Cevat Abi üzerinden 12 Eylül faşizmi ile günümüzün mukayesesi

Cevat Abi üzerinden 12 Eylül faşizmi ile günümüzün mukayesesi

Cevat Abi üzerinden 12 Eylül faşizmi ile günümüzün mukayesesi

Dört gün önce, 24 Temmuz’da toprağa verdiğimiz Cevat Abi, diğer adıyla Mülkiye Dekanı (1977-82) Prof. Cevat Geray, bu sıfatı bileğinin hakkıyla kazananların başında yer aldı.

Çünkü, 12 Eylül faşizminin gelmesine çeyrek kala yaşanan olağanüstü, olağandışı, en zor zamanlarda fakültesine tereddütsüz sahip çıkmıştı.

Çok zor bir işti bu, çok zor.Bunu tam bir yetkiylesöyleyebilirim; en azından iki sebeple:Hem o kara günleri bire-bir ve doludizgin yaşayanlardanım, hem de, bir olay’ın ardından Mülkiye dekanlık odasında cereyan eden ilginç bir hadise’nin tanığıyım:

Olay, 12 Eylül 1980 darbesine giden süreç içinde, o tarihte Mülkiye’ye bağlı Basın-Yayın Yüksek Okulunun (BYYO) polis tarafından basılmasıydı.

Hadise ise, operasyonu yöneten albayın Dekan Prof. Geray’ı “ziyareti”. Ben odadaki üçüncü kişiyim.
***

Hadiseye geçmeden, olay hakkında kısa bir fotoğraf:  Mülkiye hocalarından ve BYYO müdürlerinden Üstat Metin anlatıyor (benden iki yıl önce mezun Prof. Metin Kazancı; o da “üstat” lakabını bileğinin hakkıyla kazanmış biridir ama konuyu dağıtmayalım):

Dışarıdan pencerelere kurşun sıkılmakta. Üstat Metin, Prof. Alpaslan Işıklı’nın odasına koşmuş daha güvenli diye, orada Alpaslan’ı ziyarete gelmiş bir sendikacı var, camdan gelen kurşunlardan biri adamın bir yanağından giriyor öbür yanağından çıkıyor…

Bir şaşkınlık anı, ardından hemen adamı hastaneye götürmek için çıkışa koşuyorlar. Ama kapı duvar; öğrenciler sınıflarda ne kadar sıra vs. varsa getirip yığmışlar; resmen barikat. Polis dışarıdan yükleniyor, çocuklar içeriden.

Merak ettiyseniz: Öğrenciler kapıyı bi biçimde aralıyorlar, yanağından kurşun yiyen sendikacı gönderiliyor, zaten polisler de çekilmişler, olay kapanıyor…

Artık bilmiyorum, “bitiş” açısından olay ile hadise arasında bir ilişki var mıydı. Onu yorumlamak için Dekanlık odasındaki hadiseye geçmek lazım.
***

O tarihte ben Fakülte Yönetim Kurulunda asistan temsilcisiyim.Cevat Abi aradı, zaten odam aynı katta, hemen gittim.

Gittim ve bikaç saniye sonra makama bir albay daldı. Çünkü 26.12.1978’den beri Ankara’da sıkıyönetim var; anlaşılan operasyonu o yönetiyor.

Albay sinirden tir tir titremekte. Eli ve elindeki tabanca da zangır zangır bu arada. Ödüm kopuyor patlatacak diye; öyle bi durum.

Ama Cevat Abi’nin kılı kıpırdamamakta! Misafirini âlâ-yıvâlâ ile buyur ediyor. Ama albay barut. Nasıl, diye bağırıyor, nasıl içeri almazlar devletimizin güvenlik kuvvetlerini!

Cevat Abi çay-kahve-gazoz muhabbetinden başlıyor ve fazla ateşli profesörler kurulu tartışmalarında yaptığına girişiyor: Sohbeti sakız gibi uzatıyor, anlattıkça anlatıyor, insanın içini bayıyor.

Ve, sinirden bütün vücudu (ve tabancası) titreyen albay yavaş yavaş yatışmaya başlıyor; bağırmayı bırakıp dinlemeye, ardından da Cevat Abi’ye başını sallamaya koyuluyor…
***

Sonra, sonra neler oluyor? Ne olacak, “Kaptan gemiyi en son terk eder” deyip bütün baskılara yıllarca direnen Prof. Geray’a Şubat 1982’de Ankara Rektörü Prof. Tarık Somer’den bir sarı zarf geliyor: “Bugüne kadarki hizmetlerinize teşekkür ederim, dekanlığınız sona ermiştir!”

Ve son vuruş: 08.02.1983’te bir başka sarı zarfla 1402’yle üniversiteden atılıyor Cevat Abi. Yardımcıları Prof. K. Fişek ve Prof. R. Aybay’la birlikte.

O esnada dekan da, 3 kere adaylığını koyup sembolik oylar alan ve hemen Cevat Abi’nin yerine YÖK tarafından tayin edilen Prof. Necdet Serin. Neler yaptığını, ben size Mülkiye’nin yıllık telefon rehberlerinden sağlam istatistik verip özetleyeyim:

YÖK yasasından önce 147 olan öğretim üyesi sayısı, N. Serin’in tasfiyelerinden sonra 78’e düştü. Emekli olanları saymaksızın yüzde 47’lik bir tasfiye.

Mülkiye’de 6 doktora programından 3’ü hocasızlıktan kapandı. Lisansta sürüyle ders verilemez oldu.

Bu arada YÖK, 12 Eylül faşizminin halka yaranma projesi dahilinde yüzde 41 daha fazla öğrenci aldı ve ilkokullardaki gibi çifte tedrisat başladı. Prof. Doğramacı’nın çıkardığı “Beyaz Kitap”ta başarı oranının arttığı yazılmıştı, bu doğruydu, çünkü aynı yarıyılda yönetmelik 2 kez değiştirilmek suretiyle geçme notu 5’e indirilmişti. Ara testte 9 alan öğrenci, finalde sıfır alsa bile geçiyordu…
***

Mukayese, anlamak için en iyi yöntemdir. Şimdi, bugünkü üniversite dekanlarını ve rektörlerini düşününüz.

12 Eylül’de 1402’yle atılan akademisyen sayısı 77 idi, toplam olarak da 5.000 kişi. Şimdi “sivil” yönetimin attıkları yaklaşık 140.000. Atılan akademisyenler Mayıs 2017 itibariyle bile 5.295 idi. Sadece son KHK’lerden 701 sayılısıyla 8 Temmuz’da atılanlar: 18.632 kişi!

Şimdi “sivil” dönemde dava bile açılamıyor.Bırakın dava açamamayı, on binlerce insan haklarında bir iddianame bile yazılmadan senelerdir içeride. Daha ne kadar yatacakları da belli değil.Kural şu: Önce gözaltı, sonra banko tutuklama, sonra da iddianame yazmayıp içeride unutma. Senelerce.

Selam olsun sana ve senin gibilere be, Cevat Abem benim!
***

Not: Aman, iyi saatte olsunlar yanlış anlamasın diye hemen ilave edeyim: Şu andaki “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” rejimi faşizm falan değil.Estağfurullah! Hâşâ huzurdan diyeyim ve sadece şunu hatırlatıp lafı kısa keseyim:

12 Eylül’ün, hocaları ihraç etmek için Prof. İhsan Doğramacı eliyle kurduğu YÖK, şimdi 3 yıl boyunca üniversitelerden akademisyenleri ihraç etme yetkisini kendisine yükleyen yasa teklifine karşı çıktı!

Cevat Abi üzerinden 12 Eylül faşizmi ile günümüzün mukayesesi” hakkında 2 yorum

  1. Suat Dizdar

    Sayın hocam,

    Okuldayken ve sonrasında da eski sizi çok sever ve sizden çok şey öğrenirdim. Yeni sizden de çok şey öğrendim.. Yapılmaması gerekenleri, sapılmaması gereke yolları ve yanlışları.. Çok net söylemeliyim ki, siz de bugünkü iktidardan yakınma hakkı olmayanlardansınız.. Liberal sol(ne demekse) tavırlı siz ve sizin gibi “yetmez ama evetçiler” faşizan askeri diktatörlüğün rövanşını alacak diye çocukça bir halle ümmetçi-dinci faşistlere sarıldınız ve bugünlerde yaşadığımız cehenneme giden yolları “iyi niyet” taşlarıyla döşediniz.. ‘Başörtüsü ilahi emir değil’ dedi Savcı soruşturma açtı! diye de şaşırmayın.. Ataerkil gericiliği ve kadının erkeğe tabi olmasını simgeleyen adeta kadında takma kafa gibi duran türbanı “özgürlük” adına savunanlardan oldunuz.. Evet türban yada değil siyasi simge bile olsa hiçbir giysi unsuru yasaklanamaz ama türban gibi kadını birey olarak yok sayan bir şeyin de bireysel özgürlük adına savunulması da çok yanlış idi.. Siz onu da yaptınız.. Bizim ülkemizde bu tür ötekileştirici simgeler kamusal alanda hizmet almak zorunda olduğumuz eğitim, yargı, sağlık vb. yerlerde hizmet verenlerce kullanılmaması gerekirken “laikliğin” pratikte ne anlam ifade ettiğini unutmuş olacaksınız ki onu da gereksiz bir direniş olarak gördünüz.. Belkide haklıydınız.. Ümmetçi gericilik sayenizde o kadar çok mevzi kazanmıştı ki, artık kaybedilmesi kaçınılmaz olan bir mevzide direnmek anlamsızdı.. Daha çok yazılacak şey var ama sizi bugünkü iktidardan yakınıyorken görmek beni acı acı gülümsetiyor.. Askeri diktatörlüğü faşizm zannederek, faşizme karşı liberalizm yaparak “mücadelede” edeceğinizi düşünerek gerçek faşistlere arka çıktınız.. Bugünkü faşizmin sorumlularından olduğunuzu hiçbir zaman unutmayacağım..

    Saygılarımla..

    Cevapla
    1. Ahmet SALTIK Yazar

      Sayın Dizdar,

      Eleştirinizde belirttiğiniz yolları izleyen bir insan olmadım ben..
      Tam tersine, cepheden karşı çıktım hep ve savaşım verdim.
      Dolayısıyla bu eleştirilerinizi hiç hak etmiyorum.
      Yanılgınızı düzeltmenizi dilerim.
      Bu arada, öyle ya da böyle beni eleştirirken, sizin nerede durduğunuzu ve neler yaptığınızı merak etmek de benim ve bu site okurlarının hakkım sanırım.

      Sevgi ve saygı ile. 22.7.19

      Dr. Ahmet SALTIK

      Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir