Nasip değil, siyasal tercih
Gaye USLUER
Prof. Dr., Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı
COVID-19 salgınının bir yıllık öyküsünde tıp tarihinde benzeri görülmemiş bir hızda geliştirilen aşılar ve hâlâ geliştirilmekte olan çok sayıda aşı, şüphesiz salgından çıkışın da en güçlü silahları olacak. Covid-19 aşılaması aralık ayında birçok ülkede başladı. Halen 57 ülkede Covid-19 aşılaması devam ediyor. Gelinen aşamada biliyoruz ki elimizdeki en büyük stratejik silah, mevcut Covid-19 aşıları ile aşılanmak. Burada unutulmaması gereken, hayatları kurtaracak ve enfeksiyonun yayılımını azaltacak olanın aşılar değil, doğru aşılama/aşılanma stratejisi olduğu…
Doğru aşılanma/aşılama stratejisi nedir?
Elinizde ne kadar çok aşı olursa, ne kadar çok kişiyi aşılayabilirseniz, ne kadar hızlı aşılama yapabilirseniz, salgının yayılımını o ölçüde durdurabileceksiniz. Aksi durumda ise virüs toplumsal dolaşımına devam edecek, bu da daha fazla mutasyon olasılığı anlamına gelecektir. Bugünkü bilgilerimiz ışığında mutasyon sonucu gelişen bazı yeni varyantların daha bulaşıcı olduğunu biliyoruz. Zaman içinde ortaya çıkabilecek bir başka tehlike ise mevcut aşıların yeni oluşan/oluşabilecek varyantlara karşı etkisiz olabilme durumudur. İşte tam da bu nedenle aşılama stratejisinin temelini zamana karşı yarışmak yani hızlı aşılamanın oluşturması gerekmektedir.
ARZ AZ, TALEP FAZLA
Aşıya ilişkin en büyük sorun arzın az, talebin çok olması. Bu nedenle ülkeler arasında aşıya ulaşımda müthiş bir eşitsizlik var. AB ülkeleri ve dünyanın en zengin 5 ülkesi bu yıl için üretilebileceği öngörülen aşı miktarının %50’sine el koymuş durumda. Öngörülen üretim miktarları azaldığında, hiç kaybetmeyecek ülkeler bunlar. Olması gereken bağlantıları –koordinasyon ve finansal anlamda- zamanında yaptıkları için daha avantajlı konumdalar.
Türkiye özelinde sorunların ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Siyasal iktidar aşıya ulaşım konusunda gerekli stratejik adımları atmadı, atmakta geç kaldı. Neden, sorusuna verilecek cevap çok. Ancak bunu tek bir başlıkta özetlememiz gerekirse mevcut durumu ve çaresizliğimizi “siyasal tercih” olarak adlandırabiliriz.
Tek bir firmanın ürettiği tek bir tipte aşıyla bağlantı yapılması elimizi kolumuzu bağlıyor. Tam bir “muhtaçlık” durumu içindeyiz. Her şey yolunda giderse, planlamalarda hiçbir aksama olmazsa elimize geçebilecek aşı miktarının 50 milyon dozla sınırlı olacağı belli. Bu ne demek? Her şeyin yolunda gitmesi koşuluyla ülke nüfusunun ancak %30’unu aşılayabilecek kapasitemiz mevcut olacak. Esasen “mevcut” sözcüğü bu aşamada çok da doğru bir kullanım değil. Aralık 2020 ve Ocak 2021 için ülkeye 10’ar milyon yani toplamda 20 milyon doz aşı geleceğini söyleyenlerin dedikleri doğru çıkmadı. Daha şimdiden planlama planlandığı şekilde gitmiyor. Halen Türkiye’ye ulaşmış aşı miktarı 9,5 milyon doz. Bugün itibariyle toplumsal aşılanma oranımız ise %1,8. Günlük aşılayabildiğimiz kişi sayısı ise 70 bin civarında. Bu aşı miktarı ve bu aşılama hızı ile salgının önümüzdeki birkaç ay içinde kontrol altına alınabilmesi çok güç hatta mümkün değil dersek abartmış olmayız.
COVAX’A DAİR…
Dünya Sağlık Örgütü’nün Ağustos 2020’de kurmuş olduğu COVAX örgütlenmesi Covid-19 aşılarına ulaşımda eşitsizliğin giderilmesi ya da eşitliğin sağlanması açısından çok önemli bir organizasyon. Bu oluşum içinde 80 zengin ülke 92 düşük/orta gelirli ülke mevcut. G-20 ülkelerinin %50’si de bu oluşum içinde yer alıyor. COVAX’ın 3 önemli hedefi mevcut:
1) Düşük/orta gelirli ülkelerin Covid-19 aşılarına erişimini sağlamak.
2)Yeni aşıların kullanıma girebilmeleri için AR-GE oluşturmak.
3)Tüm ülkeler için aşı havuzu yaratmak ve bu havuzdan eşit paylaşımı sağlayabilmek.
Tüm bunların olabilmesi için COVAX oluşumuna katılan ülkelerin oluşturulan fon hesabına finansal katkıda bulunmaları gerekiyor. Türkiye, COVAX oluşumuna katılacağını bildirmesine karşın, halen katkıda bulunmadığı için bu oluşum içinde yer almıyor. Bu ne demek? COVAX aracılığıyla oluşabilecek bir fırsattan da faydalanamayacağız. Burada da siyaset kurumu bir siyasal tercih yapmıştır ve bunun nedenini açıklamak zorundadır.
Sağlık Bakanlığı günlük yeni vaka/hasta sayılarını, ölüm sayılarını kendi belirledikleri sınırlar çerçevesinde vermeye devam ediyor. Olması gerekenden farklı, sınırlı açma ve kapamalarla giden kısıtlamalara karşın, salgının eylül ayında başlayan ve yükselen yeni dalgasını dikkatle değerlendirdiğimizde, mevcut vaka sayıları ve günlük ölüm hızlarının Nisan 2020 sayılarının çok üzerinde olduğunu görebiliyoruz.
- Oysa en az 14 günlük bir tam kapanma yapılmış olsaydı, bugünkünden daha iyi bir duruma, üstelik de daha kısa sürede ulaşabileceğimiz belli olduğu halde yapmadılar.
Ne yazık ki hâlâ çabuk çabuk, suni bir başarı öyküsü oluşturulmak isteniyor. Ve bu başarı öyküsünü yazmak isteyenlerin acele etmelerinin tek nedeni var: “Erken normalleşebilmek ve ekonomiyi kurtarmak”. Bunu da siyaset kurumunun siyasal tercihi olarak yorumlamalıyız.
- Salgın yönetimi ciddiyet ister. Salgın yönetimi bilimsellik ister.
Salgın yönetiminde nasip ve kısmet kelimeleri ciddiyetle bağdaşmadığı gibi, bilimsellikle de bağdaşmaz.
Sürekli yineledik, bir kez daha tekrarlayalım:
- Salgınlarda siyasal tercihiniz insan sağlığından yana değil ise ne normalleşebiliriz ne de ekonomiyi düzeltebiliriz.
Deveye sormuşlar…
Celladına aşıksa bir millet ister çan ister ezan dinlet, sürü gibi bir illet layiktir ona her zillet.
Sayın Prof. Dr. Gaye Hanım,
PCR testi ve uygulaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de 2020 de covit- 19 ve çeşitli grip kaç kişiye bulaşmıştır ve dolayısıyla ayrı ayrı olarak kaç kişi ölmüştür?
Şimdiye kadar yapılan aşılarla birlikte resmi bir araştırma sonuç istatikleri yapılmışmıdır?
Yapıldıysa, beli başlı sonuçları ve yan tesirleri nelerdir?
Saygıdeğer bir bilim insanı olarak bu sorularımı cevaplandıracağınızı ümit ediyorum! Saygı ve selamlarımla
Orhan bey,
Gaye hocaya ilettim yanıt vermesi için..
Saygı ile.
Dr. Ahmet Saltık
Çok teşekkür ederim Hocam.