Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

“ŞAHSIM ANAYASASI” Tehlikesi

Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, cumhurbaşkanı görev süresinin yalnızca Erdoğan için kaldırılabileceğini söyledi:

  • Şahsım anayasası‘ tehlikesi

Prof. Boyunsuz, “Sadece Erdoğan’ı ilgilendiren dönem sınırını kaldırmak istiyor olabilirler.
Zira buna ilişkin bahaneler tükendi. 50 artı 1’i yüzde 40-45’e indirmek isteyebilirler”
diyor.

İklim Öngel, Cumhuriyet, 20.11.2023 Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, cumhurbaşkanı görev süresinin sadece Erdoğan için kaldırılabileceğini söyledi: ‘Şahsım anayasası’ tehlikesi (cumhuriyet.com.tr)

  • “Hedeflerden biri madde 101. Cumhurbaşkanının görev süresi 2 dönem ve 5 yıl. Bu sınırı sadece Tayyip Erdoğan şahsında kaldırmak istiyor olabilirler. Zira artık bu sınıra ilişkin bahaneler tükendi.”
  • “50 artı 1, iki turlu çoğunluk sistemi de anayasadan kaynaklanıyor. Bunu da yüzde 40, 45’e indirmek isteyebilirler. AKP’nin iktidar şansını artıracak bir değişiklik yapılmak isteniyor olabilir.”

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

  • Mevcut anayasa kaç kez değişti, “Darbe Anayasası” olarak adlandırılan mevcut anayasadan o döneme ait kaç madde var?

177 madde toplam 19 kez değişti ve 180 ayrı madde düzenlemesi yapıldı. Yani 177 maddeli bir anayasa 180 ayrı maddeyle değiştirilmiş oldu. Bir tur dönmüş desek yanlış olmaz yani. Tabii hepsi değişmedi ama bazı maddeleri birden çok kez değiştirilerek 180 ayrı madde düzenlemesi gerçekleşti. Darbe anayasasından geriye pek bir şey kalmadı ama otoriterlik sivil de olabilir. Söz konusu 19 değişiklikten 12’si AK Parti döneminde yapıldı. Toplamda 140 madde düzenlemesi yaptılar.
Yani değişikliklerin çok büyük bir kısmı AK Parti döneminde oldu.

  • AKP’nin değişiklikler neler oldu?

Ben AK Parti döneminde yapılmış olan anayasa değişikliklerini üç gruba ayırarak inceliyorum. Birinci gruptakiler, temel hak ve özgürlükleri bir nebze daha uluslararası standartlara yaklaştırmaya yönelik değişikliklerdi. Bunlar, çoğunlukla  AB’ye üyelik sürecinin hızlandığı ve Kopenhag kriterlerini (ölçütlerini) karşılamak istediğimiz, AKP’nin ilk dönemlerinde yapılan değişikliklerdir. 2004’de AY 90. md eklenen temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelere, kanunlarla çatışmaları halinde üstünlük veren düzenleme ya da ölüm cezası yasağının istisnalarının kaldırılması gibi değişikleri bunlara örnek verebiliriz.  Bu gruba dahil edebileceğimiz düzenlemelerin kimisi de karma amaçlar taşıyan anayasa değişikliği paketlerinin içine eklenmişti. Örneğin; 2010’daki anayasa değişikliği paketi  içinde bireysel başvuru hakkı da vardı… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki davaları ve ihlal kararlarını azaltmayı amaçlıyordu. Bugün artık bu amaçlar bütünüyle terkedildi ve bambaşka bir yola sapıldı.

SİYASAL ÇIKAR DEĞİŞİKLİKLERİ

İkinci grup değişiklikleri ise kendi kısa vadeli siyasi menfaatleri gereği ihtiyaç duydukları değişikliklerdi. Şu anda ihtiyaç duydukları değişiklikler gibi durumlar. Mesela 2002’de seçme ve seçilme hakkı bakımından Tayyip Erdoğan’ın mahkumiyetinden kaynaklanan birtakım sınırlamalar vardı ve milletvekili seçilme yeterliliği yoktu. Abdullah Gül başbakandı. Kendisi partinin genel başkanıydı ama milletvekili olamıyordu. Önündeki hukuki engeller kaldırıldı. Siyasi parti kapatmaları ile anayasal hükümlerde kendileri ile yakından ilgili siyasi sonuçlar doğurabilecek potansiyele sahipti. Kapatmaya neden olan milletvekillerinin üyeliğinin düşmesine ilişkin düzenleme kaldırılarak parti kapatma neredeyse işlevsizleştirildi. Bunun gibi yakın gelecekte kısa vadeli olarak ihtiyaç duydukları ya da duyabilecekleri anayasa kurallarını değiştirerek kendi yakın siyasi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yaptıkları anayasa değişiklikleri var.

İDEOLOJİK MOTİVASYON

Üçüncü gruptaki anayasa değişiklikleri ise daha uzun vadeli, ideolojik motivasyonu da olan düzenlemeler. Kendi dünya ve devlet görüşlerini kamu gücünü kullanarak dayatabilme, kamu kaynaklarını hesap vermeden kullanabilme gücünü tesis etmek amacı taşıyan hükümler bunlar. Bir kısmı 2015 sonrasına denk düşüyor ama öncesinde de varlar. Bu kategoride  rakiplerini elimine etmek, rekabetçi otoriterliği ve o patronajı, neo-patrimonyal yapıyı tesis etmek üzere, hükümet sistemi başta olmak üzere, yargı üzerinde ve hükümet sistemine ilişkin olarak getirdikleri kurallar var. Bunların içine 2010 paketinin bir kısmını da katmak lazım. Çünkü orada Hakimler, Savcılar Yüksek Kurulu ve AYM’yi ele geçirmeye yönelik hükümler vardı. Buna literatürde “court packing” (mahkemeyi paketlemek) deniyor. Türkçe anlamı şu: Mahkemenin üye sayısını ya da yapısını değiştirip kendine yakın üyeler atayarak çoğunluğu ele geçirmek ve dolaylı olarak içtihatların değiştirilmesini sağlamak.

Tüm bunlara bakarak ağırlıklı olarak 2. ve 3. kategorideki değişiklerin AKP dönemi anayasacılığına rengini verdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

  • Şu an AYM üyelerinden kaçı Abdullah Gül’ün atadığı isimler?

Hepsi AKP döneminde atandı ama Abdullah Gül döneminde atananlardan üç kişi var.
Diğerlerinin hepsini Tayyip Erdoğan atadı.

  • Peki bu üç üyenin değişmesine ne kadar kaldı?

Yalnız şöyle ki Abdullah Gül tarafından atanmış olsa da Tayyip Erdoğan başbakandı ve bu yine AK Parti

dönemiydi ve zannedilmesin ki Abdullah Gül tarafından atananların tamamı özgürlükçü ya da Erdoğan tarafından atanan yargıçların içinden anayasal hakları savunan çıkmıyor.   Ben yargıçları o şekilde kategorize etmek istemem ama şu son krizi ele alırsak, Gül’ün atadığı  Muammer Topal Can Atalay için ihlal yok derken, Erdoğan tarafından atanan Yusuf Şevki Hakyemez ihlal var diyebiliyor. Yani birebir örtüşme yok.

  • Peki bu yargı krizi sizce bilinçli mi çıkartıldı?

Öyle olduğunu düşünüyorum. İki nedeni var. 2024’te üç üyenin görev süresi doluyor.

  • Abdullah Gül’ün atadığı üyeler mi?

Hayır. Gül’ün atadığı bir üye de var galiba içlerinde.

Ama şöyle söyleyeyim ben Gül’ün atadıkları veya Erdoğan’ın atadıkları olarak bakmıyorum. Muhalif yani daha özgürlükçü düşünenler ile iktidarın isteği doğrultusunda hareket edenler olarak bakarsak; iktidarın isteği doğrultusunda hareket eden bir üye ve muhalif kanatta yer alan daha özgürlükçü olmaya çalışan iki üyenin görev süresi doluyor. Yani Can Atalay kararına imza atan iki üyenin de görev süresi bitiyor. Mahkeme başkanı Zühtü Arslan da bu iki üyeden biri. Biliyorsunuz ki eşitlik halinde başkanın oyu geçerli oluyor. Yani kısa süre içinde Mahkeme çoğunluğunu yeniden tanzim etme gücü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eline geçecek zaten. İçtihatlar da bununla birlikte değişebilecektir.

‘AMAÇ ÜZÜM YEMEK DEĞİL’

İkincisi de Anayasa Mahkemesi’nin Atalay Kararı; milletvekili dokunulmazlığının istisnası olarak gösterilen AY 14.maddesindeki hakkın kötüye kullanılması anlamını taşıyan eylemlerin neler olduğunu Yargıtay kendisi belirleyemez, bunu TBMM Anayasaya uygun bir kanunla belirlemeli diyor. Yani iki yıl önce bunu söylemişti zaten ve bir kanun çıkarılmadı. Bu yönde bir kanun yapılarak konu çözülebilecekken olayın bu safhalara taşınması amacın üzüm yemek olmadığını gösteriyor.

  • O zaman bu kriz neden çıkarıldı?

Ben bunun bir fırsata çevrildiğini düşünüyorum. Öyle anlaşılıyor ki AKP-MHP iktidar koalisyonuna destek veren farklı, ideolojik yapılar ile çıkar grupları arasında bir güç mücadelesi var.  Bu grupların, tarikat ve cemaat yapılarının yargı içinde de uzantıları bulunduğu iddialarını duyuyoruz. . Yani yargı içinde siyasal, tarikat, cemaat bağlantılarına göre, ideolojilere göre gruplaşma ve örgütlenmeler bulunduğu uzun süredir söyleniyor. Kendi içlerinde gruplara ayrılmışlar ve birbirleriyle mücadele ediyorlar.

  • Yani asıl çatışma Cumhur İttifakı’nın içinde mi?

Tabii, evet. O iç çatışmanın yargı içindeki yansımasını görüyoruz. “İstanbul grubu, MHP’ye yakın gruplar, hak yolcularla çatışıyor” gibi şeyler duyuyoruz. Tabii bunları birebir bilmem mümkün değil. Söylenilenlerden, duyumlardan anlaşılan bu. Çünkü zaten bunların hepsi AK Parti tarafından belirlenmiş yargıçlar. Dolayısıyla kendi içlerindeki mücadele dışa vuruyor gibi görünüyor.

  • Yerel seçim öncesi gündem değiştirme diyenler de var…

Çok muhtemel. Yerel seçimleri daha güvenlikçi söylemlerinin eksenine sıkıştırmak, seçmenlerinde sürekli devletin güvenliği bize bağlı algısı oluşturabilmek, özgürlükleri tehlikeli göstermek isteniyor olabilir. Bahçeli’nin AYM başkanı Kandil’e çıksın söylemi gibi tutumlar bunu yansıtıyor. .. Siyaset bilimciler bilirler. Onların literatüründen benim de öğrendiğim bir şey. Güvenlik odaklı olarak seçimlere girildiği zaman seçmen daha az liberal tavır sergiliyor.

Yani daha muhafazakar oy kullanıyor. Tartışmaları ulusal güvenlik, yabancıların oyunları, milli yargı-milli olmayan zillet yargısı eksenine çektiğinizde, insanları gerçek sorunlardan uzaklaştırıyorsunuz.

  • Yerel seçimde bu krizin Cumhur İttifakı lehine sonucunu görebilir miyiz?

Böyle bir strateji uyguluyor olabilirler. Çünkü burada Yargıtay-AYM arasında olup bitenler, yargının araçsallaşması ve partizanlaşması dışında pek çok kişi için gündelik, gerçek bir soruna denk düşmüyor. Bugün baktığımız zaman, hukuka aykırılıkları birtakım mahkemelerden alınmış kararlarla dayattıklarını, bu sayede bir yasallık görüntüsü, hukukilik görüntüsü vermeye çalıştıklarını görüyoruz. Doğrudan doğruya “Ben yaptım oldu” değil de “Bakın kararı o hakim aldı”. Yani yargı eliyle yapıyorlar. O yüzden yargı çok araçsallaştırılmış durumda. Yargı, siyasal çıkarların, ödül ceza mekanizmasının bir oyuncağı haline geldi. Bu bir devlet yapısı için büyük sorun, vatandaşların adalete erişimi için de öyle ve sonuçlarını her gün dolaylı olarak hepimiz yaşasak da adalet sorunu ekonomik sorunlar gibi gündelik gerçeklikte herkes için yeterince görünür değil.

‘KORKUYOR OLABİLİRLER’

Öte yandan bir yönüyle şu da olabilir; Her ne olursa olsun Gezi tutukluları salıverilmesin. Hukukun altını üstüne getirsek de bu insanları içeride tutalım ve tutalım ki bir daha Gezi benzeri olaylar yaşanmasın. Toplumsal sokak hareketlerinden insanları korkutmak istiyor olabilirler ya da kendileri çok korkuyor olabilirler.

  • Tek bir krizle birden fazla amaç mı söz konusu?

Yani bir yönü gündemi değiştirip insanların gerçek sorunlardan uzaklaştırmak, sağ seçmeni konsolide etmek. Bir yönü de kısa vadeli ihtiyaç duyabilecekleri anayasa değişikliklerine zemin hazırlamak. Seçimlerden önce ittifak kurdukları tarikat ve cemaatlere bir takım anayasa hükümleriyle sözler verilmiş olabilir. Bunları tatmin etmeye çalışabilirler.

Gerçek sorunlara, gerçek çözümler üretemeyen bir iktidar ne yapar? İdeolojik bir eksende kutuplaşma yaratarak seçmeni bir arada tutmaya çalışır ve baskı üretir. Baskı üretebilmek için de yargının temel hak ve hürriyetlere ilişkin hükümlerine tutunmaya çalışan, özgürlükleri korumaya çalışan yargıçları sindirip korkutup bastırmaya çalışırsınız. Çünkü rıza üretemeyen baskı üretir. Bu neo-patrimonyal bir rejim. Dolayısıyla anayasa tartışmaları da tam da buna denk geliyor. Ben tartışmanın tek bir eksende yürütüldüğünü düşünmüyorum. Hepsi bir arada.

Bir de biraz evvel yaptığım gruplamalarda AKP anayasacılığının çoğunlukla kısa vadeli siyasi ihtiyaçlar ve daha uzun vadeli, ideolojik motivasyonlu, güç devşirmeye yönelik bir eksende ilerlediğini söylemiştim. O zaman kısa vadede siyasi çıkarlarına engel olabilecek anayasa hükümleri neler olabilir, buna bakmalıyız. Onlar değiştirilmek isteniyor olabilir. Ayrıca orta ve uzun vadede ideolojik olarak, yerleştirmek istedikleri neo-patrimonyal rekabetçi otoriterliği pekiştirmek belki rekabetçilik unsurunu daha da yok etmek ve ideolojik meşruluk kaynağını yani demokratik milli egemenlikten teokratik egemenlik anlayışına kayış gibi, değiştirme amaçları bulunabilir. Bunlara da bakmak gerekir.

  • Hedeflerinin arasında Cumhurbaşkanının görev süresi olabilir mi sizce?

Şüphesiz ki kısa vadeli siyasi çıkarlar bunu gösteriyor. Dolayısıyla hedeflerden biri madde 101. Madde 101 Cumhurbaşkanının görev süresi 2 dönem ve 5 yıl. Bu sınırı sadece Tayyip Erdoğan için, Tayyip Erdoğan’ın şahsında kaldırmak istiyor olabilirler. Sadece bu da değil, orada bir seçim sistemi tarifi de var. % 50+1, iki turlu çoğunluk sistemi de anayasadan kaynaklanan bir durum. Bunu da % 40, 45’e indirmek isteyebilirler. Hem Cumhurbaşkanlığı dönem kısıtlaması zira artık bu sınıra ilişkin bahaneler tükendi, hem de seçim sistemi. AKP’nin iktidar şansını artıracak bir değişiklik yapılmak isteniyor olabilir.  Bu hiç şaşırtıcı olmaz.

  • Şu ana kadar istedikleri neyi yapamadılar?

Daha uzun vadeli hedefler neler olabilir sorusunun cevabını ararken sizin sorunuz çok önemlidir.
Şimdi ilk dört madde değiştirilemez Cumhuriyetin nitelikleri her ne kadar kağıt üzerinde kalsalar da anayasadan silinemedi.

  • “İlk dört madde” dediniz, yeni anayasada öyle bir risk var mı?

Yeni anayasa yaparken bir önceki anayasanın anayasa değişikliğini sınırlayıcı hükümleriyle
bağlı değilsiniz. Tamamen hukuk ötesinde bir alandasınız.

  • Peki iktidarı ne bağlayacak böyle bir durumda?

Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve hürriyetlere ilişkin sözleşmeler bağlar.
Onun dışında 1982 anayasasının mevcut hükümlerine bağlı olmadan yapar.

  • Yani ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ denilen maddelerle de oynanabilir mi?

Tabi, çünkü yeni anayasa yapıyor.

‘BİZ YAZDIK’ OLMAZ’ 

  • Peki nasıl olacak?

Bunu kabul ettirebilirse, demokratik anayasa olabilmesi için anayasayı yazan, yapan demokratik olarak seçilmiş bir kurucu meclis olması lazım. Zira yeni anayasa yapma gücü milletindir. Tüm milleti temsil gücüne sahip bir kurucu iktidar olmalıdır.  Yani sadece iki partiden oluşan bir Kurucu Meclis süreci demokratik yapmaz. “Anayasayı yapacak bir Kurucu Meclisi yok, biz ayrı bir Kurucu Meclis seçmeyeceğiz. Bu Meclis ile yapacağız” diyorsanız, bu bütünüyle yeni bir anayasaysa eğer onun usullerini belirlemeniz gerekiyor. Ona bir usul bulmak lazım. “Biz AK Parti’de oturduk 3-5 kişi yazdık, bir metin çıkardık bunu referanduma sunuyoruz’ derlerse, bunun demokratik olmayacağı, otoriter bir anayasa yapıcılığı olduğu netleşir. Yani topluma dayatma şeklinde olacaktır. Demokratik anayasa yapımı, tüm toplumsal kesimleri kapsayan katılım, müzakere, pazarlık, uzlaşma süreçlerini içermelidir.  Muhaliflerin, gazetecilerin hapsedildikleri baskı ortamlarında zaten demokratik anayasa yapımı süreçleri işletilemez.

  • Böyle bir durumda referanduma gitmek ne kadar doğru?

Demokratik meşruluğunuzu bir yerden almanız lazım. Türkiye’de gerçek bir demokrasi yok, bir serbest tartışma ortamı, örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü yok. Bizde rekabetçi otoriterlik var. AKP ve MHP’nin kendi siyasi çıkarlarını ve dünya görüşünü toplumun tamamına dayatmak için yapılacak olan bir anayasa demokratik bir anayasa zaten olmaz. Referandum da ancak plebisiter bir dayatma aracı olur.

  • O halde demokratik bir anayasa ne kadar mümkün?

Türkiye’nin kutuplaşmış ikliminde demokratik bir anayasa yapmak için gerekli olan müzakere, pazarlık, tartışma, katılım süreçlerine müsait bir ortam yok. Toplum korkuyor, toplum sinmiş, sindirilmiş durumda. Burada demokratik bir anayasa süreci olmayacağı açık. İkincisi bu anayasanın en problemli maddeleri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ilişkin. “Onlara dokunmayacağız” derlerse, geriye hak ve özgürlükler kalıyor. İlk üç maddeyi canımızın istediği gibi boşaltalım. Muhtemelen kağıt üzerinde bile artık laiklik ilkesinin durması, hukuk devleti ilkesinin durması rahatsız ediyor onları. Kağıtta bile görmek istemiyorlar. Çünkü bir yerde bir yargıç çıkıyor ve “Bizim anayasamız böyle” diyor.

  • Rejim değişikliğinin adımlarını mı göreceğiz?

Rejim zaten değişti. Türkiye zaten demokrasiden çıktı. Ama demokrasiye dönüşün çok daha zor olabileceği, daha ileri düzeyde baskının görüldüğü başka bir tür rejime doğru ilerleyebilir. Bunu yeni anayasada yapabilirler. Demokrasinin iki koşulu var. Bir; egemenlik sekülerleşecek. Hukuk Meclis tarafından yapılacak, laiklik olacak. İki; seçimler adil ve özgür yapılacak. Adil ve özgür olmayan bir ortama demokrasi demiyoruz. İçinde baskı, dayatma, ceberrutluk bulunan rejimler oluyor; otoriterliğin farklı tonları oluyor. Gün be gün bu baskı daha da artacak. Bunu da resmiyete dökecekler.

  • Ne zamana kadar baskı artmaya devam edecek?

Birileri ‘dur’ diyene kadar baskı artmaya devam edecek. Ve muhalefetin gerçek sorunları tartışma kapasitesini sınırlamak, kendini derdini anlatıp seçmene ulaşmasını engellemek için birtakım yöntemler geliştirecekler. Maalesef şu an durum böyle görünüyor.

‘MUHALEFET PAZARLIK DAHİ YAPMAMALI’ 

  • Peki muhalefet nasıl bir duruş sergilemeli?

Muhalefet bu pazarlık süreçlerinin içine dahi girmemeli. Neyin pazarlığı yapılacak burada? Kısa vadeli olarak seçim sistemi ve iki dönem sınırını isteyeceklerdir. Orta vadeli olarak temel hak ve hürriyetlerin tasfiyesi, daha da sınırlanması, yargının özgürlükleri koruma fonksiyonunun tamamen elimine edilmesi gibi hususlar ortaya çıkıyor. Uzun vadeli hedefin de cumhuriyetin nitelikleri olduğunu düşünüyorum. Yani bu kısa, orta ve uzun vadeli hedefler içinde yürünen bir yol. O bakımdan bu yolu onlarla yürümenin anlamı yok. Belli ki hükümet sistemine dokunulmayacak. Hükümet sistemi değişmediği müddetçe oturup konuşacak bir şey yoktur.
***

PROF. DR. ŞULE ÖZSOY BOYUNSUZ KİMDİR?

1972’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi ve kamu hukuku yüksek lisansı yaptı. University of Essex’te insan hakları hukuku alanında doktora aldı. 2002’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görev aldı. Galatasaray Üniversitesi’nde 2004’te yardımcı doçent, 2011’de anayasa hukuku doçenti, 2017’de de profesör oldu. “1982 Anayasasının Yapım Süreci”, “Başkanlı Parlamenter Sistem”, “Dünyada Başkanlık Sistemleri” kitaplarını yazdı.

Dünya düzeni ve medya

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Son Yazısı / Tüm Yazıları

Cumhuriyet, 20 Kasım 2023

Medyanın görevi, halkı doğru bir biçimde bilgilendirmektir. Medya bu anlamda kamu hizmeti vermekle yükümlüdür.

Bu yükümlülük, bir medya organının, kamu kurumu veya özel sektör kurumu olmasından bağımsız bir konudur. Medya organı, kamu/devlet kurumu da olsa, özel sektör kurumu da olsa, kamuya hizmet vermekle yükümlüdür.

Devlete, hükümete, siyasi partiye, sermaye sınıfına hizmet veren bir medya organı, kamu hizmeti vermiş olmaz, bu güç odaklarının çıkarlarına hizmet veren bir propaganda aygıtına dönüşür.

Medya, bir başka deyişle kitle iletişim araçları, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından birisidir. Halkın doğru bilgilenmediği bir ortamda, halk seçimlerde de doğru karar veremez.

Bu nedenle, nasıl ki yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının var olmadığı bir ülkede, demokrasiden ve halkın egemenliğinden söz edilemezse, medya ile devlet, hükümet, siyasal parti, sermaye sınıfı arasında güçler ayrılığının olmadığı bir ülkede de, demokrasiden söz edilemez.
***
Dünyadaki güç odakları bunu çok iyi bildikleri için, medyayı her zaman kontrol etmeye (denetlemeye), kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışırlar.

Televizyonlarda hangi konuklara ve yorumculara yer verileceği; gazetelerde, haber portallarında hangi köşe yazarlarının köşe yazısı yazacağı; televizyonlarda, gazetelerde, haber portallarında hangi haberlere, hangi oranda ve genişlikte yer verileceği; hangi siyasetçilere ne kadar sıklıkta ve genişlikte ekranların ve sayfaların açılacağı gibi konular, genellikle nesnel ve bağımsız hareket eden medya yöneticileri tarafından değil, bu güç odaklarının kontrolündeki (denetimindeki) piyonlar tarafından karara bağlanır.

Dünyada bu bozuk düzene direnebilen az sayıda medya organı bulunmaktadır.

Noam Chomsky’nin ve Edward Herman’ın “Manufacturing Consent” (Rızanın Üretimi) kitabı bunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyan ve kanıtlayan eserlerin (yapıtların) arasında yer alır.

Orson Welles’ın “Citizen Kane” (Yurttaş Kane), Sidney Lumet’ın  “Network” (Şebeke), Oliver Stone’un “Salvador” (Salvador) filmleri de, bu konuyu işleyen çarpıcı eserlerin arasında sayılırlar.
***
Dünyadaki emperyalizm ve kapitalizm sorunu kökten çözülmeden, bu sorunun tamamıyla (tümüyle) çözülmesi olanaksızdır. Ancak emperyalizm ve kapitalizm sorunu kökten çözülene dek, bu konuda alınabilecek kimi önlemler de vardır.

Özel sektörde medya kurumu sahibi olanların, medya dışında ticari faaliyetler içinde olmalarının önlenmesi; medyada tekelleşmenin engellenmesi ve medya sahiplerinin birden fazla medya organına sahip olmasının önlenmesi; medya kurumu sahiplerinin kamu ihalelerine katılmalarının yasaklanması; kamu sektöründeki ve özel sektördeki medya kurumlarının nesnel ve bağımsız yayın yapıp yapmadıklarının ve söz konusu güç odaklarıyla açık veya gizli çıkar anlaşmaları içinde olup olmadıklarının, bağımsız denetim kurumları tarafından denetlenmesi; bu denetimlerden geçemeyen medya organlarına ağır cezai yaptırımların uygulanması; bu doğrultuda yasal düzenlemelerin yapılması; iletişim fakültelerinde medya etiği ve ahlakı konusundaki derslerin daha etkin ve yaygın verilmesi; medyada işe alımlarda liyakat ölçütlerinin uygulanması ve bunların denetlenmesi, bu önlemlerin bazıları arasında sayılabilir.
***
Halkın medyaya olan güvenini yitirdiği bir ortamda, komplo teorileri (tuzak kuramları), hurafeler (boşinanlar), safsatalar, söylenceler daha da yaygın duruma gelir. Başka bir deyişle, halkın medyadan kopması sorunu çözmediği gibi, bu durum, emperyalizm ve kapitalizm sorunlarının, komplo teorileriyle, hurafelerle, safsatalarla, söylencelerle örtbas edilmesine ve bozuk düzenin devam etmesine yol açar.

Emperyalizmin ve kapitalizmin hedeflediği şey de zaten budur.

Medyanın halk düşmanları tarafından işgal edilmesine son vermek, bu nedenle yaşamsal önemde bir konudur.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

CHP kurultayı6 Kasım 2023

Adıyaman Radyo TEK konuşmamız : 10 Kasım 2023

Dostlar,

10 Kasım 2023 günü Adıyaman / Besni ADD şubemizin konuğu olarak bu ilçeye gittiğimizi ve Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ümüzü Hak’ka yürümesinin 85. yılında anma konferansı verdiğimizi sitemizde o gün paylaşmıştık.

Bu konferansımız aynı zamanda Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlama temalı idi.
Yansılar PDF olarak indirilebilir…

ADD Besni Şubesi konferansımız – 10 Kasım 2023 | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Besni-Konf.-10.11.23-1.pdf erişimi için tıklayın

****
Gün içinde Adıyaman’da Radyo TEK’te de bir söyleşimiz oldu ve değerli genç sunucu – programcı Sayın Mehmet Taş’ın konuğu olduk, bir KONTEYNERDE!

Depremin yıktığı illerden Adıyaman’da, 6 Şubat 1923 – 10 Kasım 2023 arasında geçen 9 ayda ne yazık ki kayda değer bir ilerleme, onarım, yeni konutlara yerleştirilme… söz konusu değildi.

Ses kaydı bize çok gecikmeden ulaştı ancak format uyumsuzluğu nedeniyle web sitemize yükleyemedik. MP4 biçimine dönüştürülmesi gerekti, geciktik.

Değerli Taş bize 4 soru yöneltti :

 

1. ATATÜRK ve arkadaşları Cumhuriyetimizi nasıl yoktan var ettiler?
2. Günümüzde ülkemizin hangi ciddi sorunları var?
3. Türkiye, güncel sorunlarını nasıl aşabilir?
4. İkinci yüzyılda Cumhuriyete nasıl kol kanat gerebiliriz, yurttaşlara düşen görevler nelerdir?

1 saat 13 dakika boyunca bu sorulara yanıt verdik. İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereklerinin yapılmasını dileriz..

Bu program için emek veren ADD Besni şubemize, çok zor koşullarda çalışan Radyo TEK emekçilerine, değerli Mehmet Taş’a çok teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 19 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik 

Öyle böyle değil! Geleceğimizin en büyük sorunu adeta…

Veysel Ulusoy
Veysel Ulusoy
Cumhuriyet, 19 Kasım 2023

Veriler açıklandığında günün haber akışına göre bir an gündem oluşturur ve tekrar açıklanana kadar da pek ilgi çekmez. İşsizlik, istihdam ve bunların kompozisyonunda olduğu gibi…

Bu konuyu birkaç başlıkta inceleyip sorunun ana hatlarını ortaya koyalım. Özellikle de 15-24 yaş arasındaki gençlerin bulunduğu işgücü piyasasındaki yapısal bozuklukları vurgulayarak yapalım bunu.

Neden mi bu grup? En az 65 yaşına kadar çalışacak en genç nesil olduğu için…
Verimliliklerinin Türkiye ekonomisini derinden etkilediği için…
Devleti, hükümeti yönetecek en favori grup olduğu için…
Atıl kaldıklarında nasıl bir felaketin ortaya çıkacağını vurgulamak için.
***
Hadi başlayalım!
Bu yaş diliminde nüfus 12 milyonun çevresinde çakılı kalmış gözüküyor. Başka bir anlatım ile bu yaş dilimine yeni girenlerle çıkanların sayısı neredeyse eşitlenmiş. Böyle ifade edilse de gruptan yaşları 24’ün üzerine gelmeden yurt dışına giden veya ölenleri de analize almamız gerekir.

Grubun işgücü hacmi 5 milyon dolayında dalgalanıp duruyor. Yani 12 milyon olan genç nüfusun yarıdan fazlası işgücüne katılmamış. Esasında bu yapısal bozukluğun tüm işgücünün de bir özelliği olarak karşımıza çıktığını belirtmek yararlı olur.

Dahası da var. Bu yaş diliminde işsizlik oranı son bir yılda nasıl olduysa % 20’lerden %15’lere gerilemiş. Son bir ay içindeki gelişimler ise göz yaşartıcı… İşsizlik oranındaki düşüş ile yaratılan istihdamı karşılaştırdığımızda son birkaç ayda 500 bin gencimize istihdam olanağı sağlandığını görüyoruz.
Ne mutlu bize!

Sanayideki büyümenin durduğu ve çoktan beri sanayi büyümesinin cılız bir aralıkta, % 1’ler çevresinde olduğunu düşünürsek, Eylül ayına ait son işgücü verilerinde gençlerin zorunlu olarak mevsimsel işlerde, yani hizmet sektöründe ve geçici işlerde çalıştığını söyleyebiliriz.

Ne acı değil mi? Bu acı tablo aynı yaş diliminin erkek ve kadın altkümelerinde daha da kötü bir görünüm sergiliyor. İşgücünde bulunan her iki erkekten biri örneğin çalışma olanağı bulurken, kadınların ancak dörtte biri bu olanağa sahip olabilmektedir. Bir de buna kadınların işgücüne katılma oranının % 30’larda olduğunu eklersek, resmin görünümünü daha açık biçimde ortaya koyabiliriz.

PANDEMİ ve YAPISAL BOZUKLUKLARIN ETKİSİ

Verilerin ortaya çıkardığı bir başka fotoğraf ise gençlerin pandemi döneminde inanılmaz ölçüde işgücünden çekilmeleridir. Pandemi öncesi 6 milyona doğru yol alan işgücünün 2020 yılı içinde 4 milyona düşmesi ve günümüzde ise pandemi öncesi düzeyi yakalamaya çalışması işgücü piyasasında önemli bir yitiği ortaya çıkarmaktadır. Başka bir anlatımla, gençlerin yalnızca pandemiden olumsuz etkilenmediğini, günümüzde 7 milyon olması gereken işgücünün 5 milyonun biraz üstünde konum bulduğunu, yapısal çöküşün en çok da bunlar üzerinde hasar bıraktığını ve maalesef daha uzun yıllar bu hasarın süreceğini belirtmek yanlış olmaz.

Geleceğimizin güvencesi niteliğindeki bu genç kesimin çalışma alanı bulamaması, bulsa bile asgari ücrete mahkûm edilmesi Türkiye’nin verimliliğini, inovasyonunu, toplam faktör verimliliğini ve daha nice gelişmeleri engelleyeceğini söylemeye bile gerek yoktur.

Fotoğraf karesi içinde işi gücü de, amacı da olmayan bir kesim gencin oranını belirtmeye bile gerek yok. Bunu da fotoğrafın içine alıp yukarıda belirtilen oranları yeniden oluşturduğumuzda ortaya çıkacak karanlık yapının moralleri çok bozacağını vurgulamak gerekir.

  • Peki siyaset kurumunun bir projesi, bir planı var mı bu konuda?

Sorunun yanıtı çok açık. Onlar, sıcak parayı nasıl olur da ülkeye çekeriz, sorusu çevresinde biçimlenen hayal dünyasından çıktıkları zaman belki de acı tabloyu göreceklerdir.

Çıkabilirlerse tabii…

Övdükleri sistemin başarısızlık tablosu

Sağlık 13.11.2023, BİRGÜN 

Sağlıkta ‘başarı tablosu’ çizen iktidarı, kendi verileri yalanlıyor. Artan nüfus ve hasta sayısına karşın yeni hastane, yatak ve doktor sayısı beklentilerin altında kaldı. Sağlıkta özelleştirme furyası yaşandı, şiddet ve mobbing arttı.

Övdükleri sistemin başarısızlık tablosu

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, iktidarlıkları döneminde sağlık alanında başarılı bir tablo çizildiğini söylese de veriler bunun tam tersi olduğunu gösterdi. AKP döneminde kamu-özel ortaklığı ile yapılan şehir hastanelerine karşın hastane artışı yalnızca %35 yükseldi. AKP iktidarı öncesindeki 20 yılda ise bunun %78’lerde olması dikkat çekti. Hastane yatak sayısındaki artışın da yüzde 59’larda kaldığı görülürken; hekime yönelik şiddet, iş yükü, mobbing gibi nedenlerin hekim sayısındaki artışı da etkiledi. AKP öncesi %197 oranında artan hekim sayısı, AKP iktidarlığında %112’de kaldı.

ÖZELLEŞTİRME ARTTI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhuriyet’in 100’üncü yılında, Sağlık Bakanı Koca’da bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada hastane, yatak ve hekim sayısının arttığını söylese de Sağlık Bakanlığı İstatistik Yıllığı ve TÜİK verilerinden 1982-2002 ve 2002-2022 yılı kıyaslamasını yapan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’ndan (SES) Kubilay Yalçınkaya,

  • AKP dönemi sağlık verileri bir başarıyı değil başarısızlığı gösteriyor.” dedi.

AKP döneminin hemşire sayısı dışındaki tüm göstergelerde artış oranının, AKP öncesi dönemin artış oranının altında gerçekleştiğini kaydeden Yalçınkaya,

“Hemşire sayısı; 1982-2002 döneminde % 147 artarken, 2002-2022 AKP döneminde % 236 artmıştır. Hemşire sayısında daha iyi bir gösterge olmasının da nedeni AKP öncesi ebe yetiştirmeye önem verilmiş, AKP döneminde ebe yetiştirme yerine hemşire yetiştirmeye ağırlık verilmiştir. Özel sektör ve üniversite hastaneleri verilerini çıkardığımızda salt kamu sağlık verilerini baz (temel) aldığımızda ise AKP öncesi ile AKP dönemi karşılaştırıldığında oransal fark daha da artıyor.” diye konuştu. Yalçınkaya, özetle şu değerlendirmeyi yaptı:

“AKP öncesi 20 yıllık dönemde hastane sayısı %78 artarken, 20 yıllık AKP döneminde % 35 yükselmiştir. Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki durum ise daha vahim (ürkünç). Sağlık Bakanlığı hastane yatak sayısına baktığımızda 163.207’ye çıkan kamu hastanelerinin 27 bine yakını kamu özel ortaklığı (KÖO) ile yapılan şehir hastanesi yatakları, %17’si şehir hastanelerine ait. Bu nedenle artış değil azalışın bile olduğunu ifade edebiliriz. Bu veriler başarısızlığın göstergesi.”

20 YILLIK KARŞILAŞTIRMA

Yalçınkaya, 1982-2002 ile 2002-2022 dönemine ilişkin yaptığı kıyaslamada şu verilere dikkat çekti:

“Hastane sayısı AKP öncesi %78 artarken, AKP döneminde % 35 artmıştır. Hastane yatak sayısı da AKP öncesi % 71 artarken, AKP döneminde % 59 yükselmiştir. Hekim sayısındaki artış da % 197’den % 112’ye düşmüştür.”

HASTANE SAYISI

HASTANE YATAK SAYISI

PERSONEL VERİLERİ

∗∗∗
BAKANA TEPKİ: UTANÇ VERİCİ

Türk Tabipleri Birliği (TTB) üyeleri ile çok sayıda ilden gelen Tabip Odaları temsilcileri, Sağlık Bakanı Koca’nın hekim göçüne ilişkin “Bizden dolayı değil” diyerek para sayma işareti yapmasına TTB önünde yaptığı açıklama ile tepki gösterdi.

Fotoğraf: Evrensel

TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Adalet Çıbık, Koca’nın kullandığı ifadeler ve yaptığı el hareketiyle, izlediği sağlık politikalarını aklamaya, hekimleri ise paragözlülükle suçlayarak toplumun gözünde hedef haline getirmeye çalıştığını söyledi. Dr. Çıbık,

  • Sağlıkta şiddetin ve hekim intiharlarının tırmandığı,
  • umutsuzluğun ve geleceksizliğin derinleştiği,
  • fakültelerde tıp kitaplarının yerini yabancı dil kitaplarının aldığı ülkemizde
  • hekim göçünün Bakan tarafından indirgendiği yer utanç vericidir”

değerlendirmesini yaptı.

İHVANCI-HAMASÇI DİKTA, HUKUKLA YIKILMALI

Rifat SERDAROĞLU
DOĞRU Parti Eş Genel Başkanı

AKP’nin ve Görünür Ortakları (İşlevsiz Bahçeli-Hizbullahçı Hüda Par-Adnan Oktar Elemanı Jr. Erbakan- Audi A8 L Sahibi Destici) ve Gönüllü Dıştan Destekçileri (AKP Larvaları Davutoğlu-Babacan- Sivas Eski Belediye Başkanı AKMolla, Said-i Nursi Hayranı Uysal, “Sizinle Yeni Sivil Anayasa Yaparım” diyen VARLIKLI Asena’nın) anlaşabildikleri YIKIM Projesinin temel noktası şudur :

“Yeni Sivil Anayasa” yapıyoruz görüntüsü vererek, ellerindeki devlet gücünü, satılmış medyayı halkı aldatmak için kullanarak, Laik Cumhuriyeti yıkmak ve Federal Ümmet Devletini kurmak

Bu ihanet projesine, tüm olanaklarımızla direneceğimizi DOĞRU Parti olarak kezlerce  açıkladık ve Anayasal hakkımız olan “Direnme Hakkımızı” kullanacağımızı belirttik.
Bildiğiniz gibi, AKP tek başına iktidarken 2008 yılında Anayasa Mahkemesinin
11 üyesinin 10’u tarafından “Laiklik Karşıtı Eylemlerin Odağı” olarak belirlenmiş, mahkum edilerek SABIKALI ilan edilmiştir.

AKP-MHP-HÜDA PAR, 2008 yılından bu yana, Anayasanın değiştirilemez kaydıyla güvence altına aldığı, “Laik Cumhuriyeti, Demokratik Hukuk Devletini ve Atatürk İlke ve Devrimlerini” bilerek, planlayarak çiğneyerek, kezlerce “Anayasayı ihlal suçu” işlediler.

Eğer Türk Yargısı ve özellikle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, görevlerini Anayasa emirlerine göre yapsa idiler, bu üç parti şimdiye dek kezlerce kapatılmıştı.

  • Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, görevini yapmayarak hem Cumhuriyetin yıkımına izin vermiş, hem de Anayasaya ihanet suçu işlemiştir.

Elbette ki, binlerce yıllık Türk Devleti, tarihinden gelen tecrübe (deneyim) birikimiyle,
üç-beş tarikat-cemaat beslemelerine pabuç bırakmayacak ve Türk Milleti o kahredici sillesini indirip, bunları helak edecektir.

Ama bizler de boş durmayacağız, susmayacağız, gerekeni yapacağız!
Bundan böyle yapılacak ilk görev şudur :

DOĞRU Partili Anayasa Hukukçuları ve Baro Başkanlığı yapmış Hukukçularımız ve Avukatlarımız yoğun bir çalışma yaparak, AKP-HÜDA PAR-MHP HAKKINDA KAPATILMA DAVASI AÇILMASI için dosyalar hazırlıyor. Gerekçeleriyle, asla göz ardı edilemeyecek delillerle (kanıtlarla) dolu dosyalar.

Bu dosyalar, T.C. Devletine ve dünyaya “Atatürk penceresinden bakan” siyasal  partilere, Sivil Toplum Örgütlerine ve Türk Gençliğine açıklanacaktır.

Gereğinin yapılması için, yüzbinlerce yurtseverle birlikte, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verilecektir.

Toplu ve sürekli eylemlerle, Türk Yargısının işlemesi sağlanacaktır.

Türkiye’yi yeniden bir HUKUK DEVLETİ haline getirmek, başta Yargı mensuplarının ve tüm Türk Milletinin görevidir.

Bu görev mutlaka yerine getirilecektir…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 19 Kasım 2023

Mustafa AYDINLI Şiiri : YOLUMUZ VARDIR

ŞİİR KÖŞESİ…

 

Mustafa AYDINLI
Halk Ozanı

 

 

YOLUMUZ VARDIR

Boşa çabalama zorlar odağı
Zor ile bükülmez kolumuz vardır
Değiliz sen gibi katır kodağı
Nice erenimiz ulumuz vardır
                 ***
Hamların piştiği boşun dolduğu
Varlığın özünde Hakkı bulduğu
En kutsal kitabın insan olduğu
Kıldan bile ince yolumuz vardır
                 ***
Erenlerin piri Bektaşi Veli
Ali Nişanıdır ol yeşil eli
Kevser ırmağının sakisi Ali
Doldurup sunduğu dolumuz vardır
                 ***
Öğretimiz enel Hakka koşuttur
Kültürümüz tarih ile yaşıttır
Hanemizde kadın erkek eşittir
Ne cariye ne de kulumuz vardır
                 ***
Güruhu Naci’dir soyumuz bizim
İncinir incitmez huyumuz bizim
Faslı muhabbette payımız bizim
Telli Kuran’ımız telimiz vardır
                 ***
Yolumuzda ham sofular gezemez
Haydar olmayanlar engür ezemez
Arif olmayanlar elbet sezemez
Hakka ayan beyan halımız vardır
                   ***
Cahil olan günde bin gönül yıkar
Elin, dilin, belin edebe çıkar
Aydınlı çok deme dinleyen bıkar
Yerinde söyleyen dilimiz vardır

Şiirde geçen kimi sözcüklerin anlamı

Katır kodağı; İşe yaramaz biçimde insanları meşgul edip ortalığı bulandırmak.
Ali Nişanı; Türk Devletleri Teşkilatı’nın en üst nişanıdır
Kevser Irmağı; İslam mitolojisine göre, cennette var olduğuna inanılan kutsal nehir.
Saki; İçkili toplantılarda içki sunan kimse
Enel Hak;  Kişinin Allah ile birleşerek-bütünleştiği, Allah’ın kişide vücut bulduğu yahut kişinin varlığının Allah’ın varlığı içinde eriyip yok olduğu, başka bir deyimle “Allah’ın varlığının kişinin vücudunda yüz bulması” anlamlarına gelmektedir.
Koşut; Birbirleriyle aynı doğrultuda ilerleyen, birbirini tamamlayan ya da bir bütünü oluşturan parçaların her biri
Cariye; Savaşta tutsak edilmiş veya başka bir biçimde köle konumuna düşmüş, her konuda efendisinin isteklerine bağlı bulunan kadınları anlatır.
Güruh-u Naci; Kurtulmuş topluluk anlamına gelen Güruh-u Naci kurtarılmış soy anlamı da taşır.
Faslı muhabbet; Muhabbet ve sevgide aşırılık.
Telli kuran; Semah bağlama ya da saz eşliğinde söylenen nefesler, deyişlerle dönülür.
Bağlama ya da saz Alevi Türk kültüründe ”Telli Kur’an” olarak adlandırılır.
Bağlama / saz, Türklerin ulusal çalgısıdır.
Haydar; Üstün, cesur, yiğit, korkusuz anlamına gelir. Bütünlük içinde bakarsak Kerrar niteliğinin en üstünü gibi anlaşılabilir.
Haydar-ı Kerrar nitemi de (sıfatı da) bir nitem (sıfat) olarak Hz Ali’ye, bu niteliklerinden dolayı Hz. Muhammed tarafından verilmiştir.
Engür; Üzüm (Üzüm suyu)

Prof. İoanna Kuçuradi : Cumhuriyetin kazanımları

Filozof Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Cumhuriyetin kazanımlarını anlattı: Kadın ve erkek eşit yurttaş oldu

Filozof Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Cumhuriyetin kadınları erkeklerle eşit yurttaş haline getirdiğini bunun da en önemli kazanımlardan olduğunu söyledi. Kuçuradi, “etik değerler ile değer yargıları arasındaki farkı anlamanın, insanca yaşamanın ana koşulu olduğunu” belirtti.

Figen Atalay
17.11.2023, Cumhuriyet
Filozof Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Cumhuriyetin kazanımlarını anlattı: Kadın ve erkek eşit yurttaş oldu

“Eğitimde gördüğüm önemli sorunlardan biri, eğitimin kişilerin bilmeyle ilgili yeteneklerini geliştirmeye çalışması ama etik yeteneklerini göz ardı etmesi; ya da bunu din ve ahlak eğitimiyle yapmaya çalışmasıdır.

Oysa eğitim, etikle, değer ve değerlerle ilgili bilgilere dayandığında işe yarar. Etik değerler ile değer yargıları arasındaki farkın yeterince farkında değiliz. Bu farkları ve sonuçlarını görmek, insan olmaya yakışır bir yaşamın ana koşullarındandır.”

Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve İnsan Hakları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’ye göre Cumhuriyetimizin en önemli kazanımlarından biri, kadınları erkeklerle hak bakımından eşit yurttaş haline getirmesi. Prof. Kuçuradi, ikinci yüzyıl için ise “Gelip çıkmaza dayanmış olan postmodernizmin, toslaya toslaya bu çıkmazda en azından bazı delikler açacağını düşünüyorum” diyor.

Prof. Kuçuradi ile Maltepe Üniversitesi’ndeki odasında, 100. yılını kutladığımız Cumhuriyet,
ikinci yüzyıl için öngörüler ve savaş, kötülük, mutluluk gibi hayata dair her şeyi konuştuk.

  • Cumhuriyetimizin ilk 100 yılındaki en önemli kazanımlar sizce neler?

Cumhuriyetimizin en önemli kazanımlarından biri, kadınları erkeklerle hak bakımından eşit yurttaş haline getirmesidir. Bugün niceliksel bakımdan hâlâ sorunlar varsa da kadınlar her alanda Türkiye’de ve uluslararası görevlerde başarıyla çalışıyor.

Tevhid-i Tedrisat’ın / Öğretim Birliği’nin yarattığı bazı sonuçlar önemlidir. Bu “bir”liğin olmadığı ülkelerde olan bitenler, bunun önemini daha da somutlaştırıyor. Ancak ülkemizin bir zıtlıklar ülkesi olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir: hasta bebekten “cinlerin çıkması için” kafasında bir delik açmayı öneren hoca da olabiliyor.

  • İlk 100 yıl, ikinci yüzyıla ne aktaracak? 

Farklı alanlarda farklı şeyler aktaracak. 1978’de, yani 45 yıl önce, yaptığım bir konuşmada “19. yüzyıl 20. yüzyıla ne aktardı? Ve bazı temel değişiklikler araya girmezse, yirminci yüzyıl görünüşe göre neyi aktaracak 21. yüzyıla?” diye sormuş ve şu cevabı vermiştim: “19. yüzyıl, başkaldırma gerektiği düşüncesini yüzyılımıza aktardı; bu düşünce de gitgide öylesine bir gerçek oldu ki ölüm saçan başkaldırma çağın geleneği oldu. Ve uluslararası politikada bir “devrim”le temel bazı değişiklikler yapılmazsa, yüzyılımızın (20. yüzyılın) gelecek yüzyıla aktaracaklarının başında bu gelenek gelir.” Ne var ki bugün gördüğümüz birçok “başkaldırma” bir değer adına olmuyor. Kişinin, canının istediğini yapmakta serbest olmak şeklinde anlaşılıyor özgürlük. Postmodernizmin pekiştirdiği bu davranış biçimine ben “özgürlükçülük” diyorum.

Bu, dünya düzeyinde bir “gidiş”tir. Ayrıca kişiler “kendi doğruları”nı savunurken, herkes kendini haklı görüyor.

  • Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için neler öngörüyorsunuz? 

Somut bir şeyler öngörmek çok zor. Ama gelip çıkmaza dayanmış olan postmodernizmin, toslaya toslaya bu çıkmazda en azından bazı delikler açacağını düşünüyorum.

ETİK GÖZARDI EDİLİYOR

Eğitim anlayışındaki temel sorunlar neler sizce? “Tüm dünyada eğitim kalitesiz hale geliyor çünkü yönetenler düşünen, sorgulayan insan istemiyor” iddiası doğru olabilir mi?

Eğitimde gördüğüm önemli sorunlardan biri, sık sık söylediğim gibi, bu eğitimin kişilerin bilmeyle ilgili yeteneklerini geliştirmeye çalışması ama etik yeteneklerini göz ardı etmesi; ya da bunu din ve ahlak eğitimiyle yapmaya çalışmasıdır. Oysa bu eğitim, etikle ilgili bilgilere, değer ve değerlerle ilgili bilgilere dayanarak yapıldığı zaman işe yarar. Etik değerler ile değer yargıları arasındaki farkın hâlâ yeterince farkında değiliz. Bu farkları ve bunların sonuçlarını görmek, insan olmaya yakışır bir yaşamın ana koşullarındandır.

“Yönetenler düşünen, sorgulayan insan istemiyor” kanısı çok yaygındır. Ama ben, yöneticilerin çocuğunun böyle bir düşüncesi olduğunu sanmıyorum. Onlar da bu bilgilere sahip değil. Bu bilgilerin neye yaradığını kendi deneyimleriyle bilmeyen bir kişinin bu tür konularda “kulaklarının da kapalı” olduğuna şaşmamak gerekir.

  • Hayvanlara, doğaya, çocuklara, kısacası her şeye, her canlıya zarar veren insan, nasıl “insanlaşır”? 

Bunu yapanlar, aslında zarar vermek niyetiyle yapmıyorlar. Amaçları kendilerini tatmin etmektir. Kendilerini tatmin ederken başkalarına zarar vermeleri bir sonuç oluyor. Bunun için kişileri insanlaştıran eğitim erken yaşlardan, günlük yaşamın doğal koşulları içinde başlamalı.

KENDİMİZİ KANDIRMAYALIM  

  • “İyi” olmak ne demek? Dünyayı iyi insanların yöneteceği bir gelecek hayalimiz olabilir mi? 

“İyi olma”nın anlamı konusunda ancak “meta” bir şey, üzerine bir şey söylenebilir: “İyi olma” genellikle bir duyuşu dile getiriyor. Bunun için farklı tip insanlar “iyi olma”dan farklı şeyler anlıyor. Bu da doğaldır.

Dünyayı yönetenlerden bir kısmının bile etik değer bilgisi ve insan hakları bilgisiyle yönetmesi şimdilik yeterdi. Bu kadar övülen demokrasilerde bunun olması –en azından şimdilik– pek mümkün görünmüyor. Kendimizi kandırmaya gerek yok.

YAŞAM MEMNUNİYETİ

  • Mutluluk mu daha önemli? Yaşamdan memnuniyet duymak mı? İkisi arasındaki fark nedir?

Sevgili Figen Hanım, benim böyle bir sorunum olmadığı için, böyle bir soru üzerinde düşünmedim. Şu anda düşünerek şunları söyleyebilirim: “yaşamdan memnuniyet duymak”/“bir kişinin kendi yaşamından memnun olması”: yaşamında değişmesini istediği bir şey görmemesi olarak anlaşılabilir. “Mutluluk”tan ise kişinin herhangi bir tatminsizlik yaşamamasını, istediklerine eksiksiz sahip olmasını anlamak mümkün.

Mutluluk son yıllarda moda olan bir tartışma konusu oldu. İsterseniz, size Aristoteles’in Nikomakhos’a “Etik” başlıklı kitabında bu konuda söylediğini şöyle özetleyeyim: Amaç-araçlar zincirinde, başka bir şeyin aracı olmayan, kendisi amaç olan şey iyidir. İnsanlar buna “mutluluk” (eudaimonia) diyorlar. Bir şeyin “iyi” olması, kendisi amaç olması dışında, bir de kendine yeter olması ve bunların yaşam boyu sürmesi gerekir. Böyle olan ise ancak bir tür yaşamdır: teoria yaşamı. “Teoria yaşamı” Aristoteles’in ayırt ettiği üç yaşam biçiminden biridir. Diğerleri “zevkler peşinde olan yaşam” ve “siyaset yaşamı”dır.

Sizin sorduğunuz iki ifade arasında ancak kişinin yaşamından memnun olmasında bir derece farkı var gibi görünüyor.

TRANSHUMANİZM AKIMI

  • Kimileri “Dünyada hümanizm artıyor, ulusalcılık yerine evrensel olma ön plana çıkıyor” diyor kimileri de tersini. Sizce dünya nereye gidiyor? 

Sözünü ettiğiniz bu görüşlerin ikisi de dünyamızda var. Bir de transhumanizm akımı/modası var. Dünya nereye gidiyor? Babil Kulesi hikâyesi bu soruya cevap vermede işe yarayabilir. Dünyamız bu çıkmaza toslaya toslaya onda delikler açacak, kurbanlar vererek bir şekilde bu durumdan çıkacak. Ama ortaya çıkacak olan tarihselliğinde durumun ne olacağını söylemek mümkün görünmüyor –en azından ben söyleyemiyorum.

  • Bunca olumsuzluk içinde kendimizi iyi hissetmenin bir yolu var mı? 

Bunun “yolu”, kendimizi “iyi hissetmek” gibi bir derdimizin olmaması!

 

Halil Çivi şiiri : EŞSİZ OZAN AŞIK VEYSEL

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. Eski İİBF Dekanı
Halk Ozanı

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Komisyonu olan UNESCO, Hakka yürümesinin 50. yılında, Dünya barışına ve kültürüne yaptığı büyük katkıları nedeniyle, 2023 yılını “Dünya Aşık Veysel Yılı” ilan etmiştir. Bu şiir, değerli ozanımıza vefa ve hürmet duyguları ile yazılmıştır. Umarım okur ve beğenirsiniz.

17 Kasım 2023, Prof. Dr. Halil Çivi
=========================================

EŞSİZ OZAN AŞIK VEYSEL

Can gözüyle gören oldu,
Eşsiz insan Aşık Veysel.
Çağa ilham veren oldu,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Dert mayasıyla yoğruldu,
Aşk acısıyla kavruldu,
Sabredip, dimdik doğruldu,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
İlhamı doğadan aldı,
Toprağı “sadık yar” bildi,
Ekip, biçip mutlu oldu,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Sezdi bilimin sesini,
Sildi aklının pasını,
Aldı uygarlık dersini,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Acıları bal eyledi,
Dikenleri gül eyledi,
Şairliği yol eyledi,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Kültür deryasına daldı,
İrfanını halktan aldı,
Ününü dünyaya saldı,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Evrenın sırrına sızdı,
Varlık Birliği’ni sezdi,
Çağdaşlığa destan yazdı,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Arı oldu, duru oldu,
Ölümlüydü, diri oldu,
Ozanların piri oldu,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Ayrımcılığı dışladı,
Birlik ruhunu işledi,
Halkın kalbinde kışladı,
Eşsiz ozan, Aşık Veysel.
Xxx
Görmez gözle hakkı gördü,
Aydınlık bir dünya kurdu,
Aklı körlere ders verdi,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Cumhuriyet kuşağıydı,
Akıl, bilim ışığıydı,
Atatürk’ün aşığıydı,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
UNESCO’nun gözdesiydi,
Aşıkların gür sesiydi,
Birlik, dirlik zirvesiydi,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Sivaslının onuruydu,
Türkiye’nin gururuydu,
Sanatıyla dipdiriydi,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx
Görmese de iki gözü,
Güneştir Veysel’in özü,
Halil Çivi’nin yıldızı,
Eşsiz ozan Aşık Veysel.
Xxx


Prof. Dr. Halil Çivi, 17.11.23
Çiğli / İZMİR

Yargıtay Kararı ve Anayasal Yokluk Hali

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi (AYM) kararına uymama ve üstelik AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararı, Anayasal düzeni sorgulamanın hayli ötesine geçti. Bu yazının öncelikli amacı, Anayasa Adaleti tarihinde bir ilk olan Devlet krizini doğru tanılamaktır. Çözüm yolları ve geleceğe yönelik öneriler, muhtemelen ayrı bir yazının konusu olacaktır. Bu yazının amacı;

Yargıtay Kararı ve Anayasal Yokluk Hali

LEGAL BLOG

  • Türkiye’nin Yargı Düzeni ve Anayasa Adaleti
  • Anayasa Mahkemesi Kararı
  • Adli Yargı: İst. 13 ACM / Yargıtay Başsavcılığı / 3. Ceza Dairesi
  • Yürütme: Hakem veya Taraf Değil, “Yükümlü”
  • TBMM Başkanı’nın Sessizliği ve Demokratik Muhalefet
  • Anayasa’nın Emredici ve Yasaklayıcı Hükümleri
  • Yoruma Kapalı ve Açık Hükümler
  • Anayasa: Aykırılık, İhlal ve Suç
  • Demokratik Toplum ve Siyaset Bakımından Kriz

başlıkları altında Devlet krizinin aşılmasına yönelik anayasal bilgilenme hakkına katkı sağlamaktır.

I. 

TÜRKİYE’NİN YARGI DÜZENİ VE ANAYASA ADALETİ 

İlk kez 1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi, Avusturya, İtalya ve Almanya’dan sonra Anayasa adaleti Avrupa modeli olarak kurulan merkezi denetim yetkisini kullanan anayasal düzen güvencesi bir yüksek mahkemedir.

Oluşumu, görev ve yetkileri ile işleyişi -özellikle konumuz bakımından-  üç başlıkta ele alınabilir:

1.- AYM’NİN DÖRT DÖNEMİ

1961 Anayasası, yasaların Anayasa’ya uygunluğu denetiminde merkezileşmiş denetimle tekelci ve belirleyici yetkiye sahip olmakla birlikte, yaygın denetim yoluyla AYM ve derece mahkemeleri arasında göreceli de olsa bir paylaşımı öngörmüştü. İtirazda bulunan mahkemenin kendi kanısına göre Anayasaya aykırılık iddiasını çözümlemesi, bunun tipik örneği idi.

1982 Anayasası ise, yaygın denetimi Anayasa Mahkemesi ile sınırlı tutup merkezi denetim ağırlıklı bir düzenleme öngördü. Böylece, normların Anayasa’ya uygunluk denetiminde AYM, genel yargı düzeni karşısında daha farklı ve bir üst konuma taşınmış oldu. Adli ve idari yargı düzeninde yer alan mahkemeler için de, Anayasa’ya uygun karar verme yükümlülüğü sürmekle birlikte, Anayasa’ya uygunluk denetiminde işlevleri, Anayasa’ya aykırılık itirazı ve beş ay içinde AYM’den yanıt gelmez ise, yasayı uygulamakla sınırlı kılınmış oldu.

2010 Anayasa değişikliği ile tanınan bireysel başvuru yolu, Anayasa Mahkemesinin konumunu öteki yargı düzenlerine göre daha farklılaştırdı ve “eşitler arası birinci” konumundan “eşitler arası üstün” konumuna taşıdı. Zira, ulusal düzeyde başvurulabilecek son merci durumuna getirildi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru öncesi ulusal “süzgeç işlevi” ile donatıldı.

2017 Anayasa değişikliği, üyelerinin belirlenmesinde Cumhurbaşkanı (CB)’nın yetkisini artırmış olsa da, AYM’nin yetki alanına dokunmadı. Bununla birlikte Hükümetin kaldırılması sonucu gensoru da kalktığı ve Meclis soruşturması işlevsiz kılındığı için, Anayasa Mahkemesinin önemi daha da arttı. Haliyle, Anayasanın üstünlüğünü sağlama bakımından Anayasa Mahkemesi, merkezi bir konuma yerleşti.

2.- KURUMSAL ve İŞLEVSEL BAKIMDAN AYM’nin KONUMU

Anayasa Adaleti, adli ve idari yargı düzenlerinden, biri kurumsal öteki işlevsel olmak üzere iki açıdan ayrılır:

-Kurumsal: Yüce Divan ve Uyuşmazlık Mahkemesi.

Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını…, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay başkan ve üyelerini Yüce Divan sıfatıyla yargılar.

Uyuşmazlık Mahkemesinin başkanlığını Anayasa Mahkemesince, kendi üyeleri arasından görevlendirilen üye yapar. Diğer mahkemeler ve Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.

İşlevsel: 1987-2004 yılları arasında ve 2007-2017 yılları arasında 1982 Anayasası, usul ve içerik bakımından “asimetrik anayasa değişikliği” sürecine tabi kılındı. Şöyle ki; TBMM’de uzlaşma yoluyla 1987-2004 arasında gerçekleştirilen değişiklikler demeti, özgürlükleri pekiştirici ve iktidarı sınırlayıcı bir çizgiyi yansıtır. Buna karşılık, sandık araçsallaştırılarak gerçekleştirilen 2007-2017 çizgisindeki değişiklikler, iktidarı pekiştirici ve kişisel iktidarı kurucu bir süreci yansıtır.

3.- “ASİMETRİK ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ” IŞIĞINDA AYM’nin ARTAN İŞLEVİ

Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin işlevi, 9 Temmuz 2018’de uygulamaya konulan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) döneminde çok daha öne çıktı. AYM, yasalar ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) üzerinde denetimi sırasında, Cumhuriyet’in temel organlarına ilişkin hükümlere aykırılık yanı sıra, sıkça hak ve özgürlüklere aykırılıklar da saptamaktadır. Bu süreçte şu değişim gözardı edilmemeli: 2017’de ilgili maddelerinde değişiklik yapılmamış olmakla birlikte PBDBY kurgusundan doğrudan etkilenen özgürlükler vardır. Bunların başında siyasal partilere ilişkin madde 66 ve 67 gelmektedir. Siyasal partilerin eşit koşullarda yarışmıyor olması, seçme ve seçilme haklarını düzenleyen madde 67’yi de etkilemiş bulunmaktadır. AYM, denetimi sırasında hak ve özgürlük özneleri arasındaki eşitsizliği dengeleyici ölçütler kullanmalıdır. Konuya hak ve özgürlükler açısından bakıldığında, 1987-2004 ekseninde yapılan değişiklik maddelerinin içerik ve sistematik olarak nihai yorum yetkisi de Anayasa Mahkemesi’ne ait bulunmaktadır. Madde 13 (hak ve özgürlüklerin güvenceleri) ve madde 14 (hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılamaması) tipik örneklerdir. 2010’da tanınan bireysel başvuru yolu da, Anayasa Mahkemesini, Özgürlükler Anayasa Hukuku oluşumunda baş aktör durumuna getirmiştir.

Özetle, Anayasa Mahkemesinin, yargı düzenleri üzerinde hiyerarşik konuma sahip olup olmadığı tartışması yerindesiz olup, konuya Anayasal görev, yetki ve işlevler açısından yaklaşma gereği vardır.

4.- MİLLETVEKİLİ CAN ATALAY DOSYASI

14 Mayıs 2023 yasama seçimlerinde, henüz hakkındaki yargı kararı onanmayan (yani bir “hükümlü” olmayan) “tutuklu sanık” Can Atalay, Türkiye İşçi Partisinden Hatay milletvekili seçildi; avukatları, Atalay’ın mazbatasını Hatay Adliyesinden aldıktan sonra tahliyesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdular. 13 Temmuz’da Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay’ın tahliyesi ve hakkındaki yargılamanın durması istemini reddetti.

Atalay’ın avukatları bir hafta sonra (20 Temmuz) Bireysel Başvuru Hakkından yararlanarak “seçilme ve siyasal faaliyette bulunma” hakkının, tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle de “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkının ihlâl edildiğini öne sürerek Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) Atalay adına başvuruda bulundu.

28 Eylül 2023’te Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay’ın da aralarında bulunduğu sanıkların mahkumiyetlerini onadı.

25 Ekim’de ise AYM, Atalay’ın “seçilme hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarının ihlâl edildiğine karar vererek, tahliye kararını uygulamaya koyması için kararını İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise 30 Ekim’de dosyada karar verme yetkisinin Yargıtay’da olduğunu belirterek dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi.

Yargıtay 3. Ceza dairesi ise, 8 Kasım 2023 günlü kararı ile Anayasa Mahkemesi kararına uymama ve AYM’nin karara katılan üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararı verdi.

Bunları kısaca gözden geçirelim:

II.

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI 

Anayasa Mahkemesi, 27 Ekim 2023 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan kararında, yasama dokunulmazlığı vesilesiyle yargı kararı-yasa ilişkisini de somutlaştırmıştır[1].

1.-  NORMUN ANLAMI: ANAYASAL NORM ve KANUNİLİK

“Anayasa’nın 14. maddesi bir taraftan temel hak ve özgürlüklerin hangi amaçlarla kullanılabileceğine, diğer taraftan Anayasa hükümlerinin temel hak ve özgürlükleri Anayasa’nın öngördüğünden daha geniş sınırlandıracak şekilde yorumlanmasını engellemeye ilişkin genel hükümler içermektedir. Maddeyle engellenmek istenilen faaliyetlerin, suç oluşturan eylemlerle sınırlı olmadığı, maddenin suç teşkil etsin (oluştursun) ya da etmesin belli amaçlarla yapılacak tüm faaliyetleri içerecek geniş bir kapsama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Asıl amacı yasama dokunulmazlığının kapsamı dışında bırakılan suçları belirlemek olmayan Anayasa’nın 14. maddesinin genel ifadeler içeren metninden hareketle Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ibaresinin yargı organlarınca belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayarak anlamlı bir şekilde yorumlanması mümkün görünmemektedir.”[2]

Madde 13’te yer alan “kanunilik” kavramını özerk olarak yorumlayan Anayasa Mahkemesi’ne göre, Anayasa için de normun niteliğine ilişkin özellik gerekir: “temel hak ve özgürlüklere müdahale, belirli ve öngörülebilir bir yorum ve uygulama yapmaya elverişli olan bir Anayasa normuna dayanmışsa müdahalenin kanuniliği şartı sağlanmış olacaktır”.

Kanunilik ölçütü, maddi bir içeriği de gerektirir. Bu anlamıyla kanunilik ölçütü, sınırlamaya ilişkin kuralın erişilebilirliğini ve öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden belirliliğini garanti altına alır. Aynı şekilde, sınırlama doğrudan bir Anayasa kuralına dayanıyorsa, söz konusu kuralın da, belirli ve öngörülebilir olarak yorumlanıp yorumlanamayacağını değerlendirmek gerekir. Anayasal hükümlerin, genel niteliği nedeniyle bunlardan beklenen kesinlik düzeyi kanunlardan düşüktür. “Anayasanın 13. maddesinin aradığı anlamda kamu gücünü kullanan organların keyfi davranışlarının önüne geçen ve kişilerin hukuku bilmelerine yardımcı olacak “öngörülebilirlik ve belirlilik” ölçütlerini karşılayan kaliteli bir kanunun bulunmadığı ve bu nedenle …yapılan müdahalenin kanunilik şartını karşılamadığı sonucuna varmıştır[3].

2.- “ANCAK KANUNLA SINIRLANABİLİR” ve “KANUNLA DÜZENLENİR” KAYITLARI

Belirliliği sağlama görevi yasa koyucunundur: “Yargı organı kural koyucu bir organ gibi olmadığı için, yorum yolu ile yasama dokunulmazlığının ve dolayısıyla seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kapsamını belirleyemez[4].

AYM’ye göre; “TBMM’nin iradesi olan bir kanun bulunmaksızın, temel hak ve özgürlüklerin Anayasa Mahkemesi veya diğer mahkeme içtihatları ile sınırlanması” mümkün değildir. Bunun dayanağı md.13’tür: “ancak kanunla” (C. Atalay, & 84 ve orada belirtilen kararlar)… Yasa kaydı, bunun biçimsel anlamda hukuk devletinin bir gereği olmasıdır. Kanun, TBMM’nin iradesinin ürünü ve Anayasa’da öngörülen usullere uyularak yapılan bir yasama işlemidir. Bu anlayış temel hak ve özgürlükler alanında önemli bir güvence sağlar (Halk, Radyo ve Tv…&36). Bu sayede yürütme ve yargı organlarının, yasamanın belirlediği ilke ve çizdiği sınırlara bağlı kalması ve hukuk düzeninde Anayasa’nın öngördüğü usule uygun olarak çıkarılan kanunların alt kademelerinde yer alan düzenlemelerle temel hak ve özgürlüklerin kolaylıkla sınırlandırılabilmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. AYM, temel hak özgürlüklerin sınırlandırılmasında şekli anlamda bir kanunun yokluğunu Anayasa’ya aykırılığın ağır bir biçimi olarak kabul etmektedir. Madde 7’nin anlamı, kanun yapma yetkisinin başka bir mercie devredilemeyeceği ve bunun doğal sonucu olarak da Anayasa’ya göre kanunla yapılması zorunlu olan bir düzenlemenin başka bir merci tarafından yapılamayacağıdır”[5].

Madde 138, 9, 13 ve 6’yı birlikte yorumlayan AYM’ye göre; “temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının ancak kanunla yapılacağına ilişkin Anayasa’nın 13. maddesinin amir hükmü, bir kanun hükmü olmaksızın mahkemelerin bir hak ve özgürlüğü ilk elden sınırlamasına izin vermez. Anayasa’nın açıkça yasama organına verdiği bir yetkinin mahkemelerce ilk elden kullanılması Anayasa’nın “Egemenlik” kenar başlıklı 6. maddesinde yer alan “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.” Ve “Hiçbir kimse veya organ kaynağının Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” hükümlerine açık aykırılık oluşturacaktır.”[6].

Anayasa Mahkemesi’ne göre; “Kanun koyucuya Anayasa’yı yorumlarken belirli bir esneklik aralığı bırakan soyut anayasal normlar, “Anayasa Koyucunun bilinçli olarak bıraktığı boşluklar” olarak nitelendirilemez. Temel hak ve özgürlükleri düzenleyen Anayasa normlarının yorumu eğer bir sınırlama niteliğinde ise, yargı kararları ile değil Anayasa’nın 13. maddesinin amir hükmü gereği ancak kanun koyucu tarafından “doldurulabilir”[7].

3.-  ANAYASAL DÜZENDE YEKNESAKLIK

Anayasa’nın yeknesak bir biçimde yorumlanmasını ve uygulanmasını sağlama” görevi AYM’ye verilmiştir[8]. “Anayasa’nın nihai yorum yetkisine dayanarak Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu içtihatlara kamu gücünü kullanan organların ve bilhassa mahkemelerin aykırı davranmaları yorum karmaşasına yol açar ve Anayasa’nın üstünlüğüne dayanan bir hukuk düzeninde kabul edilemez.” (&74). AYM’nin bireysel başvuru üzerine verdiği kararlarından sonra, kamu gücünü kullanan organların işlem ve eylemlerini, mahkemelerin mevcut içtihatlarını Anayasa’nın 138. maddesi gereğince özellikle Anayasa’ya uygun karar verme yükümlülüğü karşısında yeniden gözden geçirmeleri gerekir. Anayasal düzenin yeknesak bir biçimde işlemesinin başka türlü sağlanması mümkün değildir.

“Kamu gücünü kullanan organlar, Anayasa Mahkemesince ihlalin saptandığı andan başlayarak, Mahkemenin benzer davalarda ihlal tespitlerini yinelemesine gerek kalmadan, onu telafi etmek için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Mevcut başvuruda olduğu gibi yapısal bir sorun tespit edilmişse, Anayasa Mahkemesi kararının objektif etkisinin çok daha kuvvetli olduğu kabul edilmelidir. Farklı bir kabul halinde, hakkında Anayasa’ya aykırılığı hükmen saptanmış bulunan aynı hukuksal durumda kişilerden yalnızca bir kısmının hukuki korumadan yararlanabileceği ve bunun ise anayasanın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği kabul edilmelidir…Kamu gücünü kullanan organların Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamaları, yahut kararlarda varılan sonuçları gözardı etmeleri bu organların kararlarının anayasal meşruluğuna  gölge düşüreceği gibi, demokratik bir hukuk devletinde  anayasa yargısının temel amacı olan  ve kamu gücünü kullanan tüm aktörlerin Anayasa’da belirtilen ilke ve normlara göre hareket etmesini ifade eden anayasanın üstünlüğü ilkesini de işlevsiz hale getirir”[9] .

4.-YORUM TEKELİ YOK; NİHAİ YORUM YETKİSİ VAR

“Anayasa Mahkemesi Anayasa hükümlerini yorumlama konusunda yegane makam değildir. Anayasa hükümlerini uygulamak, temel hak ve özgürlükleri korumak ve uyuşmazlıklarda somutlaştırmak diğer yargı organlarının ve kamu gücünü kullanan tüm organların da yükümlülüklerindendir… Anayasa’da yer alan kuralların, temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence ve ölçütlerin yorumlanması bakımından bütün anayasal organların yetkisi bulunmakla birlikte, norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuru yolunda da Anayasa maddelerinin nihai yorum yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir”.

Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 14. maddesini dar, özgürlükler lehine ve nihai bir şekilde yorumlamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin … tespitleri, o başvurucuya benzer durumdaki diğer bireyler yönünden de geçerlidir.

AYM’ye göre bireysel başvurunun objektif işlevi, kamu makamları ve derece mahkemeleri için olumlu yükümlükler yaratmaktadır: “Böylece Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlükleri yorumlarken, diğer organlar ve kişilerin uygun davranmakla yükümlü oldukları bir hukuk düzeni yaratarak objektif bir işlev üstlenir”.

AYM, insan haklarına saygı gösteren ve insan haklarına dayanan Devlet’in yükümlülüğü bakımından objektif işlevi şöyle somutlaştırmaktadır: “Anayasa Mahkemesi kararlarının genel olarak Anayasa’yı yorumlama ve uygulama şeklinde ortaya çıkan objektif işlevinin sübjektif işlevine göre ön planda olduğu kabul edilmelidir. Bunun sebeplerinden biri, Anayasa’nın 2. maddesinde ifade edildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerinden birinin “insan haklarına saygılı” demokratik bir hukuk devleti olmasının ve Anayasa’nın 14. maddesinde ifade edildiği üzere devletin “insan haklarına dayanan demokratik” bir devlet olmasının doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesince tespit edilen bir ihlalin altında yatan sorunları giderme yönünde devletin bir yükümlülüğünün bulunmasıdır. İnsan haklarına saygı gösterme ve dayanma yükümlülüğü devlete, Anayasa’daki bütün hak ve özgürlükleri yetki alanı içindeki herkese sağlama ve hak ihlallerini önleme sorumluluğu getirir” [10].

İkincillik ilkesi bağlamında, temel hak ve özgürlüklerin ilk elden kamu makamları ve derece mahkemeleri tarafından korunması gerekir. Zira, Anayasa Mahkemesi kararlarının öncelikli işlevi, anayasal haklar ve özgürlüklerin yorumlanmasıdır. Böylece bireysel başvuru yolu somut bir başvuru ile başlatılmış olmasına rağmen, sonuçları itibariyle objektif bir niteliğe bürünmektedir ve bu anlamda aynı zamanda objektif bir hukuk koruması aracı durumuna gelmektedir.”.

5.- OBJEKTİF İŞLEV ve BİREYSEL BAŞVURUNUN ETKİLİLİĞİ

AYM’ye göre, aynı soruna ilişkin tüm uyuşmazlıkların Anayasa Mahkemesi önüne taşınması sonucunun doğmaması için objektif işlev, bireysel başvuru açısından yaşamsaldır. AYM’ce çözümlenmiş sorunlara ilişkin tüm uyuşmazlıkların yeniden bireysel başvuruya konu edilerek AYM’ce karara bağlanmasının beklenmesi, bireysel başvuruyu sürdürülemez kılar. “Bireysel başvuru yolunun işlerliğini devam ettirmesinde Anayasa Mahkemesinin Anayasa’yı yorumlamasının kritik önemi vardır. Bu işlevi en iyi şekilde yerine getirebilmesi ise, –her bir başvuruda adaleti sağlamaktan ziyade- Anayasa Mahkemesinin daha önce Anayasa’yı yorumlamadığı meselelere odaklanmasına bağlıdır”.

Bu bağlamda Atalay kararı tipik bir örnektir[11]: ”Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlalin altında yatan sorunları giderme yönünde kamu gücünü kullanan makamların genel bir yükümlülüğe sahip olmasına karşın Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi içtihadına aykırı davranmış, benzer ihlalleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmemiş; aksine başvurucunun anayasal haklarını -Anayasa’nın Parlamentoya verdiği bir yetkiyi kullanarak- daraltıcı bir şekilde yorumlamak suretiyle ihlal etmiştir”.

“Gerek yasama dokunulmazlığını koruma altına alan Anayasa’nın 83. maddesi ve gerekse temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını yasaklayan Anayasa’nın 14. maddesi ancak demokrasinin korunması bağlamında ve hak eksenli yorumlandıkları takdirde işlevlerini tam olarak yerine getirebilir. Mahkemeler söz konusu anayasal hükümleri özgürlükler lehine yorumlamadıkları gibi, onları böyle bir yorum yapmaya sevk edecek esasa ve usule ilişkin güvencelerin bulunduğu bir siyasal sistem de bulunmamaktadır”.

AYM, “başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını koruyan temel güvencelere sahip, belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayan anayasal veya yasal bir düzenlemenin  bulunmaması nedeniyle, seçilme ve siyasal faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır….”[12].

6.- İHLALİN GİDERİLMESİ

“Başvurucu yargılandığı dava kapsamında bireysel başvuru anında tutuklu statüsünde iken mahkümiyet hükmünün onanmasıyla hükümlü haline gelmiştir (bkz.&12). Bu durumda başvurucu, milletvekili seçildiği halde tutuklu yargılanmaya devam edilmiş ve hakkındaki mahkümiyet hükmü de onanmıştır. Buna göre Anayasa Mahkemesince başvuru hakkında tespit edilen hak ihlallerinin sonlandırılmasına ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak;

i. Yeniden yargılama işlemlerine başlanması,

ii. Mahkümiyet hükmünün infazının durdurulması ve ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması,

iii. Başvurucunun hükümlü statüsünün sona erdirilmesi,

iv. Yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi

İşlemlerinin yerine getirilmesi zorunludur”[13]

III.

ADLİ YARGI:  İSTANBUL 13 ACM / YARGITAY BAŞSAVCILIĞI / 3. CEZA DAİRESİ

1.- İSTANBUL  3. ACM BAŞKANI HAVALESİ (30 EKİM)

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM), 6216 sayılı Kanun md.50/1 ve 2’ye yollama yaparak AYM kararının Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderilmesi gerektiği gerekçesiyle Başkanın havale yazısı ile Yargıtay’a gönderdi.

2.- YARGITAY BAŞSAVCILIĞI MÜTAALASI (3 KASIM)

3. Daire, Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan mütalaa istedi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 03.11.2023 tarihli mütalaasında; ”…Çözümlenmesi gereken temel sorunun, Anayasanın 14. maddesinin Devletin Güvenliğine karşı işlenen eylemleri kapsayıp kapsamadığı, 3. fıkrasında öngörülen yasal düzenlemenin TBMM tarafından yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplandığı anlaşılmaktadır…. Halbuki, 5237 sayılı TCK’nın 302 ila 308. maddelerinde ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ ile 309 ila 316.  maddelerinde ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ın Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken suçlar arasında yer aldıklarında kuşku yoktur.  (…)

Anayasa Mahkemesi soyut anayasal kuralların muhtevasını belirleme noktasında o kadar etkin bir konuma sahiptir ki, bu normlara anayasa koyucunun gerçek iradesi ile çelişen yorumlar yapılmaması, yorum yaparken anayasanın içeriğini belirleyen kararlar vermesi gerekir. Aksi halde yorumun bağlayıcı etkisinin temeli ve meşruluğu ortadan kalkar. Tutarlı bir yorum teorisi geliştirilerek anayasal ilkeler arasındaki hiyerarşiyi nedensellik bağlarını vurgulayan ‘anayasanın bütünlüğü ilkesi’ni esas alarak ilmi ve objektif kriterlere, şeffaf denetlenebilir ölçütlere göre yorumlanması gerekmektedir. Anayasa yargısının, anayasallık denetimi kapsamında sahip olduğu anayasal yetki alanı ‘hukukilik denetimi’ yapmakla sınırlıdır. Şöyle ki, Anayasal demokratik bir rejimde, AYM’nin aktif olmasının meşru görülebileceği alan, sadece kişisel ve siyasi haklar alanıdır. Yasamanın üstünlüğü ilkesinin, yürütmenin eylem ve işlemleri ile yargısal uygulamalar sırasında oluşacak hak ihlallerinin önüne geçilmesi bağlamında bu alandaki görev ve yetkilerinin istisnasını teşkil edecek iptal ve ihlal kararı verme yetkisine haiz AYM’nin, anayasal demokratik meşruiyetini temin edecek en önemli husus, temel hak ve hürriyetlerin anayasallık denetimi yoluyla korunmasıdır. AYM, soyut hukuki kurallardan somut hukuk üreterek, önüne getirilen kuralların anayasaya uygunluğunu denetlemektedir. Ancak bu durum kendi içinde zorluklar içermekte, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlali, sonuçlarına neden olabilmektedir. Bu bağlamda; Anayasal normlara uygunluğun denetlenmesi oldukça zorluk arz etmektedir. Bu zorluklardan ilki, anayasalarda yer alan hükümlerin birçoğunun genel, soyut, belirsiz, yorumlamaya ihtiyaç duymasıdır. Yorum, insanoğlunun, farklı manalara gelme ihtimali bulunan metin ya da kavramların ne manaya geldiğini belirlemeye yönelik gerçekleştirdiği bir zihni faaliyettir.  (…)””

3.-  YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ KARARI (8 KASIM)

1- Anayasa Mahkemesi’nin 2023/53898 numaralı, Şerafettin Can Atalay’ın bireysel başvurusu hakkında 25.10.2023 tarihli ihlal kararına hukuki değer ve geçerlilik izafe edilemeyeceği cihetle, bu bağlamda Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar bulunmamakla; keza Şerafettin Can Atalay hakkında verilen mahkumiyet kararının temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu 28.09.2023 tarihinde Dairemizin 2023/12611 esas 2023/6359 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen ve infazı kabil bir hükmün mevcudiyeti karşısında; Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararına UYULMAMASINA,

2-Şerafettin Can Atalay hakkındaki mahkumiyet hükmünün 28.09.2023 tarihinde Dairemiz tarafından onanması ile hükümlü sıfatını kazandığı ve Anayasa’nın 84/2. maddesinde milletvekilliğinin düşmesi sebeplerinden biri olarak ”kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinin” düzenlenmiş olduğu, Anayasa’nın 76. maddesinde sayılan milletvekilliği ile bağdaşmayan suçlardan kurulan mahkumiyet hükmünün milletvekilliğini düşüreceği, Anayasa’nın 84/2 maddesi yönünden Anayasa Mahkemesi’ne müracaat imkanı tanınmadığı ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda inceleme yetkisinin de bulunmadığı gözetilerek; hükümlü Şerafettin Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı’na GÖNDERİLMESİNE,

3-Anayasa hükümlerini ihlal eden ve kendisine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aşarak hak ihlalinin kabulü yönünde oy kullanan ilgili Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda BULUNULMASINA,

08.11.2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

4.- YARGITAY BAŞKANLIĞI BİLDİRİSİ (10 KASIM)

Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının ardından Yargıtay da açıklama yaptı: (…)

Bizatihi Anayasayı korumak amacıyla kurulan Anayasa Mahkemesi, tartışmalara konu olan davada, anayasa koyucunun iradesini yok sayarak Anayasa’nın 83’üncü maddesindeki atıf nedeniyle somut olaya uygulanması gereken 14’üncü maddesini işlevsiz bırakmıştır. Anayasal düzene uymayan bu bakış açısının etkisi ile bazı kararlarda yüksek mahkeme olan Yargıtay ve Danıştay’ın derece mahkemesi olarak nitelendirilmesi, tartışmalara konu olan Şerafettin Can Atalay dosyasında olduğu gibi terör suçlarına bakan ve tamamen yargısal bir görev ifa eden Yargıtay 3. Ceza Dairesinin ‘88. Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlalin altında yatan sorunları giderme yönünde kamu gücünü kullanan makamlar genel bir yükümlülüğe sahip olmasına karşın Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi içtihadına aykırı davranmış, benzer ihlalleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmemiş; aksine başvurucunun anayasal haklarını -Anayasa’nın Parlamentoya verdiği bir yetkiyi kullanarak- daraltıcı bir şekilde yorumlamak suretiyle ihlal etmiştir.’ biçimindeki sözlerle anayasayı ihlal suçunu işlediği ithamında bulunularak hedef gösterilmesi gibi son derece vahim, kabul edilemez hukuki hatalar, bireysel başvuru kararlarının vazgeçilmez dili olmuştur. (…)

Hukuki güvenliğin, toplumsal barışın ve hukuki öngörülebilirliğin sağlanması bakımından Anayasa’dan aldığı yetkiyle Yargıtay, bireysel başvurunun mevcut haliyle uygulanmasının doğurduğu sorunların giderilmesi ve karşılaştırmalı hukukta kabul edilen standartlara göre geliştirilmesi konusunda ihtiyaç duyulan, anayasal ve yasal çalışmalarda gerekli desteği sağlamaya her zaman hazırdır.”

IV.

YÜRÜTME: HAKEM VEYA TARAF DEĞİL, “YÜKÜMLÜ”

Cumhurbaşkanı, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.” (Any., md.104/2).

Yürütme yetkisini de, Devletin başı sıfatıyla tek başına Cumhurbaşkanına veren 2017 Anayasa değişikliği, Anayasa’yı “gözetme” yetkisini “temin” yükümlülüğüne çevirdi.

CB andı ise aynı: Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye… namusum ve şerefim üzerine and içerim” (md.103).

CB’nin temin yükümlülüğü, AYM’nin C. Atalay kararına Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin uymama kararı karşısında en belirgin bir biçimde gündeme gelmiş bulunuyor.

Tam tersine, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yargıtay’dan yana tutum aldı [14]:

– “AYM bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez[15].

-“Parlamentomuz da bu konularda ağır hareket ediyor. Birçok terörist parlamentoda dokunulmazlıkların kaldırılması süreci geciktiği için kaçtılar, yurt dışına çıktılar”.

– “Partimizdeki arkadaşlar da yanlış yapıyor”.

Bununla birlikte, aynı gün yaptığı bir konuşmada Erdoğan, “Biz tartışmada taraf değil hakem konumundayız” dedi ve TBMM’yi göreve çağırdı:

Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır, yasalardır. Ancak mevcut anayasamız ve yasalarımız, bu konuda yetersiz kalmaktadır.

Bu sorunun çözüm yeri yasalardır. Ancak yasalarımız bu konuda da yeteriz kalmaktadır. Ülkemizi bir an önce yeni anayasaya kavuşturmanın gerekliği ortaya çıkıyor. Yeni anayasa meselesini ısrarla gündemde tutmamızın, günlük siyaset söylemi değil, hayati bir konu olduğu, bu vesileyle herhalde daha iyi anlaşılmıştır İnşallah bu hususta yeni anayasa çalışmaları en kısa sürede başlatılır.”.

Oysa Anayasa md.104/2 gereği Cumhurbaşkanı, “Mahkeme kararlarına uyulması Anayasa emridir” şeklinde bir tavır koymalı idi.

11 Kasım’dan itibaren anayasal ve siyasal tartışmalara katılan Adalet Bakanı, -bürokrat statüsünü de unutarak- “Anayasa’nın emredici hükmüne kimse karşı çıkamaz” deme yerine Yargıtay’ı destekleyici açıklamalar ile, dava sürecinde yaptığı üzere “bilgi kirliliği yaratma” ya yönelik açıklamalarına ivme kazandırdı.

Yasal düzenlemeler, Anayasa Mahkemesinde tersyüz edildi” açıklaması[16]:

AYM’nin yasalar ve CBK’leri üzerinde icra ettiği denetimden duyulan rahatsızlığın dışavurumudur.

“Anayasa Mahkemesi önünde 135 bin dosya var, bunu 15 kişi nasıl çözer?” açıklaması (CB’nin konuşmasını izleyen saatlerde Adalet Bakanı), Anayasa Mahkemesi’ni tümüyle etkisizleştirme iradesinin dışavurumudur.

TBMM Grup toplantısında Cumhur İttifakı ortağının “Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır” sözünü yineleyerek AYM başkan ve üyelerine yönelik suçlayıcı konuşma yapması[17], PBDBY’nin nereye sürüklenmek istendiğinin açıkça göstergesidir.

V.

 TBMM BAŞKANI’NIN  SESSİZLİĞİ ve DEMOKRATİK MUHALEFET

Yargıtay 3. Ceza dairesi TBMM’ye adeta had bildirme şeklinde ağır eleştiriler yöneltti: Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde adeta talimat verdi. Söz konusu suçlamaların doğrudan ve ilk muhatabı olduğu halde TBMM Başkanı sessiz kaldı ve aradan günler geçmesine karşın herhangi bir açıklama yapmadı.

Fikir ve eylem olarak CHP, yasama haysiyetini ve anayasal düzeni savunma öncülük işlevini üstlendi; yaptığı Grup toplantısı ile kararlılık tavrını ortaya koydu ve yol haritasını belirledi. Adalet nöbeti, TBMM çatısı altındaki başlıca direnme etkinliği olarak sürmektedir.

Öte yandan, Türkiye Baroları, Barolar Birliği öncülüğünde Yargıtay’a kadar Adalet yürüyüşü yaparak savunma meslek mensupları olarak tepkilerini kurumsal düzlemde fikir ve eylemle ortaya koydular.

VI.

ANAYASA’NIN EMREDİCİ ve YASAKLAYICI HÜKÜMLERİ

Madde 11, kesin saygı gereği dışında hiçbir seçenek tanımayan emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümleri için çerçeve nitelik taşır: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”

Madde 153/son, EMİR ve madde 6/son, YASAK hükümlerine tipik örnek oluşturur:

-Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.

-Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Bu kurallar tıpkı, suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” veya “kimseye işkence ve eziyet yapılamaz”, ya da, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” hükümleri gibi istisna öngörmeyen düzenlemelerdir.

Bu hükümler olmasa bile, mahkeme kararlarının uygulanması, adil yargılanma hakkının (md.36) gereği olup, Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararını uygulamak yerine, uygulamayacağını açıkça beyan etmenin ötesinde, kendisi açısından bağlayıcı karar vermiş olan Anayasa Mahkemesi üyeleri için suç duyurusunda bulunduğu kararı, Anayasa açısından yok hükmündedir[18].

VII.

YORUMA KAPALI ve AÇIK HÜKÜMLER

Anayasa’nın yasaklayıcı ve emredici nitelikte olmayan hükümleri yorumu gerekli kılabilir. Örneğin, ‘hak ve özgürlükler ancak kanunla sınırlanabilir ve bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna aykırı olamaz’ kaydında yer alan (md.13) ‘Anayasa’nın ruhu’, yorumunu gerekli kılsa da “kanun”, yoruma muhtaç değil. Benzer şekilde, “Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir” hükmünde (md.14/son) yer alan ‘faaliyet’, yorumu gerekli kılar; ama “kanunla düzenlenir” kaydı yorumu gerekli kılmaz. Görüldüğü üzere, norm (Anayasa’nın ruhu) veya eylem (faaliyet) üzerine yorum gereği, “kanun” kaydı için geçerli değil; çünkü bu konuda “münhasır yetki” söz konusudur.

Buna karşılık, 1982’de yazılan “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme  veya kısıtlama halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur” kuralı (md.84/2), 2010 Anayasa değişikliği ile tanınan bireysel başvuru yolu ışığında, kesinleşme anının yeniden değerlendirilmesini gerekli kılar[19]. Bu bir yorum faaliyetidir. Ya da, “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.” (md.154) hükmü, yine 2010 Anayasa değişikliği ışığında değerlendirilmek gerekir. Çünkü, AYM’nin ihlal kararı, “son inceleme mercii” kaydını göreceli kılmıştır. Şöyle ki; Yargıtay’ın hak ihlali yaratmayan kararları açısından “son inceleme mercii” olması tartışma dışıdır; ancak, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı, yeniden yargılama gibi dosya üzerinde başlatılan yeni süreç, “kesinleşme” kaydı açısından da durma anlamına gelir.

Öte yandan, Yargıtay’ın Anayasa madde 153/son ile madde 83 ve 14 arasında düştüğü açık çelişkiye de dikkat çekmek gerekir. Madde 83’te yasama dokunulmazlığı bakımından öngörülen istisna kaydını yorumlamak için “kendini yasa koyucu yerine koymak” suretiyle “yorum yoluyla suç ihdas” etmeye girişen Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin madde 153/sonu yok sayması, cehaletten kaynaklanmadığına göre, hukuka inançsızlığının belirgin bir göstergesidir.

VIII.

 ANAYASA: AYKIRILIK, İHLAL ve SUÇ

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının hak ihlali yarattığına karar verdi. Yargıtay 3. Ceza dairesi ise, “uymama” yönünde karar vermek suretiyle, başta madde 153/son gelmek üzere birçok Anayasa maddesini ihlal etti. “Uymama” beyanı ile yetinmeyen Daire, ihlal kararına olumlu oy veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda da bulundu. Böylece, kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetisi kullanma girişiminde bulunmuş oldu.

Yürütme yetkisini tek başına elinde tutan Cumhurbaşkanı, 3. Ceza Dairesi’nin açıkça Anayasa ihlali olan kararını açıklamalarıyla destekledi. Ardından, Yargıtay Başkanlığı da bir açıklama yaparak aynı kararı destekledi[20].

Adli yargı ve Yürütme’nin bu tavırları ışığında 3. Daire kararı ve destekleyicileri için “Anayasayı ihlal suçu” ve “suç ortaklığı” ceza hukuku ve Anayasa Hukuku öğretisinde tartışılmalıdır[21].

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin C. Atalay dosyasını dört ay bekletip, AYM’nin gündemine almasının tartışıldığı bir sırada kararını vermiş olması, İstanbul 13. ACM, AYM kararının gereğinin yerine getirilmesi için gerekli kararları alarak tahliye için İnfaz hakimliğine de bildirimde bulunması yerine Başkanı’nın Yargıtay 3. Ceza dairesine havale yazısı, Ceza Dairesi’nin ise anında Yargıtay Başsavcılığından görüş istemesi, Başsavcılığın da iki gün içinde “Anayasa mütalaası”! vermesi ardından Ceza Dairesi’nin yalnızca iki gün sonra uymama-suç duyurusu ve TBMM’ye ihtar kararı vermesi, Cumhur İttifakı’na mensup siyasilerin ve bürokratların “Anayasa ihlal iradesini dışavuran kararı” açıkça destekleyen art arda açıklamaları, üstelik bütün bunların Cumhuriyet’in 100. Yılını idrak edişimizi izleyen 10 günde gerçekleşmiş olması, bir rastlantı olmamalı.

Bunlar, ‘Anayasa’yı ihlal suçu’na giden halkalar olup, hepsi birlikte göz önüne alındığında, tıpkı 2016’da yapıldığı üzere, yeni bir Anayasa operasyonunun hazırlık çalışmalarıdır. Hatırlayalım: “Türkiye’de fiili bir durum vardır ve bu çözülmelidir. Ülke yönetimi yasa ve Anayasa’ya uygun değildir. Ve de suç işlenmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı, fiili başkanlık yapmaktadır. Bu durum Anayasa’ya aykırıdır…”[22].

Bugün tanık olduğumuz süreç, 2017 kurgusunun aktör ve antrenörünün öncülük ettiği, Anayasa yoluyla demokrasiyi, hukuku ve toplumsal barışı dinamitleme harekatıdır.

Bu nedenle, gerek başsavcılık mütalaasında gerekse Daire kararında yanlış olarak kullanılan aktivizm, yerindelik denetimi ve öteki kavramları düzeltmeye burada girmeyeceğim.

  • Aslında bunlarla amaç, bilgi kirliliği yaratarak “Anayasa ihlali” ve “anayasal düzeni ortadan kaldırma girişimi”ni örtbas etmektir.

Şu kadarını belirtmekle yetineyim:  AYM ile çatışan ve Anayasa’yı yadsıma eşiğine sürüklenen Yargıtay, eğer mesaisini adil yargılamaya odaklamış olsa ve adli yargı düzeninin asgari gerekleri doğrultusunda “hukuku dile getirme” yükümlülüğünü gözetse idi, sayıları 500 bini aşan yurttaş, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak zorunda kalmazdı.

IX.

DEMOKRATİK TOPLUM ve SİYASET BAKIMINDAN KRİZ

Cumhuriyet’in 2. yüzyılının ilk iki haftasında, Anayasa madde 2’nin öngördüğü Cumhuriyet’in niteliklerini ortadan kaldırmaya yönelik işlem, eylem ve söylemler, “siyasal denge ve denetim düzeneklerinden arındırılmış bulunan anayasal düzeni, yargısal denetimden de arındırma tasarımıkarşısında bulunduğumuzu ortaya koymuştur.

Hesap verebilir hükümetin olmadığı bir Anayasal kurguda amacın, demokratik toplum ve demokratik siyaset alanını daraltarak siyasal münavebe yollarını tıkayarak Cumhur İttifakı iktidarının sürekliliğini sağlamak olduğu açıktır. Demokratik toplum açısından; dosyanın konusu -demokrasinin post-modern mantığını yansıtan- Gezi olduğu için  –Gezi hıncını sürdürme ötesinde-  geleceğe yönelik olarak toplu özgürlüklerin kullanımını üzerinde caydırıcı etkiler yaratma hedefi de ihtimal dışı değildir. Demokratik siyaset bakımından; Anayasa Mahkemesi’nin devre dışı tutularak, yerel yönetimlerde veya ulusal ölçekte seçimleri kazanma potansiyeli bulunan adayları tasfiye hedefi de gözardı edilmemelidir.

Bu nedenle öncelikli sorun, resmi dezenformasyona karşı uyanıklıktır; çünkü sorun Anayasa’dan değil, Anayasa’nın bilerek ve isteyerek ihlalinden ve hukuken yok hükmündeki metnin belli siyasal çevrelerce sahiplenilmesinden kaynaklanıyor.

  • Bu durum karşısında acil olan, Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasıdır.

Kuşkusuz asıl olan, bu amaçla Cumhuriyet’in temel organları olarak Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin, “demokratik hukuk Devleti” (md.2) ekseninde ortak tavır koymasıdır.

Anayasa değişikliği söylemine gelince :

  • ‘Anayasa ihlali’ yoluyla yaratılan ve Anayasal düzenin bütününe ilişkin olan kriz,
  • Anayasa’dan kaynaklanmadığı için,
  • Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerine dokunmayı öngören Anayasa değişikliğine kesinlikle karşı çıkmak gerekir.

Anayasa’ya saygı için, “bilgi-dayanışma ve direnme” üçlüsünü, siyasetten sivil topluma doğru genişletme örneğini Türkiye Barolar Birliği ve Barolar verdi. Anayasal kamuoyu ve toplumsal seferberlik, demokratik hukuk devletini sahiplenmenin başlıca yoludur.

Kaynaklar

[1] AYM Kararı (GKK), Şerafettin Can Atalay Başvurusu (2), 2023/53898, 25./10/2023; R.G.: 27 Ekim 2023-32352.
[2] Atalay-41, (Gergerlioğlu-95’ten alıntı).  Anayasa madde 83 ve 14, nitelik olarak da birbirinden tümüyle bağımsız iki farklı düzenleme olduğunu belirtmek gerekir.
[3] Atalay, & 34, 36; Ö.F. Gergerlioğlu, & 76 ve orada belirtilen diğer kararlar.
[4] Atalay, & 47 vd.
[5] Atalay, & 49-50; T. Arslan, & 85, 98.
[6] Atalay, &, % 51.
[7] Atalay, & 55.
[8] Anayasa madde 148 gerekçesi, md.153/son.
[9] Atalay, &  73, 75.
[10] Atalay, & 77.
[11] Hatırlanacağı üzere, 14. Maddenin yorumuna ve seçme ve seçilme hakkının kapsamına ilişkin benzer bir sorun, Gergerlioğlu kararında Anayasa Mahkemesi’nce çözüme bağlanmıştı.
[12]  Atalay, & 106.
[13] Atalay, & 112.
[14] 10 Kasım 2023 sabahı Orta Asya dönüşü uçakta yaptığı açıklama
[15] AKP’nin Cumhur İttifakı ortağı MHP Genel başkanı D. Bahçeli de, “HDP’nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesi’nin de kapatılması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır” demişti (31 Mart 2021).
[16]  CB Erdoğan’ın, Riad dönüşü 13 Kasım 2023 sabahı  uçakta  açıklaması.
[17] MHP Genel Başkanı D. Bahçeli, 14 Kasım.
[18] Bu yokluk hali, adı geçen Daire açısından yeni bir hukuki durum yaratmış olup, daha önce karara bağladığı dosyalara da, adil yargılanma hakkı bakımından gölge düşürmüş bulunmaktadır.
[19] Milletvekillikleri düşürülen ve Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali kararı verilmesi ardından TBMM’ye dönen  Enis Berberoğlu (2, GK, B.no:2018/30030, 17.9.2020) ve Ö. Faruk  Gergerlioğlu (GK, B.no:2019/10634, 1/7/2021) kararları tipik örneklerdir.
[20] Saray bürokratları da mesajları ile yok hükmündeki kararı destekledi.[21] “Anayasayı ihlal suçu” için aranan “cebir ve şiddet” (TCK, md.309) koşulu, Devlet’in zor kullanma  araçlarını elinde tutan, ancak Anayasayı ihlal edici işlem ve eylemleri süreklilik taşıyan makamlar açısından yeniden yorumlanmaya muhtaçtır.
[22] MHP Genel Başkanı D. Bahçeli, 16 Ekim 2016.