Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

FİLİSTİN – İSRAİL

Suay Karaman 

7 Ekim Cumartesi günü Müslüman Kardeşler adlı örgütün Filistin şubesi olan Hamas’ın militanları İsrail’e girdi; birçok sivili öldürdü, bazılarını tutsak alıp Gazze’ye kaçırdı ve Hamas roketleri yerleşim yerlerine atıldı. Bunun üzerine İsrail, Gazze’yi yoğun bir bombardımana tuttu, yakıp yıkıyor. İsrail yıllardan beri Filistinliler üzerinde büyük şiddet uyguluyor, yaralıyor, öldürüyor ama dünya bunu yalnızca kınamayla geçiştiriyor. Birleşmiş Milletler’den yaptırım kararları çıksa bile, İsrail bunlara aldırış etmiyor. 

Hamas’ı, İsrail’in kurdurduğu bilinmektedir. Amacı Filistin Kurtuluş Örgütü’nü bölerek, mücadeleyi dinsel düzleme çekerek dünyada oluşan köktenci İslam düşmanlığından yararlanmaktır. Bu nedenle Hamas’ın yaptığı her eylem, İsrail’e yaramıştır. Hamas, Mossad ajanlarının cirit attığı bir oluşumdur. Bu saldırıyla Hamas, İsrail’de muhalefet ile iktidarın birleşmesini sağladı ve hükümete alan kazandırdı. Zaten İsrail Başbakanı B. Netenyahu’nun 2019’da kendi partisinin üyelerine, “Filistin devletinin kurulmasını engellemek isteyen herkes, Hamas’ı desteklemek zorundadır çünkü bu bizim stratejimizin bir parçasıdır.” demesi, önemli bilinmeyenleri açığa çıkartmaktadır. 

Dünyanın en gelişmiş haber alma örgütlerinden birine sahip İsrail’in, böyle bir saldırıya hazırlıksız olarak yakalanması normal değildir. Yani bu durumda Hamas’ın yaptığı saldırının önceden kurgulandığı düşünülmektedir. Zaten Mısırlı yetkililer, Hamas’ın saldırı hazırlığı konusunda İsrail’i uyardıklarını söylediler ancak İsrail bu iddiayı kabul etmedi. Yolsuzluk soruşturmalarıyla karşı karşıya kalan başbakan Binyamin Netanyahu’nun hapse düşme korkusu, böyle bir saldırıyla ötelenmiştir. Üstelik İsrail’de ciddi bir yönetim sorunu bulunmaktadır çünkü Yahudi halkı arasındaki kutuplaşma, İsrail’in sağkalımını (bekasını) tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Yahudi halkını birleştirecek ciddi bir çatışmaya gereksinim vardı; işte bu olayla ile Yahudi halkının yeniden birleşmesi sağlandı. 

Haydut bir devlet olan İsrail’e karşı Filistinliler haklı bir mücadele vermektedirler. Yıllardır Filistin topraklarını işgal eden İsrail, bu tutumundan vazgeçmediği sürece Ortadoğu’ya barışın gelmesi çok zordur. Ancak Hamas’ın, bir terör örgütü olduğunu da unutmamak gerekir ve sivillere karşı yapılan saldırı kınanmalıdır. İsrail’in yaptığını, şimdi Hamas yapmaktadır. Hamas’ın, Filistin davasını savunmak gerekçesiyle başvurduğu bu eylem, Filistin halkına hiçbir yarar getirmeyeceği gibi, İsrail’de iktidarı ele geçirmiş bulunan ırkçı-dinci koalisyonun ekmeğine yağ süreceği görülecektir. 

İsrail başbakanlarının ırkçılık konusunda Hitler’den daha ileride oldukları şu örneklerle daha iyi anlaşılacaktır: Menahem Begin (1913-1992); “Filistinli Müslüman Araplar, iki ayaklı iğrenç hayvanlardır.” İzhak Şamir (1915-2002); “Filistinliler, tıpkı çekirgeler gibi öldürülmelidirler… Kafaları kayalara ve duvarlara çarpılarak parçalanmalıdır.” Ariel Şaron (1928-2014); “Eğer ben sıradan bir İsrail vatandaşı olsaydım ve bir Filistinliyle karşılaşsaydım, yemin ederek söylüyorum ki, ben o Filistinliyi yakarak öldürür ve öldürmeden önce ona eziyet ederdim.” Birçok bombalı saldırı buyruğu vermesi ve kimi kırımlarda (katliamlarda) yer almasına karşın Menahem Begin’e, 1978 yılında Nobel Barış Ödülü verilmesi de tartışma konusu olmuştur. 

Bu olaylar yaşanırken ABD Başkanı Joe Biden’ın açıklaması da ilginçtir. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütü PKK/YPG’ye düzenlediği askeri harekâtların bölgedeki barışı, istikrarı ve güvenliği tehdit ettiğini, terör örgütü DEAŞ ile mücadeleyi zayıflattığını iddia etmektedir. Emperyalist bakış açısının, olaylara yanlış yorumlar getirdiği görülmektedir. Ortadoğu’yu ve dünyayı kan gölüne çeviren ABD, sorumluluğu başkalarına yüklemek istemektedir. Bu açıklamanın ardından ABD’nin ulusal acil durum planı bir yıl daha uzatıldı. 

