Tek Başına Kazanmak İçin

Işık Kansu
Işık Kansu
kansu@cumhuriyet.com.tr

Son Yazısı / Tüm Yazıları

09 Aralık 2023, Cumhuriyet

İYİ Parti, CHP ile seçimlerde ortaklık yapmamak kararı verdi. Kimilerine bakarsanız, bu durum sandığa olumsuz yansıyacak.

Acaba?

İYİ Parti, CHP’nin önceki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından siyasete kazandırılmış bir yedek lastik partisi olarak değerlendirilebilir.

Ilımlı sağ seçmeni toparlamak savıyla MHP’den kopan küskünlerin toplaştığı, hedef seçtiği merkez sağın bir türlü temsilcisi olamadığı için büyüyemeyen, yeterince yeni taban edinemeyen, özellikle son seçimlerde ve sonrasında iç kavgalarla yıpranmış, giderek eriyen bir parti

Açıkça söylemek gerekir ki, şimdiye değin İYİ Parti’nin bulunduğu noktada durmasının en önemli nedenlerinden biri, Meral Akşener’in toplumla kurduğu sıcak ilişki ve siyaset becerisiydi. Ancak kararlılıkta yaşadığı iniş çıkışlar, hem partisinde hem de kamuoyunda kendisine yönelik ilgiyi yitirmesine neden olduğu söylenebilir.

Dolayısıyla, İYİ Parti’nin inişe geçtiği bir süreçte ittifaktan uzaklaşması seçimlere CHP açısından çok olumsuz yönde etki yapmayacağı söylenebilir.

Tek koşulla :

CHP’nin, ülkeyi büyük ekonomik bunalıma, yoksulluğa ve pahalılığa sürükleyen AKP-MHP-HÜDA PAR ortaklığının yarattığı ortama karşı, yurttaşa ülkeyi yönetebileceğine inandırması gerekiyor.

Ortaya koyacağı ayakları yere basan, ezilenleri koruyan, bağımsızlıkçı bir programla ve güvenilir, genç, birikimli bir kadro ile topluma yönelebilirse, 1970’lerdeki Ecevit’in başarısını yaşayabilir. O dönemde AP-MHP-MSP’nin (bugünkü Cumhur ittifakına benzer bileşenler) oluşturduğu Milliyetçi Cephe koalisyonlarının yarattığı terör ortamı ve ekonomik bunalıma CHP, halka birlik, barış ve hakça bir düzen önermiş; adaylarını büyük ölçüde tabandan gelen birikimli gençlerden oluşturmuştu.

Geçmiş seçim sonuçları, Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin, seçmende, kadroları ve topluma sunduğu sağa yatkın siyaset tasarımı ile ülkeyi yönetebilme becerisini gösteremeyeceği kanısı oluşturduğunu göstermiştir.

Son kurultayda yaptığı kısmen kadro değişikliğini, halkçı-devrimci-sosyal adaletçi, iç barış ve birlikten yana bir çizgi ile güçlendirebilirse, CHP; tek başına yerel seçimlerde önemli bir sıçrayış gerçekleştirmese bile, önemli kalelerini koruyabilir.

Saray düzenine olan desteğin giderek düştüğü son seçim sonuçları ile belli olduğu bir iklimde, başarının tılsımı, halkı dürüstçe kendine inandırmaktadır.

ÇÜRÜMÜŞLÜK

Çürümüş bir şeyler var (AS: “çok şey var”!) Saray sultanlığında…

Bir bağ maydanozun 15 lira olduğu ülkede, yerli ve milli teknik direktör adına fon oluşturuluyor. Dolandırıcılık fonunu yöneten banka müdürünün oluşturduğu şebekeye milyon dolarlar yatıran kerameti kendinden menkul kimi futbolcuların imdadına, Ben ekonomistim diye övünenler yetişiyor.

Yerli ve milli direktörü de işin arkasındaki kara paracıları da araştıran, soruşturan, sorgulayan yok.

Ancak hiç merak buyurmayın, enflasyon dizginleniyor! Hem de attan düşenlerce…


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni

Laiklik Meclisi (@LaiklikMeclisi) / XLaiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni açıklandı: Eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum için gerici dönüşüme karşı laikliğin kazanılması önem taşıyor

26 Kasım tarihinde Ankara’da ilk genel toplantısını gerçekleştiren Laiklik Meclisi toplantıda önemli kararlar aldı ve bunları kamuoyu ile paylaştı.

Özellikle yeni Anayasa aracılığı ile laikliğin tasfiyesine karşı duruşun ve eğitimdeki gerici dönüşüme direncin vurgulandığı kararlar içerisinde yeni komisyonların kurulduğu bilgisine de yer verildi.

Bu çerçevede Laiklik Meclisi, sosyal bilimler ve iktisat alanında bir komisyon, sağlık komisyonu ve sanatçılar komisyonu kurma kararı aldı.

Toplantıda alınan kararlar arasında, halifeliğin ve Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması ile birlikte Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edildiği 3 Mart tarihinin “Laiklik Günü” olarak belirlenmesi ve o gün çeşitli etkinlikler düzenlenmesi bulunuyor.

Periyodik raporlar yayınlamanın yanı sıra yurttaşların da iletişime geçebileceği şeklide yapılanan Laikik Meclisi İzleme Merkezi’nin çalışmalarına başlaması, “Laik ve Bilimsel Eğitim için El Kitabı” başta olmak üzere çeşitli broşürlerin çıkarılması, farklı illerde Meclis’in ayaklarının oluşturulması ve diğer kurumlarla iletişime geçilmesi gibi başlıklar da alınan kararlar arasında yer alıyor.

Laiklik Meclisi tarafından açıklanan toplantı sonuç metni şu şekilde:

LAİKLİK MECLİSİ TOPLANTISI SONUÇ METNİ:

…………..
……………………..

Tam metni okumak için lütfen tıklayınız… (360KB)

Laiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni

Sevgi ve saygı ile. 08 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Laiklik Meclisi Kurucu Üyesi
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

EŞİT YURTTAŞLIK

Suay KARAMAN

(AS: Bizim önemli katkımız yazının altındadır..)

Son yıllarda ülkemizde birçok siyasal partide “eşit yurttaşlık” kavramı konuşulmakta, programlarında ve seçim bildirgelerinde yer almaktadır. Kimi sendika ve kitle örgütleri de bu kavrama sarılmaktadır. İlk söylenişte kulağa hoş gelen eşit yurttaşlık olarak ifade edilen siyasal anlayış, eşitliği yurttaşlar arasında değil, etnik ya da dinsel yapılar arasındaki eşitlik olarak görmekte.

  • Eşit yurttaşlık, dil birliğini bozarak, ülkemizi parçalamanın yoludur.

Anayasamızın yasalar önünde eşitliği düzenleyen 10. maddesi şöyledir:

  • Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
  • Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
  • Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
  • Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
  • Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Bu madde çok açık olmasına karşın, ısrarla eşit yurttaşlık demek, etnik bölücülük yapmaktır.

Eşit yurttaşlık demek, yurttaşlar arasındaki değil, etnik ya da dinsel yapılar arasındaki eşitliktir.

Eşit yurttaşlığın dayandırıldığı temeller çok dillilik, anadilde eğitim, özerk yönetim ya da yerel yönetimlere yetki devridir.

Böylece etnik topluluklara hukuksal kimlik kazandırılması sağlanacaktır.

Bu girişimlerle ulus devlet karşısına; din ve ırk farklılıklarına dayanan federatif yapılanmalar çıkarılmaktadır. 

Emperyalizm destekli (AS: güdümlü) PKK terör örgütünün kalkışmasına ‘Kürt sorunu’ diyenler, ülke gerçeklerinden uzaklaştıkları gibi, Atatürk ilkelerinden de habersizdirler. Bugün sorun olarak tanımlanan etnik yapılanma, 1923 yılında en demokratik biçimde çözülerek, güçlü bir ulus devlet üzerine oturtulmuştu.

  • Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkes, ayrım gözetilmeden bu ülkenin eşit yurttaşları yapılmıştı.
  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.”

diyerek ulus devlet yapısını tamamlayan büyük Atatürk’ü anlayamayanların dilindeki eşit yurttaşlık istemi, tam anlamıyla bölücülüktür. Anayasamızın 66. maddesinde

Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

yazılması belli ki birilerine batmaktadır. Eşit yurttaşlığın hedefi Türklüktür. 

Eşit yurttaşlık tanımı, ilk önce bebek katili Öcalan, daha sonra AKP ve HADEP/HDP tarafından dillendirilmişti; şimdi CHP de dilinden düşürmüyor. CHP’de eşit yurttaşlık tanımı ilk önce 15 Mart 2013’te Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi CHP Konya Milletvekili Atilla Kart tarafından dile getirilmişti. 9 Temmuz 2017’de Maltepe mitinginde Kemal Kılıçdaroğlu da eşit yurttaşlıktan söz etti. 3-4 Şubat 2018’de yapılan 36. Olağan Kurultay’da, Kurultay bildirisinin 11. maddesi şöyleydi:

Kürt sorunu eşit yurttaşlık temelinde, TBMM zemininde toplumsal uzlaşma ve ortak akıl ekseninde çözülmelidir.”

Bu madde 9 Şubat 2018’de Merkez Yürütme Kurulunda Parti görüşüne dönüştü. Şimdi yeni genel başkan da eşit yurttaşlık terimini sık sık kullanmaktadır. “Eşit yurttaşlık” terimi, aslında BOP tuzağının farklı bir sunumudur. Turuncuya boyanan Parlamento, ulusallığı yok etmektedir. 

Eşit yurttaşlığın ne anlama geldiği yeterince araştırılmamış, irdelenmemiş ve AB’den gelen bir buyrukla gündeme getirilmiştir. Eşit yurttaşlığın ne olduğunu, ülkemizi nasıl etkileyeceğini toplum bilmemektedir. Ama bu savı ileri sürenler olacakların ayırdındadır. Eşit yurttaşlık, yurttaşlık sistemiyle oluşturulmuş toplumun çözülerek etnik ve dinsel kümelerin öne çıkmasına neden olarak, ayrışmayı getirir.

  • Kısaca, Küreselleşme ideolojisinin ulus devletleri yıkma projesidir.

AB yetkilileri, ”Türkiye’de 25 etnik küme var, hakları verilmelidir” diyerek, eşit yurttaşlıkla ifade edilen anlayışın Türkiye’de uygulanması için yoğun çaba harcamaktadır. Ancak Fransa, İspanya, İtalya gibi Avrupa ülkelerindeki etnik kümeler için AB yetkilileri sessizlik içindedir. Türkiye’ye azınlık anadilleri dayatması yapanlar, kendi ülkelerinde bu konuyu gündeme getirmemektedir. 

Emperyalist merkezlerin hedefi; ulus devletlerde çok dilli – çok dinli – çok etnisiteli, farklı ekonomik gereksinimlere göre örgütlenmiş, kendi savunmasını, eğitimini uygulayan ve çok hukuklu bir sistem yaratmaktır. Böylece ulus devlete son vermek hedefi gerçekleşecektir.

  • Eşit yurttaşlık, özellikle dilde birliğe ve yargıda birliğe dinamit koymaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti “ayrıcalıksız yurttaşlık” temeli üzerine kurulmuştur ve bu tanım anayasada da yer almaktadır.

Eşit yurttaşlık tanımı ise etnik ve dinsel ayrıcalık sağlamayı amaçlayan emperyalist bir projedir. Eşit yurttaşlık tanımına sarılanların toprak ağalarına, feodaliteye, şeyhlere ve sermaye sınıfına söz söyleyemedikleri bilinmelidir. İşte bu durum bütün gerçekleri göz önüne sermektedir, niyet bellidir. 

Atatürk ilke ve devrimleri, saltanatın kulu olan insanları Cumhuriyetin özgür bireylerine dönüştürerek, ülkemize her konuda çözüm getirmiş, çağdaşlaşma yolunda atılımlarda bulunmuştur.

Eşsiz liderimiz Atatürk’ümüze ve ilkelerine sahip çıkıldığı zaman yine, yeniden aydınlığa kavuşacağımız günlerin bizi beklediği bilinmelidir.

Türkler, kendilerine giydirilmek istenen bu deli gömleğini yırtıp atmak zorundadır.

“Ne mutlu Türküm diyene!” 

Azim ve Karar, 4 Aralık 2023
========================================

Dostlar,

27 Eylül 2013 günü CHP İzmir Milletvekili ve PM Üyesi Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER ile CHP Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Süheyl BATUM şu ortak basın açıklamasını yapmışlardı :
(Güler ve Batum’un Açıklamalarıyla İlgili Düşünceler | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

BASIN DUYURUSU

Sayın Atilla Kart, CHP’nin milletvekili sıfatıyla CHP Anayasa taslağındaki bazı önerilerle ilişkili olarak “kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, karalama ve spekülasyonlara yol açılmaması amacıyla” bir açıklama gereği duymuş ve kamuoyuna bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklamada, CHP Anayasa taslağında “ortak vatan – tek devlet” ile “eşit yurttaşlık” önerildiğini; “ilk 4 maddenin güçlendirilmesi”nin de önerilerimiz arasında yer aldığını belirtmektedir.

Bu açıklama, Sayın Atilla Kart’ın anayasaya yaklaşımı konusunda kamuoyunda var olan CHP ilke ve değerlerine aykırılık yönündeki endişelerin haklı olduğunu ortaya sermiş ve sabit duruma getirmiştir.

Ortak vatan”, ulusal siyasetin temsilcisi olan CHP’nin değil etnik siyasetin temsilcisi olan partilerin değeridir. Vatan, üzerinde yaşayan toplumun “ulus” durumuna geldiği siyasal sistemlerin coğrafyasıdır. Vatanın “ortak” olması için, bir coğrafyada birden çok ulusun tanımlanmış olması gerekir. CHP’nin temel değerlerine göre vatan, üzerinde vatandaşlık bağıyla yaşayan her bir yurttaşındır; hepimizindir.

Bizim için “ortak vatan” değil “hepimize ait olan tek vatan” vardır.

“Tek devlet”, CHP terminolojisinde yer almaz. Bu da etnik siyaset yapanların kamuoyunu serinletmek amacıyla kullandıkları bir terimdir. Bizim açımızdan konu, yine etnik siyasetin ve bunun yanı sıra yeni Osmanlıcılık rüyası gören kimi dinci çevrelerin federal devlet özlemlerine karşı savunduğumuz “üniter – tekçi devlet”ten ibarettir.

  • Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuksal-siyasal olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir.

Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır. Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör (AS: ve sağır) kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir.

Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır.

Sayın Kart anayasaya ve evrensel kavramlara böyle yaklaşıyorsa, anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” (AS: ilk 4 maddeye dokunmak demektir!!) hedefine ulaşamayacağı çok açıktır. Üstelik tam tersine İlk 4 maddeyi içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır. Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 27 Eylül 2013

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER      Prof. Dr. Süheyl BATUM
CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi       CHP Eskişehir Milletvekili

EVRENSEL AHLAK ve ADALET NEDİR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. Eski İİBF Dekanı

İnsanlık tarihinin her devrinde ve her ülkesinde, bireysel, ailesel, toplumsal ve yönetsel alanlarda ortaya çıkan her türlü inançsal, ırksal, bedensel, siyasal, yönetsel, sosyal, ekinsel (kültürel) … ve ekonomik ayrımcılıklar, ötekileştirmeler, haksızlıklar, zulümler ve şiddetlere karşı, insanlar ve halkların ortaklaşa yaşamlarını kesintisiz barış ve esenlik içinde sürdürebilmek için bütün insanlık aleminin ortak sağduyuları ve ortak vicdanlarından doğup, zaman ve yerden (mekândan) bağımsız olarak, evrensel kabul ile perçinlenen düşünceler ve bu düşüncelerden türeyen güzel davranışlara evrensel ahlak ve adalet denir.

Evrensel ahlak ve adalet, göksel (semavi) büyük dinlerin de ana – ortak özellikleridir.

Çağımızdaki ırk, dil, din, cinsiyet, inanç, mülkiyet, siyasal düşünce… ayrımı gözetilmeksin herkesin yaşama hakkına, din ve vicdan özgürlüğüne ve temel insan haklarına sahip olması evrensel ahlak ve adalet düşüncesinden türetilmiştir.

Uzak Doğu ve Orta Doğu’da tarih sahnesine çıkan bütün kutsal inançlar, büyük dinler ve hatta önemli düşünürlerin (filozofların) temel ortak amaçları, insanları ve toplumları kesintisiz olarak, esenlik, barış, kardeşlik, adalet ve sevgi içinde yaşatmak olagelmiştir.

Din ve dinlerden türetilen kutsalların kötüye kullanılması, genellikle devletlerin, ruhban ya da ulema sınıfı ile işbirliği yaparak, dini bir ahlak ve adalet aracı olmaktan koparıp devlet katında resmi bir din ya da inanç tekeli oluşturarak dinler ve dince kutsallardan siyasal iktidar ve güç devşirme olgusudur.

Ayrıca dinler ve inançlar üzerinde resmi din tekeli kurmuş olan devletlerin, kendi siyasal güçlerini koruyabilmek için dinler ya da inançları bir disiplin kırbacı ya da kılıcına dönüştürdükleri de görülmektedir.

Dinleri siyasal iktidarların isteklerine göre çarpıtarak (tahrif ederek) yorumlamak istemeyen ruhban – ulema sınıfındaki kimi yüksek erdemli (örneğin İmamı Azam – Ebu Hanife gibi) din adamları ise devlet katından kovulma, zulme uğrama ve hatta ölüme mahkum edilmişlerdir. Tarih bunların örnekleri ile doludur.

Kısacası dinler ve dinden türetilen kutsallar güzel ahlak ve evrensel adaletin zamanla, giderek tanrısal (ilahi) egemenlik alanından koparılıp krallar, şahlar, hanlar ve sultanlarla ruhban-ulema sınıfının ortak egemenlik alanını koruma aracına dönüşmüştür.

Siyasal iktidarın dışındaki kimi ikiyüzlü kişilerin sahte dindar görüntüsü altında dinbazlık yaparak orun (mevki), makam, saygınlık (itibar) ve çıkar devşirdikleri de işin bir başka yönüdür.

Peki çözüm nedir          ??

Çözüm; devletlerin ve devletlerle çıkar işbirliği yapan, çoğu ikiyüzlü, ruhban ya da ulema sınıfının resmi din tekeline son vermektir.

  • Din konusunu hukuk, eğitim, yönetim, ekonomi, sağlık, sanat…. her alanda devletten ayırmaktır. Başka bir deyimle de devletin laikleşmesi, sivilleşmesi, demokratikleşmesi, çağdaş ve evrensel ve bir laik hukuk anlayışını benimsemesidir.
  • Irklara, dinlere, mezheplere, cemaatlara… dayalı, ayrımları dışlayıcı ve tekelci bir siyasal yönetim anlayışından birlikte, ortak ideallere, hukukun üstünlüğüne, yasalar karşısında eşitliğe, ortak çıkarlara, ortak yaşama sevinci ve işbirliğine dayalı çoğulcu bir yönetim anlayışına yükselmektir.

Son çözümlemede; Yüce Önderimiz Gazi M. K. Atatürk‘ün Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarken yapmak istediği tam da budur.

