Etiket arşivi: Adnan Binyazar; “Tarihin en son yerinde

ADNAN BİNYAZAR : YARATICILIĞI SORGULAMA..


Dostlar
,

Edebiyatçı-yazar-şair üstadımız Sayın Adnan Binyazar‘ın Cumhuriyet gazetemizin Pazar ekinde çıkan tadına doyulmaz yazılarını düzenli olarak sizlerle paylaşmaktaydık. Son birkaç hafta sanırız tavsadı. Aşağıdaki son yazısı da büyük keyifle okunuyor..
Kenan Evren’e adını vermeden ince ince dokundurmalar yer alıyor yazıda.
Bir yerde ayraç içinde “Kenan Evren” adını biz koyduk..
AKP’lilerin de, Başbakan RT Erdoğan’ın da çıkarması gereken dersler var yazıda.
Usta kalem, “demlenmiş yazar” olmak böyle bir şey olmalı;
onlarca yılda emek ve zeka ile damla damla biriktirilebilen..

Sayın şair-yazarın şu görkemli dizelerine sıklıkla gönderme yapmaktayız,
yapmalıyız da :

  • Düşlerin sonsuza koştuğu yerde
    Sabrın çiçeklerini açtığı yerde
    Asla kapanmaz yaşanan defter
    Çünkü tarihin en güzel yerinde
    Son sözü hep direnenler söyler..

Sevgi ve saygı ile.
17.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

ADNAN BİNYAZAR
(binyazar@gmail.com)



(Cumhuriyet Pazar eki, 16.12.12)

YARATICILIĞI SORGULAMA..

Özel okulların birinde yaptığım bir konuşmada sanatsal yaratılara yönelik önyargılar üzerinde durmuş, sözü darbeci bir generalin (Kenan Evren – A.S.), bir sergi ziyaretinde Picasso’nun resmini saçma bulup, “Bunu ben de yaparım..” dediğine getirmiştim. Öğretmenlikten gelen alışkanlıkla, bu tür konuşmalarım ders gibi geçtiğinden,
arada öğrencilere sorular yönelttiğim de oluyor. Amacım, öğrencide yalnızca
ilgi uyandırmak değil; tartışılan konuya onların düşünsel katılımını da sağlamak…

Sorum şuydu   :

  • “Picasso’nun resimlerini saçma bulan kişi, o konuda bir şey bildiğinden mi yargıda bulunuyor, bilmediğinden mi?”

İyi öğrenci, ondan beklenenin ötesini görür; 8. sınıf öğrencisi küçücük bir kız söz alarak,
Resmi hem saçma buluyor, hem kendisinin de öyle resimler yapabileceğini söylüyor. Resim saçma değil, o saçmalıyor! Elbette bir şey bilmediğinden konuşuyor; 
bilseydi, Picasso’nun o düzeye gelinceye değin nice biçim ve renk aşamalarından geçtiğinin ayrımına varır, kendini dünyaya kabul ettirmiş bir sanatçının resmini
saçma bulmazdı…” dedi.

Umutsuzluğa kapılanlar, umudu, yetişen yeni kuşakların ışıklı beyinlerinde arasınlar…

Konuştukça konuşmak isteyen öğrenciden ayıramıyordum gözümü. Aklım, topluluk karşısında iyiyi kötülemeyi kahramanlık sayan diktacıdaydı. Ressam olmadığı bir yana, yaptığı ilkel boyamaları resim sayacak kadar da bilinçsizdi. Gel gör ki, para babaları milyonlar sayarak aldıkları resimlerini salonlarının en görünür yerine asıyorlardı.
Zaman dönüp devran değişmişti. İyi resim kötü resmi kovar. Aynı adamların,
milyonlar verip aldıkları resimler kim bilir şimdi hangi mahzenin karanlık bir köşesinde çürümeye terk edilmiştir!..

Bedeni kemik yığınına dönen diktatörün, yatağında sorguya çekilişinin sünnet çocuğuna benzetildiğini bir gazetede okuyunca, Sophokles’in Kral Oidipus oyunundaki
son özdeyişini anımsadım:

Bir insanın sonunu görmeden ona mutluluğa ermiş demeyin…”

Gencecik insanların idam fermanlarını imzaladığı günlerde faşistçe incileri (!)
en iri harflerle başlık atılan adam, aynı sayfalarda sünnet çocuklarına benzetiliyor!..

Tarihin dili gerçekçidir, acıdır. Hep düşünürüm; kitap toplatanlar, tiyatroları işlevsiz kılanlar, sinemaların kapısına kilit vurduranlar, şarkılı çalgılı konser salonlarını
günah yuvası sayanlar, heykel parçalatanlar, kültürü dar kafalarının içinde mahkûm edenler… Kral Oidipus oyununu okumuş olsalardı sanata yönelik çağdışı uygulamalara girişir, kendilerini tarih önünde rezil ederler miydi?..

  • Sanatsal emek, üreteni ölümsüzlüğe erdirir.

Değil yasaklamak, toprağa da gömseler, günü gelir, o, gücünü katlayarak varlık kazanır.

