Bir karadelik olarak Suudi krallığı

Bir karadelik olarak Suudi krallığı

Ergin Yıldzoğlu
09 Kasım 2017 Perşembe

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Yemen üzerine yazarken, (31/03/2015) Suudi rejimini, ölümden korkarak intihar etmeye çalışan birine benzetmiştim. Sonra gelişmeler, beni Suudi rejimi bir karadelik olmaya doğru gidiyor” (07/01/2016) düşüncesine getirdi. Şimdi, bu karadeliğin oluşmaya başladığını düşünüyorum.

‘Emareler belirdi’… 
Kral Salman’ın oğlu Bin Salman’ın (kısaca MbS) elindeki Suudi rejimi, kraliyet ailesinden 11 prensi, düzinelerle bürokratı yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla tutukladı, toplam 800 milyar dolara ulaşan varlıklarını hedef aldı. Tutuklananlar arasında, Ulusal Muhafızların komutanı prens Miteb, milyarder işadamı, Citibank, Twentieth Century Fox, Apple, Twitter gibi dev şirketlerin ortağı, Alwaleed de var. Bu arada iki prens, şüpheli koşullarda ölmüş. 
Lübnan başbakanı Hariri, istifa ettiğini Riyad’da açıkladı; gerekçe olarak yaşamına yönelik tehditlerden söz etti, İran’ı suçladı. 
Yemen’den atılan bir Husi füzesi Riyad’a ulaşmak üzereyken havada vuruldu. Bin Salman, İran’ı suçladı. 
Filistin yönetimi başkanı Abbas, salı günü kralla görüşmek üzere Riyad’a çağrıldı. Yorumcular, bu buluşmanın konusunu, Hamas’ın İran ile yeniden gelişmeye başlayan ilişkilerinin oluşturduğunu düşünüyordu. 
Bu gelişmeler, bir karadeliğin hemen tüm unsurlarını içeriyor. Bunlardan biri Suudi rejiminin çökme olasılığına, öbürü de, İran’la Suudi rejimi arasında patlak verecek, Lübnan’a kadar uzanacak, Gazze’yi de yakacak bir sıcak çatışmaya ilişkin.

‘Suudi rejiminin sonuna doğru’ 
Bu başlıklı yazımda (28/04/2016), Suudi rejimini var eden, ayakta tutan koşulların hızla ortadan kalktığına işaret etmiştim. Bu ortamda Suudi rejiminin, bir kanadının, Veliaht MbS’nin liderliğinde, bir taraftan ülke ekonomisinin, petrole bağımlılığını azaltacak, bir uluslararası finans ve teknoloji merkezi olarak yeniden şekillendirerek, öbür yandan Ortadoğu’da, Sünni Arap rejimleri üzerinde bir Suudi hegemonyası kurarak, kendini korumaya hazırlandığı görülüyordu. 
Hegemonya projesinin, Suriye ve Yemen’de iflas ettiğini, Katar’da geri teperek Körfez İşbirliği Konseyi’ni işlemez hale getirdiğini, kısacası fiyasko üzerine fiyasko ürettiğini görüyoruz. Bu fiyaskoların, İran’la doğrudan bir savaşı gündeme getirmeye başlamış olması da korkutucu. 
MbS’nin ekonomiyi yeniden şekillendirme projesi de, giderek daralan kaynakların dağılımını gündeme getirerek, rejimin meşruiyetinin ve siyasi gücünün iki temel dayanağını sarsmaya başladı. Bu dayanaklardan biri dinci Vahhabi yapılanmasının başından beri Suud ailesine verdiği destektir. İkincisi de, Suud klanının üç büyük ailesi arasında, kararların alınmasına, devlet kurumlarının ve kaynaklarının paylaşılmasına ilişkin kurulmuş mutabakat geleneği. 
MbS’nin, Riyad’dan uzakta, Kızıl Deniz kıyısında (Mısır ve Ürdün sınırında) sıfırdan kurmayı planladığı 500 milyar dolarlık yeni teknoloji ve finans merkezi (bir tür Dubai) projesi, kadınlara otomobil kullanma hakkının tanınması, din-ahlak polisini, yetkilerini kısıtlayarak içişleri bakanlığına bağlaması ve nihayet, Vahhabi İslamından ılımlı İslama yönelme iddiasına paralel, eylül ayında, Vahhabi entelektüelleri hedef alan tutuklamalar, birinci dayanağın sökülmekte olduğunu düşündürüyor. 
Suudi klanının, ailelerinin temsilcilerinin tutuklanmasıysa, Kral ve MbS’nin, mutabakat geleneğini bir kenara atarak tüm gücü ellerinde toplayan bir yönetim modeli amaçladıklarını gösteriyor. Böylece Suudi rejiminin ikinci dayanağı da sökülüyor. 
MbS’nin, aklındaki modernleşme projesi için, bu dayanaklardan kurtulması belki de gereklidir. Ancak, “bu dayanakların yerini ne alacak?” sorusu halen yanıtssız. Bu iki dayanağın sökülmeye başlaması, şiddetli bir karşı tepki, toplumsal kargaşa olasılığını güçlendiriyor. Böyle bir olasılık karşısında, MbS’nin krallıkta birlik sağlayarak gücünü konsolide etmek (hatta canını kurtarmak) için İran ile, Trump yönetiminin de desteğiyle, doğrudan bir savaşı göze alması durumunda, tüm Ortadoğu’yu yutacak bir karadeliğin şekillenmesi de tamamlanır.
=======================================
Dostlar,

Ortadoğu, dünyanın belki de en nazik coğrafyası.
Konumu ve yeraltı varsıllıkları hep ama hep iştah kabartmayı sürdürüyor.
Dolayısıyla küresel güçler – emperyalizm asla bölgeden elini çekmiyor.
Ortadoğu halkları ise bu kadim ve iğrenç oyunu bir türlü gör(e)medi ve çok ağır – kanlı bedel ödemesi sürüyor ne yazık ki.
Hiç kuşku yok Türkiye de bu senaryo da payına düşen bedeli ödemekte.. Daha gerisi bir yana, örn. 1984’ten bu yana başına sarılan taşeron bölücü örgüt PKK, terörü araç olarak kullanmakta hatta şiddetini artırarak düşük – orta yoğunluklu bir sıcak çatışmaya girmiş bulunmakta. Bir yandan da uluslararası hukuk katında meşruluk sağlama bağlamında “çatışan taraf” olma statüsü kazanma peşinde.

Suudi Arabistan rejimi, çağdışı bir vahabi kültürü ürünü haydut devlet bu bölgede..
Apaçık ABD’nin bölgedeki silahlı maşası olarak pek çok kanlı “operasyon” un taşeron ajanı. Ne var ki eytişim (diyalektik) yasalarının geçerli olmadığı bir coğrafya da değil bu dev çöl toprakları.. Petrol azalıyor, fiyatı düşüyor, küçülen stoklar nedeniyle çıkarma maliyeti artıyor.. ABD, petrole verdiğini bu dinci – despotik rejime muazzam düzeyde silah dayatarak geri alıyor. S. Arabistan ile Rusya’nın yıllık silahlanma giderleri başa baş ve 80 milyar doları aşkın.

Öte yandan, Küreselleşen dünyanın başta TV ve cep telefonu – internet 3’lüsü bu ülkede de sınır tanımadı ve acımasız şeriat baskısı altındaki halk ve özellikle kadınlar farklı yaşam biçimleri ile adeta bombardıman edildiler..Şimdilerde ise istemlerini dillendirmekteler daha uygar ve eşitlikçi bir yaşam adına. Totaliter dinci – vahhabi sarayın ise çelik yumruk yönetimini sürdürmesine topludurum (konjomktür) izin vermiyor ne yazık ki (!).. Kral, yeğeninin veliahtlıktan alarak oğlunu atıyor.. Yeni veliaht prens oğul ülkede terör estirmeye başlıyor.. Çok sayıda prens – bakan göz altında ve yolsuzluk dudak uçuklatan boyuttta : 800 milyar Dolar!.. 2016 sonunda Türkiye’nin toplam yıllık ulusal gelirine denk neredeyse..

S. Arabistan’da taşlar yerinden oyna(tıl)mıştır. Sular bulanmıştır ve yeni bir denge ile  zaman içinde durulacaktır. Gelişmeleri Türkiye büyük özenle izlemeli ve dinamik bir dış politika izlemelidir. Bağımsız, küresel – bölgesel dengelere oynayan, içişlerine karışmayan, sınırların değişmezliği ilkesin dokunulmaz tutan ve mutlaka BARIŞÇIL ilkelere dayalı devingen bir strateji.. İçeride ise AKP = RTE artık dinci dayatmaları bırakıp, ülkemize şeriat getiremeyeceklerini görmeli, LAİK – DEMOKRATİK rejime özden bağlı – saygılı olmalıdır.

Sitemizde son birkaç gün içinde S. Arabistan’daki siyasal altüst oluş hakkında 2 yazı daha yayınlamıştık. Sayın Yıldızoğlu’nun bu öngörülü makalesinin aşağıdaki 2 makale ile birlikte değerlendirilmesi kanımızca uygun olur :

  1. Suudi’de olanlar 3. dönem sancısı (Muharrem Sarıkaya, Habertürk)

  2. Krallığın sonu (Nihal Bengisu Karaca, Habertürk)

Sevgi ve saygı ile. 10 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir