Konuk yazar : Zeki SARIHAN..
Ramazan Sohbetleri-7
MAZLUMLARA SELAM OLSUN
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Bektaşi’ye sormuşlar: “Erenler İslam’ın şartı kaçtır?”
“Birdir” demiş Bektaşi.
“Nasıl olur, beş değil mi?” diye üstelediklerinde:
“Hac’la zekâtı siz kaldırdınız, namazla orucu da biz kaldırdık. Tek kelime-i şahadet kaldı” yanıtını almış.
Bu fıkrada Bektaşi’nin, maddi gücü yerinde olduğu halde hac ve zekât vermekten kaçınan cimri zenginleri iğnelediği anlaşılıyor. Bu arada İslam’ın diğer iki şartına da kendilerinin uymadığını itiraf ediyor. Bu fıkra dinin şartlarının bir kısmını yerine getirmeyenler tarafından gülümseyerek anlatılır.
KİMLERE MÜSLÜMAN DENİR?
Bunun en kestirme ve hayata uygun yanıtı şudur: Müslüman ana babadan doğan ve Müslüman bir çevrede yetişen insanlara Müslüman denir. Yeter ki bu dinden çıktığını resmen ilan etmemiş olsun. Bu nedenle Türkiye nüfusunun tamamına yakını Müslüman’dır.
Dinler yalnız birer inanç sistemi değil, aynı zamanda, belki ondan da çok kültürün bir parçasıdır. Dünyada hemen herkes, bir millete olduğu gibi bir din toplumuna da doğar. Onun değerleriyle biçimlenir. Kimse milliyetini de, dinini de kendisi seçmez.
Yaşadığı ortamın koşullarına bağlı olarak derecesi değişmekle birlikte, herkes toplumunun din ritüellerine tanık olur. Bir Müslüman için bunların başlıcaları geleneksel bayramlar, Ezan, Mevlit ve cenaze törenleridir. Hıristiyan kültüründe çan sesi, kilise, haç önemli bir yer tutar. Toplum inanç ve ibadet koşullarına uymayan kişileri de dinin dışına atmaz. Kısaca şunu demek mümkündür: Kim hangi dinden olanların mezarlığına gömülürse o dinden sayılır.
İslam toplumunda tamamen bilimsel düşüncelerle donanmış, bilimi kılavuz edinmiş, dinleri tarihsel materyalizme göre yorumlayan bir kişinin Müslüman sayılmasında hiçbir gariplik yoktur. Bundan kaçınmak da boşuna ve gereksiz bir çabadır. Ömer Hayyam da Müslüman’dır, Şeyh Bedrettin de. Pir Sultan da, Yunus Emre de, Nazım Hikmet ve Atatürk de birer Müslüman’dır.
Diğer dinlerde de olduğu gibi İslamiyet pek çok yoruma uğramıştır. Hiçbir mezhep ve tarikatın diğerlerini Müslümanlık dışı göstermeye hakkı ve yetkisi yoktur. Bir dinin mensubu ve çevresi içinde olmak (AS: olmamak da!) insanı ne alçaltır, ne yükseltir.
İSLAMİYET BİR DEVRİMLE GELMİŞTİR
İslam’ın kurucusu Hazreti Muhammet’in bir devrimci olduğunda kuşku yoktur. O, Hicaz toplumundaki kabileler kargaşasında ve çok tanrılı bir inanç sistemine, Mekke toplumunda halkı ezen düzene karşı isyan etmiş ve bu nedenle “dinden çıkmış” sayılarak öldürülmek istenmiştir. Kendinden önce gelen peygamberlerden Musa Firavunların İsrailoğullarını köleleştirmesine isyan etmiş ve onları bu ortamdan çekip çıkararak kendi yurtlarına getirmişti. Tevrat İsrailoğullarının yüzlerce yıllık destanını hikâye eder. İsa ise Romalıların işbirlikçisi haline gelmiş bu toplumun kurulu düzenine karşı çıkmış olduğu için devrimcidir. Muhammed bu isyan geleneğinin devamıdır Nemrut’la mücadele etmiş İbrahim dininin devamı olduğunu belirtmiştir. İslam nasıl kendisinden önceki bu devrimleri tanımış ve bünyesi içine almışsa, Günümüz devrimi de insanlık tarihinin bütün devrimci atılımları gibi bu dinlerin insanlığa kattıklarını da bünyesi içinde saymak zorundadır.
Muhammed’in ölümünden hemen sonra başlayan iktidar kavgası, İslam’ın zenginlerin eline geçerek çeşitli evrelerden sonra bugünkü tanınmaz hale gelişi diğer dinlerin de uğradığı bir olaydır. Düşünmek gerekir ki, Hıristiyanlık üç yüz yıl yasaklandıktan sonra Roma zalimlerinin dini haline gelmiştir. Tarihte böyle bir evrim geçirmeyen ideoloji de yok gibidir.
Bugün uygulama olanağı bulunmayan bütün din emirleri, ortaya çıktıkları dönemde bir nedene bağlı olarak vaz edilmiştir. Felsefi olarak idealizmi değil, tarihi ve diyalektik materyalizmi kılavuz edinenler, dini reddetmek yerine onu anlamaya çalışırlar.
EZİLENLERE “SELAM” OLSUN
İlkçağ’da insanlık her kabilenin bir totemi veya tanrısının olduğu koşullarda yaşadı. Yahudilik böyle bir millet dinidir. Fakat Hıristiyanlık ve Müslümanlık öyle değildir. Bu nedenle de bütün dünyaya yayılmışlardır. Müslümanlık hem Mezopotamya dinlerinden hem onun kaynaklık ettiği tek tanrılı daha önceki dinlerin mirası üzerine kurulduğu için yalnızca bir Arap dini değildir. Farslar ve Türkler, bu dini kendi bünyelerine uydurmuşlardır.
Din de milliyet de toplumun temel gerçeklerindendir. Fakat bunların yanında daha çağdaş bir gerçek vardır ki o da sınıf bilincidir. İnsanlar çeşitli sınıflardan oluşmaktadır. Bunları kısaca ezenler ve ezilenler olarak niteleyebiliriz. Ne zaman ki ezilenler iktidara gelir ve kendi düzenlerini kurarsa dünyada din ve milliyet savaşları sona erer. İnsanlık barışa kavuşur ve ilerlemenin bütün yolları açılır.
“İslam” sözcüğü “Selam”dan türemedir. Müslümanlar birbirlerine selam verirken barış ve esenlik dilemektedirler. Öyleyse bu “selam”ı ezilenlerin kurtuluşu sözlüğüne katmakta yarar var.
Not : 10 Haziran Cumartesi ve 11 Haziran Pazar Günleri, Haydarpaşa Garındaki Kadıköy Kitap Fuarında Güzel Ordu Derneğinin masasında kitaplarımı imzalayacağım.
=============================
Dostlar,
Sayın Sarıhan’ın bu yazısı, Ramazan ayı içinde 7. sohbet makalesi..
Sayın Sarıhan hep çok üretken olagelmiştir.
Bu makalesinde de olgun ve sorumlu bir biçem (üslup) ve içerik izliyoruz..
Metin içinde bir ayraç içi eklememiz oldu :
- ‘Bir dinin mensubu ve çevresi içinde olmak (AS: olmamak da!) insanı ne alçaltır, ne yükseltir.’
Şu tümcesi öne çıkarılabilir değerli Sarıhan’ın :
- ”..Felsefi olarak idealizmi değil, tarihi ve diyalektik materyalizmi kılavuz edinenler,
dini reddetmek yerine onu anlamaya çalışırlar..”
Ancak aşağıdaki Kur’an Suresini ve ayetini de paylaşmak gerekir :
(http://www.dinkulturum.com/2012/12/yusuf-suresinin-2-ayetinde-gecen.html)
Yûsuf suresinin 2. ayetinde geçen
- “Anlayasınız diye biz onu Arapça Kur’an olarak indirdik.’’ ifadesiyle anlatılmak istenen nedir?- Kur’an Arapça konuşan bir kavme Arap bir peygamberle gönderilmiştir.
Bu nedenle de dilinin Arapça olması çok önemlidir.Gerçeği anlamaya çalışıyoruz; Dinin – Kuranın – İslamiyetin de gerçeğini..Mazlumlara, tüm ezilenlere bizden de selam olsun elbette.. Hele hele Ortadoğu coğrafyasında emperyalizm tarihin en ağır baskı ve zulmünü uygularken..
Türkiye de talihsiz ve basiretsiz kukla yönetimler sayesinde bu kanlı zulme
sahne ve alet olurken..Sevgi ve saygı ile. 10 Haziran 2017, Datça
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
Vatansever Dostlar,
Sayın Zeki Sarıhan Beyefendinin yazısına genel çerçevede katıldığımızı ifade ederek, naçizane bazı eklemeler yapmak isteriz…
Zeki Bey “Müslüman kimlere denir?” diyerek çok yerinde bir soru sormuş.
Ancak kanaatimize göre ilk sorulması gereken “İslâm’ın Ön Şartları, yani OLMAZSA OLMAZ ŞARTLARI nelerdir? ” sorusu sorulmalıdır.
