Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ALİM ve CAHİL FARKI…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Alim, akıl ve bilimsel bilgi ile donanan, inancını ve dünya görüşünü nakille (aktarım) değil akıl ve bilimsel bilgi ile edinen, kendisine bir soru yöneltildiğinde öğrendiği bilgilerle doğru yanıt veren, bilmediklerine de “Ben bunları bilmiyorum” diyebilen; YANİ BİLMEDİĞINİ BİLEBİLEN insandır.

Eğitimli ya da eğitimsiz olması fark etmez; cahil ise, her konuda sınırsız ve tereddütsüz (çekincesiz) bilgi sahibi (!) olan, her sorunun mutlaka doğru(!) yanıtını bilebilen(!); YANİ BİLİP BİLMEDİGİNİ BİLEMEYEN insandır.

Alim, hem kendini, hem bilgisinin sınırlarını, yani haddini bilen insandır.

Cahil ise hem kendini bilmeyen (tanımayan), hem bilgisinin sınırsız olduğunu sanan ve hem de haddini bilmeyen insandır.

Bir toplum için en büyük azap da, her devirde ve her ülkede, haddini ve sınırları bilmeyen insanlarca yönetilir olmaktır. Yani cahillerin iktidarıdır. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Yakın tarihteki tipik olumsuz iki örnek Hitler ve Mussolini‘dir.

Olumlu ve güzel örnek ise, her konuda haddini ve sınırlarını çok iyi bilen ve asla bu sınırların dışına taşmayan büyük bilge lider (önder) örneği de M. Kemal Atatürk‘tür.

Uğur Mumcu’nun kanı yerde mi kaldı?

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
24 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

Bu gün 24 Ocak. 31 yıl önce, karlı bir kış gününde Uğur Mumcu’nun bomba ile katledildiği gün… Ankara’da haberi duyunca televizyonun önünde acı içinde donakalan annem ve babamla birbirimize sarılıp ağladığımız gün ve sonrasında halkın demokrasi yeminine dönüşen cenaze töreni, hayatımın en sarsıcı günlerindendi.

Bugün başlıktaki soruyu sormamın nedeni ise Mumcu’nun katledilişinden üç gün sonra Cumhuriyet’te yayımlanan “Yerdeki Kan” başlıklı başyazı. Onu alıntıladıktan sonra makalemin başlığındaki soruyu yanıtlayacağım.

“Her insanın yaşamı kutsaldır; ne biri ötekinden değerlidir ne öteki berikinden değersiz… İnsan haklarının en başında yaşama hakkı gelir. 

Son yıllarda terör çok can aldı. Her bir cinayetten sonra devletin ileri gelenleri aşağı yukarı birbirine benzer sözler söylediler. En çok kullanılan tümcelerden biri de artık ezberlendi: 

‘Terör kurbanının kanı yerde kalmayacak…’

Çoğu kişi, bu sözü, anlamını bilmeden benimsedi. Oysa bu yaklaşımda kan davasını anımsatan bir anlam kayması da sezilebilir. Devletin cinayeti işleyeni saptaması, yakalaması, yargının önüne çıkarması görevidir. İlk bakışta doğal görünen bu ödevin eksik kalması, faili meçhul cinayetlerin çoğalması, yetkilileri ‘Öldürülenin kanı yerde kalmayacak’ gibi ‘teselli’ ve ‘teskin’ edici açıklamalar yapmaya zorlamıştır.

Uğur Mumcu’nun alçakça bir suikasta kurban gitmesi, Türkiye’de her kesimden insanda büyük ve derin tepkiler yarattı. Olay, yaşadığımız dönemin belirleyici odak noktası gibidir. Cinayet bir zabıta vakası çerçevesinde elbette görülemez. Katillerin bulunması ve cezalandırılmasıyla da iş bitmeyecektir. Daha kapsamlı ve daha geniş ufuklu bir süreç içinde düşünmek zorundayız. 

Uğur Mumcu, bir dizi moral değeri, toplumsal amaçlar yumağını, bir değerler sistemini simgeliyordu. Cumhuriyet’in çatısı altında kurulan kürsülerde savunulan ve yükselen düşüncelerin simgeleşmiş yazarıydı. Mumcu’ya kurulan tuzak, işte bu değerler sistemine kanlı saldırının ta kendisidir. Öyleyse ‘Uğur’un kanının yerde kalmaması’ için bu bayrağı yükseltmek gerekiyor. 

Yazarımız daha toprağa verilmeden bir noktayı vurgulamalıyız: 

  • Ancak Türkiye’de laik Cumhuriyeti savunmak ve katılımcı demokrasiyi gerçekleştirmek yolunda yürüyebilirsek Uğur’un kanı yerde kalmayacaktır. 

Uğur Mumcu’yu bu gün toprağa veriyoruz. 

Onun yalnız yaşamından değil, ölümünden çıkaracağımız dersler çoktur. Mumcu’da ‘fikr-i takip’ vardı ve bu konuda örnek sayılacak kadar inatçıydı. Uğur’un öldürülmesi, bir cenaze töreniyle başlayıp bitecek bir olay değildir. Türkiye’mizin demokratik güçleri, artık dağınıklıktan ve -deyim yerindeyse perişanlıktan kurtulmalıdır. Küçük çıkarlar için birbirleriyle uğraşan siyasetçilerin -eğer yaşam hakkına saygıları varsa- daha kapsamlı ve ufuklu bir politikada bütünleşmeleri zorunludur. 

