Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

“HEKİM GÖÇÜ” Buzdağının Ucu : Sağlık Sistemi Dinci-Yabancı Sermayeye Teslim Ediliyor!

“HEKİM GÖÇÜ” Buzdağının Ucu :
Sağlık Sistemi Dinci-Yabancı Sermayeye Teslim Ediliyor!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    


AKP=RTE 
Sultanın “giderlerse gitsinler” sözlerinin en acı boyutu, Türkiye’nin geleceğini tek başına ellerinde tutan dinci – totaliter yönetimin “düzeyi” bakımındandır.

Türkiye’miz, ilkel ve çok derin bir yetkinlik sorunu ile pençeleşmektedir.

Bu talihsiz, ufuksuz – hesapsız – sorumsuz (!?) sözleri, Erdoğan, 8 Mart 2022’de etti.

Doktorların yurt dışına gitmek istemesine yönelik Erdoğan, “Gidiyorlarsa gitsinler,
buralar boş kalmaz!
” buyurdu.

Nasıl derin bir miyopluk idi bu!? 1,5 yılda yaklaşık 4375 hekimin çalışmak üzere Türkiye’yi
terk ettiğini hesaplıyorum. Bu çok ciddi bir sayı. Gidenler genellikle genç ve çok nitelikli.

Almanya’da her yıl yaklaşık yaklaşık on bin hekim mezun oluyor. Bu ülkede 38 tıp fakültesi var (36’sı devlet, 2’si özel). Yüz bin kişiye düşen hekim sayısı 420.

İngiltere’de yılda yaklaşık yedi bin hekim yetişiyor. İngiltere’de 33 tıp fakültesi var, hepsi devletin. Bu ülkede yüz bin nüfusa 281 hekim düşüyor.

ABD’de her yıl yaklaşık 19 bin hekim tıp fakültesini bitiriyor. Bu ülkede 154 tıp fakültesi var,
141’i devlet, 13’ü özel. Her yüz bin Amerikalıya 261 hekim düşüyor.

Türkiye’de halen 220 bin dolayında hekim var. 1 tıp doktoruna yaklaşık 400 nüfus düşüyor.
Sağlık Bakanlığının, kendi milletlerine hizmet vermek üzere çalışma izni verdiği başta Suriyeli hekimleri ve 10+ milyon düzensiz göçmeni dışarıda bırakıyoruz. Gerçekte 100 milyon nüfus ve
220 bini hekim ile nüfus / hekim oranı 455/1. OECD ülkeleri içinde son(lar)dayız.

Türkiye’de 2022’de 118 tıp fakültesi ve 143 program (Türkçe, İngilizce) var. Bunların 97’si devlet, 46’sı vakıf/özel tıp fakültesi. Tıp fakülteleri 61 ile yayılmış durumda. Çok tipiktir, İstanbul’da altı devlet, 21 vakıf/özel tıp fakültesi var.

Geçen yıl 15 bin hekim mezun ettik. Ortalama 40 yıl çalışma süresi ile her yıl 220 bin/40 yıl = 5500 hekim işgücü dışında kalıyor. Yönetsel görevlerde ve temel tıp bilimlerinde de önemsenecek sayıda hekim çalışmakta.

Bu yıl 50-55 milyon turist bekleniyor (60 milyar Dolar da girdi, “net gelir” değil). 50 milyon turist ortalama on gün kalsa, 500 milyon turist-gün yapar ve yaklaşık 1,5 milyon yerleşik nüfusa denktir. Ayrıca sağlık turizmi nedeniyle 2022’de hizmet alan 74 bin hasta kestiriliyor.
Resmi nüfusa, sağlık hizmeti kullanan bu ciddi sayıdaki kitleleri de katmak gerekir.

Sağlık sistemini darboğaza sokan en önemli “yüklenme” nedenlerinden biri, “sağlıklı yaşam koşullarının” ülkemizde çok ama çok gerile(til)miş olmasıdır. Başlıca nedenler Kovit-19 salgını ve AKP=RTE Sultan’ın izlediği istendik YOKSULLAŞTIRMA politikalarıdır.

Türkiye’de ağır – insanlık dışı yaşam koşulları, hızla ve çok sayıda hasta ve hastalık üretmektedir.

2022’de kişi başına hekime başvuru sayısı ortalama on oldu! Bu anormal yüksek bir sayı.
Hekimler çok yorgun, iş yükü çok ağır ve “1” hastaya ayrılan süre Sağlık Bakanlığı buyruğu ile 5-10 dakika. İki yan da doyum sağlayamıyor ve nitelikli sağlık hizmeti verilemiyor.
Başka başka ve olanaklı ise daha daha uzman hekimlere erişim çırpınışı sürüyor..

Bunlara ek, “1. Basamak”, sağlık örgütü ve hizmetleri görece daha da yetersiz; bu da istendik bir politik tercih. Oysa omurga burası ve olağan koşullarda hastaneye sevkler %10-20 arasında kalmalıdır, kalır. Sevk zinciri bilerek işletilmemektedir.

  • İnsanlar giderek, özel sağlık kuruluşlarına daha çok ve bilerek yönlendirilmektedir!

SGK zorunlu GSS kapsamında geri ödemelerini sınırlamakta, iflasla boğuşmakta; finansal yoğun bakımda!

Yaratılan cehennemde kredi kartı ile borçlanabilen, varını – yoğunu satan çaresiz insanlar dertlerine derman aramakta; Katastrofik sağlık harcaması!

Dünya Sağlık Örgütü her yıl yüz milyon insanın bu nedenle AŞIRI YOKSULLAŞTIĞINI vurguluyor. Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’i, eh, bizde de her yıl 1 milyon insanın, cepten yapmak zorunda bırakıldığı sağlık giderleri yüzünden AŞIRI YOKSULLUĞA İTİLDİĞİ öngörülebilir.

Bu kurgulu, vahşi neo-liberal/KüreselleşTİRmeci sağlık politikasının (!), Gazze’de mazlum Filistin halkına İsrail maşası ile emperyalizmin uyguladığı insanlık dışı vahşetten, özünde,
nitelik olarak bir farkı yok, salt tür farkı var.
***
Çözüm                :  

Haziran 2003’ten bu yana IMF-DB baskısıyla 20+ yıldır uygulanan ve asla milli-yerli olmayan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM tuzağının ülkeyi içine sürüklediği özelleştirme çıkmazını, batağını
muhalefet partilerinin birlikte, gündemlerine alması, kamuoyu desteği ile iktidarı “kimi ivedi düzeltimlere” zorlaması gerekiyor.

AKP = RTE Sultan iktidarı, ancak “kimi zorunlu ivedi geri adımları” atabilir.
Ötesine “mezun” değildir!

Çünkü, tarikatlar koalisyonu iktidarın temel görevi (misyonu) yerli-dinci ve yabancı kumpanyalara ulusal kaynakları aktararak ülkeye diz çöktürmek ve bu ikisinin isteği ve desteği ile Türkiye’de kalıcı bir “dinci tek adam yönetimi” (teokratik monarşi) kurmaktır.

Bu yıkımdan-zulümden kurtulmak için reçete;

Muhalefet partilerinin kendilerine gelerek,
Ulusa önderlik yaparak yeniden KUVVAYI MİLLİYE BİLİNCİ İLE halkı örgütlemeleri –
ayağa kaldırmaları ve ilk seçimde iktidara gelmeleridir.

“Giderlerse gitsinler”in sonuçları

Özdemir Aktan

T24 Haftalık Yazarı

Dr. Özdemir Aktan
ao.aktan@gmail.com,22 Ekim 2023

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Eskiden bir hekimin Avrupa ülkelerinde çalışması çok daha zor iken, şimdi, hekim gelsin diyerek kollarını açan bir Avrupa var. Durum böyle olunca da yetişmiş hekimlerimizi, üstelik de en iyilerini, hızlı bir şekilde kaybetmekteyiz. Sağlık Bakanlığı ne mi yapıyor? Benim gördüğüm kadarı ile kafasını kuma gömmüş durumda

Avrupa Birliği Başkanlığı’nı Ocak 2024’te Belçika devralacak. “İyi de bize ne bundan?” diyenler çıkacaktır. Açıklayayım.

Belçika başkanlığı devraldığında gündeme birinci madde olarak Avrupa’daki sağlık gücü (AS: sağlık insangücü) krizini yerleştirmeyi planlıyor. “Avrupa’da sağlık krizi mi varmış?” sorusunu duyar gibi oluyorum.

Avrupa sağlık sistemi zorlanıyor ve bunun en önemli nedenleri arasında da yaşlanmakta olan Avrupa nüfusunun daha çok sağlık gücüne gereksinim duyması geliyor. Daha önemli bir sorun ise sağlık sektöründe çalışanların kötü çalışma koşulları, düşük ücret ve mental / fiziksel tehditler nedeni ile başka sektörlere yönelmesi. Covid-19 pandemisi ile bu sürecin hızlandığının da altı çiziliyor.

Başka bir sorun da sağlık çalışanlarının Avrupa’daki yaş ortalaması. Çalışan hekimlerin yaş ortalaması Avrupa genelinde 55 olarak saptanmış. İtalya’da çalışan hekimlerin yüzde 60’ı 55 yaş üstündeymiş. Bu hekimlerin çok uzak olmayan bir tarihte emekli olacağı gerçeği de Avrupa’yı endişelendiriyor.

Bu görüntü karşısında tıp fakültesi ve hemşirelik öğrencisi sayısı artırılmış ama okulları bitirenlerin yaklaşık yüzde 30’u başka alanlara yönelmekteymiş.

Benzer uyarılar Dünya Sağlık Örgütü’nden de gelmekte. Avrupa Birliği bakanlar düzeyinde 2010 yılında bu konuyu gündeme almış ama o günden sonra tekrar konuşulmamış. AB Sağlık bütçesi 2021 yılında en yüksek düzeye çıkmış ama bu paranın önemli bir kısmı Covid-19 savaşına giderken sağlık çalışanları için bir pay ayrılmamış.

Avrupa hekim açığını kapatmaya çalışırken biz “giderlerse gitsinler” noktasındayız.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) yurt dışına gitmek için gerekli iyi hâl belgesi alan hekim sayısının logaritmik olarak arttığını haykırıyor ama aldıran yok.

Sağlık Bakanlığı hastanelere hekim almak için ilan veriyor, başvuran yok.

2023 için bakanlığın açtığı ilk ilanda 2.669 kişilik uzman kadrosuna sadece 39 atama yapılabilmiş. Tüm alanlarda açılan 19 binden fazla kadroya ise 6.792 hekim atanabilmiş. Bakanlık mecburen 67-72 yaş hekimlerine de çağrı yaptı.

Türkiye gibi yüksek oranda hekim yitiren bir diğer ülke de Bulgaristan. Bulgaristan’daki hekimleri Avrupa’ya çeken kendi ülkelerindekinden daha fazla gelir elde etmeleri. Ayrıca onların Avrupa’ya ulaşmaları da kolay.

Bizde ise durum farklı. Hekimleri yurt dışına gönderen nedenlerin arasında ücret önemli bir yer tutmuyor. Sağlıkta şiddet, sağlık sisteminin bozukluğu ve en önemlisi de genç hekimlerin Türkiye’den umutlarını kesip geleceği ve mutluluğu diğer ülkelerde araması çok daha etkin.

  • Eskiden bir hekimin Avrupa ülkelerinde çalışması çok daha zor iken şimdi hekim gelsin diyerek kollarını açan bir Avrupa var.
  • Durum böyle olunca da yetişmiş hekimlerimizi, üstelik de en iyilerini, hızlı bir şekilde yitirmekteyiz.

Sağlık Bakanlığı ne mi yapıyor? Benim gördüğüm kadarı ile kafasını kuma gömmüş durumda. Bilerek mi böyle davranıyor diye de sormadan edemiyorum. Bu durum kamu hastanelerini çökertirken, özel sektör gelişmeye devam ediyor. Sağlık bakanımızın da bir zincir hastane sahibi olduğunu düşününce bu davranış çok da anlamsız olmuyor.

Görmezden gelinen bir başka durum ise başta Suriyeli göçmenler olmak üzere birçok sağlık çalışanının yasal ve yasal olmayan şekilde sağlık sistemimize katılıyor olması.

  • Sağlık bakanlığı açık bulunan sağlık çalışanı problemini göçmenlerle çözmeye çalışıyorsa vay halimize!

İyi yetişmiş hekimleri Avrupa’ya gönderip açığı nasıl bir eğitim aldığı belirsiz, diplomasının gerçek olduğu bile şüpheli göçmen hekimlerle kapatmaya çalışmak anlaşılması olanaksız bir durum. Şimdi şikayet ettiğimiz sağlık ortamını ilerleyen yıllarda arayacağız galiba.
=================================
Dostlar,

Sevgili sınıf arkadaşım (Hacettepe Tıp) Prof. Aktan, son derece yakıcı bir konuyu yetkinlikle işlemiş gene. Varolsun. Türkiye’nin çok saygın gazetelerinde köşesi olsa keşke.

AKP=RTE Sultanın “giderlerse gitsinler” sözlerinin en acı boyutu, Türkiye’nin geleceğini tek başına ellerinde tutan dinci – totaliter bir yönetimin “düzeyi” bakımındandır.

Türkiye’miz böylesi ilkel anlayış ve çok derin bir yetkinlik sorunu ile pençeleşmektedir.

Bu talihsiz, ufuksuz, hesapsız, sorumsuz… sözler, Erdoğan, Kadın Muhtarlar Toplantısı’nda iken, 8 Mart 2022’de, Dünya Kadınlar Gününde edildi :

Doktorların yurt dışına gitmek istemesine yönelik Erdoğan, “Gidiyorlarsa gitsinler, buralar boş kalmaz!” dedi.

Nasıl derin bir miyopluk idi bu.. 1,5 yılda yaklaşık 4375 dolayında hekimin çalışmak üzere Türkiye’yi terk ettiğini hesaplayabiliyorum. Bu çok ciddi bir sayı.

Almanya’da her yıl yaklaşık yaklaşık 10 bin hekim mezun oluyor. Bu ülkede 38 tıp fakültesi var (36’sı devlet, 2’si özel). Yüz bin kişiye düşen hekim sayısı 420.

İngiltere’de yılda yaklaşık 7 bin hekim yetişiyor. İngiltere’de 33 tıp fakültesi var, hepsi devletin. Bu ülkede yüz bin nüfusa 281 hekim düşüyor.

ABD’de her yıl yaklaşık 19 bin hekim tıp fakültesini bitiriyor. Bu ülkede 154 tıp fakültesi var, 141’i devlet, 13’ü özel. Her yüz bin Amerikalıya 261 hekim düşüyor.

Türkiye’de halen 200 bini aşkın hekim var. 1 tıp doktoruna yaklaşık 400 nüfus düşüyor.
Sağlık Bakanlığının, kendi milletlerine hizmet vermek üzere çalışma izni verdiği başta Suriyeli hekimleri ve 10+ milyon düzensiz göçmeni dışarıda bırakıyoruz. Gerçekte 100 milyon nüfus ve 200 bini biraz aşan hekim ile nüfus / hekim oranı 500/1.

Türkiye’de 2022’de 118 tıp fakültesi ve 143 program (Türkçe, İngilizce) var. Bunların 97’si devlet, 46’sı vakıf/özel tıp fakültesi. Tıp fakülteleri 61 ile yayılmış durumda. Çok tipiktir, İstanbul’da 6 devlet, 21 vakıf/özel tıp fakültesi var. Geçen yıl 15 bin hekim mezun ettik.

Bu yıl 50-55 milyon turist bekleniyor (60 milyar Dolar da girdi, “net gelir” değil). 50 milyon turist ortalama 10 gün kalsa, 500 milyon turist-gün yapar ve yaklaşık 1,5 milyon yerleşik nüfusa karşılıktır. Ayrıca sağlık turizmi nedeniyle de 2022’de hizmet alan 74 bin hasta kestirimi var. Resmi nüfusa, sağlık hizmeti kullanan bu ciddi sayıdaki kitleleri de katmak gerekir.

