Vahdettin ve Şeyh Sait meselesinin asıl hedefi

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
14 Aralık 2023, Cumhuriyet

 

Önce İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e soruşturma açtılar. İçişleri Bakanlığı’nın soruşturma gerekçesi, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıldönümü kutlamalarında Soyer’in yaptığı konuşmada Padişah Vahdettin’e hakaret etmesiydi!

Hakaret sayılan ve soruşturmaya gerekçe olan sözler, Soyer’in “Sözlerim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’undan alınmıştır” dediği sözlerdi.

Yani aslında AKP’nin içişleri bakanı bir belediye başkanına değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e soruşturma açıyordu!

Bu elbette sıradan bir olay değildi ve 21 yıllık AKP iktidarının “esas hedefinin” yeni aşamasının da işaretiydi. Nitekim AKP’li siyasal İslamcılar ekranlardan, gazete köşelerinden Cumhuriyetçileri, Kemalistleri hedef aldılar, “Kim Vahdettin’e hain derse yargılayacağız” dediler, bir TV programında Ümit Zileli’nin şahsında aydınları tehdit ettiler.

ŞEYH SAİT’İN AVUKATLARI: AKP ve DEM

Ardından Şeyh Sait savunuculuğu başladı.

AKP’nin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atadığı kayyum, Silvan yolunu Elazığ’a bağlayacak “Şeyh Sait Bulvarı”nın yapım çalışmalarına başladıklarını sosyal medyadan duyurunca, haliyle tepkiler geldi.

İşin ilginci, AKP kayyum atamasa HDP’li belediye başkanı da şehirde bir yere zaten yine Şeyh Sait’in adını verecekti. (Zaten 2014’te HDP ve AKP meclis üyelerinin oylarıyla Dağkapı Meydanı’na Şeyh Sait Meydanı ismini vermişlerdi.) Bu nedenle AKP’li kayyumun bu icraatına tepkilere göğüs geren ikinci parti DEM (HDP) oldu!

Şeyh Sait’in avukatlığına en önden soyunan ise doğrudan AKP’liler oldu. Örneğin AKP Erzurum Milletvekili Abdurrahim Fırat sosyal medyadan yayımladığı mesajla Cumhuriyetçileri hedef aldı: “Şeyh Sait onurumuzdur. Bazı terbiyesiz ve ahlaksız zevatın Şeyh Sait Efendi için sarf ettiği beyanlar hakkında TCK hükümlerine göre hakaret oluşturan sözler nedeniyle suç duyurusunda bulunacağımızı ve Şeyh Sait Efendi’nin sahipsiz olmadığını kamuoyuna beyan ederim.”

YA CUMHURİYET YA GERİCİLİK

Atatürk, TBMM kürsüsünden Vahdettin’“hain, devlet başkanlığını kirleten, soysuz, alçak, menfaatçi, düşmanın elinde oyuncak, pespaye, entrikacı” diye nitelemiştir (Bkz. Nutuk).

Kaldı ki Vahdettin’in tek başına İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti üyeliği bile bu sıfatları hak etmesine yetmektedir. Zira bu dernek sadece İngiliz mandası istemekle kalmamış, İngiliz parasıyla Anadolu’da karışıklık çıkarıp Kurtuluş Savaşı’nı engellemeye çalışmış, casusluk faaliyetleriyle İngilizlere hizmet etmiştir. Nitekim Vahdettin de en sonunda İngilizlere sığınarak kaçmıştır.

Şeyh Sait’in kalkışması ise 1925 konjonktüründe birkaç boyutlu bir konudur. Gericilikten Musul meselesine kadar çeşitli parametreleri vardır. Feodal kuvvetlerin genç Cumhuriyeti erken boğma hamlelerinden biridir: Ya Cumhuriyet kazanacaktır ya gericilik…

Öyle olduğu için de Mustafa Kemal,

  • “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” demiştir.

TARİH ÖNÜNDEKİ SORUMLULAR

İşte bugünkü Vahdettin meselesi de Şeyh Sait meselesi de aslında budur:

  • Türkiye şeyhler, müritler memleketi mi olacak, laik yurttaşların memleketi mi?

Siyasal İslamcıların Vahdettin ve Şeyh Sait’“hain” diyene dava açmaları bir hukuk meselesi değildir; siyasal çarpışmadır. Adım adım tırpanladıkları Atatürk’ün laik Cumhuriyetine kılıç çekerek “davam” dedikleri İslam cumhuriyetini inşa edebilmenin yolunu hazırlamaya çalışmaktadırlar. Bunu yaparken de “yeni rejim” için “yeni tarih” yazmaya uğraşmaktadırlar.

Bu saflaşmada siyasal İslamcılara şu ya da bu nedenle destek veren milliyetçiler ve ulusalcılar da “Acılara saygılıyız” diyerek net tutum almaktan çekinen Cumhuriyetçiler de tarih önünde sorumlu olacaklardır!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Amerikan neo faşizmi11 Aralık 2023

Şeyh Sait İsyanı

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Diyarbakır’ın kayyum belediye başkanının şehirdeki bir anayola “Şeyh Sait “ adının verileceğini açıklaması üzerine Şeyh Sait gündeme getirilmiş ve ayaklanmanın anımsanması gereksinimi ortaya çıkmıştır.

Şeyh Sait ayaklanması (İsyanı) Nedir?

Türkiye’nin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı vermesinden ve zaferden sonra tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurarak devrimleri gerçekleştirmesinden rahatsız olan emperyalistler ve yerli işbirlikçileri laik cumhuriyeti yıkmak ve ülkeyi bölmek için karşı devrim girişimlerini yoğunlaştırmışlardır.

En önemli karşı devrim eylemi Şubat -Nisan 1925 aylarında Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Şeyh Sait ayaklanmasıdır.

