yetersizleşecek ve sağlıkta daha da yaygın özelleştirilmeye gidilecek!
***
Bu ülke hepimizin…

  • Sosyal devletin olmazsa olmazlarından olan kamusal sağlık hizmeti yurttaşın elinden alınmamalıdır, en temel ve vazgeçilmez insan hakkıdır
  • Tüm Yurttaşlar ücretsiz ve nitelikli olarak sağlık hizmetlerine erişmelidir.

Onun için, alarm vermekte olan sağlık sisteminde

  • Hızla sosyal-kamusal, bilimsel, halktan yana reformlar yapılmalıdır.

Not : Genç meslektaşımızın adı bizde saklıdır. (Dr. Ahmet SALTIK)