En önemli “yüklenme” nedenlerinden biri, “sağlıklı yaşam koşullarınınülkemizde çok ama çok gerilemiş olmasıdır. Başlıca Kovit-19 salgını ve AKP=RTE Sultan’ın izlediği istendik YOKSULLAŞTIRMA politikaları

  • Türkiye’de ağır – insanlık dışı yaşam koşulları, hasta  ve hastalık üretmektedir.

2022’de kişi başına hekime başvuru sayısı ortalama on oldu! Bu anormal bir sayı.
Hekimler çok yorgun, iş yükü çok ağır ve 1 hastaya ayrılan süre Sağlık Bakanlığı buyruğu ile 5-10 dakika. İki yan da doyum sağlayamıyor ve nitelikli sağlık hizmeti verilemiyor. Başka başka ve olanaklı ise daha daha uzman hekimlere erişim çırpınışı sürüyor..

Bunlara ek, 1. Basamak sağlık örgütü ve hizmetleri görece daha da yetersiz.
Oysa omurga burasıdır ve olağan koşullarda hastaneye sevkler %10-20 arasında kalmalıdır.
Sevk zinciri bilerek işletilmemektedir.

  • İnsanlar giderek daha çok özel sağlık kuruluşlarına bilerek yönlendirilmektedir!

SGK da zorunlu GSS kapsamında geri ödemelerini sınırlamaktadır, iflasla boğuşmaktadır.

Yaratılan cehennemde kredi kartı ile borçlanan, varını – yoğunu satan çaresiz bırakılmış insanlar dertlerine derman aramaktadır; Katastrofik sağlık harcaması!

Dünya Sağlık Örgütü her yıl yüz milyon insanın bu nedenle AŞIRI YOKSULLAŞTIĞINI vurguluyor. Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’i. Eh, bizde de her yıl 1 milyon insanın, cepten yapmak zorunda bırakıldığı sağlık giderleri yüzünden AŞIRI YOKSULLUĞA İTİLDİĞİ kestirilebilir.

Bu kurgulu, vahşi neo-liberal/KüreselleşTİRmeci sağlık politikasının (!), Gazze’de mazlum Filistin halkına İsrail maşası ile emperyalizmin uyguladığı insanlık dışı vahşetten, özünde nitelik olarak bir farkı yoktur, tür farkı vardır..
***
Muhalefet partilerinin birlikte, Haziran 2003’ten bu yana IMF-DB baskısıyla uygulanan bu SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM tuzağının ülkeyi içine sürüklediği özelleştirme çıkmazı – batağını gündemlerine alması, kamuoyu desteği ile iktidarı “kimi ivedi düzeltimlere” zorlaması gerekiyor.

AKP = RTE Sultan iktidarı, ancak “kimi zorunlu ivedi geri adımları” atabilir. Ötesine “mezun” değildir.

Çünkü tarikatlar koalisyonu iktidarın temel görevi (misyonu) yerli-dinci ve yabancı kumpanyalara ulusal kaynakları aktararak ülkeye diz çöktürmek ve bu ikisinin desteği ile Türkiye’de kalıcı bir “teokratik monarşi” kurmaktır.

Bu yıkımdan-zulümden kurtulmak için ise muhalefet partilerinin kendilerine gelerek, Ulusa önderlik yaparak yeniden KUVVAYI MİLLİYE BİLİNCİ İLE halkı örgütlemeleri – ayağa kaldırmaları ve ilk seçimde iktidara gelmeleridir.

Sevgili Özdemir’e, bana güzelim yazısıyla bu acı çağrışımları yaptırdığı için teşekkür ederim.

Sevgi ve saygı ile. 22 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

ADD’den basın açıklaması : Ankara Milli Eğitim Müdürlüğünün Sözde Cumhuriyet Anması

BASINA ve KAMUOYUNA :

Ankara Valiliği İl Milli (!) Eğitim Müdürlüğü Cumhuriyet’in 100. yılı (nedense kutlama değil) anma programı düzenlemiş.

23 Ekim 2023 günü saat 10.00’da başlayacak, 1. maddesi Açılış, 10. maddesi “Kapanış”, 11. maddesi de “Sergi” olan programda Cumhuriyetimiz’in anlamı, değeri, nitelikleri, kazanımları, kurucuları ve ne kanlı boğuşmalar, ne olanaksız savaşlar kazanılarak, ne güçlükler, ne ihanetler, ne isyanlar aşılarak kurulduğu ile ilgili tek madde bulunmuyor.

Herhalde Büyük Atatürk 10. Yıl Nutku’nu

Türk Milleti,

Ebediyete alıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk’üm diyene!”

seslenişiyle bitirirken, 90 yıl sonra, hem de bir Cumhuriyet kurumunun, “bu büyük millet bayramını” -kutlamaya da gerek görmeyip- böyle anacağını aklının ucundan bile geçirmemiştir.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, adı “Milli Eğitim” olan bir kurumun Cumhuriyet’in 100. yılını bu programla “anma”sının, Atatürk’ü, Ulusal Bağımsızlık Savaşımız’ı ve Laik Cumhuriyetimiz’i hiç anlamamış olduğunu gösterdiğini düşünüyor, kabul edilemez buluyor, esefle kınıyoruz.

Saygılarımızla. 20 Ekim 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
             GENEL MERKEZİ
================================================

“Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Sözde Cumhuriyet Anması”

nı büyük üzüntüyle karşılıyor ve zaman varken düzeltmesini istiyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 20 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ADD Genel Merkezi Basın Açıklaması : BU KURAL TANIMAZ VAHŞET, BU İNSANLIK SUÇU KABUL EDİLEMEZ!

BASINA ve KAMUOYUNA :
BU KURAL TANIMAZ VAHŞET, BU İNSANLIK SUÇU KABUL EDİLEMEZ!

İsrail’in on yıllardır Filistin topraklarına yönelik tecavüzleri, özellikle Gazze’ye uyguladığı abluka, baskı ve yaptığı saldırılar, 17 Ekim 2023 tarihinde El Ehli Baptist Hastanesi’ni, 18 Ekim 2023 akşamı da Al-Quds Hastanesi yakınını bombalamasıyla boyut değiştirmiş, savaş ahlakı ve kurallarını hiçe sayan, çocuk, kadın, hasta ayrımı gözetmeden, Kızılay, Kızılhaç, Hastane dokunulmazlıklarını dikkate almadan aklına eseni yapan, önüne çıkanı katleden bir vahşete dönüşmüştür. Bu yapılan, haydutluk ya da terör denilerek geçiştirilemez. Bu bir kitlesel katliamdır, savaş ve insanlık suçudur.

Başta Birleşmiş Milletler ile İslam Alemi denen ülkeler olmak üzere, dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye pek meraklı Avrupa Birliği üyeleri, diğer tuzu kuru devletler ve Uluslararası kuruluşların, yaşananları adeta film gibi izlemeleri, vahşeti durdurmak için günlerdir hemen hiçbir girişimde bulunmamaları ibretliktir, insanlık adına utanç vericidir.

Hele ABD adlı, kendini dünya jandarması sayıp diğer ülkelere hukuk ve uygarlık karnesi doldurmakta beis görmeyen ülkenin, hem de bizzat başkan düzeyinde bir ziyaretle ve yüzsüzlük şahikası “Karşı taraf yaptı” açıklamasıyla bu insanlık suçuna sahip çıkarak dünyaya meydan okuması, utanç verici olmanın çok ötesinde tam bir rezalettir.

Çok uzun süredir coğrafyamızda akan kanın durmaması ve nihayet bu son vahşet, daha dün Rusya – Ukrayna Savaşı’nda Montrö’nün Karadeniz’i ve dünyayı nasıl büyük bir felaketten kurtardığının görülmesi gibi; bölgemizde ve dünyada barış ve huzur için tek yolun, Atatürkçü Düşünce Sistemi’ni esas alan Laik bir devlet düzeni ve Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesine tam bağlılık olduğunu herkese, kuşkusuz Türk siyaset kurumuna, devlet yönetimine ve halkına da göstermiş olmalıdır.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; çok geç kalınmış da olsa, Birleşmiş Milletler ve diğer Uluslararası kuruluşları bölgeyi ve dünyayı ateşe verebilecek bu kural tanımaz vahşetin, bu insanlık suçunun durdurulmasının, İsrail’in devlet olma sorumluluğu ile davranması ve BM kararlarına uymasının, ABD’nin de haddini bilmesinin sağlanması ve barışın tesisi için varlık nedenlerini anımsayıp görevlerini yapmaya davet ediyoruz.

Saygılarımızla. 19 Ekim 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
             GENEL MERKEZİ

Bakan Koca sözünü hala tutmadı: HPV aşısı ulusal aşı takvimine girmeyi bekliyor

Bakan Koca sözünü hala tutmadı:
HPV aşısı ulusal aşı takvimine girmeyi bekliyor

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın rahim ağzı kanserine karşı koruyucu HPV aşısını ulusal aşı programına alma sözünü tutması dört gözle bekleniyor.

Türkiye’de yok ama bakın hangi ülkelerde var

Türkiye’de rahim ağzı kanseri sıklığı 100 bin kadında 4,8. Ölüm oranı 100 bin kadında 2,2. Kadınlarda görülen kanserler içinde 2020’de hem yeni vaka hem de ölümler içinde 12’inci sırada yer alıyor.

Rahim ağzı kanserine karşı koruyucu HPV aşıları 132 ülkede onaylı; yalnızca kız çocuklarında 68, hem kızlarda hem erkeklerde 19 ülkede olmak üzere 87 ülkenin ulusal bağışıklama programında yer alıyor. Bunların arasında, Mozambik, Zimbabve gibi yoksul, Kosova gibi yeni, Birleşik Arap Emirlikleri gibi şeriatla yönetilen ülkeler yer alıyor.

Buna karşılık 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nde çok sayıda kanserden koruyan HPV aşısına hala ücretsiz ulaşılamıyor. Parası olan aile çocuğuna aşı yaptırıyor. HPV aşıları için toplam yaklaşık 5 bin 576 lira (dörtlü aşı) ve 7 bin 725 lira (dokuzlu aşı) ödemek gerekiyor.

Bakanın sözü

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 25 Kasım 2022’de şunları söylemişti: “Yerli üretim HPV kitinin kullanıma alınmasını sağlayacağız. Bir ayı geçmeden testimiz yerli olarak devreye girecek. HPV aşısının uygulanmasında bir çekincemiz asla yok, ancak ülkemizin sosyal gerçekliklerinden kopuk kararlar alınmasının kimseye bir faydası yok. Yaptığımız planlamaya göre yaş gruplarını ve medeni hal durumlarını dikkate alan bir plan hazırlığındayız. Belirlenen bir grupla aşılamaya başlayacağız ve kapsamını kademe kademe genişleteceğiz.”

Ancak o günden bu yana somut bir ilerleme sağlanamadı.

Prof. Dr. Ayşe Akın: T.C. maliyeti karşılayabilir

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Kadın-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ayşe Akın’la HPV aşılarının önemini konuştuk.

Akın Türkiye’de eliminasyon (hastalığın ortadan kaldırılması) programının oluşturulması için, servikal kanser taramaları ve HPV aşılamaları planlamasının çok dikkatli ve gerçekçi, uygulanabilir olarak yapılması gerektiğini söylüyor.

Aşı için ideal yaş hem kız hem de erkeklerde 11-12. Cinsel ilişki başlamadan, yani virüsle karşılaşmadan. Akın, “Bu yaşlarda aşılamayı kaçıranların aşı olmaları için en uygun yakalama yaşı 13-26 yaş ancak üst yaş sınırı yok, daha sonra da yapılabilir.” diyor.

Profesör, HPV aşısının ülkemizde 15 yaş altı kız çocuklarına ücretsiz olarak yapılması için Genişletilmiş Ulusal Bağışıklama Programı’na eklenmesi gerektiğini vurgulayıp ekliyor:

“Rahim ağzı kanseri önlenebilir ve erken tanıyla yakalanabilir. Ulusal Kanser Tarama Programı’nda bulunan rahim ağzı kanseri taraması, HPV aşısının gölgesinde kalmamalı. Sağlık merkezlerinde, kamu hastanelerinde ücretsiz olarak 30-65 yaş aralığındaki cinsel aktif kadınlara, rahim ağzı kanseri taramasına devam edilmeli. Bu yaş grubundaki kadınlar (hastalık belirtisi olmaksızın) kanser tarama programlarına rutin olarak dahil edilmeli.”

Akın’ın yaptığı hesaba göre (11.02.2021 tarihli kamu sağlık hizmetleri fiyat tarifesiyle), 30-64 yaş diliminde yaklaşık 18 milyon 348 bin kadın olduğu göz önünde bulundurulursa; HPV DNA testi, Pap smear alma işlemi ve sitoloji için toplam maliyet 2 milyar 220 milyon 108 bin lira. Buna kanser tanısı, tedavisi, sosyal yönü vs. dahil değil. 10-14 yaş aralığında 3 milyon 114 bin kız çocuğu var. Bunların aşılanmasının toplam maliyeti 5 milyar 857 milyon 260 bin lira:

“İnsani gelişme indeksi sıralamasında 189 ülke arasından 54’üncü sırada yer alan Türkiye bu tutarı karşılayabilir. Yalnızca bütçe tahsisinde politik öncelik verilmeli. Kuşkusuz sağlık hem bir insan hakkı olarak görülmeli hem de devlet önceliği buna vermeli.”

Cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyon

Aslına bakarsanız rahim ağzı (serviks) kanserinin aşıyla önlenebilmesi çok büyük bir şans. İnsanda 150’den çok HPV (human papilloma virüs) izole edildi. İnsan türüne özgü bu virüsler, cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyonları yapıyor.

HPV’nin 200’ün üzerinde çeşidi var. Yaklaşık % 75’i deride – genellikle kollar, göğüs, eller ve ayaklarda siğillere neden oluyor ve gündelik temasla da bulaşabiliyor. HPV tiplerinin kalan %25’i ise mukozal HPV tipleri olarak kabul ediliyor.

Kimi HPV türleri (yaygın olarak HPV 6 ve 11), hem erkeklerin hem de kadınların cinsel organları ve anüsü üzerinde veya çevresinde siğillere (papillomlar) neden olabiliyor. Bunlar ender olarak  kansere neden olduğu için ‘düşük riskli‘ virüsler olarak adlandırılıyor.

Kansere neden olabilenlereyse ‘yüksek riskli‘ deniyor. Dünyadaki tüm coğrafi bölgelerde servikal kanserlerin %70’inden HPV’nin 2 tipi HPV16 ve HPV18 sorumlu.

Prezervatif etkili ama yetmiyor!

Prezervatifler (kondom) HPV ye karşı bir miktar korusa da tümüyle önleyemiyor. Prezervatiflerin koruyucu olması için her cinsel ilişkide yeni bir kondomun doğru biçimde kullanılması gerekir. Öte yandan kondom, genital veya anal bölge gibi vücudun HPV ile enfekte olabilecek her bölgesini kapsamıyor.

Yine de anımsatmakta yarar var: Prezervatif kullanımı önemli. HPV’ye karşı bir miktar koruma sağlıyor ve ayrıca cinsel yolla bulaşan öbür kimi enfeksiyonları da önlüyor.

Dünya genelinde durum ne?

HPV enfeksiyonu rahim ağzı kanseri için önemli bir risk etmeni.
HPV tüm dünyada, kadınlardaki enfeksiyon ilişkili kanserlerin yarısından çoğundan sorumlu.

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’na (IARC) göre dünyada yılda yaklaşık 604 bin yeni rahim ağzı kanseri olgusu ve buna bağlı 342 bin ölüm kaydediliyor. Yani her iki dakikada bir kadın bu nedenle ölüyor. Meme, kolorektal ve akciğer kanserlerinden sonra kadınlar arasında en sık görülen dördüncü kanser bu. Yakalanan yaklaşık 100 kadından 55’i ölüyor.

DSÖ: 2030’a dek kız çocuklarının % 90’ını aşılayın

Kimi ülkelerde genç kadınlarda insidans (belirli bir nüfusta, belirli bir zaman diliminde ortaya çıkan yeni olgular) ve ölüm hızlarının arttığı gözleniyor. DSÖ’nün 2022 yılında yaptığı ‘küresel’ eylem çağrısına göre, HPV aşılanması, tarama programları ve gereken müdahalelerle rahim ağzı kanseri halk sağlığı sorunu olmaktan çıkarılabilir.

Örgüt bunun için ülkeleri, 2030 yılına dek ‘90-70-90′ formülünü yaşama geçirmeye çağırıyor.

İlk hedef, kız çocuklarının % 90’ına 15 yaşına dek HPV aşısının yapılması.

Kadınların %70’inin 35 ve 45 yaşında olmak üzere iki kez taranması, kanser öncesi lezyon ya da kanser saptananların % 90’ının da tedavi edilmesi gerekiyor.

Geç yaşta kanser tanısı alınıyor

Akın Türkiye’de bilinen vakaların çoğunun 40-59 yaşlar arasında olduğunu belirtiyor:

“Rutin erken tanı sistemi- taramanın yetersiz olması, geç kalınması sonucunda HPV enfeksiyonu ve kanser öncesi lezyonların teşhis edilmemesine neden olduğu için kadınlarda geç yaşlarda kanser tanısı konuluyor. Rahim ağzı kanseriyle mücadele özellikle de eliminasyon hedeflendiğinde belki de en önemli sorun, mevcut kayıt bildirimlerinin gerçek durumu yansıtmaması. Tarama sayısı verilerinde, kimi kadınların DSÖ’nün önerdiğinin aksine, yılda bir kez ve daha sık taramaya katılması, kimilerininse hiç katılmaması nedeniyle değerlendirmede zorluklar yaşanıyor.”

Üç kadından ikisi bir kez bile tarama yaptırmamış!

Türkiye’de rahim ağzı kanseri ulusal tarama programına göre pap smear ve HPV testleri özellikle Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezleri’nde (KETEM) uygulanıyor. Tarama, 30-65 yaş kadınlarda beş yılda bir yapılıyor. Primer test HPV-DNA testi. HPV negatif olgular, beş yıl sonra tekrar taramaya çağrılıyor.

Kaldı ki bu testler vulva (dış genital organ), penis, anüs veya boğazda yüksek riskli HPV’yi saptayamıyor. Bu bölgelerdeki HPV’nin herhangi bir belirtisi yok. Ancak kansere dönüşürse, kimi belirtiler görülebiliyor.

Öte yandan 2019’da üç kadından ikisi (%61) yaşamında bir kez bile rahim ağzı kanseri taraması yaptırmamış. Özellikle toplumun dezavantajlı kesimlerinin sağlık hizmetlerine, taramalara ve maliyeti yüksek olan HPV aşılarına ulaşımı olanaklı değil. Bu da sağlıktaki eşitsizlikleri artırıyor.

Risk kadınlarla sınırlı değil

  • HPV erkek sağlığını da yakından ilgilendiriyor!

Türkiye’nin gündemine bir türlü gelemese de erkeklere de bağışıklama öneriliyor.
ABD, Kanada, Avustralya erkek çocuklarına da aşı öneren ülkeler arasında yer alıyor.

Prof. Akın, “Yerleştikleri alana göre, rahim ağzı kanseri, vulva kanseri, vajinal kanser, penis kanseri, anal kanser, ağız ve boğaz kanserine neden olabilirler. Dilin tabanı ve bademcikler de dahil olmak üzere boğazın arkasında bulunan kanserlerin çoğu bu tür HPV ile ilişkili. Bunlar erkeklerde en yaygın HPV ile ilişkili kanserler” diyor.

Akın düşük ve düşük-orta gelirli ülkelerde her iki cinsiyette de bu enfeksiyonun önemli bir sorun olduğunu vurguluyor: “Buralarda taramalar sınırlı, HPV enfeksiyon sıklığı çok, erken yaşta cinsel ilişki, HIV ile ko-enfeksiyon (ikinci enfeksiyon), yoksulluk, eğitimsizlik ve tütün kullanımı gibi hazırlayıcı etmenler çok.”

  • Yılda 69 binden çok erkek HPV’ye bağlı kanserden ölüyor!

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı-IARC’a göre, 2018’de kestirimle 69 bin 400 erkekteki kanser HPV enfeksiyonlarına bağlı gelişti. HPV erkeklerde penis kanserine yol açabiliyor. Erkeklerde genital HPV enfeksiyonunun yaygınlığına ilişkin 1995-2022 arasında yayınlanan çalışmalarıyla ilgili bir meta analiz, yaklaşık %31’inin bir HPV türüyle, %21’inin ise yüksek riskli türlerle enfekte olduğunu gösteriyor. HPV prevalansı genç yetişkinlerde, özellikle de 25-29 yaş diliminde yüksek.

  • HPV aynı zamanda cinsel ilişki şekliyle ilişkili olarak
    ağız, baş ve boyun, anüs kanserlerine de neden olabiliyor.

Cinsel eğitim koşul

Prof. Akın, okul çağında – örgün eğitimde  bu konuda sağlığı  koruyucu eğitimler verilmesinin önemine de dikkat çekiyor:

“Bu çocukları ileride kanser olmaktan koruyacak. HPV aşısının ulusal bağışıklama programına eklenmesinin ve taramalara toplum katılımının artırılmasının yanında, cinsel sağlık bilgilerinin yaşa uygun biçimde okul öncesi dönemden başlayarak örgün eğitim müfredatına katılması özel önem taşıyor. Türkiye’de, üreme sağlığı ile ilgili biyolojik büyüme ve gelişme, anatomi ve fizyolojiyle ilgili kimi konular müfredatta yer alsa da ayrı bir ders olarak, kapsamlı, yaşa ve kültüre uygun bir cinsel sağlık eğitimi ilkokul, ortaokul ve lise müfredatında bulunmalı. Bu konuda sistem, politik bakış açısından kaynaklanan ya da başka her ne engel varsa kaldırılmalı.”

Prof. Akın söyleşimizin sonunda şu önemli anımsatmayı yapıyor:

  • “Kanserden değil geç kalmaktan korkun.”

İlham veren HPV aşısı mücadelesi
Bakan Koca: HPV aşısını uygulamaya başlayacağız
Prof. Baykal: Dünyada ada gibiyiz, Türkiye’de HPV aşısı olan kadın sayısı çok az
Mahkeme’den HPV aşısı kararı: Aşı ücreti SGK tarafından iade edilecek
İlaç zammı sonrası üç doz HPV aşısı 3 bin lira oldu
DSÖ: Tek doz HPV aşısı kanseri önlemek için yeterli
Mahkeme’den HPV aşısında ‘bedel iadesi’ kararı
Türk Eczacıları Birliği: HPV aşısı çocukluk çağı aşılama takvimine dahil edilsin
HPV aşısı yaptıranlara ömür boyu tek smear testi yetebilir
Rahim ağzı kanserine karşı ’90-70-90′ formülü
Bilirkişi de ‘HPV aşısı tıbben gerekli’ dedi
Kılıçdaroğlu: İktidara geldiğimizde HPV aşısı ücretsiz olacak
HPV aşısı, rahim ağzı kanserini yüzde 90’a yakın önlüyor
TTB: HPV aşısı takvime eklenip ücretsiz olsun
HPV aşısı için kanun teklifi: Ücretsiz olsun
HPV aşısı için burs kampanyası: Devlete yapması gerekeni gösteriyoruz
Kadınların hayatını kurtaracak aşı sigorta kapsamında değil: Gerekçe ekonomik

“… Mutlak iktidar mutlaka çürütür”

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 19.10.2023, BİRGÜN

“Power corrupts, absolute power corrupts absolutly” (L. Acton, 1852). Türkiye’de yaşanmakta olan tam da bu. Aslında son 150 yıllık evrim, Anayasa ihlalinin yaptırım sürecine bağlanması ve Anayasa Mahkemesi’nin kurulması ile sonuçlandı. Anayasa yaptırımı ve hesap verebilir yönetim, anayasacılık ile örtüşür. Bu anlamda Türkiye’nin 20. yüzyılı, anayasal kurumların oluştuğu ve oturduğu dönemdir. 21. Yüzyılda ise, anayasacılıktan uzaklaşma ve  toptan çürüme arasında neden-sonuç ilişkisi açık.

