RAHMANİ VE ŞEYTANİ


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

 

Tanrı’nın, sağduyunun ve aklın buyurdukları :

– Ahlak, hukuk ve adalet, 
– Sevgi, saygı ve hürmet,
– Dürüstlük, vefa ve sadakat,
 – Vicdan, insaf ve merhamet,
– Duygudaşlık ve eşitlik,
– Barış, huzur ve esenlik,
– Mutlu aile, mutlu toplum,
– Adil ve huzurlu ülke.

Şeytanın ve nefsin fısıldadıkları :

– Kibir, kindarlık ve şehvet,
– Zorbalık, cebir ve şiddet,
– Irkçlık, cinsiyetçilik ve cehalet,
– Yalancılık, fitnecilik ve fesatcılık,
– Ayrımcılık, dinbazlık ve bencillik,
– Düşmanlık, kargaşa ve savaş,
– Mutsuz aile, mutsuz toplum,
– Adaletsiz ve huzursuz ülke.
***
İnsanı Tanrılaştırma,
İnsanın kulu olursun.
Tanrıyı insanlaştırma,
Umut yoksulu olursun.
***
Aydınlar muma benzer,
Işık saçarak erir.
Kara cahil yobazlar,
Aydınları hor görür.

Anayasaya aykırı mıydı? Ali Fuat Başgil ve Tahkikat Komisyonu

Alev Coşkun
03 Haziran 2024, Cumhuriyet

 

27 Mayıs hareketinin 64. yıldönümü nedeniyle değerli gazeteci Sedat Ergin, “27 Mayıs’ın Sancılı Sayfaları” başlığını taşıyan bir yazı dizisi yayımladı.

Bu yazı dizisinde 1961 Anayasası’nın halkoylamasıyla kabul edilişinden sonra 1961 Ekim ayında yapılan seçimler sonunda ortaya çıkan siyasal tablo ve zor dönem anlatılıyor. 1961 Ekim seçimlerinde senatör seçilen Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçmesi için kendisine yapılan baskı üzerinde duruluyor.

Kuşkusuz bu baskı kabul edilemez. Demokrasiye aykırıdır. O günün güçleri eski Milli Birlik Komitesi üyeleri Orgeneral Fahri Özdilek, General Sıtkı Ulay, Kuvvet Komutanları, siyasal aktörler İsmet İnönü, Osman Bölükbaşı, Ekrem Alican’ın siyasal anılarına dayanarak yazılan ve altı gün süren bu yazı dizisi o günlerle ilgili önemli bilgiler vermiştir.

1961 Ekim seçimlerinden sonra eski Milli Birlik Komitesi’nin artık gücü ellerinden kaçırdıkları Silahlı Kuvvetler içinde “yeminli cunta” denilen bir gücün ortaya çıktığı, belgelere dayanarak anlatılıyor.

İstanbul Üniversitesi’nde polisin öğrencilere uyguladığı orantısız güç sonucu, yüzlerce öğrenci yaralandı.

DEMOKRASİ DERSİ

İşlerin tam çıkmaza girdiği ve Silahlı Kuvvetler içinde oluşan “cunta”nın siyasal etkisinin yükseldiği bir zaman diliminde siyasal parti liderleriyle, TSK generallerinin bir araya geldiği Çankaya toplantısında İnönü’nün verdiği demokrasi dersi üzerinde duruluyor.

Silahlı Kuvvetler 1961 Ekim seçimlerinden beklediklerini bulamamışlardı ve bu duygunun yarattığı bir huzursuzluk içindeydiler. Meclis’in toplanmadan dağıtılmasını isteyenler vardı.

Çankaya’da generaller, siyasal parti liderlerinin katılımıyla bir toplantı yapılacaktı.

Sedat Ergin bu toplantıyı sonradan Hava Kuvvetleri komutanı olan Orgeneral Muhsin Batur’un anılarına dayanarak anlatıyor:

“Kuvvet komutanları, ordu komutanları, kolordu komutanları toplanmışlardı. Toplantıyı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay açtı. Toplantının gündemini de açıkladı;
‘içinde bulunduğumuz politik ortamda Silahlı Kuvvetler nasıl bir yol izlemeli?…
Meclis’in açılmasına ve demokrasiye geçişe izin verilmeli mi, verilmemeli mi?’”

Batur şöyle sürdürüyor:

İnönü söz aldı. Bu gibi toplantılarda konuşma genelde başkana hitap edilerek yapılır. İnönü ise bizlere generallere doğru döndü… Tok sesi ve kendine özgü şivesi ile ve biraz da sertçe şunları söyledi:

  • ‘Bu anayasa silahlı kuvvetlerin eseri mi? Bu anayasa ve demokrasiye inanıyor musunuz? Eğer böyleyse bu işlere ne karışıyorsunuz? Bunlar Meclislere ait işlerdir…’ dedi.

Uzun bir sessizlik oldu… ”Aslında bu tavır İnönü’nün demokrasiye olan bağlılığının somut bir göstergesidir. Ergin’in yazı dizisinin en önemli noktası, 1961 seçimlerinden sonra Meclis ve Silahlı Kuvvetler içinde oluşan cuntanın yarattığı ortamın açık bir biçimde ortaya çıkmasıdır.
Bu karmaşık ortam beş yıl sürdü ve bu ortamdan demokrasiye inanmış İnönü’nün kesin karar ve tUTUMları sayesinde kurtulunmuştur.

ANKARA’DAN GELEN TELEFON

Ergin’in dizisinde başlıca sözü edilen kişi Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’dir. Biz, bu yazımızda asıl tartışmalı konuya girmek istiyoruz. DP tarafından kurulan Tahkikat Encümeni (Komisyon) anayasaya aykırı mıdır, değil midir?

27 Mayıs 1960 hareketinin en önemli sebeplerinden birisi Meclis’te kurulan Tahkikat Encümeni (Komisyonu) ve bu komisyona verilen yetkilerdir.

Tahkikat Komisyonu, 17 Nisan 1960’ta kuruldu. 15 kişilik komisyonun bütün üyeleri DP milletvekillerinden oluşuyordu. Tahkikat Komisyonu konusu Meclis’te görüşülürken büyük tartışmalar olmuştur.

  • Komisyona tutuklama yetkisi, yargılama ve savcılık yetkisi verilmiştir.

Komisyon gazeteleri ve matbaaları kapatabiliyor, gazetecileri hapse atabiliyordu.
Komisyonun kararlarına karşı da itiraz hakkı yoktu.

Komisyonun kuruluşundan 10 gün sonra 27 Nisan günü bu Komisyona yetkiler veren yasa
kabul edildi. Bu Yasa DP’nin “sivil hükümet darbesi” niteliğindeydi.

28 Nisan 1960 günü, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde üniversite öğrencileri
direnme hareketi başlattılar. “Hukukun katledildiği yerde hukuk okunmaz” diyorlardı.

Üniversite bahçesinde öğrencilerle polis arasında çatışma çıkmıştı. Polis aşırı güç kullanıyordu. Hatıralarında anlattığına göre anayasa hukuku hocası Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, polisin aşırı güç kullanmasına tanıklık ediyordu. Bu sırada Ankara’dan bir telefon geldi. Arayan DP milletvekili ve Milli Eğitim Bakanı Atıf Benderlioğlu idi.

Benderlioğlu telefonda “Hocam, Sayın Başbakan Menderes sizinle görüşmek istiyor. Ankara’ya gelebilir misiniz?” diyordu.

Ertesi gün 29 Nisan 1960’ta bu kez Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde protestolar başlamıştı.

Ali Fuat Başgil

KUCAKLAŞAN ASKER ve ÖĞRENCİ

Ali Fuat Başgil hatıralarında olayı şöyle anlatıyor:

“28 Nisan Perşembe günü dersimi vermek üzere, saat 09.00’u geçe, üniversiteye geldim. Binanın cümle kapısı dışında ve içinde üçer-beşer kişilik talebe grupları ve koşuşmaları gördüm. Gençler şakalaşıyor sandım, ehemmiyet vermedim. Saat 10.00’a doğru hadiseler başladı.

Başından sonuna kadar şahidi olduğum bu feci hadiselerin hatırasını unutmak istiyorum. Yalnız örtülü kalan bir iki noktada üstüne parmak basmakla iktifa edeceğim: Saat 11.00’e doğru, gençlik kitlesi, üniversite binasının kule tarafı köşesine bina ile kule arasındaki sahaya toplanmıştı. Yirmi beş, otuz kadar atlı polise emir verildi. Bunlar birden hücuma kalktılar ve kitle üzerine yürüdüler. Gençler polislere taş, toprak, ot, çimen ellerine ne geçtiyse savurdu. Atlar bu türlü hizmetler için yetiştirilmemiş olacak ki ürküp şahlandılar. Dört polisin attan yuvarlandığını gördüm. Kıta geriye çekildi. Bunun üzerine askere marş marş emri verildi. Önde subaylar, bir askeri birlik hızlı adımlarla yürüdü. Büyük bir fecaatin kopması bir an meselesi haline geldi. Üst kat penceresinden manzarayı nefesim tutulurcasına heyecan içinde seyrediyordum. Askerle talebe arasında 5-10 adım aralık kaldı kalmadı, talebe: ‘Yaşa Türk askeri!’ diye hep bir ağızdan haykırdı. Birlik birdenbire durdu. Bir an sonra subay, asker, talebe kucaklaşıyordu.
Bunu görünce heyecanım son haddini buldu ve beni büyük bir endişe sardı.”
(Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, s. 67, 69.)

TARİHSEL TOPLANTI

30 Nisan akşamı Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ve
Prof. Dr. Başgil’in katıldığı toplantının siyasal tarihimizde önemli bir yeri vardır. Başbakan Menderes, Prof. Başgil’e “Meclis’in Tahkikat Komisyonu’nu kurması anayasaya aykırı mıdır?” sorusunu sordu. Genellikle muhafazakâr düşünceye sahip anayasa hukuku hocası bilim insanı Başgil şu yanıtı verdi: “TBMM herhangi bir konu hakkında ‘tahkikat’ yani soruşturma komisyonu kurulmasına karar verebilir.” dedi.

Menderes, “O zaman muhalefet neden bu kadar gürültü çıkarıyor?” diye bir karşılık verdi. Başgil’in tarihsel yanıtı şöyledir:

Tahkikat Komisyonu kurulabilir ancak bu komisyona verilen yetkiler anayasaya aykırıdır.
(Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, 1990.)

Başgil hatıralarında şöyle devam ediyor:

“28 Nisan Perşembe günü çıkan bu kanunu okuyunca bazı noktalardan anayasa hududunun aşılmış olduğunu gördüm esef ettim. Bunu 30 Nisan Çankaya sofrası görüşmemde açıkça söyledim. Menderes merhum, salahiyet kanununda hangi noktadan anayasanın aşılmış olduğunu sordu. ‘Misal olarak Meclis müzakerelerinin yasaklanması noktasından aşılmıştır. Anayasanın 25. maddesi mucibince Meclis müzakereleri alenidir. Müzakerelerin neşrinin yasaklanması aleniyet prensibine aykırıdır’ cevabını verdim ve bu noktada merhum ile aramızda uzunca bir konuşma oldu”. (Çankaya görüşmelerini Prof. Dr. Başgil, Cumhuriyet gazetesinde de yazmıştır. Bu makale de önemlidir ve analiz edilmesi gerekir. Başgil’in makalesi 5-8 Haziran 1960 tarihinde yayımlandı.)

SONUÇ

1950-1960 dönemi ne yazık ki belgelere dayalı ve nesnel olarak tüm ayrıntılarıyla henüz yazılmadı. Şunlar ana noktalardır:

  • DP’nin iktidara gelir gelmez CHP’nin mallarına el koyması,
  • Halkevleri ve Köy Enstitülerini kapatması,
  • Kendisine oy vermeyen Kırşehir ilini ilçe yapması,
  • Basın üzerine baskı kurması, gazetecileri hapse atması,
  • Muhalefet lideri İsmet İnönü’ye sopalarla ve taşlarla saldırılması,
    Topkapı’da yolunun kesilmesi, kendisine karşı linç girişiminde bulunulması,

Ve en sonunda, DP’ye gönül vermiş Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in de belirttiği gibi,
anayasaya aykırı Tahkikat Komisyonu kurulması ve yetkiler verilmesi…

Bunlar bilinmeden 27 Mayıs 1960 hareketi tam olarak anlaşılamaz.

Kaynak: Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, 2. baskı, Boğaziçi Yayınları, s. 65-69.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mustafa AYDINLI şiiri : BİZİM KÖYLÜ NEREDE?    

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı
03 Haziran 2024

 

BİZİM KÖYLÜ NEREDE?

Yirmi yıl köyümden ayrıyım dostlar
Bu köyün kuzusu kuşu nerede
Sanki buraları ayrı bir diyar
Bu köyün muhtarı başı nerede?

Sürüyle kuşları gelip geçerdi
Akan çeşmelerden suyun içerdi
Kaydalayıp kayalardan uçardı
Ayağı kınalı keklik nerede?

Sabah olur bayırlara sarardı
Koyunlar meleyip yavru arardı
Üç çobanı yarım günde yorardı
Arkası gözükmez sürü nerede?