Feodal, dogmatik ve dinci (teokratik) Ortaçağ özlemlerine dayalı siyasal tasarımların (projelerin) yaşayabilme ve toplumu gönenç (refah), barış ve mutluluk içinde yaşatma şansı hiç yoktur ve hiç de olmamalıdır.

İHEB’in 75. yılında yol ayrımındaki Türkiye

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1948 tarihli ve 217 (111) sayılı kararıyla kabul edilen ilişik “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi‘nin Resmi Gazete ile yayımlanması ve yayımdan sonra okullarda ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması, Dışişleri Bakanlığının 28/3/1949 tarihli ve 36084/122 sayılı yazısı üzerine Bakanlar Kurulu’nun 6/4/1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır.” (Resmi Gazete: 27 Mayıs 1949-7217).

Cumhuriyet’in 25. yılında kabul edilen ve 6 ay geçmeden iç hukuka eklemlenen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), temelinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ni (İHAS) hazırlayan Avrupa Konseyi kurucularından Türkiye Cumhuriyeti, ilerleyen on yıllarda hazırlanan çok sayıda Birleşmiş Milletler Örgütü (BMÖ) insan hakları belgesine taraf oldu.

Anayasal ve siyasal kopmalara karşın, insan hakları alanında gerek iç hukuk düzeninde gerekse uluslararası ölçekte önemli kazanımlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin “uluslararası toplumun onurlu üyesi” olma özelliğinin başlıca ölçütü oldu.

2. büyük yıkımın ardından Dünya, BM ve İHEB ile insan hakları çağı olarak adlandırılabilecek bir evreye girdi.

1961 Anayasası, İHEB ve İHAS’a göre daha güvenceli bir düzenleme yaptı:

  • İnsan haklarına dayanan Devlet.

1980’li ve 90’lı yıllarda İHAS sistemi ile bütünleşen Türkiye Cumhuriyeti, 2001 Anayasa değişikliği ile 1971 ve 1982’de zedelenen ve sonlandırılan ileri koruma ilkesini yeniden öngördü:

  • İnsan haklarına dayanan Cumhuriyet.

2003’te, kaynağı İHEB olan
Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi
ile
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakları Uluslararası Sözleşmesi
onaylandı.

2004 Anayasa değişikliği, uluslararası insan hakları sözleşmelerinin yasalara üstünlüğünü öngördü.

2010’da, İHAS kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanındı.

2012’de İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe konuldu.

Değinilen bu gelişmeler, anayasal ve siyasal düzende kırılma ve kopmalara karşın, insan hakları üzerine genel bir oydaşma (consensus) anlamına gelir.

Gel-gitler olsa da, kurumlar ve kurallar düzleminde belli ortak paydalar ve asgari standartlar oluştu. En baskıcı askeri yönetim döneminde bile ‘Anayasa Mahkemesi kapatılabilir, Anayasa askıya alınabilir veya Avrupa Konseyi üyeliği sonlandırılabilir’ biçiminde, ortak kazanımları yadsıyıcı çıkışlar olmadı.

Cumhuriyet’in son on yılı ise kurumlar, kurallar ve değerler üçlüsünde “oydaşma alanları”nın sorgulandığı ve belirsizleştiği bir Anayasasızlaştırma dönemi oldu.

Son beş yılda, kazanımları yadsıma ve sonlandırmaya yönelik düşünsel ve eylemsel girişimler öne çıktı.

Bu olumsuzluklar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi / CBHS (aslında Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme/ PBDBY) dönemi ile örtüştü.

Soru                       :

  • Ulusal ve uluslararası insan hakları kazanımlarının sorgulanması ve oydaşma alanlarının ortadan kalkması, CBHS’nin zorunlu bir sonucu mu?

CBHS, üzerinde Osmanlı’dan bu yana oydaşma bulunan kurum ve kuralları lağvetti (kaldırdı); Hükümet ve siyasal sorumluluk gibi.

Kalan Anayasal kurum ve kuralların sorgulanması ve ilga girişimi ise CBHS mimarlarının demokratik hukuk devleti gereklerine (md.2) inançsızlıklarının ve hedeflerinin açık bir göstergesi.

Böylece ‘‘2017 kurgusunun (AS: tuzağının!) otoriter özelliği, madde 2 ışığında demokratik bir uygulamaya yönlendirilebilir mi?’’ sorusu mimarlarınca yanıtlanmış oldu: HAYIR!

Aksi halde, sistematik Anayasa ihlalleri (çiğnemleri), anayasal kurumları kaldırma girişimi ve Türkiye’nin uluslararası kazanımlarının sorgulanması bu denli günışığına çıkmazdı.

Özetle 100. yıl vesilesiyle kullandığım ve Anayasa madde 2 bağlamında test niteliği taşıyan Cumhuriyet ‘kurtarılabilir” mi? başlık sorusunun yanıtı, CBHS’de HAYIR! dır.

Bu nedenle,

  • Ulusal ve uluslararası ölçekte insan hakları kazanımlarını ve Cumhuriyeti kurtarmanın yolu, CBHS yanılsamasından kurtulmaktan geçiyor.

Yol ayrımı şu                     :

2. yüzyıl,
– “İnsan Haklarına dayanan Cumhuriyet” mi, yoksa
– kişisel muktedirlerin insanları hakladığı Türkiye yüzyılı mı olacak?

Yanıt anahtarı: İHEB’in tanıdığı direnme hakkı, Cumhuriyetçiler için meşru ve haklı dayanak.
===============================
Dostlar,

Sayın Prof. Kaboğlu dostumuz ile bu gün, birbirimizden tümüyle habersiz olarak
İNSAN HAKLARI konusunu işlemişiz köşe yazılarımızda!..

Biz yazımızı Sn. Kaboğlu’na yolladığımızda
– “Ne güzel örtüşme, hemen okuyacağım..” yanıtını verdi ve değerli geribildirimi de ulaştı.