Bu bölgede İsrail, Filistin topraklarını işgal etti ve halen de ‘Yahudi Yerleşim Bölgesi’ adı altında yayılarak işgalini genişletiyor; sorunların temel kaynağı İsrail’in bu yayılmacılığıdır. Çözüm, İsrail’in 1967 sınırlarına dönmesi ve bağımsız Filistin Devleti’ni tanımasıdır. Eğer bunlar yapılmazsa kalıcı bir barıştan söz edilemez. Filistin sorununa yönelik kalıcı çözüm ‘iki devletli çözüm’ yaklaşımıdır. Aynı yaklaşım bizi yakından ilgilendiren Kıbrıs için de geçerlidir. Emperyalist dayatmaların sorunları daha da büyüttüğü ve çözüm getiremediği görülmektedir. Bölgeye uçak gemileri gönderilerek sorunların çözülmeyeceği de bilinmelidir.

Ülkemizin kuzeyinde Ukrayna-Rusya, doğusunda Azerbaycan-Ermenistan savaşları ve batısında Yunanistan ile sıkıntılar sürerken, şimdi de zaten sorunlu olan güneyinde Filistin-İsrail çatışması başlamıştır. Bunun sonucunda Filistinlilerin ve İsraillilerin bölgeden kaçarak ülkemize sığınmaları söz konusu olabilir. Gerçi Batı ülkeleri İsraillilere kapılarını açar. Ancak zaten ekonomik ve siyasal bunalım içindeki ülkemize yeni gelecek sığınmacı dalgası, bizlere daha da zor bir süreç yaşatacaktır. Türkiye, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sloganına bağlı kalarak, bölgedeki barış çabalarına katkı sunarak, Ortadoğu bataklığından uzak durmalıdır. Ancak yeryüzünde emperyalizm ve kapitalizm olduğu sürece, bu sömürü düzeninin sona ermesi biraz zor gözükmektedir.

Medeni Yasa’ya gerici tuzak!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
15 Ekim 2023, Cumhuriyet

Advertisement: 0:09

İstiyorlar ki kadın çalışmasın, evde otursun…

En az üç çocuk doğurup “ailenin reisi” olarak görülen erkeğe hizmet etsin…

Kadın evde çalışıp “bedava işgücü” muamelesi görürken maaşı olmasın, erkeğe muhtaç kalsın…

Böylece evlilik boyunca iş sahibi olan erkeğin elde ettiği gelir erkeğin olsun, ekonomik gücü kontrol etsin…

“Kutsal Aile” dedikleri bu!

Erkek egemen bu modeli sürdürmek için önce kadını şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi’ nden, Erdoğan’ın imzasıyla Türkiye’yi geri çektiler, 6284 sayılı yasayı dillerine doladılar ve şimdi de Medeni Yasa’yı hedeflediler!

Kim bunlar? Laik Cumhuriyet ve kadın düşmanı gericiler!

Yeniden Refah Partisi (YRP), kabul edilişinin üzerinden 97 yıl geçtikten sonra, laik hukukun resmi belgesi niteliğindeki Medeni Yasa’yı delmek için harekete geçti. Genel başkan Fatih Erbakan’la birlikte dört milletvekilinin imzasıyla hazırlanan yasa teklifi TBMM Başkanlığı’na sunuldu. 6 Ekim 2023 tarihli teklif, jet hızıyla 10 Ekim’de Adalet Komisyonu, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve Plan ve Bütçe Komisyonu’na gönderildi.

Beş maddelik yasa teklifi ile Medeni Yasa’nın boşanma halinde bağlanan yoksulluk nafakasını düzenleyen 175 ve 176. maddelerinin değiştirilmesi talep ediliyor. Teklifin gerekçesinde nafakayı düzenleyen maddenin çok mağduriyet yarattığını belirtmişler. Bu nedenle maddeden “süresiz olarak” ifadesinin çıkarılmasını, nafaka ödeme süresinin beş yılla sınırlandırılmasını ve nafakanın kesilmesi sonunda, alacaklı tarafın mağduriyetinin devamı halinde nafakanın Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nca oluşturulacak fondan karşılanmasını istiyorlar!

Nafakanın “süresiz olarak” ödendiğine dair yaratılan algı doğru değildir. Yoksulluk nafakası, yeterli geliri olmayan ve boşanmada ağır kusuru bulunmayan kişilere bağlanır ve kadının çalışmaya başlaması, yeniden evlenmesi ya da başkasıyla evli gibi yaşaması durumlarında kesilir. Gerçekte çoğu durumda bağlanan nafaka insanca yaşama olanağı sunmadığı gibi, şiddet tehdidi ile kadınlar vazgeçirilir, şimdi gericiler bu hakkı aşama aşama yok etmeye çalışıyor. 

KADINA KARŞI EKONOMİK ŞİDDET

Bu siyasal İslamcıların Medeni Yasa’yı ilk hedefleyişi değil. Geçen yılki taslak tepkiler üzerine geri çekilmiş ama geçen yıl dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, seçim vaadi olarak bunu gündeme taşırken “Süresiz nafakanın adil olmadığına inanan bir adalet bakanıyım. Seçimden sonra gündeme alacağımız maddelerden biri olacaktır.” demişti.

Evlilik süresince evde çalışıp her türlü işi yapan kadınların erkeklerin sahip olduğu gelirden yoksun kalması yetmezmiş gibi, evliliğin sonlanması durumunda eşitsizliğin sürdürülmek istenmesi, kadına karşı ekonomik şiddettir.

Kadınlar nafakanın sınırlandırılması durumunda, sırf bu yüzden, şiddete uğradıkları evlilikleri sürdürmek zorunda bırakılacak, hem kadınların hem de varsa çocukların mağduriyeti artacaktır. Dolayısıyla nafakanın gasp edilmesi, kadın haklarında büyük bir gerileme anlamına gelir.

YRP’NİN TEKLİFİ ANAYASAYA AYKIRI

YRP’nin teklifi, kadını erkek şiddeti ve sömürüsü karşısında korunmasız bırakmak isteyen gerici bakış açısının ürünüdür.

Nafakanın beş yıl sonra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nca oluşturulacak fondan karşılanmasını önermek ise kadınların haklarını budamak için uydurulmuş bir tuzaktır. Çünkü hem Türkiye gibi bir ülkede bu konu kamunun üzerine atılarak iktidarların keyfine bırakılacak hem de fondan ayrılacak sadaka gibi paralarla kadın beş parasız bırakılacaktır.

Demokratik toplum örgütleri, ilericiler ve Cumhuriyetçiler, anayasanın kadın ve erkek eşitliğini düzenleyen 10. maddesine ve ailede eşitliği düzenleyen 41. maddesine aykırı olan bu teklife karşı durmak ve Medeni Yasa’yı savunmak zorundadır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Gazze

Hüsnü Mahalli
Başka bir açıdan
TELE1 İzleyici Hattı
12 Ekim 2023, Gazze – Tele1

1947’de ABD, BM’yi kullanarak Filistin’in yarısını aldı ve dünyanın dört bir yanından taşınan Yahudilere verdikten bir yıl sonra çıkan ilk Arap-İsrail savaşında Gazze Mısır’a ve Batı Şeria Ürdün’e bağlandı. Haziran 1967’de çıkan ikinci savaşta İsrail; Batı Şeria ve Gazze’nin yanı sıra Suriye’nin Golan, Lübnan’ın Şebaa bölgeleriyle Mısır Sina Yarımadasını işgal etti. 1978’de Sedat’ın imzaladığı Camp David Anlaşmasıyla Mısır İsrail’in tüm koşullarını kabul ederek Sina’yı geri aldı.

Kuzeyden güneye 40 kilometre sahili ile toplamda 340 km2 yüzölçümü olan Gazze, 2005’in sonuna dek İsrail işgali altındaydı. Gazze’den çekilen İsrail, çevresinde Yahudi yerleşim bölgelerini inşa ederek Gazze’yi karadan, denizden ve havadan kuşatma altına aldı.

Yerleşimciler ise, Siyonist ideolojiye inanarak ‘Nil’den Fırat’a Büyük İsrail Devletini kurmak amacıyla dünyanın dört bir yanından taşınan ve gelir gelmez silah altına alınan Yahudiler’dir.

Her canı sıkıldığında Gazze’yi bombalayan, karadan dalan ve çoğunluğu çocuk, kadın ve sivil olan binlerce Filistinliyi öldüren İsrail, geçen süre içinde kurucusu Şeyh Ahmed Yasin başta olmak üzere Hamas’ın lider, komutan ve yöneticilerinin büyük bölümünü suikast ya da havadan atılan füzelerle öldürdü.

Örneğin felçli olan ve tekerlekli sandalye ile camiye giden Ahmed Yasin, 22 Mart 2004’de sabah namazı sonrasında F-16’dan atılan bir füze ile öldürüldü.

Oysa bazı bildik projelerin aparatları tipler, Hamas’ın İsrail tarafından kurulduğunu söyleyecek kadar kendilerine verilen görevleri çok iyi yerine getiriyorlar.

Dönelim Gazze’ye..

Ağustos 2005’te İsrail’in Gazze’den çekilmesinden sonra Gazze ve Batı Şeria’da yapılan seçimleri Hamas kazandı. ABD ve AB’nin teşviki ile seçime katılan Hamas’ın beklenmeyen bu zaferi herkesi şoke etmişti. Bu zaferin nedeni ise, 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması ile Filistin halkının hiçbir hakkını elde edemeyen Yaser Arafat’ın başarısızlığı ve Hamas’ın silahlı mücadeleyi savunmasıdır. BM ve Batılı gözlemcilerin gözetiminde yapılan seçimlerde Hamas’ın kazanmasını içine sindiremeyen ‘demokrasi savunucusu’ Batılı ülkeler, bildik iki yüzlülükleriyle her türlü kirli oyunun içinde oldular. Bundan cesaret alan İsrail, o tarihten sonra onlarca kez Gazze’yi bombaladı ve dört kez karadan ve havadan saldırdı ama hiçbiri işe yaramadı çünkü Hamas her kezinde daha da güçlendi. Üstelik Gazze’de yaşayan 2,3 milyon Filistinlinin suyu, yakıtı, yiyeceklerinin büyük bölümü ve yaşamsal tüm gereksinimleri İsrail üzerinden taşınmaktadır.

Yalnızca bu gerçek, Gazze’deki Filistinlilerin işgal ve kuşatmaya karşı ayaklanıp İsrail’e saldırması için yeterli bir nedendir.

Daha somut olarak, İsrail suyu kesince Gazzeliler susuzluktan ölecek.

İsrail yakıtı kesince Gazze’de yaşam duracak ve insanlar elektrik olmayınca hastanelerde bile ölecek.

Batı Şeria’da durum bundan farklı değil.

Üç milyon Filistinlinin yaşadığı altı bin kilometrekarelik Batı Şeria 1967’den bu yana işgal altında ve dünyanın dört bir yanından taşınan Yahudiler silahlandırılarak buralarda yerleştirilmektedir.

İsrail işgalinin ne anlama geldiğini bir Allah bilir bir Filistinliler.

Hamas’ın radikal İslamını bahane eden İsrail ve yandaşları, her nedense Batı Şeria’nın 75 yıllık işgalinden söz etmezler.

Üstelik 21. yüzyıldayız.

Uzatmaya gerek yok.

Filistin’le ilgili binlerce kitap yazılmıştır ama ortada tek bir gerçek var :

  • FİLİSTİN dünyanın onlarca farklı ülkesinden taşınan Yahudilerin değil, FİLİSTİN halkınındır.

Bu gerçeğin tüm detay (ayrıntı) ve boyutlarını yarın akşam Tele1 Gündem Özel’de saat 21.00’de Murat Taylan’la konuşacağız.

Merak edenler, gerçekleri öğrenmek isteyenler ve elbette sürekli yalan söyleyenler oturup izlesin.

Dr. Serdar Koç şiiri : SENİN DE KIYAMETİN OLACAK

ŞİİR KÖŞESİ

 

Dr. Serdar Koç

 

 

SENİN DE KIYAMETİN OLACAK
-Demir Ökçe’ye Zeyl-

-I-
yağmurun
kanlı şelaleler
çizdiği

o yetim
o ıssız
ülkede şimdi:

yapay yerleşim birimleri
kuruluyor
ve tel örgüler…

tankları
yıktıkça evlerimizi
haydutların

yağdıkça
tepemize
bombalar…

-II-
(oysa)
sarmaş dolaş oldular
mazide çoktan
Sabra…
Şatilla…
Tell el zaatar…

(Auschwitz…
birkenau…
terezin…)
ramallah…
beytüllahim…
nablus… cenin…

sızlar
kemikleri tarihin
en güçlü sanıldığı
noktadan kırılır
-faşizm-
anımsıyorum:

-III-
insanların
damarlarıyla nasıl
tel örgüleri kestiğine
tanık olun

bir yarayı
tırnaklarıyla tekrar
tekrar kanatan
bir çocuk gibi

ana rahminde
kıvranarak çoğalan
-umarsız-
bir cenin gibi

devasa
entelijansiyanın
kutsal göğünde
inşirak vakti:

-benim kıyametim
senin de kıyametin olacak
ey! bana kıyametler reva gören-

(ÇIĞLIK, Eylül 2006, Kum Yayınları)
(eylülce, mart-nisan 2009, sayı: 2)

Halil Çivi’den notlar : Sefa ve Cefa; Ütopya ve Distopya


Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı

 

SEFA ve CEFA

Sefa Nedir?
Türkiye’ de siyasal iktidar, siyasal iktidar yandaşı ve iktidar destekli sermaye sınıfı mensubu olup ekonomik gönenç (refah) içinde servetine servet katarak yaşamak, sefayı kendi sürüp, cefayı dar gelirli halka yansıtmaktır. Aşırı kâr, faiz ve rant gelirleri ile gününü gün etmektir.

Peki Cefa Nedir?

Türkiye’de emekli, işçi, memur, küçük esnaf, yani dar ve sabit gelirli olarak enflasyonun, işsizliğin, gelir dağılımı adaletsizliğinin… yarattığı sefaleti yüklenip geçim sorunları altında ezilmek demektir.
Kısacası kendi yaratmadığı, siyasal iktidarın yanlış ve ideolojik saplantı ve tercihlerinden kaynaklanan, dayanması (tahammülü) çok zor olan ekonomik sorunların maliyeti altında kendi geleceği için umut ve güven duygusu yaralanmış olarak yaşamaya çalışmaktır.
***

ÜTOPYA ve DİSTOPYA

Vatandaş, “Hocam ütopya ve distopya ne demektir? Çok kısa olarak anlatabilir misiniz?” diye soruyor.

Her iki sözcük de, birbirinin zıddı olarak, dilimize Batı kültüründen geçmiştir.

Ütopya ; Hayal ve umut ederek, umut ve hayal ettikleriniz gibi yaşama isteklerinizdir.
Düşleriniz ve özlemlerinizdir. Bireyler ve toplumların düşledikleri cennet gibi mutlu yaşam umutlarınızdır.

Distopya : Ütopyanın tam tersidir. Asla başınıza gelmesini istemediklerinizdir. Yaşamınızda yeri olmaması gereken korkular, acılar, baskılar, umutsuzluklar ve çaresizliklerdir. Bireyler ve toplumların yaşamaktan korktukları mutsuz ve cehennem benzeri baskıcı yaşam demektir.

  • Örneğin, diktatörlerin ütopyası, mazlum ve suçsuz halkların distopyasıdır.

Ya da kapitalist sınıfın hukuksuz, kuralsız ve denetimsiz serbest piyasa ütopyası,
işçi sınıfının distopyası olabilir.

Türkiye’nin ütopyası; hukukun üstünlüğüne, evrensel insan haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne, yurttaşların yasa önünde eşitliğine dayalı demokratik laik ve sosyal bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni barış ve kardeşlik içinde sonsuza dek yaşatmak;

Türkiye’nin distopyası da, devletin ve rejimin rotasını feodal, teokratik, din temelli bir Ortaçağ anlayışına (zihniyetine) geri döndürüp Ortadoğu bataklığına yeniden saplanmaktır.

Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına.

Cumhuriyet’te köşe yazımız : Türkiye’nin de dünyanın da çivisi çıktı!

Ahmet SaltıkAhmet Saltık
12 Ekim 2023, Cumhuriyet

 

Ülkemiz özellikle son yıllarda, iktidar partisinin usa sığmaz dayatmalarıyla derin-çok yönlü bir çıkmazda. Dış politikada güven vermeyen gelgitler ve belirsizlikler öngörülemezlik kaygısı doğuruyor. BOP eşbaşkanlığının Erdoğan tarafından üstlenildiğinin açıklanmasıyla (16.02.2004), Ortadoğu ve K. Afrika’da müslüman halkların 23 ülkesinin sınırlarının değiştirilmesi hızlandı. Sovyetlerin çökmesinin ardından Irak işgal edildi, parçalandı. Özal, ABD adına vekâlet savaşına girmeye can atıyordu. Org. Torumtay istifa ederek serüveni önledi. 1 Mart 2003 Tezkeresi ile 65 bin ABD askerinin ülkemize girmesi kıl payı engellendi. Ancak Erdoğan bu kez Suriye’yi parçalamaya dönük ABD saldırısında çok hevesliydi, 2011’de emperyal planda rol aldı. Oysa BOP, Ortadoğu’da bitmeyecek bir cehennem yaratma, enerji kaynaklarına el koyma ve jeo-stratejik nimetleri yönetme kavgasıydı. Ülkemize faturası çok ağır ve çok yönlü oldu. Irak’ın kuzeyinde Kürt federe devleti kuruldu. Aynı amaçla Suriye’de Fırat’ın doğusunda çok yol alındı. Fırat’ın batısında ise PKK’nin Suriye uzantısı PYD/YPG, yüz bin kişilik silahlı ordusu ile ABD’nin vekalet savaşçısı.

PKK, İçişleri Bakanlığı kapısında eylem yapıyor. Milyonlarca düzensiz-kaçak, genç insan ülkemize itildi-sokuldu ve demografik bombanın pimi çekildi.
***
Çiçeği burnunda yeni Filistin-İsrail çatışması sahnede. Ama Hamas özgürlük savaşçısı Filistin Kurtuluş Örgütüdeğil! İkincisi, dayanıştığı güçler kim olursa olsun (İran, Lübnan Hizbullah’ı vb.), bu çapta bir saldırıyı istihbarat örgütlerinden kaçıramaz. Hele MOSSAS’dan! Bu kısa irdelemeyle bile “ajan patojen”i tanımak olası. Klasik kural; eylemden en çok kim yararlanacaksa, eylemci de o! Netanyahu çok zordaydı, altın çözüm ulusal güvenlik sorunu, sıcak çatışma idi; bayram ediyordur! “Yeni bir Orta Doğu”. Gazze’yi boşaltabilir ve/veya İsrail toprağı ilan edebilir.

Filistinliler yurtlarında sürgüne dönüşür. Ancak bu BM antlaşmasının sınırların değişmezliği ilkesine aykırı (m.2/4). Ne ki Biden, dakika yitirmeden “İsrail’in yanındayız” buyurdu. Rusya, Ukrayna ile oyalanmakta. İran, Hizbullah suçlamasıyla topun ağzında ve Çin, büyük sınamada. ABD uçak gemisi doğu Akdeniz’de.

Çok dikkat; temel ilke YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ!
Türkiye yine ikircikli ve kendince “fırsat” kollamakta!?

ATATÜRK’ün dış politika ilkeleri hala geçerli:
– Kimsenin içişlerine karışma,
– Ortadoğu’da Araplarla çatışma ve
– Savaş, ancak ulusun yaşamı tehlikeye girdiğinde meşru.

Yeni göç dalgasını sınırlarımız dışında tampon bölgede durdurmak gerek!

AKP/RTE’ye gündem oyunu olmamalı. Enflasyon üç basamaklı, ülke yanıyor, işiniz bu!
***
Sağlıkta “şiddet” dayanılmaz kertede ve sıradan. Üç hekim canına kıydı, üç hekime aynı yerde ağır, fiziksel şiddet. Geçen yıl Ceza Yasasında değişiklikle, “Kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi” eylemine verilecek hapis cezası, suçun sağlık alanında işlenmesinde artırıldı. Ceza Yargılamaları Yasası’nda da değişiklikle katalog suç kapsamına alındı ve tutuklu yargılama öngörüldü. Ne var ki yargı denetimli serbestlikle sanıkları salıyor, yaptırımlar caydırıcı olmuyor?

Kök neden yok edilmeden sorun çözülemez.
Kezlerce uyarıldı Sağlık Bakanlığı. Benzer edimler, koşullar sabit iken neden farklı sonuç doğursun?
Kök neden, sağlık hizmetlerine erişimde engeller.
Bunları aşamayan “yurdum insanı” saldırganlaşmakta.
Erdoğan’ın “giderlerse gitsinler” aşağılaması utandırıcı!
Gittiler binlercesi. “Bizi kıskanan” ülkelere nitelikli sağlık hizmeti sunuyorlar.

Ülkeyi kasıp kavuran yoksullaşTIRma, demokrasisizlik, hukukun ayaklar altına alınması, adaletsizlik. Hapse tıkılan onlarca aydın, yazar, sanatçı, basında iktidar tekeli, yolsuzluklar.

Toplumsal ruh sağlığı çok bozuk ve hoşgörü eşiği çok düşük.
2022’de kişi başına on kez hekime başvuru oldu. Tek başına çok anormal ve açıklayıcı.

Çözüm :
– 20+ yıldır dayatılan neo-liberal yabanıl politikaları durdurmak.
– Sağlıkta özelleştirmeyi sınırlamak,
– Şehir hastanelerini devletleştirmek,
– Yerli-yabancı sermayeye sağlık sektöründe alan açmak için kamusal sağlık hizmetlerini geriletip çökertmekten derhal vazgeçmek!
– Halk sağlığı için kapsamlı destek.
– 1. Basamak sağlık hizmetini güçlendirmek ve
– Koruyucu sağlık hizmetlerini herkese ulaştırmak.

20+ yıldır yaptıklarınızı bir yana bırakmak; devleti tüccar, yurttaşı müşteri görmeyi terk edip; “sağlık devlete ödev, yurttaşa hak” demek!
***
“Çalışmayan” emeklilere Kasım’ın ilk yarısında 5 bin TL ulufe!
Cumhuriyet’in 100. yılı ile de bağı yok, 29 Ekim öncesinde değil.
“Çalışan”
 emeklileri dışlamak anayasanın eşitlik ilkesine aykırı.
Daha üç ay, 7500TL/ay gelirlilere azap, işkence!
“Parasal sıkılaştırma” acı reçetesi, “Mr. Simsek’in çelik kalkanı”.
Hazrete göre enflasyonun ana nedeni emekçi ücretleri!?
Oysa emekçiler ulusal gelirin yarısını üretirken, 4’te 1’ini alıyor.
Emeğin yarısına siyasal İslamcı iktidar el koyarak sermayeye aktarıyor!
Ölümcül hastalığın ana nedeni bu sömürü ve politik tercih. Allah ile aldatma!
***
Laiklik dışlanmalı ki Allah ile aldatma sürsün. Erdoğan halife-sultan olsun, ölene dek tahtta kalsın ve ortaçağ İslam devleti Türkiye’de kurulsun.
Eğitim Bakanı çok “yürekli”Karma eğitim karşıtlığı yetmedi, bir de ÇEDES.
Tarikatlar koalisyonu iktidarın bıdık ama “özgül ağırlıkları yüksek”(!) dinci ortakçıkları zorluyor:

  • “Şeriat gelmesini daha ne kadar bekleyeceğiz?”

Kadayıfın altı kızardı anlaşılan. “Patates dininden olanlara” soruluyor: Kanlı mı-kansız mı olacak?

“Laiklik Meclisi” önceki hafta kuruldu ve kamuoyunu uyardı.
Hiç akıldan çıkarılmasın ki; laiklik ideolojik tercih değil, yüzlerce yıllık din-mezhep savaşları ardından, kanlı deneyimlerin imbiğinden geçmiş bir altın reçete”.
Avrupa’da 114 yıl süren mezhep savaşları ardından çok değerli bir uzlaşı.
Bu sayede dinde Reform, Rönesans, Aydınlanma ile Batı Uygarlığı oluştu.

Türkiye’de onlarca tarikat, mezhep, din yorumu var. Tek bir şeriat yok!
Ülkemizde kan gövdeyi götürür.
“Biz demokrasiye inanmıyoruz, şeriat istiyoruz” olmaz!
Çünkü demokrasinin olmazsa olmazı laiklik.
Demokrasiler, kendini yok etme özgürlüğünü tanımıyor, tanıyamaz.
***
Son olarak: 2011’de kapatılan Hıfzıssıhha Enstitüsü. COVID-19 salgınında kapalı olmasının bedeli ağır oldu. Nihan Ertem sözlü tarih çalışması yaptı, öneririz, izleyin.

  • Gelecek yazımız 26 Ekim 2023’te, esen kalın.
    =================================================
    Not : Tam metin makaleyi okumak için tıklayın…
    Cumhuriyet‘te ekonomik nedenlerle sayfa ve yer sınırlaması var makaleler için.. Cumhuriyet gazetesi köşe yazısı, Ahmet Saltık 12.10.23


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

COVID geri döner mi?28 Eylül 2023
Bu yazımız ADD web sitesinde de yayınlandı..
Ahmet-Saltik-Cumhuriyet.pdf (add.org.tr)

Serdar Koç şiiri : CEHENNEM NÖBETİ

ŞİİR KÖŞESİ

 

Dr. Serdar Koç

 

 

CEHENNEM NÖBETİ

-I-
cehennem gösterildi sana
ey şair! Ankara Garı’nda…

kıvılcımlı bir alev sütunu
soluk bir duman…

(can pazarında…

-II-
ayakkabının bağcığını bağlama
bırak kana bulansın…

cehennemin Ankara katında…

(düşlerin kırılma çağında…

-III-
kaşlarım, kirpiklerim…
yapraklara asılı

gözlerimi gagalıyor kuşlar
tırnak diplerimi…

(cehennem nöbetinde…
nisa…

-IV-
gönlünü ağaçlara kaptıran çocuk
kan yoldaşı mı oldun dal uçlarıyla?

Gar önünde barışı bekleyen çocuk
meylin mi kaldı Sıhhiye Meydanı’nda?

(canını bize ödünç veren çocuk…

-V-
sahi sen mi söylemiştin
konuktur diye insan yaşama
(…)


Serdar Koç
Ekim 2015, Ankara
(CAZKEDİSİ, temmuz-ağustos-eylül 2016, sayı 6)

Halil Çivi’den deyişler : ADALET PUSULASI (Hak, Muhammed, Ali)

ŞİİR KÖŞESİ

 

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı
Halk Ozanı

 

ADALET PUSULASI
(Hak, Muhammed, Ali)

Eğer aklın, fikrin, zikrin var ise,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa.
Elin, dilin, belin sana yar ise,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa.
Xxx
“Alnım açık, yüzüm ak olsun” dersen,
“Özüm, sözüm, izim pak olsun” dersen,
“Haksızlık, kötülük yok olsun” dersen,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa.
Xxx
Gönül kuşu kanat çırpıp uçmadan,
Tenin, ecel şerbetini içmeden,
Daha vakit varken, fırsat kaçmadan,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa.
Xxx
Sakın kinci olma, kindarlık yapma,
Göz boyamak için dindarlık (!) yapma,
Harama, hileye, yalana sapma,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa.
Xxx
Ruhunu Şeytan’a satandan olma,
Yoksulun malını yutandan olma,
Atasını evden atandan olma,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa.
Xxx
Adil yaşa, adaletten ayrılma,
Kibirlenme, merhametten ayrılma,
Tutarlı ol, uçtan uca savrulma,
Hak, Muhammed Ali diyerek yaşa.
Xxx
Irkçılık, dinbazlık, yobazlık yapma,
Kadın- erkek birdir; yanlışa sapma,
Kula kulluk etme, insana tapma,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa.
Xxx
Yüreklere fitne ateşi salma,
Ayrımcılık yapma, ulusu bölme,
Düşeni tut kaldır, haline gülme,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa
Xxx
Yetmiş iki millet eşittir, candır,
Can cana eşittir, hepsi insandır,
İnsanlığın pusulası irfandır,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa.
Xxx
Bu yol Ehli- Beyt’in şaşmaz yoludur,
Uluları Muhammed’dir, Ali’dir.
Serçeşmesi Hacı Bektaş Veli’dir,
Hak, Muhammed Ali diyerek yaşa.
Xxx
On iki İmamın izinden şaşma,
Akıldan ayrılma, haddini aşma,
Çok düşün, az konuş, yanlışa düşme,
Hak, Muhammed Ali diyerek yaşa.
Xxx
Halil Çivi der ki; kul hakkı yeme,
Sana zor geleni kimseye deme,
İftiracı olma, yalan söyleme,
Hak, Muhammed, Ali diyerek yaşa,
Xxx