Çok cins imiş Veli Ağ’nın demesi
Kovaya benzerdi onun memesi
Sekiz litre süte çıkmazdı sesi
Buzağılı sağmal inek nerede?

Saf arpadan başka bir şey yemezdi
Binip gitsen seni yolda komazdı
Onca yüke bana mısın demezdi
Her yüke koştuğum eşek nerede?

Ambarın önüydü Alaş’ın yeri
Onsuz edemezdi o koca sürü
Sesiyle yıkardı hem göğü yeri
Babamın gözdesi köpek nerede?

Kesilmesi yedi köye yıkımdı
Çok yavaş akardı gayet sakindi
Şekerden tatlıydı bala yakındı
Bal tatlısı Evci suyu nerede?

Harman sonu düğün dernek çatardı
Düğünde gençleri nara atardı
Cıvıltısı bütün köyü tutardı
Bir okul dolusu çocuk nerede?

Güreşince üç kişiyi yıkardı
Bekçi idi tepelerden bakardı
Köyün her derdiyle başa çıkardı
Yan komşumuz Ali dayı nerede?

Tepelerde bağ yanında gezerdi
Haksızlığa dayanamaz kızardı
Karacaoğlan derdik destan yazardı
Yüz yaşında Kara Dayı nerede?

Buğday arabası gelir geçerdi
Bahçelerde dolu çiçek açardı
Coşan insan üzüm suyu içerdi
Bu köyün bahçesi bağı nerede?

Şimdi onlar büyük kentler üyesi
Çeyrek ekmek varoşlarda gayesi
Gün görmezler şu dünyada doyası
Kalkınma köydendi hani nerede?

Çift olurdu yumurtanın sarısı
Aydınlı da buralardan birisi
Kalmaz gayri bu köylünün gerisi
Halkın efendisi köylü nerede?

 

Birlikte yaşayabiliriz

Prof. Dr. Çağatay Güler

31 Mayıs 2024, Cumhuriyet

Sokak köpekleri sorunu insan nedenli bir sorundur. Bu konunun çözümü kamu güvenliğini, hayvanların refahını (gönencini) ve toplum uyumunu sağlayan dengeli bir yaklaşım gerektirir. Merkezi bütçe kaynağı olmadan birilerine havale edilerek çözülemez. Bireysel önlemleri, toplumsal katılımı, uzun vadeli stratejileri (erimli yordamları) ve etkili kent planlamasını içeren çok yönlü bir yaklaşımla, sokak köpeklerinin varlığını insanca ve güvenli bir biçimde yönetmek olanaklıdır.

  • Köpek nüfusunun insanca denetimi, yakala-kısırlaştır-sal yöntemidir.

Salmanın amacı, uyum sağlamış olanların yerine bölgeyi yeni ve uyumsuz olanların doldurmasını önlemektir. Kamuoyu bilinçlendirilmelidir. Toplum bireyleri sokak köpekleriyle güvenli biçimde nasıl bir arada yaşayabilecekleri konusunda eğitilmelidir. Sokak köpeği topluluklarının izlenmesi ve yönetilmesinde toplumun katılımı koşuldur.

  • Sokak köpeklerini bireysel olarak beslememelidir,
  • bu davranış onları geri dönmeye özendirir ve insan gıda kaynaklarına bağımlı kılar.

Bir başıboş köpeğin saldırgan davranışlar sergilemesi durumunda yetkililer bilgilendirilmelidir. Sokak köpekleriyle ilgili bildirimlerde erişim kolaylaştırılmalı, hayvan denetim hizmetleri hızla yanıt verebilecek biçimde güçlendirilmelidir.

ÇÖZÜM YOLLARI

Sokak köpeği topluluklarını yönetmek ve izlemek için nüfusun yoğun olduğu bölgelerden uzakta, belirli besleme ve bakım alanları oluşturulmalıdır. Bu hayvanlar kuduz ve öbür hastalıklara karşı düzenli olarak aşılanmalı, hayvanlardan insanlara bulaşabilen hastalıkların yayılmasını önlemek için sağlık denetimleri yapılmalıdır.

Uzun erimli çözümlerin başında erkek ve dişi köpeklerin kısırlaştırılması gelmektedir. Bu uygulama becerisi veteriner hekim ve veteriner sağlık memurlarının eğitiminde daha ilk yıllarda kazandırılmalıdır. Büyük ölçekli kısırlaştırma kampanyalarında hayvan refahı (gönenci) kuruluşlarıyla işbirliği yapılmalıdır. Zorunlu kısırlaştırma ve mikroçip takma dahil olmak üzere sorumlu evcil hayvan sahipliğine yönelik politikalar geliştirilerek uygulanmalıdır.

Terk etme eylemi ve hayvanlara yönelik zulme karşı çıkarılmış yasalar tam olarak uygulanmalıdır. Sokak köpekleri için barınak ve esenlendirme (rehabilitasyon) merkezleri kurulmalıdır. Barınaklar ilkel toplama kampları durumuna getirilmemelidir. Belediyelere barınak kurdurup uygun eleman almaları kısıtlanırsa amacına ulaşmaz. Barınaklar ve kurtarma örgütleri aracılığıyla başıboş köpeklerin sahiplenilmesi özendirilmelidir. Sahiplenmeyi kolaylaştıracak özendirmeler getirilmelidir.

  • Hayvanlar yeni sahiplerine kısırlaştırılarak ve çipleri takılarak verilmelidir.

Evlerde aşılamayı sağlayacak gezici birimler erişim kolaylığı açısından önemlidir. Sahiplenilme şanslarını artırmak için bu hayvanlara eğitim ve davranış tedavisi (sağaltımı) sağlanmalıdır. İlgili meslek mensupları bu konuda bilgi ve beceri sahibi olarak mezun olmalıdır.

Çevre ve kent planlaması ve altyapı tasarımı genellikle ihmal edilmektedir.

Katı atık biriktirme yerleri sokak hayvanları için beslenme yeri olmamalıdır.

Katı atık yönetiminde bu durum göz önünde tutulmalıdır. Çöp kutularının erişim güvenliği ve belirlenmiş kentsel evcil hayvan alanları başıboş köpek denetimi göz önünde bulundurularak tasarlanmalıdır. Sokak köpeklerinin toplanmasını önlemek için sokaklar ve halka açık alanlar düzenli olarak temizlenmelidir. Sokak köpeklerinin yaygın olduğu alanlarda yeterli aydınlatma ve görünürlük sağlanmalıdır.

ZORUNLU ÖĞELER

  • Kayıt ve mikroçipleme: Yitirilmeleri veya başıboş kalmaları durumunda kimliklerinin belirlenmesini ve geri getirilmesini kolaylaştırmak için köpeklerin kayıt altına alınması ve mikroçip takılması koşuldur.
  • Kısırlaştırma programları: Sokak köpeği nüfusunu insanca denetlemek için gereklidir.
  • Aşılama gereksinimleri: Kuduz vb. hastalıkların önlenmesine yöneliktir.
  • Hayvan refahının (gönencinin) korunması: Başıboş köpekleri zulüm ve kötü işlemden korumaya ve onlara insanca davranılmasını sağlamaya yönelik hükümler gerekir.
  • Halkın eğitimi ve farkındalığı: Sorumlu evcil hayvan sahipliğini ve başıboş hayvanlara insanca davranılmasına yönelik halk eğitim kampanyalarını içermeli ya da desteklemelidir.
  • Terk etme cezaları: Bu uygulamayı caydırmak ve başıboş hayvan sayısını azaltmak için evcil hayvanların terk edilmesine yönelik yaptırımlar olmalıdır.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİNE KAYYIM ATANMASI SORUNU

Dostlar,
Sitemizde 01.12.2023’te yayımladığımız yazıyı, güncel koşulları gözeterek yineliyoruz. 23 Mayıs 2024 günü Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazımızı da ekliyoruz (kişisel görüşlerimizdir) : TTB Seçimleri. Meslektaşlarımızın sağduyusuna sunarız. 31.5.2024
================================

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM 
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X
 : @profsaltik

Haziran 2020’de TTB (Türk Tabipleri Birliği) Merkez organları seçimine giderken, Merkez Konseyi üyeleri, arasında şimdiki başkanın adını görünce elimizden geldiğince uyarılarda bulunduk.
Dr. Fincancı’nın Uğur Mumcu cinayetinde verdiği adli tıp raporlarının yarattığı ağır sonucu (cinayetin örtülmesi!), Av. Ceyhan Mumcu kaynaklarına dayanarak bir de biz açıkladık ve web sitemizde yazdık. Bu kişinin TTB yönetimine aday olamayacağını, olmaması gerektiğini anlatmaya çabaladık. Olmadı! 11 üye belirlenince bu kez, “hiç olmazsa Başkan seçmeyin”.. uyarılar yaptık. Oligarşik yapı öyle katıydı ki, söylenenler tersine etki yapıyordu.

İki yıl sonra 2022 seçimlerinde gene aday oldu Merkez Konseyine ve oylarının azalmasına karşın blok liste kazandı. 2. kez TTB Başkanı seçilmemesi için çabaladık ama, oligarşi daha da keskin, hatta tepkiseldi. Geçtiğimiz yıl, Mezopotamya haber ajansına bir demeç vererek, TSK’nın emperyalizmin maşası bölücü örgüte karşı yürüttüğü operasyonda, kendisine izletilen görüntülere dayanarak, kimyasal silah kullanılmış olabileceğini ima etti ancak kesin kararın yansız kuruluşların incelemesiyle verilebileceğini de (ihtiyat gereği??) ekledi. Kurgu tamamdı.
Bu demeç, istenen – beklenen olumsuz psikolojik etkiyi yarattı kamuoyunda bir ölçüde. Ardından birkaç ay tutuklu kaldı. Web sitemizde yazdığımız yazılarda, TTB’ye zarar vermemek için istifaya çağırdık, ama dinleyen kim! Konseyin öbür 10 üyesi de istifa çağrısı yap(A)madı.
***
2020 seçiminde, TTB Yüksek Onur Kuruluna, teknik biz uzmanlık kurulu olması nedeniyle aday olmak istedik. Bu görevi 1992-96 arasında 2 dönem yapmıştık. Hukuk, etik, hekimlik deneyimi ve birikimi isteyen bir teknik uzmanlık birimi idi bu kurul. Yüksek disiplin – onur kurulu işlevli idi bir bakıma. O tarihte hekimlikte 44. yılımızdaydık. Hukuk Fakültesini de bitirmiştik. Sağlık Hukuku alanında tezli master yaparak uzmanlaşmıştık. Mülkiye’den kamu yönetimi – siyaset bilimi diploması da almıştık. Bu donanımızla, söz konusu Yüksek Onur Kurulu’nda dosyaların çözümüne birikimimizle nesnel – bilimsel katkı vermek ve genç üyelerin yetişmesini desteklemek amacında idik.. Geçmişte hukukumuz olan, kimisi öğrencimiz, kimisi asistanımız.. olmuş meslektaşlarımız bile şaşılası bir “kenetlenme” (!?) içinde idiler. Bize yanıt bile vermiyorlardı! Çelik oligarşi “ille de bizden olacak” kararındaydı.
“Nuh” deniyor ama “peygamber” denmiyordu.

Yazında (literatürde) bu olgunun adı (haydi körü körüne inat demeyelim..),
İDEOLOJİK KÖRLÜK!
***
Hacettepe Tıp’tan bir sınıf arkadaşımız, bize acımış (!) olmalı ya da vicdanının isyanını bastıramamış olmalı ki, telefonla aradı ve sağ olsun kimi övgü sözlerinin ardından;

  • “… ama biz bir parti gibiyiz.. sen bizim partiden değilsin, bunu anlamalısın..” dedi!

Kördüğüm (!) çözülmüştü…
TTB’nin yakın geçmişe ilişkin bizim çektiğimiz çarpıcı fotoğraflarından biri böyle..
***
Dün (30 Kasım 2023), Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının ardından bize çok sayıda soru geldi. Konunun hukuksal ve öbür boyutlarına ilişkin. Salt teknik – hukuk boyutunu
gece yarısına doğru nesnellikle, hukuk terbiyemizle yanıtladık ve tweet + what’s up iletisi olarak bir miktar paylaştık. Şöyleydi :
***
Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi,
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyini görevden aldı

TTB’ye kayyım atanması konusunda bize gelen sorular (30.11.23) ve hukuksal yanıtlarımız

6023 sayılı yasa ek md. 2/2 uyarınca :
1. Bu karar kesin midir, hemen infaz edilir mi? İtiraz yolu var mıdır, varsa nereye itiraz yapılacak? İtiraz infazı durdurur mu?

2. Mahkeme, beş Tabip Odası Başkanını görevlendirdi bir ay içinde seçim yaptırmak üzere.
Ama görevden alınan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, “karar temyizde kesinleşene dek
görevimizin başındayız” diyor. Bu iddia mevzuatımız bakımından geçerli midir?
***
YANITLARIMIZ

1.Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı kesin değildir, İstinaf edilebilir. İstinaf yolu, 6100 s.
HMK 341. maddesinde belirtildiği gibi, BAM’ne (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurarak açılabilir. Bu başvuru, kararın tebliğinden başlayarak 15 gün içinde yapılmalıdır.

İstinaf başvurusu, kararın infazını durdurmaz.

Ancak, istinaf eden taraf, kararın infazının durdurulması için BAM’ne başvurabilir.
Bu başvuru, kararın tebliğinden başlayarak 7 gün içinde yapılmalıdır.
BAM, infazın durdurulması istemini, kararın istinaf edilebilirliği, istinaf dilekçesinin usule uygunluğu ve istinaf eden tarafın zarar görmesi durumu gibi noktaları dikkate alarak
değerlendirir. BAM kararının temyiz edilebilirliği ayrıca değerlendirilmelidir.

2.Mahkemenin 6023 s. yasa gereği görevlendirdiği beş Tabip Odası Başkanının (Erzurum, Samsun, Malatya, Konya, Denizli), bir ay içinde seçim yapmaları yönündeki kararı, 6023 sayılı yasanın ek 2. maddesinin 2. fıkrasına dayanmaktadır. Bu Kurul, görevden alınan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin yerine geçici olarak atanan bir kayyım heyeti yetkisindedir.
Bu nedenle, görevden alınan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin, “karar temyizde kesinleşene dek görevlerinin başında oldukları” savı (iddiası), mevzuatımız bakımından geçerli
ve doğru değildir; daha çok psikolojik slogan niteliklidir.

Çünkü, 6023 sayılı yasanın ek 2. md./f. 3 uyarınca, görevden alınan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin, Türk Tabipleri Birliği’ni temsil etme yetkisi ve görevi, mahkeme kararıyla sona ermiştir. Düşük TTB Merkez Konseyi’nin yetkileri, bir ay içinde yeni Merkez Konseyi seçimi yaptırmaları koşulu ile 5 kişilik Oda başkanlarındadır.

Sevgi ve saygı ile. 30 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci
Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
***
Bu teknik hukuksal notu dün gece (30.11.23) paylaştık…

Mahkeme gerekçeli kararını en geç 15 gün içinde yazacak ve tebliğ edecektir. Tebliği izleyen bir hafta içinde “tedbir – yürütmeyi durdurma” istemiyle İstinafa (Bölge Adliye Mahkemesine) gidilebilir. Ancak İstinaf’ın bu istemi kabul edeceğini sanmıyoruz. Çünkü, beş Oda Başkanından oluşan atanmış Kayyım Kurulu, bir ay içinde Merkez Konseyi üyelerinin seçimini olağanüstü genel kurulla yapacak / yaptıracaktır; aynı delegelerle.

Şimdiki Merkez Konseyi üyelerinin (2+2, dört yılı tamamlayanlar dışında) aday olmasında biçimsel yasal engel yoktur ancak bunun dışında çok engel vardır ve asla inat edilmemelidir.

Düşürülen Konsey, bir, –haydi bunu İngilizce yazalım (!)– “Proxy Council” belirleyerek 2024 Haziran’ına dek “mola alabilir”. Bir ay içinde seçilecekler, eksik kalan süreyi tamamlayacaklar.
***
2024 Haziran’ında neler olur? Öngörmek çok zor.. Dileyelim, Türk hekimleri bu kez
kendi göbeklerini kendileri keserek, 3 onyıldır gangrenleşmiş bu sorunu çözerler!?

Öğrencisi – asistanı olmaktan onur ve gurur duyduğumuz kalpaksız kuvvayı milliyecilerden
Prof. Dr. Nusret Fişek‘in 3 Kasım 1990’da ölümünden sonra, TTB yönetimleri ulusalcı çizgiden giderek uzaklaştılar, uzaklaştılar,  uzaklaştılar…. buralara dek savruldular. Çok acı vericidir.

TTB üyesi 103 bini aşkın hekim, bu hazin tabloya kesinlikle duyarsız kalmayacaktır, kalmamalıdır. Artık vakti – saati gelip çatmıştır.

Sevgi, saygı, derin üzüntü ve kaygı ile.
01 Aralık 2023, Ankara

İKTİDAR SALDIRIRKEN “NORMALLEŞME” ARAYIŞI 

OĞUZ OYAN
SOL PORTAL, 28 Mayıs 2024
https://haber.sol.org.tr/yazar/iktidar-saldirirken-normallesme-arayisi-393527 

Sol Haber’de yer alan son iki yazımda başlıktaki konuya kenarından köşesinden bir biçimde değindim. Ama öyle anlaşılıyor ki bu konuya daha fazla odaklanmamız gerekecek.

Öncelikle “normalleşme” ile kastedilen nedir ona bakalım. Bununla murat edilen, kutuplaştırıcı siyaset yerine diyaloğa ve zaman zaman işbirliklerine açık bir siyasal iklimin (“yumuşamanın”) geçmesi oluyor. Peki ama kutuplaştırma dili ve eylemi nereden kaynaklanıyordu? Doğrudan doğruya iktidarın siyasal bileşenlerinden! Oysa şimdiki normalleşme/yumuşama hamlesi daha çok ana muhalefet partisi üzerinden geliyor. Ana muhalefet partisi, AKP iktidarı boyunca onun Cumhuriyet karşıtı siyasal projelerine, emek karşıtı ekonomik programına cepheden bir muhalefeti hiçbir zaman örgütlemediğine göre, hatta hep alttan alıcı/ödün verici bir çizgiyi benimsediğine göre, bu hamlesinin siyasal oportünitesi (fırsatçılığı) yerinde midir veya bunun anlamlı bir siyasal karşılığı olabilecek midir?

Temel soru budur. Öyle anlaşılıyor ki ana muhalefet, bu hamlesinin toplumun hakemliğinde kendi lehine seçmen desteği olarak döneceğinin hesabını yapmaktadır. Ancak bu çok naif bir beklentidir ve seçime odaklı bir siyaset anlayışına hapsolmak demektir. Oysa ilk sorudan çıkarılabilecek çeşitli türev sorular bulunmaktadır. İşte onlardan biri: İktidar bloğunun karşı devrimci ve emek karşıtı niteliği verili iken, “yumuşama/ normalleşme” denilen şey bu özelliklerinin peşinen kabulüne, pekiştirilmesine ve meşrulaştırılmasına hizmet etmeyecek midir?

İktidara Yeni Fırsatlar Sunmak

Diğer bir türev soru da şu olabilirdi: Nereden itibaren başlayacaktır bu normalleşme? Örneğin AKP’nin kendi dinci rejimini inşa etme gündeminden güçlü geri adımlar atmasından itibaren değilse, tam tersi sonuçlar vermesi siyasetin doğasına daha uygun olmayacak mıdır? Tam da bu nedenle AKP açısından bu “normalleşme” girişimi çok kullanışlı bir araca dönüşmek üzeredir. Birkaç neden üzerinde duralım.

Birincisi ve en güncel olanı, 31 Mart seçimleri sonucunda ilk kez ikinci önem sırasına gerilemiş olan bir “rejim dönüştürücü siyasi hareketin”, kendi yolunda ilerleyebilmek açısından zamanı ve hareket alanı daralmışken, yeni bir “Allah’ın lütfu” olarak kendisine bir can simidi atılmış durumdadır. Üstelik bu can simidinden geminin kaptanlığına yeniden yükselme arasındaki mesafe hayli kısadır.

İkincisi, dinci-despotik rejim kendi gerici programını hızlandırmak ihtiyacı içindeyken ve bunun için de devletin sosyal zorlama uygulamalarını kolluk/yargı baskıları üzerinden sertleştirmeye, açık bir meydan okumaya dönüştürmeye hazırlanırken, bütün bu niyetlerini geçici de olsa perdeleyecek, toplumdan ve siyasal düzlemden yükselebilecek başlangıç tepkilerini yumuşatacak aldatıcı bir normalleşmeden daha fazla neyi isteyebilirdi? Üstelik, ana muhalefet normalleşme derken hiçbir koşul da koşmamaktadır! Örneğin “Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı” olarak adlandırdığı damardan Cumhuriyet ve Anayasa karşıtı bir uygulamadan herhangi bir geri adım atmaya dönük ne bir istem ne de bir niyet bildirimi bile ortada yoktur!
Eh, iktidarın laiklik karşıtı uygulamalarına karşı çıkmak 2010’dan beri siyasetin mayınlı alanı olarak kabul edilerek (veya, laik seçmenine ihanet etme pahasına, toplumun dinsel duygularının “incitilmemesi” oportünizmine yaslanılarak) bu alan tamamen (tümüyle) terkedildiğine göre, şaşılacak bir durum da yoktur.

Üçüncüsü, iç ve dış sermayenin istemleriyle tümden uyumlu ama tam cepheden emek ve halk karşıtı bir istikrar programını uygulayabilmek açısından da iktidarın devletin sosyal zorlama araçlarını harekete geçirmesi gerekirdi. Önce şunun altını çizelim: 2016-2022 döneminde emek aleyhine kuvvetli bir bölüşüm şokuna sebep olduktan sonra, iktidar şimdi de 2023 Haziran’ında başlattığı ve 2024 Nisan’ından itibaren (başlayarak) dozunu iyice artırmaya koyulduğu yeni bir bölüşüm şokunu emekçi kesimlere kabul ettirme derdindedir.

Toplam olarak bakılırsa, 2016 sonrasında emek aleyhine gelir dağılımı bozulmalarının 1980’lerdeki tarihi bozulmanın çok ötesine taşınmış olduğu ve bundan böyle daha da şiddetleneceği anlaşılır. Bu bağlamda 1980’lerle karşılaştırmaya şu anımsatma da eklenmelidir: 1980’lerde 24 Ocak Kararlarının öngördüğü sert sınıf saldırısı ancak 12 Eylül askeri rejimi aracılığıyla (sendikaların ve siyasi partilerin yasaklandığı, yöneticilerinin tutuklandığı bir konjonktürde) uygulanma olanağı bulabilmişti. Gerçi emekçi sınıfların örgütlenme düzeyi ve mücadele kararlılığı bugün o dönemle karşılaştırılamayacak ölçüde geridedir. Ama gene de bugünkü sermaye iktidarının işi şansa bırakacak, sendikaları sarılaştırmakla yetinecek durumu olamaz. Her an her şeyin kontrolünden (denetiminden) çıkabileceğini hesaba katmak zorundadır. Bu nedenle de iktidarının faşist yönelimlerini berkitmesi, şiddete dayalı kolluk/yargı baskılarını örgütleme kapasitesini pekiştirmesi gerekmektedir.

Ama bunun için de elini yeni baskılama düzenlemeleriyle güçlendirmesi gerekir. İşte bu nedenle yargı paketini hazırlamakta, içine “kara propaganda” kodlamasıyla “etki ajanı” gibi hukuk-dışı muğlak suçları dahil etmektedir. Her türlü muhalif sesi bastırmaya dönük düzenlemeler bunlarla da sınırlı kalmamakta, Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği üzerinden -legal siyasal partilerin mitingleri de dahil olmak üzere- iktidarın sınıfsal saldırısına karşı anayasal direniş haklarını kullanmak isteyecek tüm toplumsal kesimleri kriminalize etmeye hazırlanmaktadır. Emekli TSK personeline medyada konuşma/yazma yasağı getirilmesi (iktidar siyasetinin parçası olanlar bunun elbette dışında tutulacaktır) gibi keyfi ve baskıcı düzenlemeler de sıradadır. RTÜK’ün iktidarın işine gelmeyen haberleri “BİP” uygulaması ile sansürlemek istemesi de iktidarın faşist yüzünü sergilemekten kaçınmayacağının yeni işaretlerindendir.

Sonuç

Şimdi büyük siyasal stratejiymiş gibi “normalleşme” adımları atan ve Erdoğan’ın Haziran başında yapılacağı duyurulan karşı ziyaretine hazırlanan ana muhalefet partisi yönetimine de bir çağrımız olsun :

Gezi tutuklularının serbest bırakılması” gibi nokta hedeflere yönelen ve buradan alınabilecek kısmi (parçalı) bir başarıyla (ki bu kez çok daha zordur) yetinen bir muhalefet anlayışı, faşizme sürüklenen bir Türkiye’de doğru politika ekseni olamaz.

Hadi azami talepleri (istemleri) bir yana bırakalım. Ana muhalefet partisi, uzlaşmacı siyasetinin karşılığı olarak, hiç olmazsa iktidar cenahından “Maarif Müfredatı”, “etki ajanı” ve “Seferberlik… Yönetmeliği” gibi gerici/despotik girişimlerinden vazgeçmesini önkoşul olarak isteyemez miydi?

  • İsteyemeyeceğini biliyoruz, iktidarın da geri adım atmayacağını biliyoruz, ama biz gene de çağrımızı yapmış olalım.

Siyaset bir meydan okuma işidir ve geçici kazanımlardan çoğunu hedeflemeyi gerektirir.

7 Haziran 2015 ve 31 Mart 2024

Anayasal seçim tarihine göre 2015, AKP iktidarlarının ortası (2002-2028). 1 Haziran 2015 ve 31 Mart 2024 arasındaki benzerlik ve ayrışmalar neler?

DÜNÜN DERSİ

7 Haziran 2015’te AKP, 4. Yasama seçiminde TBMM’de azınlığa düştü.

Suruç’ta (20 Temmuz 2025) başlayan ve Ankara Garı’na (10 Ekim 2025) uzanan zincirleme saldırı ve toplu ölümler, Anadolu tarihinin  “en kara yazı” olarak toplum belleğine kazındı.

İstikşafi’ olduğu sonradan itiraf edilen CHP ile koalisyon görüşmeleri sözde kaldı; gerçek olan patlayan bombalardı. Cumhurbaşkanı ise, sözde Anayasal yetkisini kullanarak seçimlerin -4 yıl sonrası yerine- 5 ay içinde yapılmasına karar verdi: 1 Kasım 2015.

Ya sonrası? 15 Temmuz 2016, 16 Nisan 2017, 24 Haziran 2018, 31 Mart (23 Haziran) 2019,
14 ve 28 Mayıs 2023. Ayrı ayır ele alınması gereken bu anayasal ve siyasal tarihlerin ortak paydası, hukuk ve demokrasi yerine iktidar bekası için her yolu kullanmak.

GERÇEK GÜNDEM

31 Mart 2024 seçimlerinde ise, 2018’den bu yana TBMM’de azınlıkta olan AKP, tabanda da 2. Parti konumuna geçti; CHP ise ilk kez 1. Parti oldu.

31 Mart seçimleri sonrası AKP-MHP koalisyonunun gerçek gündemi ne?

Maarif müfredatı,
-Dezenformasyondan sonra etki ajanı düzenlemesi,
Seferberlik ve savaş yönetmeliği,
28 Şubat komutanlarının Anayasa dışı mahpusluğu ardından emekli askerlere ekran yasağı,
Gezi intikamının sürekliliği,
-Sinan Ateş siyasal cinayeti,
-A. B. Kaplan vak’ası ve Ankara’da çeteler savaşı
-Saraylar saltanatı ve halkın sefaleti,
-İnsan haklama, çevre ve doğa yağmasına eklenen hayvan katliamı (kırımı),
-Sürekli istismar edilen dinin siyasete alet edilmesi; Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)’nın
buna öncülük etmesi,
Hamas üzerinden onarılmaya çalışılan Müslüman Kardeşler köprüsü. (…)

YALANCI GÜNDEM

Kamuda tasarruf’: ‘Tasarruf tedbirleri’ adı altında alınan ve saydam olmayan önlemler,
Sarayı ve DİB’i kapsam dışı bıraktıkça ‘göstermelik’tir.

Anayasa’: Yürürlükteki Anayasa’ya asgari saygı gösterilmedikçe, değişiklik ve yenileme söylemleri ‘sahte’dir.

‘CBHS’:  Hükümet ilga edildiği, Cumhurbaşkanı Parti başkanı olduğu, rejim ve sistem yerine keyfiliğin geçerli olduğu bir yönetim için Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, gerçek karşılığı olmayan ‘sanal’ bir kullanımdır.

CBHS’ye karşı olanların da bu kullanım tuzağına düşmüş olması da, acı bir gerçektir.

İKİLİ AMAÇ

Gerçek ve sözde gündemin seçimlere yönelik amacı, AKP-MHP iktidarının bekası; 2. Yüzyıla yönelik amacı ise, “Türkiye vizyonu” söylemi ile ‘Cumhuriyet kazanımları’ ve Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve doğal değer ve varlıklarını bozmak ve yok etmek, en hafif deyimi ile bunlara, genç kuşakları yabancılaştırmak.

Özetle, gerçek ve yalancı gündemin ikili amacı açık: 2028’deki 28. Yasama seçiminde de iktidarı bırakmamak, bıraksa da, gelecek kuşakları, “bilimsel eğitim-özgür birey ve sorumlu yurttaş” gereklerinden yoksun kılmak.

VE ÇİFTE MİRAS

İlk on yıl; AKP-FETÖ enkazı

İkinci on yıl, AKP-MHP’nin devam eden…

Ortak payda; hukuk ve liyakat yokluğu, keyfilik ve yandaşlık

Anayasal ve siyasal tarihe ihanet olan 2017 kurgusunu pekiştirmek için, darbe anayasası ve sivil anayasa karşıtlığında yürütülen dezenformasyon kampanyası, en sadık yandaşlar için bile inandırıcı değil 31 Mart sonrası.

FARKINDALIK VE KARARLILIK

Ne yapmalı?

Rejim ve sistem yokluğunu sürdürme kararlılığı karşısında yakın geçmiş üzerine sürekli bellek tazeleyerek, gerçek gündem ve yalancı gündem farkındalığı ile, “bilimsel eğitim- özgür birey ve sorumlu yurttaş” üçlüsü için, bireysel ve toplu olarak

  • düşünsel-hukuksal ve eylemsel mücadelelere süreklilik kazandırmak.

Failleri Anayasa’ya saygıya zorlama ve demokrasiye geçiş için TBMM önünde sorumlu hükümet kararlılığı, HUKUKA ve DEMOKRASİYE ÇAĞRI ile pekiştirilmeli ve sürekli kılınmalı.

Cumhuriyet’in 2. Yüzyılı tarihi, tehlikelerini fark edip Türkiye Yüzyılı’na karşı sivil ve siyasal örgütlerin kararlı mücadelesi ile yazılabilir ancak.
====================================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Mayıs 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BESLEME

İBB İmamoğlu’nun gazetecilere yurt dışı gezisi yaptırdığı açıklandı.

  1. Katılan gerçek gazeteci midir?
  2. Götürmek / gitmek etik midir?
  3. Kimin parası kime verilmiştir?..

BİTİŞ

AKP, beş yılda 20 milyar TL harcayıp bitiremediği millet bahçelerinin yapımını durdurdu.

Yalan bitmedi, para bitti…

PEYNİR

İliç Maden Kazasını araştıran kurulda sunum yapan akademisyenler, siyanürün zararlı olmadığını anlatınca Mustafa Sarıgül, “Siyanür değil sanki Erzincan tulumu” demiş.

Hocalar özelmiş…

HESAP

İliç’te faciaya sebep olan kapasite artış iznini dönemin bakanı Murat Kurum’un onayladığı açıklandı.

Kurum kurum kurumlanmak kolay, haydi hesaba!..

KANAT

İmamoğlu, 300 halk otobüsü alınmasını engelleyen RTE’ye “Halk sandıkta bileti kesti, engellemekten vazgeçin” dedi.

İnadı inat, basen iki kanat…

TEBLİĞ

Ordu’da halka “namaz çağrısı” yapan Mahmut Efendi Tarikatı mensuplarına bir vatandaş,
“Dini siz böldünüz, milleti siz böldünüz, defolun!” diye tepki gösterdi.

Kuyruklarını kıstırıp gittiler.

Anladıkları dilden tebliğ edilmiş…

YUMURTA

AKP iktidarı Sudan’dan yumurta ithal edecek.

Tavuk beyni de getirtip yeseler…

VERİM

Sudan’dan sebze meyve üretimi için kiralanan 10 milyon dönüm arazi verimsiz çıkmış. Paralarımız boşa gitmiş.

Tasarruf, verimli yatırımla olur. Akıldan tasarruflularla olmaz…

İHALE

Ulaştırma Bakanı Uraloğlu, ihale verdiği şirketin uçağı ile uçmasının sözleşme gereği olduğunu açıkladı.

Özürü kabahatinden büyük…

Halil Çivi şiiri : ERİME

ŞİİR KÖŞESİ


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

 

ERİME

Yıllar yılı kovalıyor
Ömür mum gibi eriyor.
Her gün biraz azalıyor,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx
Erimek doğumla başlar,
Yaşam boyu böyle işler,
Aksa da gözünde yaşlar,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx
Ay bitiyor, yıl bitiyor,
Yaşam, nefes, dil bitiyor,
Tutunacak dal bitiyor,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx
Zaman dolar, biter günün,
Kuş örneği, uçar canın,
Toprakla kaynaşır tenin,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx
Dönmez olur yaşam çarkın,
Sensiz kalır evin barkın,
Fayda etmez samur kürkün,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx
Makam, şöhret, servet biter,
Biten ömür kime yeter
Kural kesin, gelen gider,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx
Gönül kırma, zulüm yapma,
Hukuktan, ahlaktan sapma,
Haktan başkasına tapma,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx
Hiçbir insanı hor görme,
Kötülere fırsat verme,
İnsanlığa leke sürme,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx
Halil Çivi bu yazgı Hak,
Musalla taşı son durak,
İyilik yap, eser bırak,
Ömür mum gibi eriyor.
Xxx


27.05.2024, Seferihisar / İZMİR

İnsan ve hayvan

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Mayıs 2024, Cumhuriyet

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in iyi niyetli normalleşme girişimlerine karşın AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin anormalleşme girişimleri, yıllardır söz konusu olduğu gibi, tüm hızıyla sürüyor.

CHP’nin 31 Mart yerel seçimlerinden birinci parti olarak çıktığı tarihten sonra, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı altında Milli Eğitim müfredatı ümmetçi eğitim müfredatına dönüştürüldü, eğitimin dinselleşmesi uygulamaları sürdü; emperyalizmin oyuncağı olan köktendinci terör örgütü Hamas, emperyalizme karşı onurlu bir mücadele veren Kuvayı Milliye’ye benzetildi; anayasal bir hak olan 1 Mayıs gösterileri engellendi, gösteriye katılanlar tutuklandı; Kobani davasında kimi siyasetçilere hukuka aykırı kararlar verildi; “Gezi” kumpas davasından tutuklu olanlar serbest bırakılmadı; seferberlik yetkisi cumhurbaşkanına devredildi; etki ajanlığının engellenmesi” ve emekli askerlere açıklama yasağı adı altında yeni sansür uygulamaları devreye sokularak, anayasanın düşünceyi ifade ve yayınlama özgürlüğüyle ilgili maddeleri bir kez daha yok sayıldı.

Son olarak da, kedi ve köpek gibi yüz binlerce sokak hayvanının “uyutularak” katledilmeleri için girişimler başlatıldı! Böylece Türkiye’nin, dünyanın ve insanlık tarihinin en büyük hayvan katliamlarından birisini gerçekleştiren ülke olarak anılmasının yolu açıldı!
***
İnsan ile hayvanı ayıran en önemli özellik, hayvanın potansiyel boyutunun ve özgür iradesinin sınırlı olması, insanın ise daha geniş bir potansiyele ve özgür iradeye sahip olmasıdır. Ancak insandaki bu potansiyel, olumluya doğru bir gelişmeye neden olacağı gibi, olumsuza yönelik bir gerilemeye de neden olabilir. İnsan iyiye de kötüye de evrilebilir.

Bu nedenle insan çok iyi ve güzel şeyleri yaratabileceği ve oluşturabileceği gibi, dünyayı büyük felaketlere de sürükleyebilen bir canlıdır. Savaşlara ve onlarca milyon insanın ölümüne yol açan; soykırım ve katliam yapan; nükleer felaketlere neden olan; doğayı yok eden ve küresel ısınmadan sorumlu olan; yoksulluk, sefalet ve sömürü üreten; din adına insanları baskı altında tutan; köleliğe, feodalizme, monarşiye, teokrasiye, kapitalizme, faşizme, ırkçılığa, köktendinciliğe yol açarak uygarlık hedefine darbe vuran, insandır.

Hayvanlar bunların hiçbirinden sorumlu değildir. Hayvanların dünyaya, doğaya ve insanlığa verdikleri zarar, insanın dünyaya, doğaya ve insanlığa verdiği zararın yanında, okyanustaki toplu iğne kadar bile değildir.

Hayvan bu anlamda masum bir canlıdır.

Ayrıca hayvan ne ise odur. Hayvan göründüğü gibi olan ve olduğu gibi görünen bir canlıdır. Hayvan, insanların birçoğu gibi, ikiyüzlü değildir. 

Bunun da ötesinde, hayvan dünyanın organik yapısıyla uyumludur. İnsan ise dünyanın organik yapısını altüst eden ve yapaylık üreten bir canlıdır.

  • Hayvanlardan nefret eden,
  • hayvanlardan yabancılaşan,
  • hayvanlara eziyet eden bir insan,
  • normal bir ruh ve akıl sağlığına sahip bir insan olamaz.

Hayvanları sevmeyen bir insanın, insanları da sevmesi olanaklı değildir. Hayvanlardan nefret eden bir insan, tümel olarak insanı ve insanlığı değil, en çok, belli başlı tikel insanları sevebilir.
***
Türkiye’de sokaktaki hayvanları “uyutarak” katletmek veya çok kötü koşullara sahip eldeki barınaklara sokmak barbarlıktır.

  • Yapılması gereken, bir yandan iyi koşullara sahip barınak sayısını artırmak,
    bir yandan da bu hayvanları kısırlaştırmaktır. 

Bugüne dek sokak hayvanlarının saldırısına uğrayan kaç kişi vardır ve bunların yüzde kaçı yaralanma ve ölümle sonuçlanmıştır?

Sokak hayvanlarının insanlara verdiği zarar ile insanların insanlara verdiği zarar karşılaştırıldığında, örneğin cinayet işleyen, darp eden, tecavüz eden, hırsızlık yapan insanların sayısıyla karşılaştırıldığında, acaba ortaya nasıl bir tablo çıkar?!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İnsan ve hayvan27 Mayıs 2024