Nüfus Artışı Sorunu !?

Nüfus Artışı Sorunu ?!

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/nufus-artisi-sorunu-2214362, 06.06.2024

TÜİK, yıllık “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2023” bülteni yayınladı (Kovit döneminde iki yıl dışında). Türkiye’de yerleşik (ikamet eden) nüfus, 31.12.2023’te 2022’ye göre yalnızca 92.824 artarak 85.372.377 kişi oldu. Nüfus artış hızı ‰ (binde) 1,1. Son 17 yılın verileri aşağıda.

Nüfus ve yıllık nüfus artış hızı, 2007-2023

Erkek nüfus 42.734.071, kadın nüfus 42.638.306 kişi.

Kadınlarımız erkeklerden yüz bin daha az!

Dolayısıyla “1 erkeğe 4 kadın hülyası görenler, demografik olanaksızlıkla yüzleşmeli.

Tanrı nedense, bu buyruğunun gereğini yerine getirmiyor (!).

İnsanlık tarihi boyunca, savaş sonrası yerel-sınırlı ayrıklar dışında hep böyle oldu
doğanın dengesi.

Bu dinsel bir buyruk değil, koşulların zorladığı geçici-yerel çözümdü.
***
Ortanca yaş erkeklerde 32,8’den 33,2’ye, kadınlarda 34,2’den 34,7’ye yükseldi. Çalışma çağındaki nüfus (15-64 yaş) oranı %68,3 ve 58,3 milyon işgücü arzına karşın toplam istihdam 31,6 milyon, yarısı atıl! Üstelik kamu istihdamında “gizli işsizlik” sorunu da var. İstihdam erkeklerde %65,7 iken kadınlarda %31,3; korkunç bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği! Öte yandan Merkez Bankası, DİSK-AR ve çeşitli araştırmalar as-gari ücretlilerin %50’lerde olduğunu gösteriyor. Milyonlarca işçi insanca yaşam hatta aç kalmamak için çabalarken, önemli bölümü yasal asgari ücrete bile erişemiyor!

  • Korkunç, yüz kızartıcı emek sömürüsü!

Çalışma çağında kişi başına düşen çocuk ve yaşlı (65+) sayısı olan toplam yaş bağımlılık oranı, 2022’de %46,8 iken 2023’te %46,3’e düştü. Türkiye’de 2023’te, çalışma çağındaki her 100 kişi 31,4 çocuğa ve 15 yaşlıya baktı. Yaşlı nüfus sayılan 65+ kesim %10.2’ye erişti. Ancak Dünya Sağlık Örgütü bu yaş sınırını 75’e yükseltti. Örn. Hekimler kamuda 72 yaşa dek çalışabiliyor. Öğretim üyeleri kamuda 75, özelde daha ileri yaşlara dek çalışmakta. İş bulabilen emeklilerimiz çalışmaya mahkum. 65+ kesimin oranı %1,8 artarken, <14 yaş çocuk oranı %26,4’ten, beş puan azalarak %21,4’e geriledi. Bağımlı nüfus artmadı %0,5 azaldı.

Toplam Doğurganlık Hızı
1,51 olarak verildi. Bu ölçüt, bir kadının yaşamında kaç çocuk sahibi olabileceğinin ileriye dönük “kestirimi”. Doğuşta yaşam umudu 80 yıl dolayında; nüfusun sabit kalması için bu hızın 2,1 olması gerekmiyor. Endişe tümüyle yersiz.

Ülkemizde Nüfus yoğunluğu 111 kişi/km2, dünya ortalaması 56.

Türkiye dünya nüfusunun %1,1’ine sahip ancak topraklarımız toplamın yüzde yarımı.

Su kaynaklarımız dünya toplamının binde 6’sı, enerji kaynaklarımız ise binde 2’si.

Her yıl ~60 milyar $ enerji dışalımımız var. Tarımsal üretim de yetersiz, 2023’te tarım, gıda ve içecek dışalımı 21,13 milyar $!

85,3 milyon nüfusa ülkemizdeki yasal-kaçak, düzenli-düzensiz 13 milyona varan büyük kitle dahil değil.

Ayrıca 2023’te 56,7 milyon turisti ağırladık, ortalama 9,8 gece kaldılar.
Bu, 1,5 milyon sabit nüfusa denktir.

  • Ülkemizde 100 milyon insan yaşamaktadır.
  • Doğal kaynaklarımız ve üretim düzeyimiz bu nüfusa yetmemektedir.

Gıda, kira.. enflasyonunun başat nedenlerinden biri de bu çok kalabalık ve gereksiz,
eğitimsiz nüfustur.

Türkiye 21. yy’da yeniden sömürgedir, çare insanı eğitmededir!

2827 s. yasa gereği aile planlaması ve istemli düşük hizmetleri, AKP iktidarınca verilmemekte, kimi ödemelerle nüfus artışı desteklenmekte. Ancak, Eylül 2021’de başlayan ağır, yaygın ve süren yoksullaşTIRmanın beklenmesi gereken doğal sonuçlarından biri doğurganlığın azalmasıdır. Ürkü (panik) yersizdir.

Türkiye’nin nüfusunun azalTILması zorunludur.

Nüfusun yaşlanması henüz söz konusu değil ve abartılmamalıdır.
Hesaplara göre Türkiye birkaç onyıl daha demografik fırsat penceresi döneminde kalacaktır.
2050’ye dek Türkiye nüfusu azalmayacaktır.

21. yy’ın şafağında gereksinim asla kalabalık değil, nitelikli nüfustur. Ordu, dünün yarısı
askere sahip. Yapay zekalı insan eşdeğeri robotlar (MER) devrindeyiz. 2030’a dek 800 milyon MER, üretimde insanın işini alacak. İşsizlik son derece yıkıcı bir sorundur.

RTE, yavaşlayan nüfus artışı için “beka sorunu” dedi.
Asıl sağkalım (beka) sorunu AKP politikaları! Örneğin

  • Maarif Müfredatı”, Ulusu alıklaştırma kurgusudur.

Kamucu-sosyal politikalarla insanımızın niteliği, gönenci, mutluluğu, sağlığı, eğitimi, güvenliği, adaleti, barışı, geleceği sağlanmalıdır ve sağlanabilir.
==========================================
Köşe yazımızın Cumhuriyet‘teki pdf biçimi : 20. Nüfus Artışı Sorunu, 6.6.24

AKP İKTİDARININ PEDAGOJİK AÇIDAN “ÇEDES” ve “TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MÜFREDATI” ÜZERİNE NOTLAR

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

AKP iktidarının “ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım ve Değerlerime Sahip Çıkıyorum)” projesi ile “Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı” (öğretilecek ders içerikleri, yetişek) Programı” hem hazırlanma biçimi, hem ana okuluna dek inen hedef kitlesi, hem programın paydaşları ve öğreticileri ve hem de bilimsel niteliği konusunda önemli ve çoğu da haklı eleştirilere uğradı. Özellikle bilimsel PEDAGOJİK FORMASYONDAN uzak kaldığı ısrarla vurgulandı. Peki Pedagoji ne demek? Özetleyerek anlatmaya çalışalım.

PEDAGOJİ NEDİR?

Pedagoji bilimi, eğitim ve öğretim bilimlerinin temeli yapı taşı ya da o olmazsa olmazıdır. Eğitim ve öğretim süreçlerinin her yönde ve her aşamada kuramsal ve uygulamalı olarak analiz edilmesini hedefler. Ana konusu eğitim kuramları, eğitim yöntemleri, öğrenci-öğretmen ilişkileri ve öğrenme süreçleri üzerine yoğunlaşır. Pedagoji, farklı yaşlar ve aşamalardaki öğrencilerin ve yetişkinlerin en doğru ve en etkili biçimde nasıl öğrenebileceklerini belirler. (AS: yetişkin eğitimi için Androgoji terimi kullanılıyor.)

Eğitimde öğrenilmesi gereken başlıca konular şunlardır :

1- Eğitim kuramları (teorileri)

Pedagojik eğitime yön veren bilimsel kuramların incelenip öğrenilmesi zorunludur. Bu kuramlar eğitim programını yapanlara ve öğretmenlere Pedagojik Formasyon kazandırma ve uygulamaya aktarabilme kapasite (sığa) ve yeteneklerini artırmaya yönelik temel girdileri sağlar.

2- Öğrenme süreçlerinin analizi (çözümlenmesi)

Bu aşama, farklı yaş dilimindeki öğrencilerin yaş düzeylerine uygun öğrenme ve anlama yeteneklerini göz önünde bulundurma bilgi ve becerisine kavuşmaları içindir. Örneğin anaokulu çocuklarına soyut bilgiler veril(e)mez.

3- Eğitim Psikolojisi

Eğitim psikolojisi, öğretici ya da öğretmene farklı yaş dilimlerindeki öğrencilerin psikolojilerini doğru bilmek ve bu bilgiler ışığında onların davranış kalıplarına uygun ders çalışmaya isteklendirme (motivasyon) yolları bulmak içindir.

4- Toplumsal ve kültürel (ekinsel) etkenler

Her çağın sosyo-kültürel (toplum-ekinsel) etmenleri ve koşulları farklıdır. Ayrıca, aynı çağda yaşasalar bile, toplumların gelişme düzeyleri ve sosyo-kültürel (toplum-ekinsel) yapıları birbirine uymaz. Eğitimci ve öğretmenin görevi, kimi gelenek, örf, boşinan (hurafe), yanlış davranışlar konusunun eğitim ve öğretim sistemine zarar vermesine engel olmaktır. Kimi kültürler aklı-bilimi önceler, kimileri de engeller oluşturabilir. Örneğin kız çocuklarının kimi yanlış dinsel yorumlarla eğitim alma ve meslek edinme haklarının ellerinden alınmaması için öğrenci ailelerinin ikna edilmesi gerekir.

Öğretim sürecindeki her yaş basamağına göre ayrı pedagojik uygulama yöntemleri vardır.

PEDAGOJİK UYGULAMA BASAMAKLARI

a- Okul öncesi eğitimin ana amacı, öğrencilere temel beceri kazandırma ve sosyalleşmelerine katkı sağlamaktır Bu iş tuvalet eğitiminden el becerilerine, arkadaşları ile iyi geçinmeden düşüncelerini doğru tümcelerle açıklamaya, giysilerini temiz tutmadan, eğitim araç-gerecine zarar vermemeye… dayalı temel becerileri geliştirmeye dayanır. Yalan, iftira ve hırsızlığın sakıncaları anlatılır. Ama anaokulu öğrencileri henüz soyut düşünemedikleri ve analiz yeteneğine yeterince ulaşamadıkları için onlara din, mezhep, ideoloji vb. soyut telkinleri yapmak yanlış ve sakıncalıdır.

b- İlk ve orta öğretim düzeyinde öğrenciler için en gerekli kazanım doğru ve eleştirel düşünceyi öğrenmek ve gelecekteki mesleksel ya da akademik öğrenimi için gerekli temel bilgi ve becerilere sahip olabilmektir. Bu basamakta öğrencilere kimlik, ait olma, din, yurt, bayrak ve toplum sevgisi verilebilir. Ancak kazandırılan her türlü ulusal değerin, başka ulusların benzer
ya da denk değerlerine düşmanlık yaratacak biçimde ve dozda olmaması gerekir.

Bu basamakta öğrencilerin duygudaşlık (empati) yeteneklerinin de geliştirilmesi gereklidir. Çoğulculuk, eşitlik – hakçalık (hakkaniyet), adalet, sevgi, barış, hoşgörü, konukseverlik, aile bağlarının güçlendirilmesi, dayanışma… vb. alışkanlıklar kazandırılması hedeflenebilir.

c- Yükseköğretim – üniversite aşamasında da bilimsel Androgojik formasyona gerek vardır. Üniversitelerdeki eğitim ya meslek edinme ya da derinlemesine bilgi sahibi olma amacına yöneliktir. Bilimsel ve eleştirel düşünme, araştırma yöntem ve tekniklerini kullanabilme yetisini kazanmak ve bağımsız araştırmalarla bilimsel ve yararlı bilgi üretmek… evrensel üniversite eğitimi ile olanaklıdır. Ayrıca üniversite öğrencisi bir yetişkindir. Onlara yetişkin psikolojisine uygun davranmak gerekir.

PEDAGOJİ TÜRLERİ ve PEDAGOJİK YAKLAŞIM ÇEŞİTLERİ NELERDİR?

Bilim insanları, özet olarak, üç tür pedagoji kümesinden söz ediyorlar.

1- Otoriter Pedagoji
Katı disiplin ve esnemez otoritenin (yetkenin) egemen olduğu yaklaşım modelidir. Öğretici- öğretmen odaklıdır. Dersler tek yönlü, öğreticiden öğrenciye aktarmayla yapılır. Daha çok ezbere ve verilen bilgilerin sınavlarda geri bildirimine dayanır. Bu yaklaşımda öğrenci genellikle edilgendir (pasif). Feodal, teokratik (dinci) medrese tahsiline dayalı bir modeldir. Otoriter ve totaliter ülkelerde eğitim bu yöntemle verilir…

2- Liberal Pedagoji
Bireysel özgürlükleri ve eleştirel düşünmeyi amaçlayan bir yaklaşımdır. Öğretmen değil, öğrenci odaklıdır. Ezberlemeye değil öğrenmeye dayanır. Her öğrencinin, verilen eğitim girdileri, ders içerikleri hakkında soru sorma ve eleştiri özgürlüğü vardır. Bu yöntemde öğrenci aktiftir (etkindir). Bilgileri ezberlemek değil, sindirebilmiş olmak önemlidir. Sınavlarda, öğrencilerin aldıkları bilgileri özümseme düzeyleri ölçülür.

3- Katılımcı Pedagoji
Katılımcı Pedagoji, Liberal Pedagojinin daha geliştirilmiş biçimidir. Bu modelde tüm paydaşlar, uzmanlar, öğretmenler öğrenciler ve öğrenci velileri görüş bildirme ve katkı sunma hakkına sahiptir. Ders içerikleri birlikte eleştirilip geliştirilebilir. Bu modelde paydaşlar, özellikle öğretmenler ve öğrenciler özgürlüğün ve katılımcılığın psikolojik hazzını (doyumunu) yaşarlar. Etkin (Aktif) oldukları için, öğrencileri (ve öğretmenleri) öğrenme süreçlerinde isteklendirme daha kolaydır. Gelişmiş ve demokratik ülkelerdeki Pedagojik yaklaşım genelde yukarıda anlatılan son iki sistemin sentezi (bireşimi) gibidir.

BİR MÜFREDAT (Yetişek) NE ZAMAN ÇAĞDAŞ OLUR?

1- Eğer bir müfredat (yetişek), aklın ve bilimin ışığında, tüm paydaşların (öğretmen, sendika, üniversite, bakanlık, uzmanlar, basın…) özgür ve ortak katılımı ile çağdaş birey, çağdaş aile, çağdaş toplum ve çağdaş devletin ulusal ve evrensel gereklerini karşılayacak biçimde hazırlanmışsa,
2- Müfredatın (Yetişeğin) hazırlanmasında dikkate alınan veriler ve kaynaklar akılcı, bilimsel ve çağdaşsa,
3- Eğitim ve öğretimin baş ögeleri olan öğretmenler çağdaş bir anlayışa ve motivasyona (güdülenmeye) sahiplerse, maddi olarak insanca yaşayabiliyorlarsa,
4- Eğitim-öğretim araç-gereçleri yeterli ve çağdaşsa
5- Eğitim-öğretim yerleri, derslikler, laboratuvarlar, kütüphaneler.. internete, bilgiye erişim olanakları fiziksel ve maddi olarak nitelikli, yeterli ve çağdaşsa,
6- Eğitim politikası bir etnik ya da azınlık kesimin ideolojik aygıtı olmaktan uzak, toplumun bütünün ve devletin çağdaş gereklerine göre düzenlenmişse,
7- En önemlisi de ülkedeki yönetsel, bilimsel, eğitsel, kültürel, ekonomik, hukuksal ve siyasal anlayış çağcılsa, o zaman çağdaş olur.
***
Değerli okurlar,
Yukardaki bilimsel bilgiler, veriler ve ölçütleri dikkate alarak ÇEDES ve YENİ MAARİF MÜFREDATI (Yetişeği) hakkında bir kanıya varabilirsiniz.

Son sözüm şudur             :

Eğitim programlarının yapılmasını eğitimbilim uzmanlarına (Program Geliştirmecilere), program öğretmenliğini mesleksel teknik bilgi birikiminin yanında, üniversitelerde bilimsel pedagojik formasyon diploması olan öğretmenlere yaptırmak gereklidir. Nasıl ki hekimler kuyumculuk yapamaz, terziler bakır dövemez, avukatlar mühendislik projesi çizemezse… bilimsel pedagojik formasyonu olmayan müftüler, imamlar, hocalar, dedeler, şeyhler, şıhlar da müfredat (yetişek) hazırlayamaz ve resmi-özel eğitim kurumlarında öğretmenlik yapamazlar. Her meslek sahibi kendi uzmanlık alanında yararlı ve verimli olur. Zaten tersine yaklaşım, kutsal öğretmenlik mesleğinin onuruna da ters düşer.

BAŞIBOŞ KÖPEKLER SORUNUNA HALK SAĞLIĞI YÖNÜNDEN EKOLOJİK BİR BAKIŞ[1]

Dostlar,

Saygın meslektaşımız Dr. Umur Gürsoy, güncel bir sorunu yetkin kalemi ve insancıl yüreği ile web sitesinde yazdı. Uzunca o yazıdan giriş, biraz ortalar ve sonundan alıntılar yaptık. Tüm metni Dr. Gürsoy’un özgün web sitesinden okumalı..

https://umursuz54.wordpress.com/2024/06/02/basibos-kopekler-sorununa-halk-sagligi-yonunden-ekolojik-bir-bakis1/

Kendisini kutluyor ve teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 12 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

=====================================================

Taşrada bir ekolojist: Umur Gürsoy - Yeşil Gazete
Dr. Umur Gürsoy
Halk Sağlığı Uzmanı
  • Ben yalnızca, kendi duymak istediklerimi söyleyen bir bilim insanı istiyorum diyen bir toplum, çok köklü yanlışları olan bir toplum demektir. Prof. Dr. Ross Hesketh

Bilim insanı ya da bir uzman: topluma sorunların çözümünü zorla kabul ettirmeye çalışmaz. Toplumun veya karar vericilerin kendi duymak istediklerini değil; görüşlerini uzmanlık alanının sınırları içinde kalarak bütün yönleriyle, ulaşabildiği kaynaklara ve verilere gönderme yaparak açıklar. Ancak bu durumda: iyi bilgilendirilmiş toplum ve çıkar grupları sağlıklı kararlar alabilirler. Yazının konusu olan sorun da pek çok bilim ve çıkar grubunu ilgilendirdiği için tek yönlü ele alınamazdı. Bu nedenlerle yazım, özellikle bağnaz hayvan severleri memnun etmeyecektir. Her zaman yazılarımı yayınlayan bir yayın organı da olaya sadece hayvan haklarından yana taraf oluşu nedeniyle yazıyı bu haliyle yayınlamak istemedi. Ben de görevimi yapmak için kendi bloğumdan Türkiye EYÇ hareketleri başta olmak üzere tüm kamuoyuna bir mektup yolluyorum. Yaşasın Türk canlıları!

İnsan ve hayvan sosyolojisi, toplumsal psikoloji, ekonomi gibi sosyal bilimlerin işin içine karıştığı hekimlik (halk sağlığı, çevre sağlığı), veterinerlik, ekoloji gibi uygulamalı bilimler: ilkesel olarak evrensel kurallara sahiptirler. Ne var ki uygulama anlamında bir o kadar yereldirler (yer ve kişi etkeni), ulusaldırlar. Bu nedenle başka ülkelerin çözüm uygulamaları her zaman Türkiye gibi ülkelerde geçerli olmayabilir.

Giriş

Bilmek tanıklık demektir; tanıklık da sorumluluk getiriyor. 70 yaşımın konuyla ilgili yaşanmışlıkları dışında, halk sağlığı uzmanı olarak bulaşıcı hastalıklar savaşımı konularında yıllar süren çalışmalarım, sokak köpekleri (başıboş köpekler) sorununa kafa yormuşluğum var[2].

Ayrıca Türkiye’nin köy ve şehirlerarası yollarında 22 yıl boyunca uzun bisiklet gezileri yaptım. Bunların ikisini tek başına; 2014 ve 2015 yılında toplam 16 gün süren iki Yunanistan gezimi bir arkadaşımla beraber yaptım. Çektiğim köpek saldırısı korkusu nedeniyle 2000’li yılların başında bir sayfalık Kuduz Şüpheli Temas ve Köpek Isırmasından Korunma Yolları Rehberi yazdım. Dörtyol’daki Yılancı Hacı Macit’in el verdiği yeğenlerinden köpek ısırmasına karşı kendimi efsunlattığım bile oldu.