Hınıs’lı bir aşiret reisi ve toprak ağası olan Nakşibendi tarikatına bağlı Şeyh Sait, Halifeliğin kaldırılmasına tepki olarak 13 Şubat 1925’te Elazığ’ın Piran köyünde peşindekilerle ayaklanmayı başlatmıştır. Bir Kürt hareketi olarak başlatılan ayaklanma bölgedeki Kürt yurttaşlarımızdan destek göremeyince, irtica (gericilik) hareketi olarak gelişmiş ve bir haftada 14 ile yayılmıştır. İsmet İnönü’nün tanımıyla ayaklanma “Askeri mahiyet arz eden silahlı irtica hareketidir”. İsyancılar yeşil bayrak altında evleri, dükkanları yağmalamışlar, telgraf tellerini kesmişler, resmi binaları işgal etmişler ve devlet görevlileri ile jandarma birliklerini etkisiz hale getirmişlerdir.“Allahın emriyle şeriatı geri getireceğiz” “Halifelik olmadan Müslümanlık olmaz.”  “Bize katılanlar cennetliktir”, “Kadınlarımızı başı açık gezdiren hükümetin başı ezilmelidir” gibi sloganlar atarak Elazığ’a egemen olmuşlar, Diyarbakır’ı iki kez kuşatmışlar, kentlilerin ve güvenlik güçlerinin direnişi karşısında bu kente girememişlerdir.

İsyanın Bastırılması

İsyan başladığında TBMM’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) çoğunluktadır. Başbakan Fethi Okyar’dır. 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi (TCP) ise muhalefettedir.

Şeyh Sait isyanına karşı alınacak önlemler konusunda iki görüş belirmiştir. Başbakan Fethi Okyar ve hükümeti ile TCP sert önlemler alınmasına karşıdırlar. CHP içinde ağırlıklı bir grup ise ayaklanmayı daha ciddiye almakta, yeni kurulmuş cumhuriyetin laiklik temeline önemli bir tehdit olarak görmekte; derhal, etkili önlemler alınmasını istemektedir. Hükümetin kendi içinde de görüş ayrılıkları vardır. Sertlik yanlısı Dahiliye Vekili (İç İşleri Bakanı) Recep Peker ve Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Mahmut Esat Bey görevlerinden istifa etmişlerdir.

TBMM 25 Şubat’ta vatan hainliği yasasını değiştirmiş, dini siyasete alet edenler vatan haini sayılmıştır.

Cumhuriyetin ilk Başbakanı İsmet Paşa 22 Kasım 1924’te istifa etmiş, İstanbul’da dinlenmektedir. Cumhurbaşkanı Atatürk ayaklanma çıkınca İsmet Paşayı İstanbul’dan çağırmış ve İsmet Paşa 21 Şubat’ta Ankara’ya gelmiştir. CHP’nin kurucu başkanı Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ise başkan vekilidir.

İsmet Paşa ilk iş olarak CHP parti grubunu toplamış ve ayaklanmaya karşı alınacak önlemleri tartışmaya açmıştır. İsmet Paşa ile CHP grubunun çoğunluğu ve hükümetten istifa eden bakanlar sert önlemlerden yana; Fethi Okyar ve hükümeti ise daha ılımlı önlemleri savunmaktadır. Grupta sertlik yanlıları ile ılımlılar arasında şiddetli tartışmalar yapılmış, sonunda Mustafa Kemal Paşa gruba çağrılmıştır.

Mustafa Kemal Paşa yaptığı konuşmada

  • Milletin elinden tutmak lazımdır. İhtilali başlatanlar tamamlayacaktır.
    diyerek ağırlığını sertlik yanlılarından yana koymuştur.

Grup kararı sert önlemlerden yana olunca Fethi Okyar istifa etmiş, Kemal Paşa İsmet Paşayı 2. kez Başbakanlığa atanmıştır. İsmet Paşa hükümeti 8 Mart 1925’te güvenoyu alarak göreve başlamıştır. Hükümetin öncelikli görevi ayaklanmanın hızla bastırılması, ülkede erinç (huzur) ve güvenliğin sağlanmasıdır.

Yeni hükümet kendisine iki yıllığına geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun Yasasını Meclis’e getirmiştir. Bu yasaya göre;

  • Biri ayaklanma bölgesinde öbürü Ankara’da olmak üzere iki istiklal mahkemesi kurulmuş,
  • Bölgesel seferberlik ilan edilerek Adana’daki Kolordu seferber edilmiş ve isyan bölgesine gönderilmiş,
  • Basına sansür konmuş, isyancıları destekleyen kimi dergi ve gazeteler kapatılmış, yazarları mahkûm edilmiştir.

Seferber olan kolordu Nisan başında bölgeye ulaşmış ve isyan bastırma harekatını başlatmıştır. Harekat planı isyan bölgelerini çembere almak, isyancıların kaçış yollarını tıkamak, çemberi daraltarak isyancıları yakalamak ilkesine dayanıyordu. Harekâtın sonunda Şeyh Sait ve yakın adamları halkın da yardımı ile Nisan ortalarında Çapakçur-Genç bölgesinde yakalanmışlar ve Diyarbakır istiklal mahkemesine çıkartılmışlardır.

Diyarbakır istiklal mahkemesinde 389 sanık yargılanmış, 29 kişiye idam cezası verilerek hemen uygulanmıştır.

Aynı mahkeme dinci propaganda ve kışkırtmalarda TCP’yi bağlantılı görerek bu partinin kapatılmasına karar vermiştir. TCP, bu karara dayanarak 3 Haziran 1925’te hükümet kararnamesi ile kapatılmıştır.

Aynı mahkeme, isyanda şeyhlerin, müritlerin din ve tarikat ticareti ile geçinenlerin oynadıkları olumsuz rolleri dikkate alarak, kendi bölgesindeki tekke ve zaviyelerin kapatılması gerektiğine de karar vermiştir. Aynı gereksinimin Ankara’daki istiklal mahkemesince de belirtilmesi üzerine 13 Aralık 1925 tarihli -halen yürürlükte olan- 677 s. yasa ile tüm yurtta tekke ve zaviyeler kapatılmıştır.

İngiliz Parmağı

Lozan barış konferansında Musul sorunu (Türkiye-Irak sınırının belirlenmesi) sonuca bağlanmamış, konunun Irak’taki mandater devlet İngiltere ile Türkiye arasında görüşülmesine, dokuz ay içinde bir sonuç alınamazsa Milletler Cemiyeti’ne (MC) götürülmesine karar verilmişti.

Türkiye – İngiltere görüşmeleri 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da başladı. İngiltere Türklerle Kürtlerin ayrı topluluklar olduğunu, bölgedeki çoğunluğun Kürtlerde olduğunu, Kürtlerin İngiliz manda yönetiminden hoşnut olduklarını ve Irak’a bağlanmak istediklerini savunmuş; ayrıca Hakkari bölgesini de istemiştir. Türkiye ise coğrafya bakımından ülkemizin bir parçası olan ve Mondros ateşkes anlaşmasından sonra haksız olarak işgal edilen Musul’un kendisine ait olduğunu; Türklerle Kürtlerin yazgılarını birbirine bağlanmış iki kardeş ulus olduklarını savunmuştur. Türkiye, Kuzey Irak’taki Kürtlerin İngiltere denetimindeki Irak’a bırakılmasının uzun erimde Türkiye için bir tehdit olacağını değerlendirmiştir.

İkili görüşmelerden bir sonuç alınamayınca Lozan Andlaşması gereği konu, 20 Eylül 1924’te MC’ye götürüldü.

İşte Şeyh Sait ayaklanmasının olduğu günlerde Musul sorunu MC’nin gündeminde idi. ayaklanma Türkiye’nin savunduğu “Türk-Kürt kardeşliği” tezine gölge düşürmüş, Türkiye’nin Kürtlerin yaşadığı bölgede güvenliği (asayişi) sağlayamadığı kanısını oluşturmayı amaçlamıştır. MC Konseyi’nin görevlendirdiği inceleme komisyonu 1925 Eylülünde İngiliz yanlısı bir rapor hazırlayarak Konseye sunmuş, sonuçta MC Konseyi kararına uygun olarak Türkiye 1926 Ankara anlaşması ile Musul’u Irak’a terk etmiştir.

Şeyh Sait’in ele geçirilen belgeleri arasında İngiltere’den gönderilen ve içinde İngiliz silah fabrikalarının katalogları bulunan zarflar bulunmuştur. Zarfların üzerinde “Kürdistan Kraliyeti Harbiye Nezaretine” adresi olması isyanda İngiliz parmağı bulunduğunun kanıtıdır.

Sonuç ve Değerlendirme:

Şeyh Sait isyanı Cumhuriyet bir yılını henüz doldurmuşken Cumhuriyetin ve Devrimlerin temeli olan laikliği ortadan kaldırmak için girişilen en önemli karşı devrim girişimidir.

İsyan, bölge halkının katılmaması nedeniyle bir Kürtçülük hareketine dönüşememiştir.

Kurucu irade, Cumhuriyet’e ve laikliğe sahip çıkmak için ikirciksiz, hızlı ve etkili önlemler alarak isyanı kısa sürede bastırmıştır.

İsyanın bastırılması öbür Devrimlerin önünü açmış ve hızlandırmıştır.

İsyanın bastırılması için alınacak önlemler CHP grubunda ve TBMM’de demokratik yöntemlerle tartışılmış, hukuk dışına çıkılmamıştır.

İsmet Paşa hükümeti, kendisine geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun Yasasını amacı dışında kullanmamıştır.

  • “Açılım” veya isyancılarla pazarlık yapılmamıştır.

Alınan bastırma önlemlerinin antidemokratik olduğunu savunanlar vardır. Ancak bu günkü demokrasi anlayışı ile 1925’lerdeki olayı değerlendirmek yanlış olacağı gibi; “İsyan başarılı olsaydı demokrasi ne hale gelecekti?” sorusunun da sorulması gerekmektedir.  Kurucular çok zor koşullarda kurdukları genç Cumhuriyet’i koruma içgüdüsü ile hareket etmişlerdir.

Şeyh Sait ayaklanması, feodal düzenin ağalığa, şeyhliğe dayalı üretim ilişkilerinin çağdaş Cumhuriyetin önündeki en önemli engel olduğunu kanıtlamıştır.

İsyan, Musul sorununda İngiltere’ye üstünlük sağlamış, emperyalizmin çıkarları için çağdışı yobaz bir zihniyetle işbirliği yapabildiğini göstermiştir.

Nakşibendi tarikatı ayaklanmadan beş yıl sonra Menemen’de başka bir gerici ayaklanmada Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ve iki bekçiyi vahşice öldürmüşlerdir.

  1. Bu tür tarikat ve cemaatler laik cumhuriyet için açık ve yakın bir tehdittir. Hoş görülemez.
  2. Dini siyasal çıkarları için kötüye kullanan şeyh Sait, Vatana İhanet Yasasına göre vatan hainidir. Tartışılamaz.
  3. Şeyh Sait ayaklanması ve bastırılmasında “acı çekenlerin” olduğunu söylemek
    cumhuriyet düşmanlarına hoş görünme çabasıdır. Devrimciliğe yakışmaz.
  4. İsyandan yüz yıl sonra Şeyh Sait adının ayaklanmacıların giremediği Diyarbakır’da bir anayola verilmesi karşı devrimcilerin öç alma çabasıdır, kabul edilemez.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Aralık 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTTEPE

DÖNÜŞ

RTE, “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye tehdit ettiği, kendisini tanımadığını söylediği Miçotakis’e “dostum” diyerek ziyarete gitti. Bundan sonra “it dalaşı yapmayalım” dedi.

Herhalde Yunanlar işgal ettikleri adaları boşalttı, hava sahamızı ihlal etmekten vaz geçti.

Bu adam ülkesini çoook seviyor!

YÜZSÜZLÜK

İsrail’e söylemediğini bırakmayan RTE/AKP iktidarı savaş başlangıcından bu yana 350’den fazla gemiyle yük (silah ve cephane bile var) gönderdi.

İkiyüzlülük değil, iki bin yüzlülük…

ZİNA

Yobaz cemaatin sözde şeyhi, “Kadın koku sürüp sokağa çıkarsa zina yapmış olur” demiş.

Beyni testiste…

DEĞER

İmamların “değerler eğitimi” adı altında okullarda görevlendirildiği Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi (ÇEDES) İzmir ve Eskişehir’in ardından Kırklareli’nde de yaşama geçiriliyor.

Ahlaksızlık cemaat kurslarında kalmasın, çevreye (okullara da) yayılsın…

DEĞERSİZ

İYİ Parti İstanbul Milletvekili Salim Ensarioğlu Şeyh Sait için “Bölgemizin değeri” dedi.

Bölgeyi ve partiyi değersizleştirme…

 KAÇIRILMA

Aracıyla bir vatandaşımıza çarpıp ölümüne sebep olan Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun kaçışına göz yumuldu.

En yukarıdan bağlanmış olabilir mi?..

SİYASET

Giresunspor teknik direktörü takımın kötü gidişinin engellenmesi için siyasetçilere yalvarmış.

Siyaset futbola hiç girdi mi? RTE izin verir mi?

Maganda Faruk Koca siyasetten mi güç aldı?..

VİCDAN

TBMM kürsüsünde kalp krizi geçiren Saadet Partisi milletvekiline AKP’liler “Allah”ın gazabı böyle olur “ dediler.

Vicdanlı insanlar!…

HEALTH EDUCATION & PROMOTION

Dear Phase 1 Students of

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 14th December 2023, we’ll conduct a 2 hours lecture face to face for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with a title / topic of

HEALTH EDUCATION & PROMOTION

40 slides, 3.2 MB, main material for this lecture :

Health Education & Promotion AHMET SALTIK

Below are 56 additional slides having a rich and up to date content (PDF 1,7 MB) to support main file above :

And a very valubele supplement, 15 pages, 1 MB : Health Education and Promotion (Concepts)

These files have been uploaded Atılım University Medical School, Moodle System.

With respect and love. 13th December 2023, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM (Health Law), BSc (Political Sciences & Public Administration)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

Türkiye açlığa mahkûm… Kurtuluş önseçimde!

Fikri Sağlar

Fikri Sağlar
Güncel 12.12.2023, BİRGÜN

Türkiye karanlıkta yaşıyor. Mecazi anlamda söylemiyorum.

Avrupa’da hala yaz saati kullanan tek ülkeyiz.

Çalışma saatlerimiz karanlıkta başlıyor.

İşlerine giden ve toplamda 20 milyon öğrenciyle birlikte ülke nüfusunun yarısından fazlası,

sabahın koyu karanlığında sokaklara dökülüyor…

AKP, yaz saatinin enerjide müthiş karlılık sağladığını söyleyerek milleti alenen kandırıyor!
∗∗∗

1940 yılından beri Türkiye’de geçerli olan “yaz-kış saati uygulaması”, enerjiden tasarruf etmek

amacıyla 2016 yılında AKP’ce kaldırıldı ve ‘yaz saati’ kalıcı hale getirildi.

İktidar, böylece elektrik tüketiminin azaldığını belirtse de uzmanlar, tam tersini dile getiriyor…
∗∗∗

Nitekim CHP İzmir Milletvekili Ednan Aslan,
Bu karar ‘enerjide tasarruf sağlanacak’ iddiası ile

alındı. Uygulamanın hayata geçtiği yıl baz alındığında; 2016 yılının Kasım ve Aralık ile 2017 yılının

Ocak-Şubat ve Mart aylarında gerçekleşen elektrik enerjisi tüketimi, yıllık %6,5 ile 9,5

arasında değişen artışa neden olmuştur.”

diyerek İktidarın yurttaşları aldattığına dikkat çekiyor…
∗∗∗

Yani, yaz saatinin kalıcı olması tasarruf için değil, yandaş elektrik dağıtım şirketlerinin karlarını

arttıran ve yurttaşları soymak adına  bir yöntem haline getirilmiştir.

Kaldı ki, 
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’nin etkisiyle yaz saati uygulamasını kullanan KKTC, yoğunlaşan

halkın tepkileri nedeniyle Erdoğan’a rağmen bu uygulamadan vazgeçmiştir!
∗∗∗

Kalpleri kadar halkı sömürmede kafaları da karanlık olanların bu konuda ortaya koydukları

gerekçe, daha da vahim :

“Çocuklarımız ezan sesiyle güne başlasın!”


ÇEDES
’le ilkokul çocuklarını bilimsel eğitim/öğrenimden uzaklaştıran, “dindar ve kindar gençlik” yetiştirme projesini zorla ülkeye dayatmaya çalışanların bu ülkeye katkısı olamaz…

  • Her atılan adımın, vekaleten emperyalistlere yaptıkları hizmet olduğunu artık halkımız anlamalı!

Sömürülüyoruz!

Kullanılıyoruz!

Cumhuriyetin ilkelerinden ve Kişiliklerimizden uzaklaşıyoruz…
∗∗∗
Artık kendimize acındırmamalıyız!
Gözümüzü açıp gerçekleri görmeliyiz!
Daha doğrusu, görmenin yollarını aramalıyız!
∗∗∗
Bakın;
Aslında % 20’yi geçtiği ekonomistlerce belirlenen ancak, resmi istatistiklerine göre 10 Kasım 2023’Te açıklanan işgücü işsizlik oranı, “2023 yılı Eylül ayında %8,9 olarak gerçekleşmiş…”

Gerçeklere uymayan bir algı oyunu daha… İstihdam edilenlerin sayısı ise 32 milyon 185 bin kişiyi bulmuş… Çalışanların 4 milyon 877 bin 270’ni ise kamuda görev yapıyormuş.
Yani AKP döneminde, istihdam edilen her 6 kişiden birinin kamuda çalıştığı anlaşılıyor…
Bu bilgilere bakınca, Türkiye’de istihdam oranı +44,1 de kalmış!
Yani 22 yıllık AKP iktidarı, çalışma yaşına gelenlerin yarısına dahi iş bulmamış!
Ülke kaynaklarının istihdamı gerçekleştirecek yatırımlara değil, yandaşları besleyen ve geri dönüşü olmayan projelere yatırıldığı ayan beyan ortada…
Görülüyor ki; halkın açlığı, sefaleti, işsizliği ve gelecek güvencesi iktidarın umurunda değil
∗∗∗
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre, zorunlu sigortalı sayısı”, 1 milyon 411 bin kişi azalarak, 15 milyon 921 bin kişiye inmiş… Yani “sigortalı işçi sayısında” dramatik bir düşüş yaşanıyor! Kısaca, Emeği koruyan kamu kurumları ve sendikaların güçsüzleştirildiği, örgütlenmenin önün kapatıldığı bir dönem oluştu…

  • Çok vahim bir durumla karşı karşıyayız…

Çünkü çalışan nüfus, emeklilere bakmak zorunda! Oysa, Çalışanların yüzde 60’ı asgari ücret alıyor. Yani 11. 402 TL… TÜRKİŞ’e göre açlık sınırı 14.025 TL. Seviyesinde. Yani asgari ücretin üstünde… Yoksulluk sınırıysa 45.686 TL’ye yükseldi. Bekâr çalışanın yaşama maliyeti ise 18 bin 239 TL olarak belirlendi… Bu durumda çalışanları açlığa mahkûm eden, tarikat ve cemaatlere avuç açan bir toplumun yaratıldığı, insafsız bir düzenin bilinçli olarak AKP’ce kurulduğu ayyuka çıkıyor!
∗∗∗
2022 yılı itibariyle, Türkiye’de 13 milyon 72 bin emekli bulunuyor. Bunun 2,4 milyonu memur emeklisi… Her 1.5 çalışan bir emekliye bakar durumda… Milyonlarca Emekli, ortalama 7500 TL’yle geçinmeye çalışıyor. Yani daha baştan emekliler açlığa mahkûm!

  • AKP iktidarı 21 senedir emeği sömürüyor…

Emekçiyi doyurmadığı, emeğine saygı duymadığı gibi TÜİK aracılıyla yalan yanlış istatistiksel sonuçlarla aç kalmasına da neden oluyor…

Bu zulümden kurtulmanın yolu CHP’nin ayağa kalkması, yerel seçimlerde kentleri yönetir hale gelmesidir.

Başarı ancak, amasız, fakatsız, yöneticilerin kaprisleri ve gelecek beklentilerine kulak vermeden ön seçimle elde edilir! 1989 Yerel seçimleri bu yöntemle kazanıldı…

EĞİTİM ÜZERİNE

Suay Karaman

Birçok sorunla boğuşan ülkemizin en büyük sorunlarının başında eğitim gelmektedir. Eğitimin dışında ekonomik sorunlar, hukuksuzluk, laiklik karşıtı eylemler sürüp gitmektedir. Eğitime gerekli yatırımı yapmayanlar ve önem vermeyenler, ülkemizin bu sıkıntılı günlere gelmesinde hep başrol oynamışlardır.

AKP iktidarı ile iyice dincileştirilen eğitim, laiklik ve bilimsellikten saparak, dindar ve kindar gençlik yetiştirilmesi üzerine kurulmuştur. Siyasal iktidar devlet okullarına gerekli ödeneği vermeyerek, okulları darboğaza sokmuştur. Buna bağlı olarak görevdeki öğretmenlerin birçoğunun yeterlik düzeyleri de orta ve ortanın altına düşmeye başlamıştır. Devlet okullarındaki olanaksızlıklar yüzünden öğrencilerin özel okullara gitmesi özendirilmek istenmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın bedelsiz dağıttığı kitapların dışında kaynak ya da yardımcı kitap alınmasına yasak getirilmiştir. Bakanlığın dağıttığı kitaplar yazım (imla) yanlışlarıyla, anlam bozukluklarıyla, çocukları psikolojik olarak çöküntüye uğratan seçilmiş görsellerle doludur. Bu yüzden kaynak kitap gereksinimi doğmaktadır. Özellikle devlet okullarındaki öğretmenler ile velilerin sosyal medya üzerinden kurdukları iletişim kanalları yasaklanmıştır. Şimdi “sınıf annesi” olarak adlandırılan uygulama da kaldırılmıştır. Bunun gerekçesi ‘sınıf annelerinin, sınıflarda çeşitli etkinliklerde bulunarak velilerden ödenti (aidat) toplaması, ders araç-gereci ve kitap almak için para istediği yönündeki kimi uygulamalar’ olarak açıklanmıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı, devlet okullarına yeterli maddi destek sağlamamaktadır. Isınma, su ve elektrik dışında okullara akçalı (mali) destek verilmemektedir. Okul temizliği ve güvenliği için çalışan verilmediği gibi, yeterli parasal yardım da yapılmamaktadır. Kimi okullarda memurların yapması gereken işleri okul müdürleri ve yardımcıları yapmaktadır.

Bu durumda velilerden her dönem para toplanmaktadır. Bunu da sınıf annesi veya sınıf temsilcisi adı verilen gönüllü veliler yerine getirmektedir. Burada bir yolsuzluk ya da kötüye kullanma (sui istimal) yoktur; yalnızca okulun gereksinimlerinin karşılanması amaçlanmaktadır.

Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında bağıtlanan (imzalanan) “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)” projesi kapsamında imam, vaiz gibi din görevlilerini, okullara “manevi danışman” olarak görevlendirdi, öğrencilere “değerler eğitimi” (!?) vermeye başladı. ÇEDES projesinin amacı, öğrencileri bilime sevdalı, kültüre meraklı (AS: bu anlamsız-çok saçma bir kavram!) ve duyarlı; milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlere göre yetiştirmek olarak belirlenmiş ve din görevlilerinin öğrencilere ‘Değerler Eğitimi’ vermesi planlanmış. İzmir ve Eskişehir’de göreve başlayan din görevlilerinin kimilerinin milli, ahlaki, insani ve manevi değerleri ne denli özümsedikleri, ortaya çıkan olaylardan belli olmaktadır. (AS: “Değerler eğitimi” çok ciddi bir iştir, Felsefe eğitimi ve pedagojik formasyonla birlikte epey denetim gerektirir..)

Laik eğitimin altını oymak ve eğitimi iyice dincileştirmek için çalışmalarını hız kesmeden sürdüren MEB (Milli Eğitim Bakanlığı), ortaokul ve liseler için hazırlanan “Türk sosyal hayatında aile” adlı seçmeli derle, aile kurmanın “fıtrata uygun olduğu” öğretilecektir. İslamiyetin kabulünden sonraki dönemde aile yapısı, hadis ve ayetlere dayalı işlenecektir. (AS: Medeni Yasa çöpe mi!!??)

4-5 yaşındaki çocuklara din eğitimi vermek çocukların zihinsel gelişimlerinde olumsuz etkiler bırakır, çünkü bu dönemde çocuklar henüz soyut düşünme becerisine sahip değildirler. Bu yaşlardaki çocuklar gerçekle masalı ayırt edemezler. Zaten din derslerinin içeriğinin çocukların gelişimsel düzeylerine ve ilgi alanlarına uygun olmadığı bilinmektedir. CHP başta olmak üzere kimi muhalefet partileri de dinci kesimlerden oy almak umuduyla bunlara sessiz kalmaktadır.

Daha önce MEB’de müsteşarlık yapan, 2013’te kurduğu Cihannüma ve İşbirliği Derneği’nin uzun yıllar genel başkanlığını yapan, yasa değiştirilerek bir aylık profesör iken yeni kurulan Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi rektörlüğüne atanan şimdiki MEB Yusuf Tekin, eğitimi iyice dincileştirmek için göreve getirilmiştir. Geçtiğimiz günlerde yepyeni bir eğitim felsefesi ve sistemi getireceklerini bildiren Bakan, bu ay içinde çok kapsamlı bir öğretim programı (müfredat / yetişek) hazırlayacaklarını da açıkladı. Bu çağdışı yönetimlerin eğitimin iyileştirilmesi için verebilecekleri hiçbir katkı yoktur. ‘Şeriat Meşrutiyet’, ‘II. Abdülhamit’ten Cumhuriyete Miras’ ve ‘Başkanlık Sistemi ve Kuvvetler Ayrılığı’ adlı kitapları yazan Bakanın getireceği “yenilik” (!), şeriattan yana olacaktır.

Sorgulayan, düşünen, laik, bilimsel ve çağdaş eğitime son verince öğrencilerin yurt içi ve yurt dışındaki başarıları da düşmektedir. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Program for International Student Assessment) olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üç yılda bir, 15 yaş dilimindeki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendirmektedir. PISA 2018 ölçümlerine göre Türk öğrenciler 79 ülke arasında matematikte 43., fen bilgisinde 40. ve okuduğunu anlama bölümlerinde 41. sıradaydı. PISA 2022 ölçümlerine göre Türk öğrenciler 81 ülke arasında matematikte 39., fen alanında 34. ve okuduğunu anlama alanlarında 36. sıradadır. Türkiye’nin sıralamaları 2018’e göre çok az yükselse de, ortalamanın altındadır. Üniversiteye giriş sınavlarında da matematik, fizik, kimya ve biyolojide yaklaşık %10 oranında doğru yanıt verilirken, Türk dili ve edebiyatında yaklaşık %20 doğru yanıt vardır.

Çocukların geleceğini düşünmeyen toplumlar, ülkelerinin geleceğini karanlıklara sürükler.

Ne yazık ki ülkemizdeki okullarda ortalama olarak esnek olmayan, okumayan, okuduğunu anlayamayan, düşünmeyen, sorgulamayan, tartışmayan, yabancı dil bilmeyen, her şeye boyun eğen çocuklar yetiştiriyoruz. Zaten dinci eğitimle farklı bir sonuç almak olanaksızdır.

Küresel piyasanın kucağına bırakılan eğitim sistemi sürekli değiştirilerek, düşünen ve sorgulayan eğitim yerine, biat eden eğitim modeli ile ülkemizin geleceği karartılmaktadır. Cumhuriyetin geleceği olan özgür birey, araştırır, bilgiye ulaşır, sonuçta fikir sahibi olur. Her okula kitaplık açmak gerekirken, mescit açılmaktadır ve ders araları namaz saatlerine göre ayarlanmaktadır. Böyle bir eğitim sistemi dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde yoktur.

Siyasi iktidarın Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasası’nı delerek topluma dayattığı 4+4+4 eğitim sistemi kaldırılmalı, düşünen, sorgulayan yaratıcı bir sistem üzerinde yoğunlaşılarak, kesintisiz olarak 1+8+3 eğitim sistemi uygulanmalıdır. Uygulanacak öğretim programı sınav temelli değil, öğrenme temelli olmalıdır. Bütün öğretim basamaklarını içine alan köklü bir eğitim reformu yapılmalıdır. Gereğinden çok imam-hatip okulları, ilahiyat fakülteleri, Kuran kursları kapatılmalıdır. Ülkemizin şiddetle teknik eğitime gereksinimi varken, dinci eğitim ile cumhuriyet devrimlerinin altı oyulmaktadır. Tarikatların denetimindeki kurslar ve yurtlar devletin yönetimine geçirilmelidir. Okullara ulaşım ve öğle yemekleri ücretsiz sağlanmalıdır. Yeterlik ve bilgi düzeyi yüksek öğretmenlerin yetiştirilmesi için üniversitelerin eğitim bilimleri fakültelerinin sistemlerinin yenilenmesine gereksinim vardır. Atatürk’ün

  • Eğitimdir ki bir milleti; ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder” diyen eşsiz liderimiz Atatürk’ün “eğitim işlerinde mutlaka başarılı olmak gereklidir. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu surette olur.

uyarısını aklımızdan çıkarmamalıyız.

Azim ve Karar, 11 Aralık 2023

Memleketimden ihanet manzaraları

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
11 Aralık 2023, Cumhuriyet

 

Kurtuluş Savaşı’nın lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, “Nutuk” adlı eserinde, Padişah Vahdettin için, soysuz”, “alçak”, “adi” ve “hain gibi ifadeler kullanmıştı.

Vahdettin, Kurtuluş Savaşı mücadelesi başladıktan sonra, Atatürk hakkındaki idam kararını onaylamıştı ve Kurtuluş Savaşı sürecinde işgalci güçlerle işbirliği yapmıştı. Nitekim Vahdettin, Osmanlı topraklarını da, işgalci bir devlet olan Britanya’ya ait bir savaş gemisiyle terk etmişti.

Atatürk’ün Vahdettin hakkında bu sıfatları kullanması son derece doğal olduğu gibi, haklı bir yargıya dayanmaktadır.

Buna rağmen AKP iktidarı döneminde, Atatürk’e karşı Vahdettin’in avukatlığına soyunan bazı odaklar türedi. Bu odaklar, Atatürk’ün Vahdettin hakkındaki nitelendirmelerini savunan veya kullanan kişiler hakkında soruşturma ve dava açarak, Vahdettin’in yolunda olduklarını utanmadan ilan ettiler!
***
Son olarak, AKP’nin kayyum atadığı Diyarbakır Belediyesi, Cumhuriyet Devrimlerine ve laiklik ilkesine karşı çıkan, hilafeti savunan, bu doğrultuda 1925 yılında devlete karşı silahlı terör eylemleri başlatan Şeyh Said’in adını, bir caddeye verme kararı aldı!

Hilafetin kaldırılmasına, medreselerin kapatılmasına ve Öğretim Birliği yasasıyla bilimsel-laik eğitimin uygulanmaya başlanmasına karşı çıkmakla kalmayan, aynı zamanda Güneydoğu Anadolu’daki toprakları Türkiye Cumhuriyeti’nden kopartarak, şeriatçı ve İslamcı bir Kürt devleti kurmayı amaçlayan Şeyh Said, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonraki ilk geniş çaplı silahlı ayaklanmayı başlatan ve bu süreçte Britanya emperyalizmiyle işbirliği yapan kişidir.

Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, “Kürt İslam Ayaklanması 1919-1925” kitabında bu olayları ayrıntılı bir biçimde aktarır.

Günümüzde terör örgütü PKK ne ise, 1920’li yıllardaki Şeyh Said’e bağlı çete örgütlenmesi odur.

  • AKP ile hastalıklı bir bağımlılık ilişkisi içinde olan MHP’den ve laikliği etnik kimlik fetişizmine kurban eden HDP/HEDEP’ten bu konuda bir tepkinin gelmemiş olmasına şaşırmamak gerekir.

CHP yönetiminin bu ihanetler karşısında sessiz kalmasına şaşırmak gerekir mi, o da tartışmalı bir konudur.
***
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin laiklik ilkesini ihmal etmesiyle ve sağa savrulmasıyla ilgili tüm kararlara ortak olmuştu. Özel, CHP genel başkan aday adayı olduğunu ilan ettiği gün, basın toplantısından önce veya sonra, CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı olan Atatürk’ü Anıtkabir’de ziyaret etmek gereği de duymamıştı.

Özel, adaylık sürecinin ilk günlerinde daha çok sosyal demokrasiden söz etmiş, “Altı Ok” ve laiklik ile ilgili söylemlere, kampanyasının ortalarında yer vermeye başlamıştı.

Kurultaydan önce parti içi demokrasi ve tüzük kurultayı sözü veren Özel, 38. olağan kurultayı kazandıktan sonra, parti içi demokrasi ve tüzük kurultayı konusunu da belediye seçimlerinden sonrasına erteledi.

Özel, kurultaydan sonraki haftalarda, ölüm yıldönümünde anılacak birçok başka sanatçı da varken, PKK konusundaki bazı sözleriyle tartışma konusu olan Ahmet Kaya’yı andı; arkasından, bağımsız Kürdistan devletinin kurulmasını savunan sanatçı Pervin Chakar’ın elini öptü.
***
Özel’in bir yandan böyle bir yol izlemesi, bir yandan da İYİ Parti’ye seçim ittifakı önerisi götürmesi, ayrıca bir çelişki ve acemilik içermektedir. İYİ Parti ile seçim ittifakının gerçekleşmemesinin başka nedenleri de olsa da, Özel’in izlediği siyasetin de bunda büyük etkisi oldu.

CHP’de bir değişimin gerçekleştiği yanılsamasıyla yaşayanlar, dogmatik uykularından uyandıklarında, Türkiye için belki bir umut ışığı doğabilir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ukrayna ve Filistin27 Kasım 2023

HALİL ÇİVİ’den ANLAMLI DÖRTLÜKLER

ŞİİR KÖŞESİ..


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Halk Ozanı

 

HALİL ÇİVİ’den
ANLAMLI DÖRTLÜKLER

1
Kuvvet çarkı dönünce,
Hep iki sonuç çıkar.
Adil ve alim yapar,
Cahil ve zalim yıkar.

2
Varsıllar sayıca az,
Yoksullar kalabalık.
Yoksul adalet ister,
Varsılsa ayrıcalık.

3
Zafer hep sahiplidir,
Yenilgi orta malı.
Suç hep babasız doğar,
Başarı çok babalı.

4
Alim bilim üretir,
Cahil ise yoz kalır.
Alim kocar koç olur,
Cahil kocar hiç olur.

5
Ayarı düzgün ise,
Terazi hile tutmaz.
Her şeyi tartabilir,
Fakat kendini tartmaz.

6
İki yüzlü insana,
Gereklidir iki baş.
Birine sakallı yüz,
Öbürü taze traş .

7
Zalimlik zayıflıktır,
Zulmetmek korkudandır,
Güçlü isen bağışla,
Düşmanını utandır.

8
Zorbalar affı bilmez
Yürekleri katıdır.
Affetmek yücelmektir,
Af vicdan zekâtıdır.

9
Ön yargı zift gibidir,
Bir bulaşınca gitmez.
İnsanlar ön yargıyı,
Kolay kolay terk etmez.

10
Kin ve nefret duygusu,
Vicdansızlıktan türer.
Vicdanlı gönüllerde,
Hep sevgi hüküm sürer.

Direnme Hakkı

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Demokratik ülkelerde yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişki hukuksal bir sözleşmeye dayanır. Bu toplumsal sözleşmenin bir yanı olan seçimle gelen yöneticiler, yönetilenlerin hak ve özgürlüklerini korumak ve tüm eylem ve söylemlerinde başta anayasa olmak üzere hukuka uymak zorundadır. Sözleşmenin öteki yanı olan Halk (yönetilenler), (AS: kadim Milletin o zaman kesitindeki karşılığı) ise yönetenlerin hukuka uygun düzenlemelerine uymakla yükümlüdür.

Bir sözleşmede yanlardan biri sözleşme koşullarına uymazsa öbür yanın da uymama hakkı doğar. Bu hukukun genel bir ilkesidir.

Son zamanlarda AKP iktidarı hukuk (hatta yasa!) tanımayan söylem ve eylemleri ile toplumsal sözleşmeyi bozmaktadır. Herkesi bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarını  “tanımıyorum, uymuyorum” demek; yine Anayasaya göre uymak zorunda olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-AİHS ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uymamak; Cumhuriyetin temel niteliği olan laikliğe aykırı hareket etmek; ifade ve basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin hukuka aykırı olarak sınırlanması, iktidarın toplumsal sözleşmeye uymadığının açık kanıtlarıdır.

İktidar toplumsal sözleşmeye uymazsa ne olur?

Meşruluğunu (genel kabul) yitirir!

İktidar meşruluğunu yitirirse ne olur?

Sözleşmenin öteki yanı olan ulusun (yönetilenlerin) yönetime karşı direnme hakkı doğar.

Direnme hakkı insanlığın binlerce yıllık demokrasi savaşımında acı deneyimlerle ortaya çıkmış, evrensel bir haktır ve pek çok anayasal metinde yer almıştır.

1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi, temel insan haklarını sayarken 2. maddesinde özgürlük, mülkiyet, güvenlik haklarının yanında “baskıya karşı direniş(resistance a l’oppression) hakkını belirtmektedir.

1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisinde ise, yetkilerini yönetenlerin onamından (rızasından) alan hükümetlerin, yurttaşların haklarını güvenceye alma görevleri olduğundan söz etmekte;

  • “Herhangi bir yönetim bu hakları ortadan kaldırırsa, halkın o yönetimi değiştirme ve yerine
    bu hakları güvence altına alacak  yeni bir yönetim kurma hakkı vardır.
    ” denmektedir.

Bağımsızlık (İstiklal) Savaşımız, bir yönü ile, işgalcilerle işbirliği yaparak meşruluğunu yitiren padişah yönetimine karşı
ulusun direnme hakkının kullanılmasıdır.

1961 Anayasasının Başlangıç bölümünde “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruiyetini kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanan Türk milleti” ifadesi bulunmakta idi.

Dünya tarihinde bunlara benzer başka örnekler bulmak olanaklıdır.

  • Direnme hakkının kullanılmasının önkoşulu, siyasal iktidarın temel hak ve özgürlükleri sistemli biçimde çiğnemesi (ihlal etmesi), baskı ortamı yaratması ve buna karşı başvurulacak hukuk yollarının kapalı olmasıdır.

İktidar açıkça anayasaya aykırı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu yitirmiş; ifade, basın, toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi temel hak ve özgürlükleri sınırlayarak muhalefete karşı baskı ortamı yaratmıştır. Hukuksal yollar görünüşte açık olmakla birlikte; Yargı, iktidarın bir baskı aracı durumuna ge(tiril)miş ve güvenilirliğini yitirmiştir.

  • Bunlar karşısında Türk ulusunun direnme hakkı doğmuştur.

Bu nedenle tüm demokratik kitle örgütlerinin, siyasal partilerin, basının ve üniversitelerin direnme hakkını gündeme taşımalarının ve bu hakkı
demokratik, barışçı ve örgütlü bir biçimde kullanmalarının zamanı gelmiştir.

Çocuğa ve lidere sınır koymak

Çocuklara niçin sınır koymak gerektiği ve anne babaların bunu nasıl yapacakları konusunda psikolojide pek çok yayın var. Bir ay önce monarşi ve cumhuriyet üzerine düşünürken toplumların yönetim biçimlerinde de sınır koyma konusunun önemli olduğunu fark ettim.

Monarşilerde yöneticilerin, kralların, şahların, padişahların davranışlarına sınır konulmaz; demokrasilerde, cumhuriyetlerde ise seçilmiş yöneticilerin neyi yapıp, neyi yapamayacakları konusunda kurallar, yani sınırlar vardır.

  • Özetle, mikro düzeyde çocuklara, makro düzeyde ise liderlere sınır konulması gereklidir.

ÇOCUĞA SINIR KOYMAK

Doğada, trafikte, sosyal yaşamda birtakım sınırlılıklar vardır. Rengi güzel olan her mantarı yiyemeyiz. İşte bu yüzden bazı şeyleri yapmamaları için baskıcı olmadan çocuklara sınır koymak gereklidir. Çocuğa sınır koymak onun özdenetimini, özyeterliliğini ve sosyal uyumunu geliştirir ayrıca çocuğun çevresinin korunmasına katkıda bulunur.

Sınır koymanın da bazı sınırlılıkları vardır. “Yapma, elleme” demek yerine, niçin yapmaması gerektiği konusunda, mutlaka açıklama yapılması gerekir. Sadece “Yapma” demek ezberci bir ahlak anlayışına yol açar. Çocuğa niçin yapmaması gerektiğini yaşına uygun bir şekilde açıkladığımızda ise eleştirel düşünmesinin kapısını aralarız.

Açıklama yapmanın yanı sıra çocuğa sınır koyup bir şeyleri yapmaması gerektiğini söylediğimizde mutlaka önüne yapabileceği birkaç seçenek koymalıyız. Örneğin duvarı çizmemesini söylediğimizde hemen ardından vereceğimiz kâğıtları çizebileceğini belirtmeliyiz.

Çocukların, özellikle erkek çocukların sınır konulmadan büyütülmeleri önemli toplumsal sorunlara yol açar.

  • Sınır konulmadan, yaşamın gerçekleriyle tanıştırılmadan büyütülen erkek çocuklarının, en azından bazıları zamanla magandalara, kadın katillerine dönüşebilir.

LİDERE SINIR KOYMAK

Bir toplumun başındaki herkes yöneticidir ancak lider özelliklerine sahip olmayabilir.

Bu gerçeği dikkate alarak farklı rejimlerde liderlere, yöneticilere verilen yetkilere bakalım. Monarşilerde, Güçler ayırımı yoktur, tek adamlar, krallar, şahlar, padişahlar, sınırsız yetkilere sahiptirler, kimseye hesap vermek zorunda değillerdir. Tarihte kimi tek adamlar Tanrı tarafından atandıklarını, hatta gökte doğduklarını iddia etmişlerdir. Bu kişiler, sıradan insan olmadıklarını, yer ile gök arasında bir konumda bulunduklarını sembolize etmek (simgeleştirmek) için tahta oturduklarında ayaklarının altına bir minder koydurtmuşlardır.

Eğer bir kral veya padişah Tanrı tarafından atanmışsa, göksel bir güce sahipse, ölümlüler ona biat etmelidirler, onu eleştirmeleri mümkün değildir. Pohpohlanarak, sınır konulmadan büyütülmüş bir erkek çocuğu nasıl ki büyüdüğünde karısını öldürme hakkını kendisinde görebiliyorsa, sınırsız yetkiye sahip tek adamlar da geçmişte canlarının istediğini yapmışlardır.

Tarihte, Kanuni Sultan Süleyman veya Büyük Petro gibi kendi oğullarını bulundukları mekânda öldürten tek adamlar vardır.

  • Öz oğlunun gözüne kızgın mil çektiren Bizans imparatoriçesi vardır.

Bakanlarını, vezirlerini, sadrazamlarını sorgusuz sualsiz öldürtenler vardır.

XIV. Louis gibi “Devlet benim” diyenler vardır. Demokrasilerde, cumhuriyetlerde ise seçimle gelen yöneticiler vardır, bunlar yasama, yürütme, yargı yetkilerini kendi ellerine alamazlar. Sınır konulmadan büyütülmüş çocuklar yetişkin olduklarında toplum için sıkıntı yaratırlar. Sınırsız yetkilerle donatılmış yöneticiler de böyledirler, hatta çok daha fazla sıkıntı yaratırlar.