– İslâm Dini maalesef ki otomasyona bağlanarak, bilindiği üzere aşağıda yer alan beş şart sürekli vurgulanmaktadır;
1. Kelime-i şahadet,
2. Namaz,
3. Oruç,
4. Zekat,
5, Haç.
Kendinden önce “insan eliyle”, yani krallar – büyük papazlar, ruhban sınıf eliyle saptırılan “orijinal Allah mesaj ve emirlerini” son bir kez daha tebliğ etmek ve insanlık âlemini son bir kez daha uyarmak üzere gelen, en doğru, en akılcı, en tamamlayıcı ve Yüce Allah’ın kullarımdan kabul edeceğim “tek din” diye nitelendirmiş olduğu, en son gelen din olan İSLÂM, elbette ki öyle şekilciliğe, görselliğe, kılık ve kıyafete, saça – sakala, hatta otomasyona bağlı şartlara ve ibadetlere indirgenemez.
Ancak maalesef indirgendiği içindir ki İslâm Âlemi, “Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirememekte, hatta kullara – kulluk etmekte, tam bağımsızlığını koruyamamakta, emperyalist devletlerin yönlendirmesi ve tehdidi altında – onların işgal ve saldırılarına maruz kalmakta”, böylece dev gibi sorunlar girdabında yüzyıllardır çırpınmakta, iç savaşlarla – terörle uğraşmakta ve su gibi Müslüman kanı akmaktadır…
Oysaki İslam Dini tebliğ edildiği günden bugüne (yaklaşık 1400 yıl) Müslümanlar, namaz kılmakta, camiler yapmakta, ezan okununca camilere koşmakta, Ramazan aylarında oruç tutmakta, hacca gitmekte, hatta bazı toplumlar “Kuran’da yer alan bir emir olmamasına rağmen” kızların ve kadınların, hatta küçücük kız çocukların dahi başlarını yüzünü sımsıkı sarıp, sarmalamakta – Hıristiyan rahibe modeli türban taktırmakta, bazıları ağır burkalara, simsiyah çarşaflara bürünmekte vs…
Açıkça görülüyor ki, sadece bunları yapmak “Müslüman” olmak için yeterli değil! Bir yerlerde çok vahim olan bazı yanlışlar var…
EVET O VAHİM YANLIŞIN BAŞINDA “YÜCE ALLAH’IN KURAN’DA YER ALAN EMİR VE UYARILARINI LÂYIĞIYLA ANLAMAMAK VE BU EMİRİLERİ HAYATA GEÇİRMEMEK” VARDIR!
BU BAĞLAMDA KURAN’A GÖRE BİR MÜSLÜMANDA ARANAN EN TEMEL ÖZELLİK, YANİ İSLÂM’IN OLMAZSA OLMAZI “GÜZEL AHLÂKTIR”.
BİR MÜSLÜMANIN “NAMAZ, ORUÇ, HAC, VS…” GİBİ İBADETLERİ, ŞAYET O MÜSLÜMAN “GÜZEL AHLÂKA” SAHİP İSE, ANCAK O ZAMAN ALLAH KATINDA BİR ÖNEM VE ANLAMA SAHİPTİR.
ŞAYET BİR MÜSLÜMAN “GÜZEL AHLÂK SAHİBİ DEĞİLSE”, ONUN İBADETLERİ “SÖZDE VE GÖSTERMELİK” OLMAKTAN ÖTEYE BİR ADIM DAHİ GİDEMEZ…
O HALDE KURAN’A GÖRE GÜZEL AHLÂK NEDİR – YANİ YÜCE ALLAH, HANGİ KARAKTER YAPISINDA KULLAR/ YA DA MÜSLÜMANLAR İSTEMEKTEDİR?
– HER ŞEYDEN ÖNCE HER ZAMAN, HER YERDE VE HER ŞART ALTINDA VE HER NEYE MÂL OLURSA OLSUN “DOĞRU SÖZLÜ VE DÜRÜST OLMAK” GEREKMEKTEDİR.
– KURAN’DA YÜCE ALLAH, BU TÜR “DOĞRU – DÜRÜST İNSANLARI” (Kİ GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE BUNLARIN, İLLÂKİ “MÜSLÜMAN OLMALARI” DA GEREKMEZ) ŞEHİTLERLE AYNI MERTEBEDE TUTMUŞTUR;
HADİD SÛRESİ – ÂYET 19: “ÇOK DOĞRU OLANLAR (TÜM İNSANLARI KAPSAMAKTADIR) VE ŞEHİTLER, ONLARIN MÜKAFATLARI VE NURLARI VARDIR.”
AHZÂB SÛRESİ – ÂYET 70: “EY İNANANLAR, ALLAH’TAN KORKUN VE DOĞRU SÖZ SÖYLEYİN”
AHKÂF SÛRESİ – ÂYET 13: “RABBİMİZ ALLAH’TIR DEYİP, DOĞRU OLANLARA KORKU YOKTUR VE ONLAR ÜZÜLMEYCEKTİR.”
TEVBE SÛRESİ – ÂYET 119: “EY İNANANLAR, ALLAH’TAN KORKUN VE DOĞRULARLA BERABER OLUN”
O HALDE BİR MÜSLÜMAN NASIL OLMALIDIR?
EN BAŞTA DOĞRU SÖZLÜ OLMALIDIR VE TOPLUMDA DOĞRU SÖZLÜ İNSANLARI DESTEKLEMELİDİR; HER HUSUSTA MUTLAKA AKLINI ÇALIŞTIRMALI, DÜŞÜNMELİ VE AKIL MUHAKEMESİ YAPARAK DOĞRU BİR KARAR VERMEYE ÇALIŞMALIDIR; HER NE OLURSA OLSUN SÖZÜNDE – YEMİNİNDE DURMALIDIR – YANİ GÜVENİLİR BİR İNSAN OLMALIDIR; ADALETLİ OLMAK İÇİN – CANLI HAKKI YEMEMEK İÇİN ÇOK BÜYÜK BİR ÇABA HARCAMALIDIR;
AYRICA GÜLER YÜZLÜ, ANLAYIŞLI, MERHAMETLİ VE YARDIMSEVER OLMALI VE TÜM CANLILARIN YAŞAMINI – İŞİNİ KOLAYLAŞTIRMALDIR… (BUNU YAPARKEN YÜCE ALLAH’IN ONU GÖRDÜĞÜ VE ASLINDA ALLAH’A HİZMET ETTİĞİ BİLİNCİYLE HAREKET ETMELİDİR..) BÜYÜK TÜRK OZANIMIZ YUNUS EMRE NE GÜZEL SÖYLEMİŞTİR: “SEVERİZ YARATILANI, YARATANDAN ÜTÜRÜ…)
DİĞER YANDA BİR MÜSLÜMAN, “YALANA – TALANA – HARAMA – HAKSIZLIĞA – ZORBA VE ZULME” ŞİDDETLE KARŞI ÇIKMAK ZORUNDADIR. BİR MÜSLÜMAN, ORTADA BİR SORUN VARKEN VE BAŞKALARI ACI ÇEKERKEN, “BUNDAN BANA NE, BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN” DİYEMEZ!
BİR MÜSLÜMAN’IN ÖNCE AİLESİNE, AKRABALARINA, SONRA KOMŞULARINA VE MAHALLESİNE, SONRA ŞEHRİNE VE ÜLKESİNE KARŞI, EN SON MERTEBEDE DE TÜM DÜNYA İNSANLARINA VE CANLILARINA KARŞI, KENDİ ÇAPINDA SORUMLULUKLARI VE GÖREVLERİ VARDIR… Bunların bilincinde olan ve tüm yaşamı boyunca bu duyarlılık ve sorumlulukla hareket eden Müslümanlar, Kuran’ın istediği kıratta Müslümanlardır. Diğerlerinin ise sadece adları Müslümandır! Ve bunlar sadece havanda su dövmektedirler…
Görüldüğü üzere Kuran kriterlerine göre “Müslüman” olmak hiç de öyle kolay değildir!
Bu açıdan bakıldığında dünyada ki Müslüman sayısı bir hayli küçük rakamlara düşmektedir!
Türkiye’deki “İslâm Anlayışı” da, da ne yazık ki çok hazin bir tablo sergilemektedir… Kanaatimizce Türkiye’de Yüce Allah’ın istediği kıratta Müslümanlık vasfını hak edenler, en iyimser tahminle % 20’yi geçmez.
Çok Çok üzücü…
Oysaki bir millet için “dil ve din”, o milleti birleştiren en temel iki harçtır.
(Gelişmiş Batılı milletler, söz konusu bu gerçeğin farkına yüzyıllar öncesinde varmışlar, böylece “dil ve dinlerini” milli kimlik ve kültürlerine baş-tacı yapmışlardır)
Her Müslüman’ın Kuran’ı “KENDİ ANA DİLİNDE – ANLAYARAK ve DÜŞÜNEREK OKUMASI VE OKUDUKLARINDAN DERS ALARAK, HAYAT FELSEFESİ HALİNE GETİRMESİ ve İNSANLARIN GÖRÜNÜŞÜNE, KIYAFETİNE, MESLEĞİNE, ZENGİNLİĞİNE DEĞİL, ÖZÜNE – KARAKTERİNE DİKKAT EDEREK – BUNA GÖRE İTİBAR GÖSTERMESİ” temennisiyle…
G. Filiz Tuzcu