Eğer onlar yine küçük çıkarların siyasetini gütmeyi sürdürürlerse ve ‘perişanlık’ devam ederse kamuoyu aşağıdan yukarıya doğru ağırlığını koyma görevini üstlenmelidir. 

İşte o zaman Uğur Mumcu’nun kanı yerde kalmayacaktır.” 

Mumcu’nun cenaze törenindeki insan selinin içinde yer alan herkesin, 27 Ocak 1993 sabahında okuduğu yazı buydu. Yüz binlerce insan, Kuvayı Milliye ruhunun (AS: “ruhunun” yerine “bilinci”) sindiği sokaklarda, “Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak” dizelerini söyleyerek yürümüştü.

31 yıl sonra Türkiye’nin sokaklarında ve adliyelerinde şeriat sloganları atılırken, siyasetçiler ve cumhuriyet savcıları ise susarken, bu başyazı doğrultusunda gerçeği söylüyorum: Mumcu’nun kanı yerde kaldı! Şu an için durum bu… 

O nedenle demokrasiden ve laik Cumhuriyetten yana olan yurttaşlara sesleniyorum:

Susmayın! 

Demokratik toplum kuruluşlarına sesleniyorum: Ağırlığınızı koyun!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sürdürülemezlik farkındalığı

İbrahim Ö. Kaboğlu

25.01.2024, BİRGÜN

Hükümet ilga edildi,
bakanlar kurulu lağvedildi,
kurul halinde veya kolektif bütün siyasal karar düzenekleri ve
siyasal sorumluluk kaldırıldı.

Böylece, yasama-yürütme-yargı olarak yüzyılların evrimi sonucu oluşan erkler ayrılığı,
kağıt üstünde bırakıldı.

Cumhurbaşkanına verilen yürütme yetkisi ile, siyaset üzerinde kişi tekeli kuruldu.

Geniş bir kararname (CBK) yetkisi ile yetinilmedi; TBMM’nin kaderi de CB’ye bırakıldı.

Anayasa andı ile bağdaşmadığı halde CB, parti genel başkanı oldu.

Bakanları bürokratlara dönüştüren CB, kamu görevlilerinin sicil amirliğini de üstlendi.

BİLEŞİK KAPLAR

Devleti temsil,
tek başına hükümet etme,
sicil amirliği ve
parti genel başkanlığı yetkileriyle yetinmeyen CB,
Varlık Fonu’nu da kendisine bağladı.

KHK ile rektörleri atama yetkisini alan CB, kişiye özel düzenlemeler de gerçekleştirdi. Bu tür yollarla yükseltilerek bakanlık koltuğuna oturtulanlar, Meclis kürsüsünde cemaat-tarikat propagandası yaptı. Tersine, eski vekiller rektör olarak atandı ve DEÜ’de olduğu gibi üniversiteler “partinin arka bahçesi”ne dönüştürüldü.

Kaldırılan müsteşarlık yerine bakan yardımcılıklarına eski vekiller atanarak, bakanlıklar partinin arka bahçesine dönüştürüldü.

RG’de sıkça yayımlanan tek imzalı görevden alma ve atama kararları için hiçbir gerekçe ve liyakat ölçütü yok.

  • Ülkesel değerleri yağmalayan satış ve acele kamulaştırma işlemleri tek imza ile yapılıyor.

CBK yoluyla doğrudan düzenleme yetkisine karşın kurulan ittifak, TBMM’yi işlevsizleştirdi.

Uzman ve özerk kuruluşlar çökertildi; RTÜK’ten TRT’ye halkın bütçesi ile çalışan kuruluşlar ve CİMER, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY)’nin ideolojik aygıtları”na dönüştürüldü.

Türkiye’yi uluslararası çete ve terör örgütlerinin üssüne dönüştüren ve (Belediye Başkanları ve bakanlar gibi) kendi zanlılarına ‘ihkak-ı hak’ muamelesi yapan AKP-MHP yöneticileri, gerçek suçluları korumak için demokratik muhalif ve nitelikli yurttaşları, hapishane veya yurtdışı arasında tercihe zorluyor.

  • Özetle PBDBY’de ‘kişi+parti+devlet’ birleşmesi sürekli ivme kazanıyor.

NEDEN SÜRDÜRÜLEMEZ?

Temmuz 2016’da -eski ortağının- darbe girişimini fırsata çevirerek OHAL’i araçsallaştıran AKP, MHP desteğiyle ulusal anayasacılık birikimini mühürsüz oy ve zarflar ile yok etti.

Demokratik muhalefet ve yurttaşlar için hukuku askıya alan ve arkasında ABD/Almanya/S. Arabistan ve Somali vb. Devletlerin olması halinde yabancılara da hukuku uygulamayan

  • PBDBY, Türkiye’yi “hukuktan arındırılmış sömürge ülke”ye dönüştürdü.

Anayasal üst çatının kırılması, ‘eğitim, ekoloji ve ekonomi’ üçlüsünde yıkım ve kendilerine yeniden yapılandırma yolunu açtı.

TBMM’yi kilitleyen Cumhur İttifakı, Partileri de kimliksizleştirdi. Diğer çelişkiler arasında, Parti başkanı olarak hakaret ettiği kişilerin eleştirileri, CB’ye hakaret işlemi görüyor.

Merkez’in yerel üzerindeki çok yönlü vesayeti ile yetinmeyen CB, hepsini bizzat yönetmek istiyor. TBMM’ye ait olan ama PBDBY ile CB’ye geçirilen İstanbul Sarayları da seçim ofisi olarak kullanılacak gibi.

FARKINDALIK GEREĞİ

  • Özetle; Türkiye yönetilemiyor; bunalımdan bunalıma sürükleniyor.

Nedeni, 2017 kurgusu olduğundan bu kurgu, getirdiği ve götürdüğü ile sürekli gündemde tutulmalı.

İşte anahtar soru                           :

  • Erdoğan mesaisinin ne kadarını, Anayasa yükümlülüğü çerçevesinde “Cumhurbaşkanlığı ve Yürütme” için, ne kadarını parti ve seçim işlerine ayırıyor?

Köprülere, havaalanlarına ve otoyollara, hastanelere akıtılan milyarlara girmiyorum, pek somut: kur korumalı mevduata akıtılan para ve emeklilere ayrılan pay arasındaki dengesizlik bile tek başına yeterli. ”Hukuk araçsallaştırılarak ülke nasıl yoksullaştırılır?” sorusunun da yanıtı bu.

Sandık araçsallaştırılarak “anayasacılık” nasıl terkedildi? Sorusu da hep güncel tutulmalı.

Özetle; TBMM’de temsil edilen başta CHP, DEM ve öteki siyasal partilerle sivil toplum örgütleri, “denetimsizlik, saydamsızlık ve keyfilik” üçlüsünü sistematik ve sürekli biçimde işler ve teşhir edebilirse ancak PBDBY’nin sürdürülemezliği üzerine farkındalık yaratılabilir.
==========================

Yazarın Son Yazıları

– Sürekli ‘riskler üreten yönetim’
– Gezi’den Tandoğan’a ‘Türkiye ahalisi’
– Baskıcı yönetimler ve dirençli yargıçlar
– Anayasal düzen mi, çeteleşme mi?
– TBMM siyasal yelpazesi ve CHP

Son Kale Cumhuriyet

Cumhuriyet gazetesinin simge yazarlarından Uğur Mumcu’nun siyasal bir cinayete kurban edilerek öldürülüşü ve aramızdan ayrılışının yıldönümüdür.

Uğur Mumcu’nun yaşamına son verilmesi Türkiye’nin demokrasi mücadelesi tarihinde bir dönüm noktasıdır. Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinden, çağdaşlaşma amaçlarından koparılıp toplumun kutuplaştırılmasını amaçlayan, din kurallarının egemen olduğu bir yapının kurulmasının yollarını açmak için bu cinayet işlenmiştir. Bu olay 1980 askeri darbesiyle planlanan Türkiye’nin parçalanması projesinin önemli bir parçasıdır.

Yalnızca Uğur Mumcu değil Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Onat Kutlar, Cavit Orhan Tütengil ve Ahmet Taner Kışlalı da aynı amaç için, aynı metotlarla yaşamdan koparıldılar. Unutulmasın ki tüm bu Atatürkçü aydın kişiler Cumhuriyet gazetesi yazarlarıdır.

Tüm bunlara karşın Cumhuriyet gazetesini susturamadılar. İlhan Selçuk ve çalışma arkadaşları, Gazeteyi temel ilkeleriyle yayımlamayı sürdürdüler.

2010 yılında İlhan Selçuk’un vefatından sonra Cumhuriyet gazetesi karşılaştığı çeşitli zorlukları okuyucularının, emekçilerinin dayanışması sayesinde aşmış ve gazetemizi bugünlere getirmiştir.

  • Son kale Cumhuriyet, tüm bu zorlukların ve baskıların üstesinden gelmiştir. 

İlhan Selçuk yıllarca Aydınlanma Devrimlerini, ümmetten vatandaşlığa geçişi ve Atatürkçülüğü her gün yılmadan savunmuştur.

Uğur Mumcu,

  • “Ben Atatürkçüyüm, ben antiemperyalistim, ben terörün, yolsuzluk yapanların, vurguncuların karşısındayım” demiştir.

Bugün Cumhuriyet gazetesi Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu çizgisinde hiçbir etki altında kalmadan, siyasal ve ekonomik baskılara karşın yayınını yılmadan sürdürüyor.

Türkiye’de son yıllarda çok önemli toplumsal bir gelişme var. Her kesimden aydınlar, Atatürkçüler, solcular ile emekçiler Atatürk’ün açtığı laik ve çağdaş toplum hedefinde birleşiyorlar.

Cumhuriyet bu önemli toplumsal gelişmede öncülük yapmaktadır.

Temel ilkelerimizi bu vesileyle bir kez daha yineliyoruz            :

  • Cumhuriyet gazetesi
  • ülkemizin bölünmez bütünlüğünü savunur,
  • her türlü teröre karşıdır.
  • Cumhuriyet gazetesi din devletine karşıdır.
  • Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinin,
  • laiklik ilkesinin ve çağdaşlaşmanın yılmaz savunucusudur.
  • Cumhuriyet gazetesi emperyalizmin Ortadoğu’daki tüm oyunlarına karşıdır.
  • Cumhuriyet gazetesi tam demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inanır, savunur.

Emek en yüce değerdir ilkesi gereğince çalışanların, emekçilerin ve emeklilerin yanındadır.

Son kale Cumhuriyet Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu çizgisinde yoluna yılmadan devam edecektir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Ocak 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Bu hafta bütün “İĞNELER”, emperyalist uşaklarınca kahpece şehit edilen, kalpaksız kuvva-yı milliyeci UĞUR MUMCU‘nun
    saygın anısına sunulmaktadır.. 
  • Anadolu aydınlanması durdurulamayacaktır!

 

SORUNLU

RTE, ülkede kimsenin Cumhuriyet’le ilgili bir tereddüdü ve Cumhuriyet’in banisiyle ilgili bir derdinin olmadığını söyledi.

Seçim yaklaştı…

ŞANS

GS Başkanı Özbek, AKP’li Kurum’un adaylığı için, ”İstanbul için şans” dedi.

Kendisi GS için şanssızlık…

ADALET

Üç hakim ve üç savcı, Adnan Oktar lehine kanıtları değiştirmiş.

Kedi sevgisi?..

MAKLUBE

RTE/AKP, Tekirdağ ve Bursa’ya maklubecileri aday yaptı.

FETÖ’ye övgü düzmeyen, maklubeci olmayan AKP’li var mı?…

UZAYLI

RTE, uzaya astronot gönderilmesi ile ilgili, “Türkiye Yüzyılı’na ilk kez gerçekleştirdiğimiz insanlı uzay göreviyle adım atıyoruz” dedi.

Sanırsın ki roketi biz fırlattık…

TASARRUF

RTE, son on yılda yapılan tasarrufun büyük yararını gördüklerini söyledi.

Söyleyene bak!..

FIRILDAK

2009 yılında Saadet Partisi’nden Elazığ – Maden İlçe Belediye Başkanı olan Musa Orhan;
AKP, Demokrat Parti, İyi Parti’nin ardından yeniden AKP’den aday oldu.

Dönekler, fırıldaklar yuvası…

DERSİM

Özgür Özel, Kamer Genç’in ölümünün yıl dönümünde, Tunceli’den “Dersim” diye söz etti.
Oysa Genç, Dersim denmesine karşıydı.

Birilerine yaranmak için yalanmak, Atatürk Cumhuriyetini anlamamak…

FATURA

Isparta Atabey AKP Belediye Başkanı Tevfik Atasoy, kişisel harcamalarını belediyeye fatura etmiş.

AKP’liyse koy sepete…

Mustafa Aydınlı şiiri : UĞURA SESLENİŞ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk Ozanı

(AS : Sayın Prof. Emre Kongar, 23.1.24 günlü Cumhuriyet gazetesi köşe yazısında bu güzelim şiirin tümüne yer vermiştir.. Sn. Aydınlı’yı kutlarız..)

 

UĞUR’a SESLENİŞ…

Yoktu senin eşin, ne de benzerin
Nasıl doldurulur bilmem ki yerin?
Halkına mal oldu bütün eserin
Halkının sevgisin, gör Uğur Mumcu
                        ***
İsterler ki kimse bir şey sezmesin
Aydın düşünmesin, kalem yazmasın
Halkı uyandırıp işi bozmasın
Yaşatmak isterler kör, Uğur Mumcu
                        ***
Boştan yere yobazlara çatmadın
Elli yıldır yanlış adım atmadın
Onurunu, kalemini satmadın
Yar idin halkına yar, Uğur Mumcu
                        ***
Şimdi moda her boyaya boyanmak
Solcu yatıp sabah sağcı uyanmak
Ne zor imiş yokluğuna dayanmak
Yanıyor yüreğim kor, Uğur Mumcu
                        ***
Yılanın başını seze gelmiştin
Gerçeği korkmadan yaza gelmiştin
Ne yılmıştın ne de dize gelmiştin
Bir idin dünyada, bir Uğur Mumcu
                        ***
Çıkarını savunurken halkının
Korkusuydun nice hırsız tilkinin
Duruşunla yüz akıydın ülkenin
Gönüllerde ettin yer, Uğur Mumcu
                        ***
Kuvvayı Millici, kalpaklı idin
Milletin vicdanı, hem aklı idin
Susturdular, çünkü sen haklı idin
Gerçek aydın olmak zor, Uğur Mumcu
                        ***
Bilgisiz düşünce olamaz derdin
Hakkı arkaladın, haksızı yerdin
Bu kutsal davada canını verdin
Bu davaya aday, her Uğur Mumcu
                        ***
Ardından verilen namus sözleri
Gelmiyor yerine üzer bizleri
Ortalığa saçtın nice gizleri
Kalemin gençliğe ver, Uğur Mumcu
                        ***
Aydınlı içimi döker, söylerim
Acıdan bağrımı söker, söylerim
Katillerin belli, çıkar söylerim
Susmaktır aydına ar, Uğur Mumcu

Kalpaksız Kuvvacı’ya Saygı

Doç. Dr. İhsan TAYHANİ
Cumhuriyet Tarihçisi
Bağlıköy – Lefke / KKTC

“Bir yanda sahte Müslümanlar, din tacirleri, inanç sömürücüleri… . Bir elleri siyasette, öbür elleri ticarette, ayakları da tarikatlarda dolananlar… Öte yanda işlerine geldiği sürece bu sahte Müslümanlarla kol kola girip öpüşen, onlara siyasal destek sağlayan sahte Atatürkçüler… Bir yanda sahte Atatürkçüler, öbür yanda sahte Müslümanlar…” / Uğur Mumcu / 1987

Otuz bir yıl önce, 1993, 24 Ocak’ta, alçakça bir suikast (öldürü) ile yaşamdan koparılan eşsiz yurtsever, Kalpaksız Kuvvacı, araştırmacı gazeteci-yazar Uğur Mumcu, 01.03.1987 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “İmambayıldı” başlıklı köşe yazısında, yukarıda alıntılanan güçlü gözlemine yer vermişti.

Mumcu’nun, 37 yıl önce yapmış olduğu bu çarpıcı değerlendirme -ne yazık ki- bugün de en küçük bir sapma olmaksızın güncelliğini koruyor!

Kalpaklı Kuvvacı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yendiği kör cehalet ve bağnazlık dahil, ulusun makûs (kötü giden, aksi) yazgısı, yeniden böylesine ters yüz edilmemeliydi!

  • Şimdiye değin nere(ler)de hata(lar) yapıldı ve halen yapılmaya devam ediyor? Neden?

Uğur Mumcu’nun 31’inci ölüm yıl dönümünde sorulması gereken sorular bunlar olmalı!

Bu soruların yanıtı ise basit (yalın) ve aslında (gerçekte) hepimiz biliyoruz!
Kendimizden kaçmanın bir anlamı yok!
Yukarıda geliştirilen soruların yalın yanıtı -kirli siyaset ve ticaret uğruna- yaygın ve etkili “ÇAĞDAŞ,  LAİK EĞİTİM ”den kop(arıl)madır.

Yıkımı onarıp, sürekli kılacak olansa, ancak aydınlanmacı, güçlü bir “siyaset kurumu”dur.

Böylesi bir siyasal erk olmanın yolu ise, karanlığın üzerine yine Uğur Mumcuların yüreği ile gitmekten geçer.

Canı pahasına, karanlığa karşı kalemi ve yüreği ile savaş açan, katıksız Atatürkçü, yiğit vatan evladı Uğur Mumcu’yu katleden (öldüren) namert emperyalist uşaklarını ve onların soysuz tetikçilerini lanetliyoruz… Bu ve öbür kontrgerilla cinayetlerini aydınlat(a)mayanları da!

31 inci ölüm yıl dönümünde O’nun unutulmaz anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.

Işıklar hep yoldaşı olsun…

AKLINIZDA BULUNSUN…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Hukuksuzluğun ilacı hukuktur.
Adaletsizliğin ilacı adalettir.
Ahlaksızlığın ilacı ahlaktır.
Edepsizliğin ilacı edeptir.
Düşmanlığın ilacı dostluktur.
Savaşın ilacı barıştır.
Saygısızlığın ilacı saygıdır.
Kin ve nefretin ilacı sevgidir.
Kötümserliğin ilacı iyimserliktir.
Kaygı ve korkunun ilacı esenliktir.
Şiddetin ilacı ikna etmektir.
Yolsuzluğun ilacı dürüstlüktür.
Beceriksizliğin ilacı liyakattir.
Cehaletin ilacı akılcı eğitimdir.
Kıskançlığın ilacı özgüvendir.
Bağımlılıktan kurtulmanın ilacı özgürleşmedir.
Dinsel bağnazlığın ilacı laikliktir.
Diktatörlüğün ilacı demokrasidir.
Kötülüğün ilacı iyiliktir.
Namertliğin ilacı mertliktir.
Bencilliğin ilacı cömertliktir.
Güvensizliğin ilacı güvendir.
Savurganlığın ilacı tutumluluktur.
Keyfiliğin ilacı anayasadır.
Anarşi ve kaosun ilacı düzendir.
Kibirin ilacı alçakgönüllülüktür.
Dinbazlığın ilacı bilinçli ve içtenlikli dindarlıktır.
Bölücülüğün ilacı birleştiriciliktir.
Irkçılığın ilacı insanların kardeşliğidir.
Önyargının ilacı özeleştiridir.
Hoşgörüsüzlüğün ilacı duygudaşlıktır.
Vicdansızlığın ilacı vicdandır.

SOL TV ile görüşme : AKKUYU Nükleer Santralı İşçilerinde Menenjit Olguları

Akkuyu’da menenjit kaynaklı işçi ölümleri kesinleşti:
‘Hükümet yabancı patronla el ele işçileri öldürüyor’

soL, Akkuyu Nükleer Santrali inşaatındaki son gelişmeleri ve menenjit hastalığı ile yaşananların halk sağlığı açısından boyutlarını işledi.

Kötü çalışma koşulları, hak gaspları ve mobbing gibi sorunlarla sıkça gündeme gelen Akkuyu Nükleer Santrali, bu kez de menenjit salgınıyla gündeme gelmişti.

soL‘un Akkuyu çalışanlarından edindiği bilgiye göre; inşaatta baş gösteren salgın hastalık nedeniyle 2 işçi yaşamını yitirdi, 10’a yakın işçi yoğun bakımda. Menenjit iddialarını doğrulayan Mersin Tabip Odası Başkanı Dr. Nasır Nesanır da 2 işçinin yaşamını yitirdiğini ve birinin kesin ölüm nedeninin menenjit olduğunu belirtti.

Sağlık Bakanlığı ve öbür ilgililer tarafından konuya ilişkin henüz bir açıklama yapılmazken, akıllara inşaatta daha öncesinde de yaşanan sağlık sorunları geliyor. İnşaatta, taşeronlaşma nedeniyle denetimsizlik artıyor, sorumlular ise anonimleşiyor.

soL, Akkuyu Nükleer Santrali inşaatındaki son gelişmeleri ve menenjit hastalığı ile yaşananların halk sağlığı açısından boyutlarını işledi.

İşçiler ve sağlık personeli doğruluyor, şirket ve hastane önlem alıyor

soL‘un gündeme getirdiği olaya göre; yaklaşık 1 haftadır süregelen salgın nedeniyle yoğun bakıma kaldırılan ve yaşamını yitiren işçiler olduğu belirtiliyor. Akkuyu Nükleer Güç Santralı inşaatında çalışan işçiler, 5 çalışma arkadaşlarının menenjit nedeniyle kaldırıldıkları Silifke Devlet Hastanesi’nde yaşamını yitirdiğini söylerken, Silifke Devlet Hastanesi’nde çalışan bir sağlık emekçisi ise işçilerin iddialarını doğruluyor.

İşçilerden alınan bilgiler kapsamında salgının ciddi boyutlara ulaştığı, maske dağıtımının yapıldığı ve kimi işçilerin izolasyona alındığı öğrenildi. İnşaat firması tarafından olaya ilişkin işçilere atılan bilgilendirme mesajında ise inşaat sahasında menenjit vakasının tespit edildiği ve hastalığa karşı önlem alınması gerektiği belirtildi. Ayrıca şirketin, Silifke’deki eczanelerden çok sayıda siprofloksasin etken maddeli antibiyotik aldığı öğrenildi. “Siprofloksasin“in, akut menenjit tedavi protokolünde hastayla teması olabilecek yetişkinlere profilaktik (koruma) amaçlı verildiği biliniyor.

Öte yandan Silifke Devlet Hastanesi’nde maske ve koruyucu donanım zorunluluğu getirildi. Bu önlemin, salgının artması olasılığına karşı alındığı düşünülürken, hastanede çalışan sağlık emekçilerinden edinilen bilgiye göre ise salgına karşı sağlık personeline aşı yapılmaya başlandı.

İddialar doğrulandı

soL‘un Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde ulaştığı kaynaklar da menenjit salgınını doğruladı.

İnşaat sahasındaki salgın nedeniyle 2 işçinin yaşamını yitirdiği, 10’a yakın işçinin de yoğun bakımda tedavi görmekte olduğu aktarıldı.

Bakanlığın, salgının nedenine ilişkin elindeki veri ise inşaattaki kötü barınma koşulları ve sağlanamayan hijyenik koşullar.

Mersin Tabip Odası Başkanı: Bir işçinin kesin ölüm nedeni menenjit

soL‘a konuşan Türk Tabipleri Birliği’ne bağlı Mersin Tabip Odası Başkanı Dr. Nasır Nesanır da menenjit iddialarını doğruladı.

22 yaşındaki bir işçinin kesim ölüm nedeninin menenjit olduğunu aktaran Dr. Nesanır, 25 yaşındaki bir işçinin daha yaşamını yitirdiğini ancak yapılan kan tahlili sonucuna göre menenjit çıkmadığını belirtti. Dr. Nesanır, işçinin öncesinde antibiyotik kullandığını, bu yüzden de ölümün menenjit kaynaklı olup olmadığının bilinemeyeceğini vurguladı. Dr. Nesanır, menenjit tanısıyla yoğun bakımda tedavi gören işçi bulunmadığını ifade etti.

Hastanede gerekli önlemlerin alındığını belirten Dr. Nesanır, vakalarla yakın teması olan sağlık personeline koruyucu ilaç verildiği ve gerekli aşıların yapıldığını aktardı.

Dr. Nesanır, söz konusu durumun salgın olarak tanımlanıp tanımlanamayacağına ilişkin sorumuza ise şu yanıtı verdi:

“Hiç vaka yokken, bir vakanın çıkması bile salgın olarak değerlendirilebilir. Örneğin gripte bir vaka bulunuyorsa bu salgın değildir, çünkü salgın tanısı hastalıktan hastalığa göre değişir. Ama menenjit gibi görülmeyen bir hastalığı görüyorsanız, bu bir vaka bile salgına işaret edebilir.”

Bizim katkılarımız                                    :

‘Önlem alınması ve öngörülmesi gerekirdi’

Beyin zarı enfeksiyonu olan menenjit, ölüm oranı ve hastayı engelli bırakma riski yüksek olan bir hastalık. Üst solunum yoluyla bulaşan hastalığın belirtileri ise şöyle:

Birden başlayan ateş, şiddetli baş ağrısı, bulantı, kusma, halsizlik, uykuya eğilim, uykudan kalkamama, iştahsızlık ve hastalığın tipik bulgusu olan ense sertliği.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, salgın ve salgına müdahaleye ilişkin soL’a değerlendirmelerde bulundu.

Prof. Saltık, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaat alanında sıkça görülen besin zehirlenmelerinin ardından mutlaka yoğun hijyen önlemlerinin alınması ve başka bulaşıcı hastalıkların da çıkabileceğinin öngörülmesi gerektiğini vurguladı.

Böylesi salgınlarda işyeri sağlık ve güvenlik birimine büyük sorumluluk düştüğünü ifade eden Dr. Saltık, mevzuata göre bu denli büyük bir işletmede birkaç işyeri hekiminin bulunması gerektiğinin altını çizdi.

Yapılması gereken sağlık taraması ve hijyen önlemi

Yapılması gereken ilk işin, işçiler arasında sağlık taraması yapmak ve barınma koşullarını değerlendirerek kapsamlı bir hijyen önlemi almak olduğunu aktaran Dr. Saltık, işyeri tarafından alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

  • İşçilere kapsamlı  sağlık taraması yapmak,
  • hijyen önlemlerini arttırmak,
  • hastalığa karşı yapılan Menenjit aşısının anımsatma dozunun uygulanması,
  • işçilerin barındığı ve çalıştığı yerlerin dezenfekte edilmesi,
  • çalışma ortamlarında işçiler arası fiziksel uzaklığın sağlanmasına yönelik önlemler alınması,
  • barınma alanlarında kişi başına düşen alanı-hacmı artırmak,
  • erken tanı için işçileri hastalık hakkında bilgilendirmek,
  • erken tanı koymaya çalışmak ve hastalık belirtilerine sahip işçilerin hemen işyeri sağlık ve güvenlik birimine başvurmasını sağlamak.
  • Menenjit tanısı alan hastaların il-ilçe sağlık müdürlüğüne bildirimi
  • Menenjit tanılı işçilerin ailelerinde tarama ve koruyucu önlemler… 

En önemli koruyucu yöntemin aşı olduğunu aktaran Prof. Saltık, menenjit aşısının Sağlık Bakanlığı’nın aşı takviminde bulunduğunu ancak tek doz uygulandığını belirtti. Saltık, söz konusu aşının 11-12 yaşlarında yapılmasının önerildiğini ve 4-5 yıl sonrasında anımsatma dozunun önerildiğini belirtti ve bu kapsamda

  • her işçiye hemen Menenjit aşısı anımsatma dozu yapılması gerektiğini vurguladı.

Risk altında olan özel işçilere de dikkat çeken Dr. Saltık, şöyle konuştu:

“Ayrıca risk altında olan özel işçiler olabilir. Dalağı alınmış, HIV pozitif/AIDS’li olan, doku ve organ aktarımı (nakli) yapılmış, kanserli, bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanan, vb.
İşyeri Sağlık – Güvenlik Birimi hekimlerinin, işçilerin dosyalarında tarama yaparak bu işçileri hemen ayırması ve gerekirse koruyucu antibiyotik vermesi önemli. Bu işçilerin işten de izinli sayılması gerekir.

Ayrıca iş yerinde sendika varsa, 6331 s. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na göre İşyeri Sağlık ve Güvenlik Biriminden teknik ve tıbbi destek alındıktan sonra, işverene uyarıda bulunulması ve gerekli tıbbi – teknik önlemlerin alınması istenebilir. Söz konusu önemler hemen alınmazsa, işçinin yaşamı ciddi ve yakın tehdit altına gireceğinden işçinin çalışmayı reddetme hakkı vardır (m.13).”

‘Verilerin saklanması suçtur’

İşçiler ve bölgede yaşayan yurttaşların doğal olarak etkileşimde olduğunu belirten Dr. Saltık,  bu nedenle salgının topluma yayılma riski olduğunun da altına çizerek sözlerini şöyle sürdürdü:

  • “Mersin İl Sağlık Müdürlüğü ve Gülnar İlçe Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Başkanlığı’nın konuyu çok dikkatle araştırması ve hastalık kaynaklarını bularak kurutması gerekir. Durumu halktan saklamak yerine, halkla işbirliği içinde salgın yönetiminin yapılması gerekir. Sağlık Bakanlığı’nın, Mersin İl Sağlık Müdürlüğü’nün, Gülnar İlçe Sağlık Müdürlüğü’nün verileri saklaması suçtur. (TCK m. 195; 1593 s. yasa md. 57, 64..) Bu, salgının büyümesine, daha çok insanın hastalığa yakalanmasına, ölmesine ve engelli kalmasına neden olabilir. Söz konusu akıl ve bilim dışı tutum bırakılmalı ve salgınla saydam, güven veren, bilimsel, halkla işbirliği içinde mücadele edilmelidir. Hastanelerin, aile hekimlerinin ve özel sağlık kuruluşlarının konuya ilişkin en kısa zamanda uyarılması gerekir.”

******

‘Hükümet, çıkarları için yabancı patronlar ile el ele verip kendi işçilerini öldürüyor’

Patronların Ensesindeyiz Genel Koordinatörü Neslihan Eroğlu da soL‘a değerlendirmelerde bulundu.

Hükümet, çıkarları söz konusu olduğunda yabancı patronlar ile el ele verip kendi işçilerini öldürüyor” açıklamasında bulunan Eroğlu, herhangi bir yetkili tarafından konuya ilişkin açıklama yapılmadığını ve böylece olayın üstünün örtülmeye çalışıldığını vurguladı.

Eroğlu’nun açıklaması şöyle:

“Dünden beri şantiyede çalışan işçilerden bilgiler geliyor. Aynı zamanda hem hastanede çalışan sağlık personelinden hem de bölgedeki eczacılardan edindiğimiz bilgiler doğrultusunda şantiyede bir salgın durumu söz konusu. Üstelik ölümle sonuçlanan bir salgın.

Ne yazık ki bu aşamada yetkililerden ya da şantiyenin yüklenici firmasından açıklama yapılmadığı için bilgileri orada kendi güvenliklerinden de endişe eden işçi arkadaşlarımızdan alabiliyoruz. Üstelik dünden beri konuya ilişkin Sağlık Bakanlığı tarafından da bir açıklama yapılmadı. Şu anda konunun üstünü örtmeye çalışıyorlar. Çünkü onlar da bu tür bir salgının çıkma nedeninin alınmayan önlemler nedeniyle olduğunu iyi biliyorlar.

Bu ölçekte yoğun işçinin çalıştığı büyük şantiyelerde, barınma ve yemek koşullarında alınması gereken önlemler olmak zorundadır. İşçilerin sağlıklı koşullarda barınması, hijyenik koşullarda yemek yemeleri gerekmektedir. Ancak konuya ilişkin, herhangi bir yetkili tarafından açıklama yapılmamasından da anlaşılacağı üzere yine patronları koruyorlar.

Daha öncesinde de işçilere yönelik yeterli güvenlik önlemleri alınmadığı gerekçesiyle yüklenici firma değişikliği yapılmış, çok sayıda işçi işten çıkartılmıştı ve santral, Rus patronlar tarafından inşa edilen bir şantiye haline gelmişti. Ancak görüyoruz ki, bunlar yalnızca bahane. ‘Yeterli önlemler alınmıyor‘ mazereti gösterilen işyerinde bugün bir salgın baş gösteriyor. 

Biz bu yaşananları tanıyoruz; 3. havalimanı şantiyesinde işçileri tahta kurulu koğuşlarda yatırmalarından, bir başka şantiyede kötü yemekler yedikleri için zehirlenen inşaat işçilerinden biliyoruz. Hükümet çıkarları söz konusu olduğunda yabancı patronlar ile el ele verip kendi işçilerini öldürüyor.”

İşçilerin ölmesinin ve yoğun bakıma kaldırılmasının sorumlusu kim?

Akkuyu Nükleer Santrali, inşaata başlandığından beri sıkça gündeme geliyor. Uzun çalışma saatleri, habersiz işten çıkarmalar, iş cinayetleri, alınmayan iş sağlığı-güvenliği önlemleri, gıda zehirlenmeleri, hijyenik olmayan barınma koşulları, hak gaspları ve daha nice sorun…

Bunca sorunun yanı sıra, bu salgında da olduğu gibi meydana gelen birçok baka sorunda da yetkililer tarafından elle tutulur bir açıklama yapılmıyor. Çünkü taşeronlaşma nedeniyle denetimsizlik artıyor, sorumlular ise anonimleşiyor.

Akıllara ise “Bu nükleer santral Rusya’ya aittir” diyen Akkuyu Nükleer Güç Santrali şirketinin CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva ve Zoteeva’nın sözlerine karşılık “Akkuyu, bir Türk şirketidir” diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar geliyor. Peki şimdi işçilerin ölmesinin ve yoğun bakıma kaldırılmasının sorumlusu hanginizsiniz?

Terörle Mücadele mi, Teröristle Mücadele mi?

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Terörle mücadelede şehit verdiğimiz her olaydan sonra yetkililer artık klişe (basmakalıp) söylemlerini yineliyorlar:

-“Kanları yede kalmadı”
”Biz daha çok terörist öldürdük”
-“Terörle mücadeleye azim ve kararlılıkla devam edilecektir”
-“Son terörist etkisiz hale getirileceğe kadar mücadeleye devam”
-“Arkasındaki güçleri biliyoruz”…….

Bunlar bilinçli kamuoyunda hiçbir anlam ifade etmemektedir. Terörü bitirme amacına hizmet etmeyen, tümüyle iç politikaya yönelik söylemlerdir.

Verilen şehit sayısı ile öldürülen terörist sayısının karşılaştırılması yanlıştır.
Bunun bir ölçütü yoktur. Şehit olan bir Mehmetçiğe karşı kaç terörist öldürülürse öldürülsün,
o şehidin karşılığı olamaz. Savaşın sonucunu ölenler değil, geride kalanlar belirler.

“Son terörist?”

Öldürülen teröristlerin yerine yenileri geliyorsa “son terörist” nasıl belirlenebilir?
Teröristleri öldürmekten daha önemli olan örgüte katılımların önlenmesidir. Bu da ekonomik, sosyal, eğitimsel, ruhbilimsel, önlemleri gerektirir. Katılanların sayısı öldürülenlerin sayısından çok olursa terör bitmez (havuz problemi).

“Azim ve kararlılıkla……” ya gelince;

Bu güne kadar şehit verdiğimiz her olaydan sonra bu ifade de tekrarlanmakta, fakat bir şey değişmemektedir. Artık anlamsız hale gelmiştir “Terörle azim ve kararlılıkla mücadele etmek” zaten bu ifadeyi kullanan yetkilerin asli görevidir.

“arkasındaki güçleri biliyoruz.”

Terör örgütünün arkasında ABD’nin olduğu açıktır.

Bunu bilmek ve söylemek yetmez. Bu ülkeye karşı etkili önlemler alınmalıdır.
Bizim ABD’ye karşı kullanabileceğimiz en önemli gücümüz
coğrafyamızdır.
Türkiye coğrafyası kullanılmaksızın ABD’nin bölgedeki  eylemleri daha uzun zaman alır ve daha çok maliyetli olur. Bu nedenle,

  • İncirlik başta olmak üzere
  • ABD’nin yararlandığı üs ve tesisler ile hava sahamız,
    terörü desteklediği sürece bu ülkeye kapatılmalıdır.

Sonuç

Biz “terörle mücadele” etmiyoruz. Askere havale edilen “Teröristlerle mücadele” ediyoruz.
Bu nedenle 40 yıldır kesin sonuç alamadık. Terörle mücadele, askeri boyutunun yanında ekonomik, sosyal, ruhbilmsel, uluslararası ilişkiler boyutları olan çok boyutlu bir mücadeledir. Bütün bunlar devlet aklı, bilgi ve deneyim birikimi kullanılarak ilgili kurum ve kuruluşlarca saptanacak bir devlet stratejisi içinde, birbiri ile uyumlu ve bütüncül olarak uygulanmalıdır.

40 yıldır sonuç alamadığımız dikkate alınarak, şimdiye dek yapılan hatalar gözden geçirilmeli, mücadelenin tüm boyutlarını içeren bir “terörle mücadele politikası” saptanmalı ve uygulanmalıdır. Bu amaçla güvenlikle ilgili kurum ve kuruluşlar ile bilim insanlarının görüşleri alınmalıdır.

Yoksa daha çok şehit verir, her olaydan sonra aynı söylemleri yinelemeyi sürdürürüz.

Stratejideki hata taktik başarılarla düzeltilemez.