Yaşadığı yıllarda, Vincent van Gogh’un, bir kadının bebeğine süt almak için
yok pahasına on gravürü satılmıştır.

Stefan Zweig’ın Balzac kitabında okumuştum; o dönemde Balzac ününün doruklarında iken, Stendhal sıradan bir yazar sayılmıştır. James Joyce’un,
çağımızın da en seçkin romanı sayılan Ulysses’i birçok yayınevince geri çevrilmiştir.

  • Kendini dorukta varsayanlar, oralarda yelin sert estiğini bilmelidirler.

Uzağa gitmeyelim; Saddam’ı, Kaddafi’yi getirelim gözümüzün önüne, astığı astık
kestiği kestik bu adamlar, ölü bedenlerine dört kollu tahtalarda bile yer bulamamışlardır.

Sanat düşmanları, her çağda, bilgisizliğinin bilincinde olmayanlar arasından çıkmıştır.

Zaman, kötülükleri unutmaz;
tarihin akışı içinde yaratıcılığı suçlayanlar her dönemde yenilgiye uğramışlardır.

Gün gelir, küçücük bir kız, sanatı katledenleri zamanın yargı masasında sorguya çeker, onların kara cehaletlerini yüzlerine vurur!

İSTANBUL BAROSU: SUSMAYACAĞIZ, BOYUN EĞMEYECEĞİZ, BİAT ETMEYECEĞİZ!

Dostlar,

İstanbul Barosu’na gönülden desteğimizi açıklıyoruz.
Değerli Başkanı Sn. Doç. Dr. Ümit Kocasakal’ın kişiliğinde Yönetim Kurulu’na teşekkür ediyoruz.
Yurtsever ve onurlu duruşlarını atkdir ve alkışla karşılıyoruz..
Evet, ozan Adnan Binyazar’ın dizesiyle;

“Tarihin en son yerinde, son sözü hep direnenler söyler”.

Açıklamaya tümüyle katılıyor;
ülke yöneticilerini geldiğimiz kritik aşamada bir vicdan muhasebesi yapmaya çağırıyoruz.

Geç kalmadan..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

İSTANBUL BAROSU’ndan :

YENİ ADLİ YILDA DA SUSMAYACAĞIZ, BOYUN EĞMEYECEĞİZ, BİAT ETMEYECEĞİZ !

Bugün, bir adli yıl daha başlıyor!

Ne yazık ki, bu adli yıla;

· yargının tümüyle siyasal iktidarın denetimine girdiği,
dahası güç ve iktidar mücadelelerinin arenası durumuna getirildiği,
· hiçbir yurttaşın hukuk güvenliğinin kalmadığı,
· güvence olması gereken yargının hak ve özgürlükler için en büyük tehdit
ve tehlike haline geldiği,
· hukukun en temel ilkelerinin sistematik olarak çiğnendiği,
· “özel” yargı ve yargılamalarla hukuk birliğinin yok edildiği,
· adil yargılanma hakkının ortadan kaldırıldığı,

bir ortamda girmekteyiz.

Bu koşullar altında adli yılın, “adil” bir yıl olmayacağı, olamayacağı açıktır. Kuşatılmış olan yargının, “tutsak” edilmesinden sonra sıranın barolara, avukatlara geldiği anlaşılmaktadır. Avukat ve barolar “hiçleştirilmek” istenmekte,
savunmasız, avukatsız bir yargı düşlenmektedir.

Bu hukuksuzluklarda katkısı olanlar ya da boyun eğenler tarihin yargısından, vicdanlarından ve aynalardan kaçamayacaklardır.

Elbette biz avukatların pek çok mesleksel sorunu bulunmaktadır.
Bu sorunların çözümü konusundaki girişimlerimiz ve kararlılığımız artarak sürdürülecektir. Ancak hiçbir mesleksel sorunumuz meslek onurumuzdan, hukuk devleti
ve hukukun üstünlüğü amacımız ve mücadelemizden daha önemli ve öncelikli değildir.

Bilinmelidir ki biz avukatlar; boyun eğmeyen, biat etmeyen bir tarihsel mirası genlerimizde taşımaktayız. Bizlerin hiç “efendileri” olmadı ve olmayacaktır.

İstanbul Barosu olarak, bugüne dek olduğu gibi, bundan böyle de her koşul altında
meslek onurumuzu, yurttaşlarımızın hak ve hukukunu korumayı, hukuksuzlukları izlemeyi, hukuk devleti ve demokrasi mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Bu uğurda her türlü bedeli ödemeye hazırız.

Aynı biçimde Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve değerlerini, Atatürk ilke ve devrimlerini, vatanın bölünmezliğini, tekil (üniter) devleti koruma ve kollama bizim için bir
namus ve vatan borcudur. Bu borcu da ödemeye devam edeceğiz.

Hukuksuzluklara karşı susmayacağız, boyun eğmeyeceğiz, biat etmeyeceğiz.

“Tarihin en son yerinde, son sözü hep direnenler söyler”.

Henüz son sözümüzü söylemedik !…

Yurttaşlarımıza saygı ile duyurulur.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI
6 Eylül 2012