09 Ekim 2023 – Seferihisar / İZMİR

CHP açtı, AKP kapatabilir mi?

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 12.10.2023 BİRGÜN 

Cumhuriyet dönemi, ‘siyasal iktidarın serbest seçimler yoluyla eldeğiştirmesi’ (siyasal münavebe) açısından nasıl okunabilir?

14 MAYIS 1950

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve yöneten CHP’nin çok partili sistem için 1924 ve 1930’da ortaya koyduğu irade, 1946’da gerçekleşti. Cumhuriyet’in 27. yılında iktidarı, TBMM’de çoğunluğu sağlayan Demokrat Parti’ye devretti. Serbest seçimler yoluyla barışçıl bir biçimde gerçekleşen siyasal münavebe, Dünya demokrasi tarihine geçti.

14 MAYIS 2023

AKP, TBMM’de çoğunluğu 2002’de Cumhuriyet’in 78. yılında elde etti ve seçimler zamanında yapılırsa, Cumhuriyet’in 105. yılına dek 26 yıl süreyle “siyasal münavebesiz” ülkeyi yönetmiş olacak.

Bunu çeşitli güçbirliği yollarıyla gerçekleştiren AKP, Cemaatle ayrışması nedeniyle, tek başına girdiği 2015 seçimlerinde azınlığa düştü. Davutoğlu, Koalisyon yolunda CHP’yi oyaladı; Erdoğan ise, Kılıçdaroğlu’na Hükümeti kurma görevi verme yerine seçimleri yineledi.

Eski ortağının 2016’da darbe girişimi ardından AKP, bu kez MHP ile yürümeye başladı: 2017 Anayasa değişikliği, “insan haklarına dayanan demokratik ve sosyal hukuk Devleti” özünü zedeledi.

Anayasa’nın 67 (seçimler), 68 ve 69. (siyasal partiler) maddelerine dokunmayan AKP-MHP, Anayasa değişikliği uyum yasaları yerine seçim yasasına el attı. Seçim ittifakları düzenlemesi, siyasal partileri kimliksizleştirmek için ilk adım oldu.

Partilerde örgütsel, hukuki ve siyasal kimlik zedelenmesi, etkilerini 14 ve 28 Mayıs’ta Millet İttifakı ve 6’lı Masa üzerinde açıkça gösterdi.

“Kişi-Parti-Devlet birleşmesi” ise,

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni “tarikat ve cemaatler, Hizbullah ve kılıçlı imamlar” mecrasına yönlendirdi.

BEKA YASALARI

Devlet’i çözülme sürecine sokan 2017 kurgusunun 5 yıllık uygulaması, demokratik muhalefet için siyasal münavebe umudunu yaratınca, Cumhur İttifakı, bir kez daha seçim yasası (7393 sy.) değişikliğiyle 1950’de konulan kuralları kaldırdı. Sansür yasasını (7418 sy.), toplumu baskılamaya yönlendirdi: demokratik siyaset (seçim-partiler) ve demokratik toplum (ifade ve örgütlenme özgürlüğü), Saray gözetimine sokuldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, OHAL KHK’lerini çağrıştıran yaptırım aygıtına dönüştürüldü.

27. yasama döneminde CHP olarak iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğumuz 200’ü aşkın yasa ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin önemli bir kısmı açık veya örtülü olarak ‘münavebe’ yolunu kapatmaya yönelik. Bireysel ve toplu özgürlükleri sınırlayan, kamu görevinde liyakatı kaldıran, çevreyi ve ülkeyi yağmalayan partizan, rantçı ve emekçileri yoksullaştıran yasalar.

TBMM’ye AKP, Hizbullah mirasçılarını ve cinsiyet eşitsizliği savunan partileri taşırken; CHP de, emek-uzmanlık ve liyakat çizgisinde ‘nitelikli yasama’ yerine, küçük partilere yüksek temsil olanağı sağlayarak TBMM’nin muhafazakar kanadını pekiştirdi.

Ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü zedelenen Türkiye Cumhuriyeti, 100. yılına siyasal münavebe gerçekleştirilemeden girdi.

SANDIK VE SEÇİM

AKP, 21 yılda, 6 genel+4 yerel+3 Anayasa=13 sandık kurdu. Sandıkları, münavebe yolunu kapatmak için kullandı ve toplumu da yoksullaştırdı.

Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu sandık, demokrasiyi sönümlendirme riskine açık hale getirildi.

100. yıldan bakıldığında, CHP, Dünya demokrasi tarihine geçen 14 Mayıs 1950 dönüşümünü sağlayarak Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandırdı. Son çeyreğinde ise AKP, yasal ve meşru olmayan (montaj videolar, çete-mafya, paramiliter örgütlenme, terör söylemi…) her aracı kullanarak Cumhuriyet kurumlarını ve kurallarını siyasal iktidarın eldeğiştirmesini engelleyecek derecede dejenere etti.

