MEDRESE DÖNEMİ

MEDRESE DÖNEMİ

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
SOL PORTAL 2019-29, 23.7.19

İki gün önce Cumhuriyet Gazetesi (21 Temmuz 2019) muhabir Ozan Cepni’nin haberini manşetten girmişti. Diyanet şemsiyesi altında ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) göz yummasıyla “medrese” adı verilen eğitim “kurumları” serbestçe faaliyetteydi. Nakşibendi tarikatının hâkim güç olduğu anlaşılan bu yapılar yalnızca Cumhuriyet’in temel yasalarından olan Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) yasasını çiğnememekte, aynı zamanda anayasaya da açıkça aykırılık oluşturmaktaydılar.

Üstelik bu Ortaçağ’a dönüş hamlesi salt Öğretim Birliğini zedelemekle kalmamaktaydı. Eğer göz yummalar sürerse, şimdilik dar bölgesel nitelikte olan bu yapılar giderek yayılabilir, var olan eğitim sisteminin içinde kendine bir yasal zemin oluşturmaya yönelebilirdi. Bunu kolaylaştırabilecek bir olgu da, bu illegal yapılardan geçenlerin, beklenebileceği gibi, kamuda kimi istihdam kanallarının tercihli elemanları durumuna gelmeleriydi. Medreselerin yürürlükteki kamu hukuku bakımından geçerli bir diploma veremiyor olmalarının telafisi de Açık İmam Hatip Liseleri ile İlahiyat Fakülteleri Lisans Tamamlama Programları (İLİTAM) üzerinden sağlanabilmekteydi.

Bu haberin kaynakları esas olarak iki yüksek lisans tezine dayanmaktaydı. Biri, Erciyes Üniversitesi’nde Mehmet Halit Akdemir’in hazırladığı “Siirt ilinde medrese olgusuna sosyolojik bir yaklaşım”; öbürü Atatürk Üniversitesinde Uğur Erman’ın hazırladığı “Siirt medreselerinde Arapça dil eğitimi” başlıklı tezlerdi. Akdemir’in tezinde, medreselerde bir tür mahkeme görevi gören “divanlar” oluşturulduğu ve bunların anlaşmazlıkları İslami hükümlere göre çözdükleri de inceleme konusu yapılmaktaydı.
***
Bu kadarı yeterince uyarıcı olmalı. Bu bize “devr-i AKP”nin nasıl bir karşı-devrim odağı olduğunu göstermekte. AKP’ye 2008 yılında ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” suçlamasıyla Anayasa Mahkemesi tarafından (kapatılmak yerine) para cezası (Hazine yardımının kesilmesi cezası) verildiğinde, aslında laiklik karşıtı eylemleri bugünkü kadar birikmiş değildi. 2008’den bu yana, 2003-2008 dönemini misliyle aşan laiklik karşıtı eylemlerin siyasal odağı olmasına karşın, bunları soruşturabilecek bir yargı sistemi ayakta kalmamıştır.

2010 Anayasa değişiklikleri, 2008 kazasının yinelenmesini güvenceye almanın yanı sıra, yargıyı yürütmenin (o zaman başbakanın) buyruğuna almanın da önemli bir aşamasıydı. 2010 eşiğini Fethullahçı hareketle birlikte aşmanın iktidar açısından hiçbir sakıncası bulunmuyordu. Her dönemin kendi öncelikleri bulunmaktaydı. Nitekim eski ortaklarının 2013 ve 2016 saldırıları, FETO’cu yargı mensuplarını ayıklamanın, yargı üzerinde yeni tahakkümler kurmanın vasıtası olmakta gecikmeyecekti. Her durumda, eğitimi adım adım yobazlaştıracak laiklik karşıtı eylemler cemaatin desteği olsun olmasın sürdürülecekti.

İktidara “dur” diyebilecek bir yargı freni kalmamıştı. Cumhuriyet savcılarının önceliği, cumhuriyeti korumaktan ziyade cumhurbaşkanını korumaya yönelmişti. Cumhuriyete saldırılar değil ama Cumhurbaşkanına “hakaret” sayılan siyasi eleştiriler kovuşturulmaktaydı.
***
İktidar en iyi bildiği şeyi yaparken, siyasal muhalefet ne yapıyordu? Yargının sindirilmesi veya iktidarın görüşlerinin yanına çekilmesi süreci, siyasal partiler açısından da mı çalışmaktaydı? Özellikle de yürürlükteki açık yobazlaşma eğilimini kanıksayacak en son parti konumundaki Cumhuriyet Halk Partisi niçin yeterince güçlü tepkiler vermiyordu? “Laiklik tehlikede değildir” kelamının edildiği 2010 yılından bugüne iyice azgınlaşan laiklik karşıtı eylemlere karşın bu yanlış (veya kasıtlı olarak çarpık) saptamayı düzeltme girişiminin görülmemesi, iktidarın işini kolaylaştırmamakta mıydı?

Yeniden altını çizmek gerekebilir: İktidara karşı yalnızca laiklik üzerinden muhalefet yapmak yetersiz ve hatta yanlış bir strateji olabilir; ama laiklik mevzisini korumaktan vazgeçmek, telafisi olmayan bir vebaldir.

  • Laiklik mücadelesini içermeyen bir demokratik cumhuriyet hedefi olamaz.

***
Üniversitelerden solcu, demokrat akademisyenlerin tasfiyesi sürerken, üniversite yönetimleri iktidarın emir erlerine, kolluk güçleri üniversitelerin asli elemanlarına dönüştürülürken, öğrencilerin mizah dergileri bile toplatılırken, devletin kollaması altında “medrese” adı verilen gericilik yuvalarının filizlenmesi olağan bir sonuç bile sayılabilir! Peki ama nereye dek?

İktidar, kendi çevresinde dinbaz olduğu ölçüde sadık bir koruyucu koza örerek kendini güvenceye alacağını sanıyorsa, yanılıyor.

Bu koza, dış etkiler bir yana, kendi içinden rekabetlerle çözülmeye mahkûmdur. Yakın geçmiş de zaten bunun dersleriyle doludur.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir