İstenmeyen rektöre açık çağrı
Mademki Boğaziçi Üniversitesi için düşleriniz vardı, neden profesörlüğe yükseltilme ve kadrosuna atanma için başvurmadınız da, özel-vakıf üniversitelerini yeğlediniz? Sıradan bir akademik kadroya atanma koşullarına sahip olmadığınızın, bu seçiminizde etken olduğunu düşünüyorum. Kadrosuna girebilmek için gerekli koşulları taşımadığınız bir üniversitede nasıl rektörlük yapmayı göze alırsınız?
https://twitter.com/birgun_pazar/status/1358299452935700480?s=19 07, Şubat 2021
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
MUSTAFA ALTINTAŞ*
Bay Rektör,
Rektörün sözcük anlamının “doğruya yönelten yönetici” olduğunu bildiğinizi varsayıyorum. İstenmezliğinizin nedeninin, siyasetçi kimliğinizin yanı sıra, dışarıdan görevlendirilmiş olmanızın ötesinde bilgi, birikim ve etik değerler açısından rektör olarak, Boğaziçi Üniversitesi’ni doğruya yöneltecek kişi olmadığınızın genel bir yargıya dönüşmesidir.
Eylemli öğretim üyesi olduğum 45 yıllık süre içinde (1969-2013) etkin olduğum akademiya dünyasında ne isminizden ve ne de izinizden bilgi sahibi olmadığımdan, hakkınızdaki bilgi kaynağım Vikipedi, Özgür Ansiklopedi ile, 2 Ocak 2021’den bu yana doğan “Boğaziçi Üniversitesi Vakası” içindeki tutum ve açıklamalarınız olacaktır.
2003-2009 yılları arasında, tümü özel–vakıf üniversitelerinde yarı zamanlı, 2008’de doçent olduktan sonra, 2009’dan başlayarak tam zamanlı akademisyen olarak çalışırken, 2016’da profesör olduktan sonra ise, bu kez de özel-vakıf üniversitelerinde rektörlük, sanırım yazgınız olmuş. İlginç olanı, 17 Ocak 2020’de 4 yıl için atandığınız Haliç Üniversitesi Kurucu Rektörlüğü’nü bırakıp, Boğaziçi Üniversitesi için aday olmanız ve 9 aday arasından atamanızın yapılmasıdır.
Etiksel açısından üzerinizde ağır bir yük oluşturması ve disiplin soruşturmasını gerektiren bu suçlamalardan arınmadan, değil rektörlük, öğretim üyeliğini bile reddetmeniz gerektiğini düşünüyorum.
İstenmez Bay Rektör,
2547 Sayılı Yükseköğretim Yasasının 59’uncu maddeye göre, militan siyasetçi mesleğiniz ile rektör olmanız mümkün değildir. Bilgi, birikim ve etik değerlerdeki defolarınız, görev tanımı (misyonu); “kurumsal değerleri sahiplenen, yaratıcı ve eleştirel düşünen, özgür ve özgürlükçü, etik değerleri önemseyen, doğa ve çevre bilinci gelişmiş, yerele kök salmış-evrensele açık, bilimsel, sosyal ve kültürel formasyonu ve özgüveni ile üstleneceği mesleki ve sosyal sorumlulukları başarıyla yerine getirecek bireyler yetiştirmek; evrensel boyutta düşünce, bilim ve teknoloji üreterek insanlığın hizmetine sunmak ve bilim, sanat ve kültürün toplumda yer bulmasında ve yaygınlık kazanmasında yardımcı ve öncü olmak.” olan ve yüz elli yılı aşan akademik geleneğinin oluşturduğu kurumsal değerleri; “eğitimde ve araştırmada mükemmeliyetçi /öğrenci odaklı/yönetimde ve akademik yaşamda özerk, özgürlükçü, demokratik ve katılımcı /farklılıklara saygılı, her türlü ayrımcılığa karşı ve fırsat eşitliği konusunda duyarlı/akılcı ve eleştirel düşünceyi özendiren/etik değerlere sahip çıkan/temel hak ve özgürlükleri savunan/Kamusal ve sosyal sorumluluğu önemseyen/küresel sorunlara duyarlı ve çözüm geliştirmeyi amaçlayan/doğa ve çevre sorunlarına duyarlı/mezunlarla bağını güçlü ve sürekli kılan/kurumsal mirasını sahiplenen ve kurum kültürünü sürdürülebilir kılmakta kararlı” olan bir üniversitede sizin görev almanız ve hele hele “doğruya yönelten yönetici” olması gereken rektörlüğü yürütmeniz, kendi genetik kodlarınıza aykırıdır.
Nagehan Alçı’nın sorularına verdiğiniz yanıtları okumazdan önce, rektör adayı başvurusunda bulunurken, genetik yapınıza açıktan aykırı olan misyon ve değerlerinin ayırdında olmadığınız yanılgısına düşmüştüm. Yanıtlarınız, beni düzeltti ve sizin Boğaziçi Üniversitesi’ni, bu özelliklerinden kopartmak için “özel görevli bir siyasetçi-militan” olarak atandığınız gerçeğine eriştirdi. Siz, Boğaziçi’ne, “doğruya yöneltici” rektör olarak değil, orada kriz yaratmak görevi ile gönderildiğinizi, altı ay içinde Boğaziçi Üniversitesi’nin teslim alınıp, biat ettirilme projesinin uygulayıcısı olduğunuzu itiraf ediyorsunuz. Ve bu altı ayın çatışmalı, sert, yıkıcı olacağını da ekliyorsunuz.
Sizin böyle bir projenin uygulayıcısı olarak seçilmesinin nedenlerini, yukarıda sıraladığım defolarınızdan görebilirsiniz. Militanı olduğunuz siyasal çizgi kendisini, “yönetimde ve akademik yaşamda özerk, özgürlükçü, demokratik ve katılımcılığa; farklılıklara saygılı, her türlü ayrımcılığa karşı ve fırsat eşitliği konusunda duyarlılığa; akılcı ve eleştirel düşünceyi özendirene; etik değerlere sahip çıkana/temel hak ve özgürlükleri savunana; kamusal ve sosyal sorumluluğu önemseyene; küresel sorunlara duyarlı ve çözüm geliştirmeyi amaçlayana; doğa ve çevre sorunlarına duyarlılığa” karşıt bir yere konumlandırmıştır. Ve siz, daha ilk gün “kendinize dokunmayı devlete dokunmak” sayar bir ölçüsüzlük yanı sıra, LGBTİ+ Kulübü’nü kapatıp, basılı kitabı suç aracı gibi göstererek farklılıklara saygı duymadığınızı, öğrenci odaklı bir üniversite yöneticisi olabilme doğasına sahip olmadığınızı kendi açınızdan ortaya koyuyorsunuz.
Sonuç olarak size önermem, halkımızın malı, yarınımızı yaratacak gençlerimizin umudu, çorak olan bilim yaşamımızın ender yıldızlarından Boğaziçi Üniversitesi’ni felç etme, temsilcisi olduğunuz siyasal çizgiye çekebilme projesinin aktörü olmaktan vazgeçin. Özünüze, size emek vermelerinden ötürü teşekkür ettiğiniz hocalarınıza, yasa ve etik kurallara saygınız, bu ülkeye ve halkın çocuklarına sevginin kırıntısı varsa verilen görevi iade edin, derim. Bu görev iadesi öncelikle sizi, sizi öneren ve atayanları da rahatlatacaktır, bundan kuşku duymayın. Seçim sizin.
*Eski YÖK Yüksek Disiplin
Kurulu Üyesi, Prof. Dr.
==================================================
Dostlar,
Sn. Prof. Dr. Mustafa Altıntaş hocamızın bu nefis makalesine bütünüyle katılıyoruz..
Saptama, çözümleme ve öneriler bütünüyle yerinde ve gerçekçidir.
Ancak Bay Melih Bulu‘nun bu vb. önerileri dikkate alabileceği konusunda hiç ama hiç “umut” taşımıyoruz.
Çünkü, militanı olduğu siyasal çizginin kendisine yüklediği “misyonu” ne pahasına olursa olsın yerine getirmeye çabalayacaktır.
En etkili çözümlerden biri öğretim üyelerinin elindedir.
Kuşkusuz. öğrencilerin sergilediği itiraz ve direnç baştan sona yasal hatta meşrudur.
Ancak Üniversite başlıca Yönetim Kurulu ve Senato eliyle yönetileceğinden, bu kurulların üyeleri toplantılarda edilgin (pasif) direniş gösterebilirler. Bu da yasal haklarıdır, örn. “SUSMA” hakkını kullanabilirler ve bu kurullar karar alamazsa Rektör görev yapamaz.
Ayrıca 3 rektör yardımcısı atanamayabilir..
Dekanlar da.. Rektör 3 aday bildirecek ve YÖK atama yapacaktır. (Anayasa md. 130/6)
Enstitü Müdürlükleri de bu sıralamada önemli yönetsel görevlerdir.
Öte yandan RTE tarafından 2 fakülte kurulması (RG: 5 Şubat 2021 tarih ve 3519 sayılı Cumhurbaşkanı kararı) ve kadrolaşmanın yolunun açılması işlemi açıkça Anayasa’nın 130. maddesine aykırıdır. Çünkü,
Anayasa md. 130/9 : “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları…. kanunla düzenlenir.” Cumhurbaşkanına böylesine bir yetki veren yasal düzenleme yoktur. Zorlama yorumlarla böylesi bir yetkinin varlığı savunulacak olsa da, Anaysa md. 130/1 “… kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler” belirlemesi gereği, üniversitelerin özerklik koşulu olarak Fakülte açılmasına kendilerinin karar vermesi gereklidir. Dolayısıyla söz konusu Cumhurbaşkanı Kararı hukuka aykırıdır ve Danıştay’da yönetsel yargıya götürülmesi gereklidir. Böylesi bir girişim, Danıştay açısından da bir varlık / yokluk sınaması – sınavı olacaktır.
İktidarın gündem oyunu da olan bu tür gelişmeler ülkemizi gerçek gündeminden uzaklaştırmaktadır. Türkiye’de hala günde 100 dolayında insan salgından ölmektedir.
Salgın nedeniyle sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel yaşam felç sınırındadır.
Biriken sorunlar kritik yaşamsal eşiğe dayanmıştır.
Bu gerilim tablosu sürdürülmemelidir.
Dileyelim ve önerelim ki Sağduyu pek çok alanda egemen olsun.. Örn. başta AKP = RTE‘de, YÖK’te, Bay kayyım rektör Bulu‘da..
BOĞAZİÇİ’ndeki yerden göğe meşru, hukuksal, yasal direniş ulusal ve uluslararası toplumca kuşkusuz, doğallıkla desteklenecektir, desteklenmelidir.
- Muhalefet birlikte ve etkin yöntemlerle karşı koymak için yeni ve işler stratejiler geliştirmelidir.
Sevgi ve saygı ile. 09 Şubat 2021, AnkaraProf. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik twitter @profsaltik
adamın misyonu belli, özel seçilmiş, bugüne kadar rüzgarı aldığı yöne yaslanmış, açığa çıkmış ama aldırmıyor, onu oraya getiren de yine “ben yaptım, oldu” dayatmasını sürdürüyor. Benim anlayamadığım, diğer üniversiteler niye suskun, bu öyle pervasızca bir saldırı Türk bilim ve yüksek eğitim dünyasına öyle büyük bir hakarettir ki bugün buna topluca karşı çıkılmazsa arkasından çığ gibi nice kötülükleri sürükleyecektir. Şimdi konuşma zamanıdır, bu saray darbesine susarsanız bundan sonra yaşayacaklarımızda suç ortağısınız.
Sayın Örs,
Size bütünüyle katılıyorm.
Saygı ile.
“Şahsım Devleti” tanımını ciddiye almamış,bir dil sürçmesi olarak üzerinden atlamış idik, Ardindan trollar,bundan hiz alarak bulundukları konumlarını “şahsımlaştırmaya” başlamışlardır. Bunun son örneğini “istenmeyen ve yasa dışı rektör Bulu” ” bana dokunmak devlete dokunmak” diyerek örneklemiştir. Gelelim, yazıma yaptığınız katkıda ki ” nerede öteki üniversiteler?” haykırışınıza. Bunu kendi savaşım alanında, Covid-19’a tıp fakültelerinin sessizliğinde yaşıyorsunuz. Sıranın kendilerine geldiğinde,kulak verecek kimsenin kalmadığını gördüklerinde, iş işten geçmiş olacak. Kurumlar ortadan kalktıkça,yerini “tek adam ve şürekası “aldıkça devlet de yok oluyor. Ve yargı erki,organize yada bireysel suç örgütleri alıyor. BÜ rektörüne yazılan destek mektubu bunun kanıtı. Tek başına bu bile, onur sahibi kişiyi güç duruma düşürür ve onur sahibi kimse ,*haddini bil, öğrencilerim ile arana girme*demeyi gerektirir. Oysa örneğimizde bu destek,orada kalmaya direnme gücü olarak anılıyor. Anayasa ve yasaya uyulmama ve bu özerkliğin sahibi olan özel-vakıf yüksek öğretim kurumları sahiplerince sessizlikle boyun eğilmekte . Özel-vakıf yüksek öğretim kurumları mali ve yönetsel açıdan özerk kuruluşlardır. Yani mali kaynaklarını kullanmak ve organlarında görev verecekleri belirleme hakkına sahip. Fakat bu haklarına tecavüz edilmesine koyun sessizliğine katlanıyorlar. Çünkü kaynaklarının önemli bölümünü devletten sağlıyorlar. Bu pazar için bu konuyu yazacağım. Esenlik dileklerimle.
Saygın hocam,
Şükranla.
Adama kara çalıyorlar onu kıskanan diger akademisyenler…sanki adam eli kanlı katil,burnundan getirdiler adamcagizın.yaziklar olsun size.Melih Hoca ya ettikleri yetmedi mi?
Melih Bulu önce intihal suçundan kurtarsın kendini.. yolu yok çünkü bu suçu işlemiş..