Güncel ana soru şu             :

  • CHP başta ve demokratik Cumhuriyetçiler, “mikro-iktidar” çekişmelerini aşarak  demokrasinin ancak “siyasal iktidarın eldeğiştirmesi” ile yaşayabildiği gerçeğini ne zaman görebilecek?

Siyasal münavebe için hukuk yoluyla demokrasi düzenekleri üzerinde kafa yorarken, İsrail-Gazze hattında yaşanan vahşet karşısında, T.C. için Lozan Barış Antlaşması’nın önemi ve Saray saltanatı için yabancılara sürekli toprak satışının olası riskleri üzerine uyanık olunmalı.

LAİKLİĞİ VERMEK, CUMHURİYET’İ VERMEK DEMEKTİR

Türk Hukuk Kurumu - Av. Nail Gürman - YouTube

AV. NAİL GÜRMAN
TÜRK HUKUK KURUMU BAŞKANI

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ‘nin DÜŞÜN dergisi “Laiklik” özel sayısında yayınlanmıştır.

 

YII 1910 :
Balkan savaşı  yenilgisinden kurtulmak için Osmanlı şeyhülislamının  düşündüğü
önlem: Okullarda 4444 kere dua okunması!

Y1l 1912 :

Tiyatro ve orta oyunu resim, heykel bir memleket için yıkılış ve gerileme
nedenidir! İstanbul’da Şirket-i Hayriye vapurlarının geliş-gidiş saatlerinin alafranga saate
ayarlanmasına engel olunuz.

İşin  özeti şudur: Ulusal dilimiz Arapçadır, Batılılaşma dinimize ve İslamiyet’e aykırıdır! Orada “maneviyat ve ahlakiyet” yoktur!.

Şeriat, bütün devlet ve kişi yaşamını düzenlemelidir. Bize hiç kimse karışamaz.
Kız-erkek öğrencileri bir arada okutacak “inas mektepleri” şeriata aykırıdır. ”

İşte “bu ahval ve şerait içindeMustafa Kemal, bu gelenekçi ve gerici düzeni yıkmak için yola çıkmıştır. O’nun en büyük devrimciliği budur. Ülkenin ve halkın geleceğini ümmet devletine bağlamak isteyenlerin yolunu kesmiştir.

Prof. Tarık Zafer TUNAYA’nın dediği gibi amaç;

  • İslamcı bir rönesansa karşılık ulusal bir rönesans yaratmaktır.”

ATATÜRK DEVRİMİ, şeriat hukukuna bağlı bir devletin ve onun gücüne sığınmış şeriat sömürücülerinin düzenini yıkmış, şeriat hukuku yerine anayasaya bağlı hukuku ve devletin temeline de bu sömürücünün gücünü değil, doğrudan doğruya halkın gücünü getirip oturtmuştur.”

Böylece, çağdaş uygarlığın ve hukuk devletinin temelleri atılmıştır.
Büyük Atatürk, geçmiş ve gelecek bu saptama ve gelişmeleri, Söylev‘inde ve Gençliğe Hitabe’sinde açıkça belirtmiş, gelecek kuşaklara gerekli buyruk ve görevi vermiştir.

Oysa ve ne yazık ki, bu yazıyı okuyacak olan herkesten özür diyerek söylemek zorundayım ki, şimdi Cumhuriyet’in Cumhuriyetçiliğinden, Devrimciliğinden, Halkçılığından, Laikliğinden, Devletçiliğinden, Milliyetçiliğinden ve hatta günümüze bakılırsa bir de “değişimcilikten!”
söz etmekteyiz.

Arkadaşlar, efendiler, gençler, ey millet! Acaba görevimizi ihmal etmedik mi?
Ettik!
O halde konumuz açısından yola çıkarsak tek görevimiz vardır: Nerede yanlış yaptık?

Nerede ödün verdik, nerede ödün verenlere göz yumduk?

Gerçekçi  olarak bu sorun ele alınmalıdır. Bugün yanıt verilecek ve yolu bulunacak
sorun budur.

10 Kasım 1938’den bu yana o denli çok örnek vardır ki..

Darwin‘in Evrim Kuramının ilk ve orta dereceli okullarda okutulmasını yasaklayan Milli Eğitim Bakanlarının,

Dindar ve kindar gençlik” yetiştireceksiniz diyen Cumhurbaşkanlarının;

Kendisini muhalif sayıp “Kemalist anlayış ırkçılıktır” diyebilenlerin olduğu bir ortamda yaşıyoruz.

Halk yoksa demokrasi yoktur
Demokrasi yoksa hukuk yoktur
Hukuk yoksa laiklik yoktur, Ulusal egemenlik ve bağımsızlık yoktur!

O halde, sonuç olarak her şey yeniden başlayacaktır:

Toplum, kendisini iliklerine dek sömüren piyasacı anlayıştan ve onun gölgesinde yürüyen bağnazlığın saldırısından ve hegemonyasından nasıl kurtarılacaktır?
Bu çıkışın güçlü yollarını hızla arayıp bulmak zorundayız.

Tartışılacak tek konu budur!

Buna göre örgütlenmek, buna göre yenilenmek, nasıl olacaktır?

Çok açık belirtmek durumundayım ki; bunun yöntemi “numaralı masalar kurarak!” sonuca ulaşmak değildir. Bunun tek yöntemi ve yolu, 1923’un ateşini yeniden yakmaktır ve asla vazgeçmemektir!

Cünkü ,”Yitirenler, yalnızca vazgeçenlerdir.”