Bizim Cumhuriyet’teki köşe yazımız :
BİZ DÜNYALILARIN İNSAN HAKLARI KARNESİ | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Anadolu Aydınlanmacılarının sorumluluğuna sunuyoruz…

Dr. Ahmet SALTIK
07 Aralık 2023

BİZ DÜNYALILARIN İNSAN HAKLARI KARNESİ

Olaylar Ve Görüşler: Cumhuriyetimiz din kıskacı altında - Av. Erol ERTUĞRULCumhuriyet Gazetesi köşe yazımız

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/biz-dunyalilarin-insan-haklari-karnesi-2148910, 07 Aralık 2023

BİZ DÜNYALILARIN İNSAN HAKLARI KARNESİ

10 Aralık 1948, uygarlık tarihinde çok önemli bir dönemeç. Henüz 3 yaşındaki Birleşmiş Milletler (BM) örgütü,  Genel Kurulda “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ni (İHEB) Doğu-Batı blokunun büyük uzlaşması (Mülkiyet hakkı ikilemi!) ile benimser. Temel hedef yeryüzünde kalıcı bir barış, gönenç, uygarlık yaratmaktır. İlk maddesinde çok doğallıkla, tüm insanların özgür doğduklarına (köleliğin reddi!), hak ve özgürlükler bakımından hukuk önünde eşit olduklarına güçlü vurgu yapar. Kabul edilmesinden bu yana geçen 75 yılda, insan hakları alanında gerek uluslararası gerek ulusal düzeyde bütün olumlu gelişmelerde etkili olmuştur. Türkiye, Bakanlar Kurulu kararı ile Bildirgenin resmi Türkçe çevirisini Resmi Gazetede yayınlanmıştır (27.05.1949, 7217 s. RG).  İHEB, insan haklarının evrensel kabul gören ilkelerini belirlemektedir ve insan hakları alanında önemli bir öncü belgedir. İnsanların doğal varlığındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu vurgulamaktadır. İHEB, insan haklarının, bu haklar temelli hukukun üstünlüğüyle korunmasının önemli, gerekli ve olanaklı olduğunu belirtmektedir.

Bu yıl İHEB 75. yaşını bitiriyor, kısa bir süre sayılmaz. Kapsamlı bir özdeğerlendirme yapılması gerekir. BM, bu 3 çeyrek yy’da ne yazık ki pek çok çatışmayı, bölgesel savaşı önleyemedi. Yaptırım organı UAD (Uluslararası Ceza Mhk.) etkili olamadı. Güvenlik Konseyi (BMGK) yaptırımları da. BMGK kurgusunda 5 Kalcı Üyenin (5Ps) veto yetkisi sorun alanlarından biri.
Batı emperyalizmi insan hakları bağlamında çifte standartlı. Özellikle SSCB’nin çökmesini izleyen son 3 onyılda tek kutuplu küresel hegemonya dayatmakta. Küreselleşme, neo-liberal kapitalizm, post-modernite.. bu sürecin algı yönetimi araçları. Hedef seçilen ülkelere “demokrasi ve insan hakları götürmek” savı ise kocaman bir dez-enformasyon. Vietnam, Kore, Kamboçya, Laos, Yugoslavya, Sudan.. ülkesi ve halkı ile kanlı iç savaşlarla parçalandı. Sözde “Arap Baharı” Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı böldü, BOP ile TÜRKİYE DAHİL 22 ülkenin sınırları ve rejimi değiştirilecek! Gerekçe, büyülü hatta kutsal : Bu ülkelere “demokrasi ve insan hakları götürmek” (!). BOP, Gazze’de soykırımla sahnede, BM felç; kendinin de sonudur!

İHEB ilkeleri ne kağıt üstünde gerçekleşti ne de ekonomik demokrasi temellendirilebildi. Küresel gelir dağılımı tüm zamanların en eşitsizi. 8,1 milyar nüfusun 1/100’ü (80 milyon) toplam küresel gelirin yaklaşık yarısına el koyuyor. Kalan %99 nüfus, yaklaşık 8 milyar insan, pastanın öbür yarısı ile yetinmek zorunda. İklim faciası bir başka insan hakları çiğnemi (ihlali). Göçmen nüfus 184 milyona dayandı, daha da artacağı kestirilmekte. “İlginç” biçimde insan hakları karşıtı sermaye yandaşı iktidarlar görüyoruz; Macaristan, Arjantin, Hollanda, İngiltere..

Türkiye’nin hali “pür-melal”! Yüz milyona yakın insanın geleceği, 2017’den bu yana
TEK ADAM”a teslim. Üstelik halkoylaması ile! Tipik bir Stokholm sendromu örneği, bu
“Tek Adam”, ama öyle – ama böyle seçim kazanıyor! Klasik kapitalist-emperyalist baskı-sömürüye ek, Türkiye’de bir de dinci faşizm sahnede : Bizdeki soslu ya da çifte kavrulmuşu.
Üç basamaklı enflasyon (=sermaye iktidarı eliyle halkın toplu soyulması!) her şeyi çürütüyor. Fuhuş, yatılı Kuran kurslarında çocukların ırzına geçme (utançtan kahroluyoruz!),
ucuz cinayetler, on milyarlarca $ kara para, mafyalaşan devlet, yargının çökertilmesi,
basının tutsak alınması, partileşen devlet, kurgulu yoksullaşTIRma..

Türkiye’nin de uluslararası toplumun da insan hakları karnesi, İHEB’in 75. yılında perişan.

Ne yapmalı                                           ??

   Mustafa Kemal Paşa,

  • Eğer sürekli barış isteniyorsa, insan yığınlarının durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün gönenci, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya yurttaşları çekememezlik, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir. demişti.

Prof. N. Chomsky ise “Bunların hiçbiri kaçınılmaz değil. M. Chossudovsky’nin
YOKSULLUĞUN KÜRESELLEŞMESİ kitabı, olayları tersine çevirecek savaşımda önemli adım :

  • DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİ!.. diye yazdı.

Son söz M. Chossudovsky’nin :

  • Dünyanın tüm önemli bölgelerindeki toplumsal hareketleri, yoksulluğun ortadan kaldırılması ve kalıcı bir dünya barışının sağlanması ortak hedef ve kararlılığı ekseninde bir araya getiren büyük atılıma gereksinim var.”

Bütün dünyanın ezilen halkları, uyanın ve birleşin!!
Spartaküs iki bin yıl önce başardı; çaresi isyandı!

============================

Dostlar,

Sayın Prof. Kaboğlu dostumuz ile bu gün, birbirimizden tümüyle habersiz olarak
İNSAN HAKLARI konusunu işlemişiz köşe yazılarımızda!..

Biz yazımızı Sn. Kaboğlu’na yolladığımızda
– “Ne güzel örtüşme, hemen okuyacağım..” yanıtını verdi ve değerli geribildirimi de ulaştı.

Kaboğlu hocamızın BİRGÜN‘deki makalesi web sitemizde :

İHEB’in 75. yılında yol ayrımındaki Türkiye | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Anadolu Aydınlanmacılarının sorumluluğuna sunuyoruz…

Dr. Ahmet SALTIK
07 Aralık 2023

ZEKİ SARIHAN’IN 80. YAŞ BİLDİRİSİ

Dinmeyen Fırtına Zeki Sarıhan’a Armağan”
Kitabın tanıtımı nedeniyle Ankara Fatsalılar Derneğinde yapılan toplantıdaki konuşmadır. 02 Aralık 2023  

Hoş geldiniz…

Bir kişi hakkında Armağan Kitap hazırlanması genellikle üniversitede bir usuldür. Emekli olan hocaları için öğrencileri tarafından hazırlanır.

Hakkımda bir Armağan Kitap hazırlanması fikri bana ait değildir. Derslerine girmediğim ama Öğretmen Dünyası’nda bir ara birlikte çalıştığımız, şimdi Sosyoloji Profesörü Mehmet Devrim Topses’e aittir. Önceki yıl böyle bir kitap hazırlamak istediğini söylediğinde kabul etmedim. Beş altı ay sonra yeniden önerince kabul ettim. Anlaşılan beni de hocalarının arasına koymuş. Zaten uzunca bir süredir gerek benim kitaplarıma ve paylaşımlarına gösterdiği ilgiden, gerek kendi yazı ve kitaplarından aynı ekolün insanları olduğumuzu hissetmemek mümkün değil. Bu ekol, onun ifadesiyle Halkçılık ideolojisidir. İçinde milliyetçilik değil yurtseverlik olan, emeği en yüce değer kabul eden, emekçilerin iktidarını öngören ve sınıfsız bir topluma ulaşmayı ülkü kabul eden bir HALKÇILIK.
*
70 yaşıma bastığımda duygularımı paylaşmıştım. 75. Yaşıma bastığımda yeni bir bildiri ile dostlarımı selamladım. Gele gele 80. yaşa geldik ve bu yaşta da söylenecek şeylerin olduğunu düşünüyorum. Beş yıl sonra kim öle, kim kala. Muhtemelen bu son yaş paylaşımım olacak.

Zira bu yaşta insanlar için toprağın nazik davetini hissetmemek mümkün değildir. Babam ben sekiz yaşımda iken 49 yaşında aramızdan ayrıldı. Onun yaşının üstündeki her yaşı fazladan yaşadığım duygusuna kapılmıştım. Öldürmeyen Allah öldürmüyor! Elim kalem tuttuğu, dilim döndüğü, beyin sağlığım yeterli olduğu sürece yazmaya, konuşmaya, okumaya ve (tabii dinlemeye) devam edeceğim. Ancak gene de bu buluşmamızı bir veda töreni saymak yerinde olur.

80 yıl boyunca öğrenmem gereken şeylerin pek azını öğrenebildiğimin farkındayım. Ailemden, öğretmenlerimden, arkadaşlarımdan, kitaplardan öğrendiklerime göre insanlığa yararlı olabilmek için durup dinlenmeden çalışmak ancak bunun karşılığında toplumdan kendim için hiçbir şey istememek esastır.

İnsanlığın yarası pek derindir.

  • En büyük yara insanlığın sınıflara ayrılmış olmasıdır.
    İnsanlık için bundan daha büyük bir felaket yoktur.

Bu büyük gerçeğin farkına vardığımdan beri, (17-18 yaşlarındaydım) köle ayaklanmalarından başlayarak aralıksız devam eden sınıf mücadelesi içinde kendimi buldum. Sevgili arkadaşlarıma hatırlatırım: hâkim sınıflar için yani toprak ağaları, burjuvalar, onların hizmetindeki bürokratlar için SINIF kavramından daha tehlikeli bir şey yoktur. Bu bilinci yok etmek için bütün araçlarını kullanıyorlar. Ordularını, mahkemelerini, Meclislerini, kanunlarını halk sınıflarının mücadelesini bastırmak, halkın bilincini köreltmek için kullanılmaktadır. Benim kuşağımın devrimci aydınları da bundan payımıza düşeni aldık. Yanarım yanarım da öğretmenlikte 25 yılımım yedi yılını öğrencilerimden uzakta geçirmek zorunda bırakılmama yanarım. Halkımız için helal olsun fakat o zulümleri yapanları ve yapmakta devam edenleri, sevgili kardeşim Ayhan Sarıhan’ın bir kitabına ad olarak koyduğu gibi “Unutmayacağız, barışmayacağız, affetmeyeceğiz!”

  • Hayatımda en ağırıma giden iki sözden biri Mamak’ta tutukluyken öğrencim yerinde bir askerin beni “Lan!” diye diye azarlaması,
  • öbürü de askerdeyken bir başçavuşun solcuyum diye düpedüz anama sövmesidir!

Arkadaşlarımdan, yaşadıklarını kaleme almalarını hep istemişimdir. Bunlar, içinden geçmekte olduğumuz karanlık labirente ışık tutan metinlerdir. Bu nedenledir ki, çocukluğumun geçtiği dönemi, öğretmen okulu yıllarını, öğretmenliğimi, hapisliklerimi yazıp yayımlamakta tereddüt etmedim. Bunlar da gerçekte birer tarih çalışması değil midir?
*
Tanıtımı için toplandığımız beni anlatan kitabımın adını “Dinmeyen Fırtına” olarak ben koydum. Nedeni, ortalık zaman zaman sakinleşiyor görünse bile benim içimdeki fırtınanın hiç dinmemekte oluşudur. Bazı milletler, hâlâ kimliklerini kazanamamışken, İşçilerin emeklerine el konulurken, din ve mezhep ayrımları sürüp giderken, çocuklar öldürülür, kadınlar boğazlanırken, cehalet kol gezer ve korunurken, bilim ayaklar altına alınırken büyük insanlığın gözüne nasıl uyku girer?

Geri dönmemek üzere sonsuz bir yolculuğa çıkmadan önce, ortalığı toplamak, borçlarımızı ödemek, eş dostla vedalaşmak gerekir. Ben de bu duyguyla ne zaman geleceği belli olmayan ayrılık gününe hazırlık olarak birkaç yıl önce vasiyetimi yazdım. Klasörler dolusu evrakımın, 50 defteri aşan günlüklerimin, basılmış ve basılmamış çalışmalarımın tarumar olmasını, sahipsiz kalmasını istemem. Sayısı beş bini bulan kitaplarımın çuvallara doldurulup sahafların önünde elma çuvalı gibi boşaltılması hoş olmaz. Bunlar artık geride kalanların sorumluluğunda olacak.

Gözlerimi sonsuza dek kapadığımda, kırlarında hayvan otlattığım, derelerinde çimdiğim, her metrekaresinde ayak izimin bulunduğu köydeki aile mezarlığına, dördü daha yedi yaşına basmadan salgın hastalıklardan ölen kardeşlerimin ayak ucunda toprak anaya teslim edilmemi istedim. Cenaze töreninde köylülerime iletilecek mesajımı da kaleme aldım. Mezar taşıma bir kitap figürü, onun ortasından da ışık saçan bir güneş kazıtsalar iyi olur. Bu, köy mezarlığı için de bir yenilik olur. Burada, Ankara’da birkaç yıl sonra aile bireylerinin bile yerini unutacağı bir mezarlığa gömülmek istemem.
*
Rahmetli Hasan Yalçın benim için “tip” tanımında bulunurken, inandığı doğrulardan hiçbir koşul altında vazgeçmeyişimi, bunları her yerde açıkça dile getirişimi, otoriteye boyun eğmeyişimi, bağımsızlığına son derece düşkün olmamı kast etmiş olmalıdır. Bunun için toplantılarda “Önce sen konuş” derdi. “Neden?” diye sorduğumda “sen özgür düşünüyor ve konuşuyorsun” derdi. Bu özelliklere “sabır” kavramını da eklemek gerekir sanırım. Zira, ani kararlar yerine sabretmek, çözümü zamana bırakmak, kurduğumuz düzeni bugüne kadar yıkılmadan getirmeme katkı yaptı.
*
Teşekkürler: Çağrımıza uyup bu toplantıya katıldığınız için hepinize teşekkür ediyorum. Dinmeyen Fırtına’nın editörü Devrim Topses arkadaşıma, onu yayımlayan Paradigma Yayınlarına da teşekkürler.

En büyük teşekkürü, 36 yaşında 5 çocuğu ile dul kalan ve aileye kol kanat geren anne hak ediyor. Geniş aileme, 49 yıl önce kurduğumuz çekirdek ailenin emektar dişi kuşuna ve yüzümüzü karartmayan iki erkek evladıma da büyük teşekkürler. Mahkeme kapılarında dara düştüğüm zamanlar, beni gönüllü olarak savunan ve bütün davalarımı her-geç kazanan avukatlarımı da unutmuş değilim. Çalışma hayatında birlikte ürettiğimiz, birlikte başardığımız arkadaşların dostluklarını ömrümün kalan kısmında da minnetle anacağım.

Biz burada yok iken ve var iken, geçmiş mücadele geleneğini omuzlayan ve bize engin bir halkçılık mirası bırakan ustalarımıza selam olsun.
==================================
Dostlar,

Biz de dostumuz Zeki Sarıhan arkadaşımıza ülkemize kattıkları için teşekkür ediyoruz. Bir Aydınlanma öğretmeni – emekçisi olarak insanımıza verdikleri unutulmayacaktır.

– Yazdığı çok sayıda kitap..
– 30+ yıl yayın yaşamını sürdüren aylık dergi Öğretmen Dünyası
– Kurup yıllarca yaşattığı, bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği
….
bir çırpıda usumuza canlananlar.

Törene katılamadık, üzgünüz..
Zeki Sarıhan yoldaşımıza daha uzun yıllar SAĞLIKLI – ONURLU – ÜRETKEN bir yaşam dileriz. Ufuk açıcı yazılarına web sitemizde ve sosyal medya hesaplarımızda yer vermek isteriz. O’nunla ve saygın – yurtsever eşi Av. Şenal hanımla dostluğumuzu sürdürmek isteriz.

Sevgi ve saygı ile. 06 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 07 Aralık 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

VİRÜS

Kemalizm bir virüstür” diyen Prof. Selman Öğüt, RTE tarafından Esenyurt Üniv. Rektörlüğüne atandı.

Ticaret Bakanı Bolat ve Lahey Büyükelçisi Selçuk Ünal; Atatürk’e “deccal” diyen, Rotterdam İslam Üniversitesi’nin Nurcu Rektörü  Ahmet Akgündüz’ü ziyaret etti.

Cumhuriyetin virüsleri…

KAYIP

Sayıştay raporuna göre, MHP’li Kastamonu Belediyesi’ne ait 22 araç kayıpmış.

22 araç az, birilerinin cebine girmiştir…

KISKANÇLIK

İstanbul’un Kasım ayı enflasyonu %3.78 olmuş.

Almanların yerinde ol da kıskanma. Adamlar bir yılda bu oranı tutturamıyor…

BATAKÇILAR

AKP iktidarının Sudan’a tarım için yatırdığı 10 milyon dolar batmış.

Bizim çiftçiye verilip batsa üzülürdük…

ÇÖKÜŞ

İ. Melih’in çöktüğü evlerin mobilyalarını da belediyeye aldırttığı ortaya çıktı.

Yolsuzluğun kitabını yazabilir misin Abidin?

Yazamazsan İ. Melih’e sor…

HAYIR

İYİ Parti yerel seçimlerde CHP ile işbirliğine “hayır” diyerek AKP’nin koltuk değneğini bir artırdı.

Halk kime “hayır” diyecek göreceğiz…

YAN YANA

RTE’nin ve Soylu’nun fenomen denen soytarılarla birlikte görüntüleri çıktı.
RTE’nin tefeci futbolcuların sorunun çözülmesi için talimat verdiği açıklandı.

Bulaşık…

CADDE TV Programımız..

Dostlar,

CADDE TV‘den Sayın Rahmi Aygün‘ün konuğu olduk, 04.12.2023 akşamı.
Ankara Üniv. Tıp Fakültesinde birlikte çalışıp emekli olduğumuz Psikiyatri Uzmanı  meslektaşımız Sayın Prof. Dr. Abdülkadir Çevik ile. Prof. Çevik ayrıca Politik Psikoloji Derneği kurucu başkanı ve biz de bu derneğin üyesiyiz.

Eski TRT” de yetişen deneyimli gazeteci Aygün, ülkemizin yakıcı gündemi ile  ilgili sorular yöneltti biz 2 kıdemli hekime.. Prof. Çevik daha çok sosyal psikoloji – sosyal psikiyatrik yaklaşımla soruları yanıtladı. Biz de bir Toplum Hekimi, Hukukçu, Siyaset Bilimci şapkalarımızla yanıtlar verdik.

Son kritik soru, “Toplum hasta mı, öyle ise ne yapmalı??” idi.

Bizim yanıtımız ne acı ki;

  • “Evet! Sosyal şizofreninin eşiğindeyiz.. cinnet sınırındayız.. “ oldu.

AKP = RTE iktidarı kurgulu bir yoksullaşTIRma politikası izleyerek toplumu çürütüyor ve yurttaşlıktan ümmete indirgiyor, oy deposuna dönüştürüyor..

  • Ülke talan edildi.
  • Laiklik özellikle hedef.
  • Amaç bir sultanlık rejimine dönüşmek ve dinci – tek adam diktası (teokratik monarşi) ile sürekli iktidarda kalmak… diye vurguladık.

Bu hukuk ve demokrasi dışı dayatmanın iyi bir gidiş olmadığını, baskı ve zulmün meşru direniş hakkı doğuracağını ve siyasal tarihte bu tür yönetimlerin önünde sonunda halk tarafından görevden uzaklaştırıldığı ve hesap sorulduğunu… belirttik.

Muhalefeti, dağınık, kutuplaştırılmış toplumu hızla örgütlemeye çağırdık.

Çözüm olarak                    :

Derhal normalleşmeye geçilmesini,
Talan edilen yüzlerce milyar Dolar ulusal servetin en az yarısının yerine konmasını
“Demokrasi – insan hakları – hukuk devleti” sacayağına ivedilikle dönülmesini… önerdik.

Yaklaşık 2 saat süren programın youtube kaydının erişkesi (linki) aşağıda.
İzlenmesini, paylaşılmasını ve geç kalmadan gereklerinin yapılmasını dileriz.

https://www.youtube.com/live/ggl4OrWUv_M?si=-XR1-A2ALfVb2UoH

Sayın Aygün ve CADDE TV’ye bu fırsat için teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 06 Aralık 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Emperyalizmin maskeleri

Örsan K. Öymen

Örsan K. Öymen

Kapitalizm, sermaye sınıfının, çalışan, üreten, hizmet veren emekçi sınıfı sömürdüğü düzendir. Sermaye sınıfı bu sömürü düzeni sayesinde zenginleşir.

OXFAM adlı araştırma kurumunun verilerine göre, dünyadaki refahın (gönencin) %82’si, nüfusun yüzde 1’inin elindedir. 

Gelir dağılımındaki dengesizliğin kaynağı olan kapitalizm, yalnızca sermaye sınıfının çıkarlarını koruyan bir düzendir.

  • Kapitalizmden, halkın ve toplumun yararına bir şey beklemek,
    boş bir umuttan ve zaman yitirmekten ibarettir.

Emperyalizm, kapitalizmin küreselleşmiş biçimidir.

Kapitalizmden bağımsız olarak emperyalizmi anlamak olanaklı değildir. Yasal, idari (yönetsel), siyasal ve ekonomik nedenlerle ve sınırlamalarla, kendi ülkesindeki vatandaşları sömürme kontenjanını dolduran veya azami seviyeye (en üst düzeye) çıkartan sermaye sınıfı, başka ülkelerdeki insanları sömürme yoluna başvurarak, emperyalist bir eyleme girişmiş olur.

Ancak kapitalizmle ve emperyalizmle ilgili bu gerçeği örtbas etmek için çeşitli yöntemler kullanılır. Kamuyu doğru bir biçimde olgularla bilgilendirmekle yükümlü olan medyayı denetim altına almak, bu yöntemlerden biridir. Medya bu yolla, bozuk olan düzeni ayakta tutmak işlevini gören bir propaganda aygıtına dönüşür.
***
Medyanın meydanı boş bırakmasının da etkisiyle, olgulara aykırı kurgusal komplo teorileri (tuzak kuramları) yaygınlaşır. Bu komplo teorileri (tuzak kuramları), kapitalizm ve emperyalizm gerçeğini örtbas etmek işlevini gören mekanizmanın (düzeneğin) bir parçasıdır.

Dünyayı 5-10 ailenin ve ezoterik gizli örgütlenmelerin yönettiği; İlluminati”, “Masonluk”, “Siyonizm”, “Musevilik”, “Evangelizm gibi örgütlenmelerin dünyadaki her şeyi veya hemen hemen her şeyi denetlediği gibi uydurma savlar, bunlara ilişkin örneklerin arasında yer alırlar.

Bu tür komplo teorileri (tuzak kuramları) özellikle ırkçı, dinci, popülist ve cahil ortamlarda ve ekonomik krizlerin (bunalımların) büyük sarsıntılara neden olduğu koşullarda büyük yandaş kitlesi bulurlar.

Örneğin 1920’li ve 1930’lu yıllarda Almanya’da, Adolf Hitler’in öncülüğündeki Naziler, komünistlerle birlikte Musevileri ve Siyonistleri de hedef haline getirdiler ve onları dünyadaki adaletsizliklerin kaynağı olarak ilan ettiler. Hitler, anti-komünist ve anti-semitist bir temel üzerinden, Almanya’da faşist ve ırkçı bir diktatörlük rejimi kurdu; Avrupa’nın yarısını işgal etti; Musevilere soykırım uyguladı.
***
İslamcı faşizmin yaygın olduğu ve ekonomik bunalımlarla boğuşan Türkiye gibi ülkelerde de, bu tür komplo teorilerinin (tuzak kuramlarının) yandaş bulması boşuna değildir.

Bu sayede kapitalizm ve emperyalizm gerçeği kamufle edilir, bozuk düzenin üzerine bir maske takılır ve hedef şaşırtılır. Böylece insanlar, ekonomik, siyasal ve bilimsel analizler (çözümlemeler) yapamaz duruma gelirler, çektikleri tüm acıların ve mağduriyetlerin nedeni olarak, kapitalizmi ve emperyalizmi görmek yerine, belli başlı kişileri, aileleri, örgütleri, dinleri, mezhepleri, etnik kimlikleri görürler, olayları basite indirgemiş olurlar, işin kolayına kaçarlar.

Bu yanılsama, kapitalizm ve emperyalizm için bulunmaz bir fırsattır. Çünkü bu sayede kapitalizm ve emperyalizm deşifre olmaz ve hedef durumuna gelmez.

İnsanların Karl Marx’ın, Friedrich Engels’in, Vladimir Lenin’in, Leon Trotsky’nin, Karl Kautsky’nin, Eduard Bernstein’ın ve Rosa Luxemburg’un kitaplarını okumak yerine, masal kitabı okur gibi komplo teorileri (tuzak kuramları) kitabı okumaları, uyuşturucu işlevini görür.

Laiklik karşıtı hareketler, dincilik, tarikatlar ve cemaatler nasıl ki kapitalizm ve emperyalizm gerçeğini örtbas etmek işlevini gören uyuşturucular ise, kurgusal komplo teorileri de (tuzak kuramları) aynı işlevi görürler.

Olguyla kurguyu ayırmamızı engelleyen post-modernizm saçmalığının ve şarlatanlığının bertaraf edilmesi (dışlanması), bu nedenle de yaşamsal önemde bir konudur.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Ukrayna ve Filistin27 Kasım 2023