Çevre sağlığı hizmetleri:
risk değerlendirmesi anlamında ve genel olarak da toplumdan gelen yakınmalar ve sorularla; ulusal ve uluslararası sınır ötesi hayvan (ticareti) hareketlerinin denetimi ve izlenmesiyle de ilgilenir. Böyle yaygın bir risk değerlendirmesinin etkin olarak yapılabilmesi için gereken bilgilerin ve kadroların bulunduğu bilim dalları ve disiplinler arasında belirgin olarak anılması gerekenlerin epidemiyoloji ve çevre epidemiyolojisi olduğunun bilindiğinden de adım gibi eminim.

Konuyla ilgili veriler en basitinden neler olmalı? Aklıma hızlıca gelenle şunlar:

1- Yıllara göre Türkiye toplam köpek ve başıboş köpek sayısı; bunların ve özellikle başıboş köpeklerin il ve ilçe ve mahallelere dağılımı. Doğadaki kuş nüfusunu sayabilen uzmanların köpek sayımızı bilmemeleri ve saymamış olmalarını düşünemiyorum.

2- Köpek saldırısı nedenli insan yaralanma ve ölümlerinin evcil ve başıboş köpeklere dağılımı (Saldırı nerede ve nasıl olmuş; saldıran köpek sahipli mi yoksa başıboş mu?); mutlaka araştırılmıştır.

3- Köpek saldırısından kaçma nedenli ya da yola çıkan köpek nedenli trafik kazaların sayısını (yaya ve bisikletlilerin karıştıkları dâhil) ve böyle kazalar sonucu ölüm ve yaralananların sayısını çocuklar bile bilir.

Soruna neden olan sorundan başlamak gerek

Neden bu kadar başıboş köpek var? Çünkü denetimsiz çoğalıyorlar. Pekiyi neden denetimsiz çoğalıyorlar? Çünkü sokak köpekleri tamamen insana bağlı nedenlerle, artık ihtiyaç ya da sevgi fazlası olmuşlardır. İnsanların köpeğe ihtiyacı kalmamıştır. İnsan köpeği aldatmış, onu tarihsel ortak yaşama (koruma, bekçilik etme) nedeni dışında kullanmaya ve onu terk etmeye başlamıştır. Çoğalmanın nedeni köpeklerin insanlar (eski sahipleri vb.) tarafından kırsal alanlara ve sokağa terk edilmeleridir. Terk edilen köpekler, içgüdüsel olarak insanların çevresine geri döner; çöplüklerden ve doğada avlayabildikleri ile beslenmeye, doğal olarak da doğurmaya başlar. Bu arada köpekler içgüdüsel olarak sürüleşmeye gider ve sürü kendi bölgesini belirleyerek başka köpek ve diğer tehlikeli bulduğu yabancı canlılara karşı bölgesini korumaya başlar. Ekolojinin kuralı gereği eğer düşmanları yoksa doğum sayıları ölüm sayılarını geçmeye ve hayvanların nüfusu (popülasyon) artmaya başlar.

Ve pek tabii ki ihtiyaç ve sevgi fazlası evcil hayvanların sokağa terk edilmesini önleyecek önlemler almak; o da olmuyorsa minik gemiciklerle köpeklerin Çin’e ihraç edilmesi seçeneği de unutulmalıdır.

KAYNAKÇA
  1. Başıboş köpek https://www.wikiwand.com/tr/Ba%C5%9F%C4%B1bo%C5%9F_k%C3%B6pek 29.05.2024 tarihli erişim
  2. https://www.caninejournal.com/benefits-of-spaying-and-neutering/#what-are-the-benefits-of-spaying-or-neutering-pets  02.06.2024 tarihli erişim
  3. https://www.aa.com.tr/tr/info/infografik/39596 02.06.2024 tarihli erişim
  4. Türkiye’de başıboş köpek sorunu https://www.wikiwand.com/tr/T%C3%BCrkiye%27de_ba%C5%9F%C4%B1bo%C5%9F_k%C3%B6pek_sorunu 29.05.2024 tarihli erişim
  5. https://www.sozcu.com.tr/tbmm-inceledi-avrupa-sahipsiz-hayvanlara-nasil-cozum-buluyor-wp7781163
  6. https://yesilgazete.org/blog/2013/04/26/tasrada-bir-ekolojist-umur-gursoy/

[1] Bu yazıya Yılancı Hacı Macit, Nevzat Çelik, Fuzuli, Martin Fitzpatrick ve Xavier Bonnefoy, Murray Bookchin, Tınaz Titiz, Ahmet Şenpolat (Hayvanları Koruma Federasyonu-HAYTAP), Türk Veteriner Hekimleri Birliği, Ümit Kartoğlu, Wikipedi-Wikiwand ve Engin Ayça sızmıştır.[2] Yazımızda kırsal alanlardaki köpekleri de içerdiği ve söz birliği için ‘başıboş köpek’ terimi yeğlenmiştir.
____________________________
Yazının tümü için lütfen tıklayınız..

https://umursuz54.wordpress.com/2024/06/02/basibos-kopekler-sorununa-halk-sagligi-yonunden-ekolojik-bir-bakis1/

TENCERE DİBİN KARA

Suay Karaman

Siyasal iktidarın hazırladığı “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi”, 17 Mayıs 2024&’te yürürlüğe girdi ama toplum olarak ne denli yürüyeceğini göreceğiz. Tasarruf her zaman, her ortamda çok önemli. En küçük aile bütçenizde bile tasarrufun büyük önemi var. En azından denk bütçe yaparsanız, yaşamınız rahatlar, kolaylaşır. Devlet bütçesini denk bütçe yapsanız topluma rahatlık da gelir, mutluluk da gelir. Hele bütçe fazlası verirseniz yeni yatırımların yolu açılır, kalkınma hızlanır.

İstanbul Anakent Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 2027 Avrupa Olimpiyat Oyunları imza töreni için 17 Mayıs 2024’te Roma’ya gitti. İmamoğlu ile birlikte 45 gazeteci ile toplam 73 kişi vardı. Bu etkinliğin tüm giderleri İstanbul Anakent Belediye bütçesinden karşılandı. Kafile (Küme), Roma kent merkezinde beş yıldızlı bir otelde konakladı ve seyahat için THY’den bir uçak kiralandı. Yerel seçimlerin ardından Cumhuriyet Halk Partisi, belediye başkanlarına “kayırmacılık, şatafat ve israfla mücadele” başlıklı bir genelge göndermişti. Bu gezi, CHP’nin genelgesini çiğnemiştir.

Ekrem İmamoğlu, yapılan eleştirilere karşı “Avrupa Oyunları, İstanbul tarihinde ilk kez yapılıyor. Bunun yadırganacak bir tarafı yok. Önemli bir organizasyondur. Etik kurallar üzerinden eleştirileri dinliyoruz. Bir eksiğimiz varsa bakarız, bir sonrakinde yapmayız. Ama ilk kez yapıyoruz.” ifadelerini kullandı. Ancak Mayıs 2022’deki Karadeniz gezisi de belleklerdedir.

Kamunun parasıyla gazetecileri uçağa bindirip, her türlü giderini karşılayarak, propaganda için beğeni yazısı yazdırmak normal değildir, bu yaklaşım Turgut Özal ile gelişen bir olaydır. Böyle yapılarak hem gazetecilik, hem belediyecilik, hem de siyaset yozlaştırılmaktadır.

28 Mayıs’ta Sayıştay‘ın 162. kuruluş yıl dönümü nedeniyle AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada, Ekrem İmamoğlu’nun Roma gezisini eleştirerek şunları söyledi:

  • “Son dönemde eş dost atamaları ile belediye imkanlarının kişisel amaçlar için kullanıldığını görüyoruz. Milletin kamu kurumlarına olan güvenini sarsıyor. Kimse kusura bakmasın ama milletin cebinden basın mensuplarına özel uçakla Roma turu yaptırmanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz.” dedi.

Tayyip Erdoğan’ın bu eleştirisine karşı Ekrem İmamoğlu da; “Sayın Cumhurbaşkanı mı bana kamu parasını korumayı öğretecek? Almanya Cumhurbaşkanı bile 1 uçak kullanırken, sen 8 uçak kullanıyorsun bu ülkede. İsrafın daniskasını anlatırım saatlerce. dedi.

Tayyip Erdoğan’ın bundan daha büyük kadrolarla yaptığı gezileri yazmaya kalksak sayfalar yetmez. Kamu paralarının böyle gezilere harcanması doğal olarak eleştirilebilir ama bunun yanında yolcu garantili köprüler, yollar, havaalanları; hasta garantili hastaneler yaparken de düşünmek gerekir. Kamu kaynaklarını tarikatlara, şeriatçı vakıflara verenlerin, bu eleştiriyi yapanların önce kendi geçmişlerine bakması gerekir. Sonuç olarak Ekrem İmamoğlu, Roma’daki imza törenine daha küçük bir kadro ile gitseydi, eleştirilmez ve övgü alabilirdi.

Ayrıca Sayıştay töreninde yine anayasa çağrısı yapan Tayyip Erdoğan şöyle konuştu :

  • “Türkiye yüzyılının kilometre taşlarından biri yeni ve sivil bir anayasadır.
    Anayasanın demokratikleşmesine yönelik çok kritik adımlar attık.
    Yeni hükümet sistemi sayesinde siyasi belirsizlik ortadan kalktı.
    Yönetimde güven ve istikrar tesis edildi.”

Her 27 Mayıs’ta darbelere karşı olduğunu söyleyip, demokrasi dersi veren Tayyip Erdoğan’ın, önce yasalara ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyması gerekmektedir. Zaten tasarruf yapılmayacak, bari hukuk devletinin kurallarını işletelim de, en azından toplum psikolojik (ruhsal) olarak biraz rahatlasın.

Azim ve Karar, 3 Haziran 2024

ÇARŞAMBA İĞNELERİ

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

VURGUN

Et ve Süt Kurumu’nun kilosunu 176 TL’ye ithal ettiği etleri alan firmaların, vatandaşa 550 TL’ye sattığı açıklandı.

Firmaların bu Kurumla ilgisi-ilişkisi olmadığına eminim!..

MÜLTECİ

MEB, okulun semtinden bile geçmeyen mülteci öğrencilere karne verecek.
Öğrenciler üniversite kazanırsa diploma da verilecek.

Memleket Türkiye Cumhuriyeti değil, Türkiye Mülteci Cumhuriyeti

DUADAYIZ

Mamak İlçe Milli Eğitim Müdürü, ÇEDES projesi kapsamında LGS sınavına girecek öğrencileri ve velilerini sabah namazına çağırdı. Projenin adı

Ailecek huzurda kıyamdayız, Gençler için duadayız

A be müdürüm; derse, kursa ne gerek, her gün çağır milleti namaza-duaya LGS çantada keklik…

BİRİNCİYİZ

TÜİK’in bütün çabalarına karşın Mayıs 2024 enflasyonu %75.4 çıktı.

Demek ki %115 (%50 fazlası) garanti.

Ekonomist reis ve tayfası sayesinde Avrupa birinciliğini kaptırmıyoruz. Dünya birinciliğine az kaldı…

İHBAR

AKP’liler birbirini ve yakınlarını yolsuzluktan ihbar etmeye başladı.

Yolun sonu görülüyor…

BAKIR

TCDD’nin bakım için anlaştığı şirket, tren motorlarından milyarlarca değerinde bakır çalmış.

Çalana bak, çaldırana bakmayı unutma…

KAPATIN!

AYM, Cumhurbaşkanı’nın Merkez Bankası başkanlarını görev süresi dolmadan alma yetkisini iptal etti. Rektör atamasını Anayasa’ya aykırı buldu.

Koltuk değneği ne der?

  • “Bu mahkeme kime hizmet etmektedir? Derhal kapatılmalıdır!”…

ÇEVRE HAKKI ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİ’ne DOĞRU

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

BM Genel Kurulunca 10 Aralık 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), 27 Mayıs 1949 günü (RG) iç hukukumuza aktarıldı. Bir uzlaşma ve sentez metni olan 30 maddelik İHEB’de tanınan hak ve özgürlükler, iki büyük pakt (Sözleşme) ile somutlaştırıldı (1966);
– Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (MSHS)
– Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS).

1976’da yürürlüğe giren Sözleşmeleri, Türkiye Cumhuriyeti 2003’te onayladı.

BM Çevre ve Gelişme Konferansı sonunda yayımlanan Stockholm Bildirgesi (Haziran 1972), çevre hakkını tanıdı.

Yüzyılın son çeyreğinde Anayasalar da çevresel haklar alanını genişletti.

BM Dünya çevre toplantıları, –1992 Rio Doruğu gibi- her on yılda bir düzenlendi. BM Genel Kurulu, Stockholm Bildirgesi’nin 50. yılında çevre hakkını tanıma kararı aldı. Ne var ki, MSHS ve ESKHS’nin 3. ayağı olarak çevre sözleşmesi eksik kaldı.

Avrupa Konseyi (1949) tarafından hazırlanan ve esin kaynağını İHEB’in oluşturduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), klasik hak ve özgürlüklerle sınırlı kaldıysa da, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Sözleşme’de öngörülen haklar temelinde çevre hakkını da açıkça tanıdı ve korumaya başladı (1994).

Karşılaştırmalı Çevre Hukuku Uluslararası Merkezi (Centre international de droit comparé de l’environnement-CIDCE), BM Ekonomik ve Sosyal Konsey (UN – ECOSOC) önünde danışma statüsüne sahip bir kuruluş olarak, çevre üzerine dünya ölçeğinde çok yönlü bilimsel etkinlikler yürütüyor.

Çevre Hakkına İlişkin Uluslararası Sözleşme taslağı, CIDCE tarafından 15 Devletten 28 uzmanın desteğiyle BM’ye sunulmak üzere hazırlandı.

Taslak 42+11 madden oluşmakta ve içerik olarak, çevresel hak ve ilkeler sıralanıyor; temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevre hakkından, farklılaşmış sorumluluklar çerçevesinde eşitlik ve dayanışma ilkesine dek. Onaylanması durumunda BM Çevre Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşme olarak yürürlüğe girecek. (A. Saltık: “Güvenli çevre” boyutu gözden kaçmasın..)

Soru : İHEB’in iç hukuka aktarılmasının ve AK’nin kuruluşunun 75. yılında ulusal-üstü kazanımların neresindeyiz? İnsan ve çevre hakları yönünden ulusal ve uluslararası düzenlemelerin eklemlenme derecesi nedir?

Acı gerçek şu :  Belgeler, kurallar ve ilkelerin giderek çoğalması, ihlaller (çiğnemler) dalgasını azaltmadı. Çevre korumasını etkili kılması gereken düzenlemeler, tam tersine çevresel yağmayı perdelemek için kullanıldı. Ekolojik kamu düzeni kuralları içeren Anayasa’dan (1982) Paris İklim Anlaşması onayına (2022) uzanan 40 yıl ve sonrası, normatif düzenlemelerle çelişen ve ülkesel ekosistem üzerinde onarımı olanaksız sonuçlar doğuran uygulamalar hız kesmedi.

Yasama, Anayasa’ya aykırı ve ekosistemi bozucu yasalarda sınır tanımıyor.

Yürütme, maden arama ruhsatı dağıtımında olduğu gibi, tarihsel, kültürel ve doğal varlıkları, oy beklentisine indirgediği için yerli ve yabancı işbirlikçileri, Cerattepe’den Kazdağları’na, İliç’ten Akbelen’e (…) ülke bütününü yağmalıyor.

Yargıya gelince; AYM, ekosistemi bozucu yasaları iptalden kaçınıyor; idari ve adli yargı,
çevre kurallarını ihlal eden işlem ve etkinlikleri denetimde geç ve yetersiz kalıyor.

Bu nedenle,
– uluslararası kazanımlar farkındalığı ve
– çevre savunucularının hak güvenceleri

(tıpkı Sözleşme taslağında olduğu gibi) önem taşıyor. Büyük çevresel ve insan yitiklerine karşın ekosistem belli ölçüde korunabildi ise, her yaştan ve her bölgeden insanlarımızın yaşamın bileşenlerine sahip çıkması sayesinde oldu.

Türkiye’ye çullanan yerli ve iş birlikçiler, tarihsel, kültürel ve doğal değerlerimizi tümüyle yok edemedi ise bunda, fikir-hukuk-eylem üçlüsünde yerel-ulusal-uluslararası düzlemde, bireysel, kolektif ve kurumsal olarak yürütülen yoğun yurttaş çalışmaları belirleyici oldu.

Gezi’nin 11. yıldönümü vesilesi ile Topçu Kışlası kamuflajı (perdelemesi) altında inşa edilmek istenen alışveriş merkezi, yaşam alanlarının ve anayasal düzenin sahiplenilmesi sayesinde engellendi ve Gezi Parkı kurtarıldı.

  • Post-modern demokrasi mantığı temsilcilerine ve Gezi tutsaklarına selam olsun!

====================================
Önceki ve Sonraki Yazılar

Hangi anayasal miras?
3. CEZA DAİRESİ VE KESİN HÜKÜM YOKLUĞU
OHAL sona eriyor mu?
16 Nisan’ın 6. yılı
17 Nisan 2023 Pazartesi 00:04
Anayasa, ekosistemi de koruyor

TSK’nın Komuta Yapısı da Anayasaya Aykırıdır

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm. 

Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı’na yasaya aykırı yetki veren 703 sayılı KHK’yı iptal etti.
İptal kararının gerekçesi, yasa ile yapılmış bir düzenlemenin KHK ile değiştirilmesinin normlar hiyerarşisine (kurallar katmanlanmasına) aykırı olması ve Cumhurbaşkanı’nın yetki aşımında bulunmasıdır.

Benzer bir durum 15 Temmuz hain darbe girişiminin hemen ardından 31 Temmuz 2016’da yayınlanan 669 sayılı KHK için de geçerlidir. 669 sayılı KHK’nın 35. maddesi ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Milli Savunma Bakanı’na (MSB) bağlanmıştır, Bakanlığı’na değil!!

KHK ile yapılan bu düzenleme anayasaya alıkça aykırıdır. Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri Türk Silahlı Kuvvetlerini (TSK) oluşturur. Anayasanın 117. maddesi “Genelkurmay Başkanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı olup, savaşta başkomutanlık görevini cumhurbaşkanlığı adına yerine getirir.” demektedir. Anayasaya göre TSK’nın komutanı Milli Savunma Bakanı değil, Genelkurmay Başkanıdır. Bu düzenleme, binlerce yılık savaş deneyimlerinden ortaya çıkan ilkelerden “komuta birliği” ilkesine de aykırıdır. Komuta yapısının bozulmasının inandırıcı bir nedeni açıklanmamıştır.

Sakıncalar

  1. 669 sayılı KHK ile yapılan komuta düzenlemesi anayasaya açıkça aykırıdır. Milli Savunma Bakanı Anayasanın 6. maddesine aykırı olarak kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanırken, Genelkurmay Başkanı anayasal görevini yapamaz duruma getirilmiştir.
  2. Yapılan düzenleme TSK’nın üst düzey komuta ilişkilerinde belirsizlik oluşturmuştur. Komutan anayasaya göre Genelkurmay Başkanı, KHK’ya göre Milli Savunma Bakanıdır.
    Emir-komutada belirsizlik askerlikte yapılabilecek en büyük yanlıştır. Harp tarihi bunun acı örnekleri ile doludur.
  3. Düzenleme ile Kuvvet Komutanlıkları Mili Savunma Bakanına bağlanmıştır. Kuvvet Komutanlıklarının iki komutanı olamayacağına göre, Genelkurmay Başkanı Kuvvetlere buyruk (emir) veremez duruma getirilmiştir. Barışta Kuvvetlere komuta edemeyen, savaşa hazırlıklarını geliştirip denetleyemeyen, personeli tanımayan Genelkurmay Başkanı’nın savaşta cumhurbaşkanı adına başkomutanlık görevini yerine getirmesi olanaksız duruma getirilmiştir. Bir birliği savaşa hangi komutan hazırladı ise savaşta o birliğe aynı komutanın komuta etmesi temel bir kuraldır. Bu durumda barışta MSB, Kuvvetleri savaşa hazırlatacak, savaşta genelkurmay başkanı yönetecektir. Bu yanlıştır.
  4. Son iki MSB asker kökenledir. İleride askerlik bile yapmamış, askeri bilgi ve deneyimi olmayan sivil bir politikacı Mili Savunma Bakanı olarak atandığında, bilgi ve deneyim gerektiren komutanlık görevini yerine getirmesi olanaksızdır.Bu durum ulusal güvenliğimizi tehlikeye sokar.

    Öte yandan, Genelkurmay Başkanlarının görev süreleri sonunda MSB olarak atanmaları alışkanlık durumuna getirilerse, bir başka büyük yanlış olan Orduya siyaset sokulmuş olur.

Değerlendirme:

Bu bir ulusal güvenlik sorunudur.

Ulusal güvenlik ulusu oluşturan yurttaşların güvenliklerinin toplamıdır.

Soluduğumuz hava gibi, özgürlükler gibi varlığı pek duyumsanmaz, tehlikeye girdiğinde, kısıtlandığında veya yokluğunda önemi ve değeri anlaşılır ama geç olabilir!!.

Tarih bize bu coğrafyada yaşamda kalabilmenin güçlü bir silahlı kuvvetlerle olanaklı olacağını öğretmiştir. Güçlü silahlı güçlerin ön koşulu, barıştan başlayarak yetkin ve kuşkuya yer bırakmayan komuta yapısı ile savaşa hazırlanmaktır. Çevremizdeki güvenlik ortamının ulusal çıkarlarımız aleyhine (karşıtı) bozulmakta olduğu günümüzde konu önem ve öncelik kazanmaktadır.

Öneri

TSK’nın üst düzey komuta yapısını anayasaya aykırı olarak bozan ve ulusal güvenliğimizi tehlikeye sokan 669 sayılı KHK’nın ilgili maddesi iptal edilmelidir.

Yasama sınavındaki 1. parti CHP

31 Mart seçimleri sonrası demokrasi, ‘demos-kratos’ ayrışması ışığında okunmalı.

Anayasal olarak “iktidar ve anamuhalefet partisi” yerine, “en fazla üyeye sahip iki parti” nitelemesi (2017 Değ.) de “toplum-yasama-anayasa” ilişkilerini yeniden tasarımda kullanılmalı.

DEMOS MEŞRULUĞU

AKP ve CHP, TBMM’de “en fazla üyeye sahip iki parti”. 31 Mart seçimleri, halk ve temsili organ (demos/kratos) arasında şöyle bir farklılaşma yarattı:

CHP’yi birinci parti yapan halk, AKP’yi ikinciliğe düşürdü.

Demos (halk) değişikliği, kratos (iktidar)’a yansımadı; çünkü hükümet ve siyasal sorumluluk, 2017’de kaldırıldı.

Bu ayrışma, iktidar-muhalefet ilişkisini yeniden kurgulama fırsatı da yarattı. CHP, demos adına 1. Parti sıfatını TBMM etkinliklerinin her aşamasında kullanmalı. Temsil organında Cumhur İttifakı’nın sayısal üstünlüğü karşısında, güçlü bir demokratik meşruluk dayanağı var CHP’nin.

Sayı üstünlüğünü haklılık ölçütü olarak kullanan ve “Yaptığımızı doğru bulduğu için seçmen bize oy veriyor, yasama tercihlerinde ölçümüz seçmen tercihi” vb. AKP söylemleri, demokratik meşruluk temelinde artık kullanılamaz. Yasama sürecinde, sürekli “Anayasa’ya saygı” testinden geçirilmesi gereken Cumhur İttifakı’nın 2017 kurgusunun amacı ile bağdaşmadığı gibi,
TBMM için ters kelepçe işlevi gördüğü, artık daha sık ve yüksek sesle dillendirilmeli.

YASAMA KUŞATMASI

Bu çerçevede, yasa önerileri üzerinde Komisyon öncesi, Komisyon aşaması, genel kurul, Anayasa Mahkemesi süreci olmak üzere, yapılması gerekenler üzerine “TBMM İçtüzüğü” nü yeniden okuma gereği açık.

Komisyonlar: Tam kadro ve sürekli katılmak, Anayasallık ön incelemesi, torba ve hızlı yasa uygulamasına karşı çıkmak, ikili ve/ya üçlü etki analizi istemek, kuşatıcı muhalefet şerhi yazmak…

Genel Kurul: İlgili Komisyon üyeleri olarak sürekli ve eksiksiz katılmak, torba yasaları temel yasa gibi görüşme dayatmasına karşı çıkmak, yasa önerisi üzerinde eksiksiz konuşmak, geri çekilen maddelerin son dakika değişiklikleri ile eklenmesine karşı uyanık olmak; bir de Komisyonlar arası torbalara sokuşturularak ‘gizlenen’ torba yasa maddelerini teşhir için özel bir izleme kurulu kurmak.

Anayasa’ya saygı ve demokratik anayasa değişiklik hedefi ile de tutarlılık için, nitelikli yasama için etkili yasama süreci, muhalefet olarak adlandırılmamalı; tam tersine, tabanda birinci olan Parti’nin önermesi, ön alması, seçenek üretmesi, halka yönelik güçlü ve sistematik bir söylem oluşturması, TBMM’de DEM P., İyiP, Saadet P., TİP demokratik yelpazesi ile kucaklayıcı bir ortak direnme zemini oluşturma çalışmalarını da kapsamına alması, nitelikli yasama yol haritası için belirleyici olmalı.

ÖNERİCİ ve ÖNALICI

27. dönemde deneyimlediğimiz “opposition” (muhalefet) yerine “proposition” (önerme) yaklaşımını Sn. Özgür Özel, şimdi 1. Parti Genel Başkanı olarak sistemli ve sürekli bir uygulamaya dönüştürebilir.

AYM’nin çok gecikmeli olarak ve bir ölçüde de olsa iptal ettiği CBK-1 ve KHK-703 üzerine,
1. Parti’nin söylem ve eylemlerinin haklılığını pekiştirici yasama yol haritası da belirlenmeli.

Toplum-yasama-anayasa’ ilişkisindeki yeni kurgu, Cumhur İttifakının “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyetikiyüzlülüğünü de teşhir etme vesilesi olmalı.

DEZENFORMASYON ve TUZAK

Nitelikli yasa ereğinde yasama işbirliğini Anayasa’ya ve kamu yararına uygunluk açısından bilgi temelinde geliştirmek, öncelikle, tematik (konulu) toplantılar olarak toplumla inşa edilmekte (kurulmakta) olan demokratik siyasetin inandırıcılığı bakımından çok önemli.

Sonra, Anayasa’ya saygı ve demokratik Anayasa değişikliği hedefi için gerekli. Bu çerçevede, TBMM’nin Anayasal dezenformasyona alet edilmesine de karşı çıkılmalı.

Nihayet (Son olarak), ‘hukuka çağrı’ yolunda yürütülmeye çalışılan müzakereler (görüşmeler) için de nitelikli yasama ciddiyeti önemli.

Bu yolda, 2017 kurgusunu (tuzağını) aşmaya odaklanmak ve CB adayı tuzağına asla düşmemek de, izlenmesi gereken yol ve yöntemin ne denli duyarlı bir konu olduğunu doğruluyor.

Doğurganlık Tartışmaları Kadınların Üreme Hakları Korunarak Ele Alınmalıdır!

HASUDER Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Üreme Sağlığı Çalışma Grubu tarafından hazırlanan

  • “Doğurganlık Tartışmaları Kadınların Üreme Hakları Korunarak Ele Alınmalıdır!”

başlıklı basın açıklaması, Derneğimiz web sayfası ve sosyal medya hesaplarında paylaşılmıştır.

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) olarak 2023 yılı için TÜİK tarafından açıklanan son “Toplam Doğurganlık Hızı” verisi ve kadınların en temel hakkı olan “doğurganlıklarına karar verme hakkına” yönelik söylemler nedeniyle aşağıdaki açıklamayı kamuoyunun dikkatine sunarız:

● Ülkemizde nüfusun yarısını oluşturan kadınların sağlığının önemli belirleyicileri;
kadının toplum içindeki statüsünü oluşturan

– eğitime katılma,
– istihdam ve çalışma yaşamına katılma,
– siyasete ve karar verme mekanizmalarına katılma,
– sağlık hizmetine erişim durumlarıdır.

Dünya Ekonomik Forumu’nun ülkelerdeki kadın-erkek eşitsizliğinin boyutunu değerlendirerek yaptığı sıralamada; Türkiye 2022 yılında 146 ülke arasında 124. sırada iken, 2023 yılında 129. sıraya gerilemiştir.

Başka bir anlatım ile kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlik uçurumu derinleşmiş,
salt bir yıl içinde sıralamada beş sıra geriye gidilmiştir.
……..
…..
Özetle                                             :

Ülkemizde kadınların haklarını kullanabilmeleri için önlerindeki engellerin
kaldırılarak ve fırsat eşitliği sağlanarak daha iyi – eşit statüde olmaları mümkündür.
Bu bir tercih değil gerekliliktir, bunu sağlamak da “Devletin Anayasal Görevidir”.
Doğurganlıkları hakkında kendi kararlarını verebilmeleri ve doğurganlığın
düzenlenmesi hizmetlerine ulaşabilmeleri için önlemler alınmalı ve harekete
geçilmelidir. Türkiye’de kadınların Cumhuriyetle kazandıkları haklarından geri adım
atılmasına asla izin verilmemeli – engellenmelidir.

Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Üreme Sağlığı
Çalışma Grubu tarafından hazırlanmıştır.

Açıklama metni için: DOĞURGANLIK TARTIŞMALARI KADINLARIN ÜREME HAKLARI…

https://www.hasuder.org/Duyurular/Detay/basin-bildirileri/dogurganlik-tartismalari-kadinlarin-ureme-haklari-korunarak-ele-alinmalidir/1afcac65-adac-1a9e-454f-3a12f9d4e032

Saygılarımızla.

Erdoğan’ın umudu Kılıçdaroğlu!

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
03 Haziran 2024, Cumhuriyet

Dünyada, partisi seçimde birinci olduğu halde, seçimlerin üzerinden iki ay geçmeden, genel başkanlık tartışmasını gündeme getiren, kaç siyasetçi vardır? Muhtemelen yoktur.

Bunun tek istisnası eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’dur!

CHP, 31 Mart belediye seçimlerinde %38 oy alarak birinci parti oldu ve büyük bir seçim zaferi kazandı. Böylece CHP 1977 seçimlerinden sonra ilk kez birinci parti oldu; SHP’nin 1989 yılındaki belediye seçimi zaferi de o zamandan beri ilk kez yinelenmiş oldu.

Bu oyların önemli bir bölümünün ekonomik krizden dolayı tepki oyları olarak CHP’ye kaydığı söylenebilir. Ancak sonuçta bu oylar muhalefette olan başka bir partiye değil, CHP’ye kaymıştır. O nedenle CHP yönetiminin de bu seçim zaferinde bir payının olduğu kesindir.

Ayrıca geçtiğimiz yıl parti yönetiminde bir değişiklik gerçekleşmeseydi, 31 Mart belediye seçimleri kazanılmayacaktı. Çünkü 13 yıl boyunca girdiği tüm seçimleri yitiren Kılıçdaroğlu’na yönelik hem parti tabanında hem de genel olarak seçmen tabanında büyük bir tepki oluşmuştu. CHP tabanının ve genel olarak seçmen tabanının büyük bir kesimi, Kılıçdaroğlu’nun görevden ayrılması için, 31 Mart seçimlerini boykot etmek ve sandığa gitmemek eğilimine girmişti.

Durum böyleyken, Kılıçdaroğlu geçtiğimiz hafta katıldığı bir televizyon yayınında, kurultay delegelerinin aday göstermesi durumunda CHP Genel Başkanlığı’na yeniden aday olacağını ifade etti!
***
Kılıçdaroğlu, “Kurultay delegelerinin aday göstermesi durumunda, siz öyle bir durumda, ‘varım’ der misiniz” sorusuna yanıt olarak, “O kurultay delegelerine bağlı, bana bağlı değil. Kurultay delegesi isterse, tabii. ‘Ben olmayacağım’ olmaz. Onlar önerirlerse, olursa, bir sorun yok” dedi.

Oysa CHP’de 2025 yılının kasım ayına dek seçimli bir kurultay gündemi yok. Ayrıca CHP’nin daha iki ay önce gerçekleşen bir seçim zaferi söz konusu. Kılıçdaroğlu’nun, söz konusu soruya, “Şu anda seçimli kurultay gündemde değil; ayrıca CHP’nin bir seçim başarısı söz konusu iken bir genel başkanlık tartışmasını doğru bulmuyorum” biçiminde bir yanıt vereceğine, böyle bir sorunun üzerine balıklama atlayarak aday olabileceğini ifade etmesi, nasıl bir amaca hizmet edebilir?!

Bu tür bir yanıtın ve tutumun, AKP’ye hizmet edeceği açıktır. Ekonomik krizi aşamayacağını kendisi de anlayan AKP’nin şu andaki tek umudu, CHP’nin kendi içinde bölünmesi ve parçalanmasıdır.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş arasında bir bölünmeye ve tartışmaya umut bağlayan AKP, bunun gerçekleşmeyeceğini gördükten sonra, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışından dolayı çok mutlu oldu!
***
Partinin ilkelerinden uzaklaşılması ve parti içi demokrasinin uygulanmaması durumunda, örneğin bu yıl gerçekleşecek tüzük kurultayında, demokratik bir tüzüğün kabul edilmemesi ve CHP’nin seçim zaferinin sürdürülebilir olması engellendiği takdirde, CHP yönetimi, seçim zaferine karşın eleştirilebilir.

Ancak bu eleştiriyi, daha önceki yıllarda partinin ilkelerine sahip çıkmayan ve parti içi demokrasiyi uygulamayan Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyması durumunda, bunun hiçbir içtenliği ve inandırıcılığı olmaz.

2025 yılında, genel başkanlık ve parti meclisi üyeliği yarışının gerçekleşeceği seçimli kurultayda da, Kılıçdaroğlu’nun yeniden aday olmasının hiçbir siyasal gerekçesi olamaz.

CHP’yi temel ilkelerinden ve Mustafa Kemal Atatürk’ten koparttığı gibi, 13 yılda girdiği tüm seçimleri yitiren Kılıçdaroğlu’nun yeniden aday olması, salt AKP’ye ve onun genel başkanı
Recep Tayyip Erdoğan’a yarar sağlar.
=================================
Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

İnsan ve hayvan27 Mayıs 2024