ÇÜRÜYORUZ… 

“Öncelikle yargı içinde oluşmaya başlayan çete ve çetecikleri yok etmek için kemoterapi uygulayıp kanserli hücreyi toptan yok etmemiz gerekmektedir” (İst. Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Talimat ve Gereği için yazısı, 6 Ekim; haber T. Soykan, BirGün, 13 Ekim).

Yargıdaki çürümeyi yansıtan bu satırlar, kamuoyuna sızan; ya sızmayanlar ve yazılmayanlar; erişimi engellenenler bu güncel örnekte olduğu gibi?

Sorun, yasama-yürütme ve yargı üçlüsünde:

27. yasama döneminde; AKP-MHP, başta yargı mensupları, kamu görevlerine girişte  sözlü sınav ve güvenlik soruşturması düzenlemelerini genişletti.

Yargı için, mülakat ısrarı üzerine ‘kamera kaydı altında saydam yapılsın’ önerime karşı, AKP’li vekilin tepkisi: Dünya’nın neresinde var?

Karşı sorum ve kehanetim: Dünya’nın neresinde 4.000 yargıç ve savcı bir gecede hapse gönderildi? Eğer bu zihniyetle gidilirse 10 yıl sonra 14.000 hakim-savcıyı hapse gönderme zorunluğu doğabilir.

DÖKÜLÜYORLAR… 

Temmuz 2021’de OHAL önlemlerinin 3 yıl daha uzatılmasını öngören yasa önerisi için sabahladık. Bakan yardımcısı “kişisel destek” isteyince, ilgili Bakanlık birimleri için, ‘dökülüyorlar’ şeklindeki tepkimi, ‘evet dökülüyorlar’ sözleriyle teyit etti.

TBMM’nin on yıldır sürüncemede bıraktığı Anayasa Mahkemesi’nin pilot kararlar gereği yasal düzenleme yapılması için CHP araştırma önergesine karşı AKP adına konuşan vekil, Adalet Bakanlığını işaret etti. Yasama tekeli TBMM’de olduğu için Anayasa dışı bu söylem, ‘dökülmekte olan idare mi?’ sorusunu da gündeme getirdi (Mayıs 22).

ANAYASA YİTİMİ  

Bu tanıklık kesitleri, Cumhur İttifakı (Cİ)’nin “ters kelepçe” vurduğu bir yasamayı, çürüme ve dökülme merkezine kaydırdığını göstermiyor  mu?

Cİ, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) ürünü.

150 yıllık birikimi sıfırlayan  PBDBY kurgusunun faktörü, aktörü ve antrenörü belli:

-Darbe girişimi, faktör.

-“Anayasa suçu” tanısı ile Anayasa değişikliği çağrısı yapan, aktör.

– Anayasa değişikliğini “kişisel proje” olarak sahiplenen, antrenör.

Sonuç: Hükümet’in ilgası başta gelmek üzere, demokratik Anayasal düzenekler tasfiye edildi; kalanlar ise, işlevsizleştirildi.

Yürütme ve İdare’de dökülme, güdümlü yasama ve çürüyen yargı sonucunu doğuruyor. AYM ise hedefte:

-kararlarını tanımama (Antrenör ve yargı mercileri),

-kapatılsın çağrısı (Aktör),

-karar verdirtmeme (kendi üyesi).

Adil yargılanma hakkı reformu bir yana, pilot kararları gereği yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle AYM önünde biriken onbinlerce dosya mağduru, yurttaşlar.

ÇÜRÜMEDEN ÇÖZÜME 

“İktidar çürütür, mutlak iktidar mutlaka çürütür” sözlerini, anayasacılık süreci hayli geride bırakmış olsa da, 170 yıl sonra Türkiye uygulamasının doğrulaması, izlenmesi gereken yol ve yöntem üzerine uyarıcı olmalı.

“Ne istediler de vermedik?, parlamenter rejim bekleme odasına alındı, ağaç kabuğu yesinler, İstanbul’a ihanet ettik, varsın gidiyorlarsa gitsinler, itibardan tasarruf olmaz, NAS varsa faiz yoktur” vb. söz ve uygulamalar, anayasızlaştırma sürecinin yansımaları..

PBDBY ve talimat yoluyla uygulaması sonucu kişi+parti+Devlet birleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni çürüme sürecine soktu.

Çözüm ise, Anayasa yoluyla demokratik hukuk devletine dönüşte.

“Yeni Anayasa” çıkışı karşısında yürürlükteki Anayasa’ya saygı isteyen muhalefet, amaç ve araç tutarlılığı gözetmeli ve demokratik hukuk devletine yabancı kurgu ve uygulamayı hiçbir zaman meşrulaştırmamalı; karşı çıkma ve talep etme eşzamanlılığı ile demokratik süreçlere odaklanmalı.

GAZZE CEHENNEMİNE İSYAN

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı
18.10.2023, İzmir

Yahudiler Araplara, Araplar da Yahudilere var olma ve yaşama hakkı tanımıyor!

Musevi Müslümana, Müslüman da Musevi’ye düşman.

Hıristiyan Batı ülkeleri de hem İslam ülkelerini, İslam dini içindeki mezhep, tarikat ve cemaatların farklı dinsel yorumlarını kullanarak Müslümanı Müslümana kırdırıyor.

Müslümanlar da İslamın ilk yıllarından bugüne sürekli kardeş kavgası yapmaktan ve kardeş kanı dökmekten bıkmadılar.

Geri kalmışlık, cehalet ve yoksulluk sürüyor.

Dünyanın siyasal, ekonomik, teknolojik, askeri gücü Hıristiyan ülkelerinin elinde ve kötüye kullanılıyor.

  • Gazze yanıyor…
  • Filistin yanıyor…
  • Orta Doğu yanıyor…

Dünya nefesini tutmuş ve korku içinde.
Yerden, gökten ateş ve ölüm fışkırıyor…

Hastaneler bile bombalanıyor….

Uluslararası kurumlar, kuruluşlar ve örgütler Batılı emperyalist ülkelerin yönetim ve denetiminde.

Uluslararası hukuk haklı ve zayıflara değil, haksız, güçlü ve zorbalara göre biçimleniyor….

Bombalar ve füzeler adres sormuyor…

Müslümanlar ölüyor..
Museviler ölüyor…
Hıristiyanlar ölüyor…
Siyahlar ölüyor…
Beyazlar ölüyor…
Çocuklar ölüyor..
Kadınlar ölüyor..
Siviller ölüyor…
İnsanlar ölüyor..
Hukuk ölüyor..
Ahlak ölüyor..
Adalet ölüyor..

GAZZE’DE BÜTÜN İNSANLIK ÖLÜYOR!

Dolar fiyatı artıyor…
Petrol fiyatı yükseliyor…
Stratejik ürünlerin fiyatı tepe yaptı…
Silah satışları çok iyi gidiyor.

HAYIRLI(!) ve İYİ (!) İŞLER BEYLER…

Eyy, dünyayı kendi mülkü ve tüm insanları kendi kölesi sananlar!
İnsanlıktan mı çıktınız?
Durdurun bu vahşeti!
Utanmıyor musunuz??
Arlanmıyor musunuz??
Vicdanınız mı kurudu??
Ahlakınız mı çürüdü??

Yamyamlaştınız ve KANLA BESLENİYORSUNUZ!

Vicdanım kanıyor…
İçim kan ağlıyor.
Gözlerim bebek, çocuk, kadın… sivil ve günahsız ceset parçalarına şiddetle isyan ediyor.
Ruhum derin azap çekiyor.

BÖYLE BİR DÜNYA DÜZENİNE İSYAN EDİYORUM.
LANET OLSUN!

MAZLUM MİLLETLER ve YETENEKSİZ YA DA HAİN YÖNETİCİLER

Prof. Dr. Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

Biz Kemalistler, elbette mazlum milletlerden yanayız…

Elbette, Atatürk’ün dediği gibi, “bizi (ve tüm mazlum milletleri) yutmak ve mahvetmek isteyen kapitalist emperyalizme” karşıyız

Fakat, eskilerin “kifayetsiz muhteris” dedikleri; “akılsız, bilgisiz ve yeteneksiz” oldukları halde tutkuları (ihtirasları) aklının önünde olan; ya da “aymazlık (gaflet), sapkınlık (dalalet) ve hatta hainlik (hıyanet) içinde oldukları” için ülkelerini yıkıma ve uluslarını felaketlere sürükleyen yöneticilere de karşıyız.
***
Oysa birazcık akıllı olsalar böylelerinin örnek alabilecekleri bir önder var:

Bir imparatorluğun yurttaşı olarak doğmuş, imparatorluk kültürüyle eğitilip büyümüş ve o imparatorluğu kurtarmak için yıllarca cepheden cepheye koşarak savaşmış; bununla birlikte tarihin gidişine karşı konulamayacağı için yıkılan bu imparatorluğun topraklarının küçük bir parçasında bir ulus devlet yaratmayı başarmış bir önder

Bu önder, “imparatorluğu tekrar kurup imparator olmak” gibi hayale kapılmak bir yana, duygusal bağları olmasına karşın doğduğu kenti bile kurduğu ülkeye katmayı aklına getirmemiştir.

Tersine aralarında eski can düşmanları bile olan komşularıyla dostça ilişkiler, paktlar oluşturmuş; ülkesinin ezeli ve ebedi düşmanı olduğunu bildiği emperyalist ülkelere bile dost elini uzatmış; “Yurtta Barış, Dünyada Barış” demiş ve bunu gerçekleştirmeye çalışmış, iyi insan, iyi dünya yurttaşı bir önder.

Yani Mustafa Kemal Atatürk!..
***
Şimdi Irak’ı yok eden Saddam’a bakalım:

Tutkuları aklının önünde. “Hıyanet” demeyelim ama “aymazlık ve sapkınlık” içinde olduğu kesin!..

Bu nedenle ülkesini yok etmek isteyen emperyalistlerin oyununa geldi.

Önce onların özendirmesiyle İran’a savaş açtı.

O yıllarda emperyalistlerin medyasında Saddam’a övgüler diziliyordu!..

Yıllar süren bu savaşta, emperyalistlerin istediği gibi, her iki ülke de büyük yıkıma uğradı.

Ardından gene emperyalistlerin oyununa geldi ve Kuveyt’i işgal etti.

Bu arada emperyalistler tarafından kullanılarak kendisine başkaldırmış olan yurttaşı Kürtlere karşı, aynı emperyalistlerin kendisine verdiği kimyasal gazı kullanarak kitlesel ölümlere neden oldu.

Sonuçta dünya kamuoyu önünde haksız, sevimsiz ve suçlu duruma düştü.

Buna emperyalistler tarafından kullanılan dünya medyasının yalanlarını da eklediğimizde, Dünya Saddam’ı insanlık düşmanı olarak görmeye başladı.

Öyle ki Müslümanların liderliğine(!) oynayanlar bile, “bir milyon mazlum Iraklı insanı öldüren, kadınlara-kızlara tecavüz eden, ülkenin kültürel varlıklarını yıkıp yağmalayan” Amerikan askerlerinin “salimen ülkelerine dönmesi” için dua eder oldu!…

Libya lideri Kaddafi de tutkuları aklının önünde başka bir megalomandı…

Kendisini “Dünya İslam Orduları Başkomutanı” ilan etmiş, (Erbakan’ın da yardımcısı olduğunu) bildirmişti!..

Petro-dolarlarını almak isteyen Batılıların övgüleri daha da şımarmasına neden oluyordu…

Fakat kendisini ilk bombalayan, daha bir yıl önce Élysée Sarayı’nın bahçesine Bedevi çadırını kurmasına izin veren Fransa oldu.

Tanrı bizi böyle liderlerden korusun!…
***

  • Hamas lideri İsmail Haniye ise halkına hıyanet içinde olup emperyalistlerin ajanıdır.

60’lı- 70’li yıllarda, İsrail karşıtı Filistinli tüm gerilla örgütleri solcuydu. Hatta aralarında Deniz Gezmiş’in de bulunduğu bizim devrimci gençler bu örgütlerin kamplarına gittiler ve İsrail’e karşı savaştılar. Bu arada, bu gençlerden bazıları İsrail tarafından öldürüldü.

Daha sonra emperyalistler, bu solcu/ devrimci Filistinli örgütlere karşı, güya İsrail karşıtı dinci örgütler kurdurdu. Emperyalist uşağı hainler tarafından yönetilen petrol zengini Arap ülkeleri de bu konuda emperyalistlere yardımcı oldu.

Solun dünyada gerilemesinin de etkisiyle, zamanla solcu örgütler sahneden çekildi ve onların yerini dinci örgütler aldı. Bunların başında, Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütüne bağlı olduğu bildirilen Hamas geliyor.

Bilindiği gibi, Birleşmiş Milletlerce kabul edilen “İki Devletli” çözümü, İsrail ile birlikte HAMAS da tanımadı ve Gazze’yi, Mahmud Abbas yönetiminde olan Filistin’ten ayırdı…

Hamas gibi Taliban, IŞİD, El Kaide, Boko Haram vs. öbür dinci örgütler ile çoğu tarikat ve cemaatların arkasında da emperyalistler vardır…
***
İsrail’in vahşetini seyretmekten başka bir şey yapmayan, uygar olduklarını öne süren Batılı ve “elhamdülillah Müslümanız” diyen İslam ülkelerinin duyarsızlığı karşısında, bizim de “Tanrı Filistinli mazlum insanları korusun” demekten başka elimizden bir şey gelmiyor!…

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 18 Ekim 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GERÇEK

Adana’da bugün başlayan ve 15 Ekim’e dek sürecek olan Çukurova Rock Festivali, valilik tarafından “alkol kullanımı” ve “güvenlik” gerekçesi ile iptal edildi. Mahkeme kararıyla serbest oldu.

Gerçek gerekçe sanat düşmanı yobazlık…

CİHAT

HAMAS’ın eski yöneticisi Halid Meşal, Katar’dan Cuma günü için cihat çağrısı yaptı. “Cihadı öğreten ve öğrenen herkes için bu teorileri pratiğe dökme zamanı geldi.” dedi.

Haydi din kardeşi beyler, eyyy ümmet; buyurun!..

MESCİT

ÇEDES projesiyle okullarda imamların derse girmesinin önünü açan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), şimdi de okul öncesi eğitim kurumlarında mescidi zorunlu hale getirdi. Karar Resmi Gazetede yayımlandı.

Çok geç, ana karnındayken başlamalı!..

CUMHURİYET

TRT, Cumhuriyetin 100. yıl özel etkinliklerini, Gazze’deki insanlık dramını bahane göstererek “ileri bir tarihe” ertelediğini duyurdu.

Bu Cumhuriyetin kurumu değil ki…

SUSMAK

Önceki dönem AKP milletvekili Taşkesenlioğlu, dava dilekçesinde eşi Ban’a verdiğini belirttiği 2.5 milyon Doları nasıl kazanıp ne şekilde verdiği sorusuna karşılık susma hakkını kullandığını söyledi.

Susmasa ne diyebilirdi ki??
===================================
Bu hafta kısa yazmış Sayın Beştepe..

Beştepe Paşamızın tadını tutturamayız ama, biz de bir deneme yapalım :
**
Cübbeli Ahmet hoca , “Evliyalarımız Gazze’de..” buyurdu.

Cübbeli hazretlerinin talimatı bu, yabana atılabilir mi (!!)..

Yoksa, çoğu kadın-çocuk beş yüz masum hastanın-insanın öldüğü hastanenin roketlenmesi, “Cübbeli’nin yolladığı evliyaların” (!?) çarptığı İsrail komutanlarının şaşkınlığı ile mi oldu??

Diogenes‘in Büyük İskender‘den dileği gibi : Gölge etmeyin yeter

Siz değil miydiniz Peygamberi mezarından kaldırıp 1915’te Çanakkale’de savaştıran (!)?
Sahi; kılıç – kalkan döneminde ölen Muhammed peygambere ateşli silahlarla savaşmayı kim, nerede, ne çabuk öğretti o ileri yaşında ?

Medreselerde besiye çekilen ve askere alınmayan binlerce mele – mollayı cepheye sürmek neden aklınıza gelmedi??

Ölülerden medet umacak ölçüde zavallılık.

Sizin kadim islamınız bu mu??
(Ahmet SALTIK)

 

 

ANAYASA ve LAİKLİK İLKESİ

Sonsöz Gazetesi
 Murat Özbülbül

Murat Özbülbül

ANAYASA VE LAİKLİK İLKESİ – Sonsöz Gazetesi (sonsoz.com.tr)

Toplumlar anayasalarında laik oldukları yazdığı için laik olmaz, laik oldukları için anayasa yazarlar… Anayasal düzenler Skolastik Çağın bitmesi ve Aydınlanma Devrimi’nin rehberliğinde hümanist çağın başlaması sonrasında egemenliğin muhayyel (AS: hayal edilen, düşlenen) ilahlar ve onlar tarafından seçilerek “asil” olduğu iddia edilen hanedanlardan insanlara geçişi ile kurulmuş hukuksal sistemlerdir. Sümerlerden başlayan ve firavunlar Mısırı ile devam eden eski düzende insanlar egemen değildi! Egemen olan ilahlar, ilah ya da yarı ilah olduğu veyahut da ilahların seçtiği iddia edilen “asil” olarak nitelenen kişilerden oluşan hanedanlardı.

Bu düzende insanların kural koyması, yasa yapması kabul edilemezdi. Yasaların ilahlar (Tanrılar) tarafından yapıldığı, kuralların ilahlarca konulduğu iddia edilirdi. Bu yasa ve kuralların kutsal kabul edilen bir kitapta toplandığı ve bu kitabın özel seçilmiş kişiler eli ile insanlara gönderildiğine inanılırdı. Doğal olarak bu kuralların insanlar tarafından bırakın değiştirilmesini, eleştirilmesi bile söz konusu olamazdı.

İnsanlar binlerce yıl boyunca iktidarlarını “ben asil kandan geliyorum” ve “beni ilahlar seçti” yalanları üzerine bina eden toprak hanedanlarının yönetimine boyun eğmek zorunda kalmıştır; dinler ise bu iktidar biçiminin hukuksal altyapısı ve gerekçesini oluşturacak bu zorba ve adaletsiz düzeni yasallaştıracak şekilde biçimlenmiştir.

Aydınlanma çağı ile birlikte bu yalan – talan düzeni yıkılıp, insanların egemen olduğu cumhuriyet düzenleri kurulunca, insanların yasa yapma ve kural koyma hakkı çerçevesinde, bu yeni düzenin nasıl işleyeceğini belirleyen, toplumsal yaşamın temel ilke ve uzlaşılarını ortaya koyan anayasalar da insanlarca yazılmaya başlanmıştır. 

Anayasalar bir yandan yasalara temel oluşturan ilkeleri ve sistemin nasıl işleyeceğini belirlerken, öte yandan da devlet – ulus  ilişkisini tarif eder.

Anayasalar ve anayasa yapma süreci bu yüzden doğası gereği zaten laik bir süreçtir.

  • Laiklik ilkesinin kabul görmediği toplumlarda anayasa yapılamaz!
  • Yapmak ya da yapmaya kalkmak tam anlamı ile anlamsız olur.

Çünkü bu tip toplumlarda insanların yasa yapma, kural koyma yetkisi yoktur. Yasa ve kuralların kutsal kitaplarda yazdığı ve bu kitapların bir ilah ya da ilahlarca gönderildiğine inanılır. Yasalar, kutsal olduğu iddia edilen bu metinlere göre gene din adamları ve hanedan mensuplarınca yapılır.

  • Aynı biçimde bir anayasaya, “devletin dini şudur, budur” yazmak da son derecede anlamsızdır. (AS: Din insanlar içindir, Devletin dini olamaz!!!)

Öncelikle dinsel kuralların geçerli olduğu bir toplumda anayasa yazmaya soyunmak zaten kendi içinde son derecede çelişik bir durumdur. Öte yandan, inanan – inanmayan, o dine inanan – bu dine inanan farklı vatandaşlardan oluşan bir toplumda, herkese ait olması ve hizmet etmesi gereken Devleti, dinsel bir çerçevede tanımlamak adalete uymaz, olanaklı da değildir.

Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda 1921 anayasası ve Cumhuriyet’in ilanı sonrasında yazılan 1924 anayasasında yazan “devletin dini İslam’dır” ibaresi bu yüzden son derece anlamsız ve çelişkili bir belirleme olarak kalmış, sonuçta 1928’de Anayasadan çıkarılmıştır.

Bugünlerde yeni anayasa tartışmaları gündeme getirilmiş bulunuyor ve kimileri bu Anayasaya 1921 ve 1924 anayasalarında bulunan “devletin dini İslam’dır” tanımını eklemeyi, kimileri ise laiklik ilkesini anayasadan çıkarmayı hayal ediyor.

Böyle bir şeye güçleri yeter mi, elbette bilmiyorum, ancak bunu başarırlarsa, Türk milletinin binlerce yıl savaşarak elde etmiş olduğu egemenlik hakkının ortadan kalkacağını çok iyi biliyorum.

İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan ya da Musevi; herhangi bir dinin hukuku (şeriatı), insancıl ya da ulusal egemenliğe hiçbir biçimde izin vermez!

Özellikle İslam şeriatının eşitlik, insan hak ve özgürlükleri temelinde yazılmış anayasamızın yerini alması durumunda, Türk insanının kazanılmış hak ve özgürlüklerini çok büyük ölçüde yitireceği de kesindir.

Şeriat ile yönetilen ya da yönetilmeye çalışılan ülkelerin perişan durumu rastlantı değildir! Çağın gereklerine uymayan, çağın getirdiği insan hak ve özgürlüklerini eşitlikçi bir yapıda koruyamayan arkaik (tarih öncesi, ilkel) hukuk sistemleri, egemen oldukları toplumları sürekli geri bırakmış, acze (güçsüzlüğe) düşürmüş ve felakete (yıkıma) sürüklemiştir.

Öbür yandan dinsel inançlar üzerinden bir toplumsal uzlaşı sağlamak da hiçbir biçimde olanaklı değildir.

  • Devletin dini İslam’dır” betimlemesi anayasaya yazılsa,
    anında, “hangi İslam?” sorusunu gündeme getirecektir.

Somut verilere dayanmayan dinsel inançlar, her zaman, parçalı (atomize olmuş) yapıları ile çatışma çıkarmıştır. Bu yüzden de dinsel sistemlerin egemen olduğu zamanlarda kanlı cemaat, mezhep ve din kavgalarının önü hiçbir biçimde alınamamıştır.

Ben iktidarın ve makul (ılımlı) mütedeyyin (inançlı) kesimin bu anayasa tartışmalarında laiklik topuna gireceğine hiç olasılık vermiyorum. Ama eğer girerlerse; din çok ağır bir tartışmanın içine çekilir, emin olun onarılamayacak ölçüde büyük bir yara alır, saygınlık ve güç yitimine uğrar.

Dünyada gelişmenin yönü, insanların egemenliğinde laik düzenlerin kurumsallaşması yönündedir. Bu olağan akışın tersine çaba harcamak salt enerji ve zaman yitirmeye yol açar, orta ve uzun erimde başarılı olma olasılığı yoktur.

Emin olun ki; zaten çok yakın bir gelecekte, tüm dünyada dinler toplumsal karar düzeneklerinden çıkacak, büyük ölçüde insanların sosyo-psikolojik gereksinimlerini karşılayan doğum, ölüm ve evlilik gibi özel anlarda folklorik törensel ayinlerde (ritüellerde) kullanılmak dışında herhangi bir önem taşımayacaklardır. (17 Ekim 2023)

# YAZARIN ESKİ YAZILARI