Şeyh Sait İsyanı

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Diyarbakır’ın kayyum belediye başkanının şehirdeki bir anayola “Şeyh Sait “ adının verileceğini açıklaması üzerine Şeyh Sait gündeme getirilmiş ve ayaklanmanın anımsanması gereksinimi ortaya çıkmıştır.

Şeyh Sait ayaklanması (İsyanı) Nedir?

Türkiye’nin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı vermesinden ve zaferden sonra tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurarak devrimleri gerçekleştirmesinden rahatsız olan emperyalistler ve yerli işbirlikçileri laik cumhuriyeti yıkmak ve ülkeyi bölmek için karşı devrim girişimlerini yoğunlaştırmışlardır.

En önemli karşı devrim eylemi Şubat -Nisan 1925 aylarında Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Şeyh Sait ayaklanmasıdır.

Hınıs’lı bir aşiret reisi ve toprak ağası olan Nakşibendi tarikatına bağlı Şeyh Sait, Halifeliğin kaldırılmasına tepki olarak 13 Şubat 1925’te Elazığ’ın Piran köyünde peşindekilerle ayaklanmayı başlatmıştır. Bir Kürt hareketi olarak başlatılan ayaklanma bölgedeki Kürt yurttaşlarımızdan destek göremeyince, irtica (gericilik) hareketi olarak gelişmiş ve bir haftada 14 ile yayılmıştır. İsmet İnönü’nün tanımıyla ayaklanma “Askeri mahiyet arz eden silahlı irtica hareketidir”. İsyancılar yeşil bayrak altında evleri, dükkanları yağmalamışlar, telgraf tellerini kesmişler, resmi binaları işgal etmişler ve devlet görevlileri ile jandarma birliklerini etkisiz hale getirmişlerdir.“Allahın emriyle şeriatı geri getireceğiz” “Halifelik olmadan Müslümanlık olmaz.”  “Bize katılanlar cennetliktir”, “Kadınlarımızı başı açık gezdiren hükümetin başı ezilmelidir” gibi sloganlar atarak Elazığ’a egemen olmuşlar, Diyarbakır’ı iki kez kuşatmışlar, kentlilerin ve güvenlik güçlerinin direnişi karşısında bu kente girememişlerdir.

İsyanın Bastırılması

İsyan başladığında TBMM’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) çoğunluktadır. Başbakan Fethi Okyar’dır. 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi (TCP) ise muhalefettedir.

Şeyh Sait isyanına karşı alınacak önlemler konusunda iki görüş belirmiştir. Başbakan Fethi Okyar ve hükümeti ile TCP sert önlemler alınmasına karşıdırlar. CHP içinde ağırlıklı bir grup ise ayaklanmayı daha ciddiye almakta, yeni kurulmuş cumhuriyetin laiklik temeline önemli bir tehdit olarak görmekte; derhal, etkili önlemler alınmasını istemektedir. Hükümetin kendi içinde de görüş ayrılıkları vardır. Sertlik yanlısı Dahiliye Vekili (İç İşleri Bakanı) Recep Peker ve Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Mahmut Esat Bey görevlerinden istifa etmişlerdir.

TBMM 25 Şubat’ta vatan hainliği yasasını değiştirmiş, dini siyasete alet edenler vatan haini sayılmıştır.

Cumhuriyetin ilk Başbakanı İsmet Paşa 22 Kasım 1924’te istifa etmiş, İstanbul’da dinlenmektedir. Cumhurbaşkanı Atatürk ayaklanma çıkınca İsmet Paşayı İstanbul’dan çağırmış ve İsmet Paşa 21 Şubat’ta Ankara’ya gelmiştir. CHP’nin kurucu başkanı Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ise başkan vekilidir.

İsmet Paşa ilk iş olarak CHP parti grubunu toplamış ve ayaklanmaya karşı alınacak önlemleri tartışmaya açmıştır. İsmet Paşa ile CHP grubunun çoğunluğu ve hükümetten istifa eden bakanlar sert önlemlerden yana; Fethi Okyar ve hükümeti ise daha ılımlı önlemleri savunmaktadır. Grupta sertlik yanlıları ile ılımlılar arasında şiddetli tartışmalar yapılmış, sonunda Mustafa Kemal Paşa gruba çağrılmıştır.

Mustafa Kemal Paşa yaptığı konuşmada

  • Milletin elinden tutmak lazımdır. İhtilali başlatanlar tamamlayacaktır.
    diyerek ağırlığını sertlik yanlılarından yana koymuştur.

Grup kararı sert önlemlerden yana olunca Fethi Okyar istifa etmiş, Kemal Paşa İsmet Paşayı 2. kez Başbakanlığa atanmıştır. İsmet Paşa hükümeti 8 Mart 1925’te güvenoyu alarak göreve başlamıştır. Hükümetin öncelikli görevi ayaklanmanın hızla bastırılması, ülkede erinç (huzur) ve güvenliğin sağlanmasıdır.

Yeni hükümet kendisine iki yıllığına geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun Yasasını Meclis’e getirmiştir. Bu yasaya göre;

  • Biri ayaklanma bölgesinde öbürü Ankara’da olmak üzere iki istiklal mahkemesi kurulmuş,
  • Bölgesel seferberlik ilan edilerek Adana’daki Kolordu seferber edilmiş ve isyan bölgesine gönderilmiş,
  • Basına sansür konmuş, isyancıları destekleyen kimi dergi ve gazeteler kapatılmış, yazarları mahkûm edilmiştir.

Seferber olan kolordu Nisan başında bölgeye ulaşmış ve isyan bastırma harekatını başlatmıştır. Harekat planı isyan bölgelerini çembere almak, isyancıların kaçış yollarını tıkamak, çemberi daraltarak isyancıları yakalamak ilkesine dayanıyordu. Harekâtın sonunda Şeyh Sait ve yakın adamları halkın da yardımı ile Nisan ortalarında Çapakçur-Genç bölgesinde yakalanmışlar ve Diyarbakır istiklal mahkemesine çıkartılmışlardır.

Diyarbakır istiklal mahkemesinde 389 sanık yargılanmış, 29 kişiye idam cezası verilerek hemen uygulanmıştır.

Aynı mahkeme dinci propaganda ve kışkırtmalarda TCP’yi bağlantılı görerek bu partinin kapatılmasına karar vermiştir. TCP, bu karara dayanarak 3 Haziran 1925’te hükümet kararnamesi ile kapatılmıştır.

Aynı mahkeme, isyanda şeyhlerin, müritlerin din ve tarikat ticareti ile geçinenlerin oynadıkları olumsuz rolleri dikkate alarak, kendi bölgesindeki tekke ve zaviyelerin kapatılması gerektiğine de karar vermiştir. Aynı gereksinimin Ankara’daki istiklal mahkemesince de belirtilmesi üzerine 13 Aralık 1925 tarihli -halen yürürlükte olan- 677 s. yasa ile tüm yurtta tekke ve zaviyeler kapatılmıştır.

İngiliz Parmağı

Lozan barış konferansında Musul sorunu (Türkiye-Irak sınırının belirlenmesi) sonuca bağlanmamış, konunun Irak’taki mandater devlet İngiltere ile Türkiye arasında görüşülmesine, dokuz ay içinde bir sonuç alınamazsa Milletler Cemiyeti’ne (MC) götürülmesine karar verilmişti.

Türkiye – İngiltere görüşmeleri 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da başladı. İngiltere Türklerle Kürtlerin ayrı topluluklar olduğunu, bölgedeki çoğunluğun Kürtlerde olduğunu, Kürtlerin İngiliz manda yönetiminden hoşnut olduklarını ve Irak’a bağlanmak istediklerini savunmuş; ayrıca Hakkari bölgesini de istemiştir. Türkiye ise coğrafya bakımından ülkemizin bir parçası olan ve Mondros ateşkes anlaşmasından sonra haksız olarak işgal edilen Musul’un kendisine ait olduğunu; Türklerle Kürtlerin yazgılarını birbirine bağlanmış iki kardeş ulus olduklarını savunmuştur. Türkiye, Kuzey Irak’taki Kürtlerin İngiltere denetimindeki Irak’a bırakılmasının uzun erimde Türkiye için bir tehdit olacağını değerlendirmiştir.

İkili görüşmelerden bir sonuç alınamayınca Lozan Andlaşması gereği konu, 20 Eylül 1924’te MC’ye götürüldü.

İşte Şeyh Sait ayaklanmasının olduğu günlerde Musul sorunu MC’nin gündeminde idi. ayaklanma Türkiye’nin savunduğu “Türk-Kürt kardeşliği” tezine gölge düşürmüş, Türkiye’nin Kürtlerin yaşadığı bölgede güvenliği (asayişi) sağlayamadığı kanısını oluşturmayı amaçlamıştır. MC Konseyi’nin görevlendirdiği inceleme komisyonu 1925 Eylülünde İngiliz yanlısı bir rapor hazırlayarak Konseye sunmuş, sonuçta MC Konseyi kararına uygun olarak Türkiye 1926 Ankara anlaşması ile Musul’u Irak’a terk etmiştir.

Şeyh Sait’in ele geçirilen belgeleri arasında İngiltere’den gönderilen ve içinde İngiliz silah fabrikalarının katalogları bulunan zarflar bulunmuştur. Zarfların üzerinde “Kürdistan Kraliyeti Harbiye Nezaretine” adresi olması isyanda İngiliz parmağı bulunduğunun kanıtıdır.

Sonuç ve Değerlendirme:

Şeyh Sait isyanı Cumhuriyet bir yılını henüz doldurmuşken Cumhuriyetin ve Devrimlerin temeli olan laikliği ortadan kaldırmak için girişilen en önemli karşı devrim girişimidir.

İsyan, bölge halkının katılmaması nedeniyle bir Kürtçülük hareketine dönüşememiştir.

Kurucu irade, Cumhuriyet’e ve laikliğe sahip çıkmak için ikirciksiz, hızlı ve etkili önlemler alarak isyanı kısa sürede bastırmıştır.

İsyanın bastırılması öbür Devrimlerin önünü açmış ve hızlandırmıştır.

İsyanın bastırılması için alınacak önlemler CHP grubunda ve TBMM’de demokratik yöntemlerle tartışılmış, hukuk dışına çıkılmamıştır.

İsmet Paşa hükümeti, kendisine geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun Yasasını amacı dışında kullanmamıştır.

  • “Açılım” veya isyancılarla pazarlık yapılmamıştır.

Alınan bastırma önlemlerinin antidemokratik olduğunu savunanlar vardır. Ancak bu günkü demokrasi anlayışı ile 1925’lerdeki olayı değerlendirmek yanlış olacağı gibi; “İsyan başarılı olsaydı demokrasi ne hale gelecekti?” sorusunun da sorulması gerekmektedir.  Kurucular çok zor koşullarda kurdukları genç Cumhuriyet’i koruma içgüdüsü ile hareket etmişlerdir.

Şeyh Sait ayaklanması, feodal düzenin ağalığa, şeyhliğe dayalı üretim ilişkilerinin çağdaş Cumhuriyetin önündeki en önemli engel olduğunu kanıtlamıştır.

İsyan, Musul sorununda İngiltere’ye üstünlük sağlamış, emperyalizmin çıkarları için çağdışı yobaz bir zihniyetle işbirliği yapabildiğini göstermiştir.

Nakşibendi tarikatı ayaklanmadan beş yıl sonra Menemen’de başka bir gerici ayaklanmada Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ve iki bekçiyi vahşice öldürmüşlerdir.

  1. Bu tür tarikat ve cemaatler laik cumhuriyet için açık ve yakın bir tehdittir. Hoş görülemez.
  2. Dini siyasal çıkarları için kötüye kullanan şeyh Sait, Vatana İhanet Yasasına göre vatan hainidir. Tartışılamaz.
  3. Şeyh Sait ayaklanması ve bastırılmasında “acı çekenlerin” olduğunu söylemek
    cumhuriyet düşmanlarına hoş görünme çabasıdır. Devrimciliğe yakışmaz.
  4. İsyandan yüz yıl sonra Şeyh Sait adının ayaklanmacıların giremediği Diyarbakır’da bir anayola verilmesi karşı devrimcilerin öç alma çabasıdır, kabul edilemez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir