PAYDAŞLAR KOALİSYONU GERÇEKLEŞİR Mİ ?
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Değerli arkadaşlar,
16 Nisan (2017) Halkoylamasında T.C. seçmenlerinin hemen her siyasal renkten %48,6 kadarı “Parlamenter Demokrasi”nin sürmesinden yana Oy kullanarak, RTE’nin Başkanlığına “Hayır” dedi… Ve Ülke adeta RTE yandaşlığı-karşıtlığı ekseninde ikiye bölündü. Bu durum 2,5 yıl sonra, 2019’da yapılacak genel seçimler için bir ip ucu veriyor. Eğer bu %49’luk statik “Siyasal Paket” toparlayıcı bir lider etrafında dinamik bir birliktelik haline evrilebilirse (yani salt RTE karşıtlığından RTE/AKP karşıtlığında birleşebilirse) o zaman Türkiye’de AKP dönemi kapanabilir; gelecek için umut veren yeni bir dönem başlayabilir…
Bu söylemesi kolay, gerçekleştirilmesi oldukça zor bir iş. Türkiye’nin bütün renklerini temsil edebilecek, en azından kimlik ve kişiliğine karşı çıkılmayacak “Partisiz, toparlayıcı bir Lider” adayı bulunabilecek mi? Toplumun siyasal anatomisine baktığımızda (Kadir Has Üniversitesi Araştırması) kabaca şu tabloyu görüyoruz: İnsanlar kendilerini;
% 45 Muhafazakar/Müslüman/mütedeyyi n
% 20 Atatürkçü/Laik/Cumhuriyetçi
% 15 Milliyetçi
% 12 Sosyal Demokrat
% 8 Diğer görüşlerde olarak tanımlıyorlar.
Bunun dışında, etnisite bağlamında %20 Kürt ve %10 kadar diğer etnisitelerin dışında T.C. Yurttaşlarının %70’lik büyük kesimi Türk kimliği ile özdeş görüyorlar kendilerini… Öte yandan halkımızın Kural tanımazlıkta oldukça ileri (!) olduğu, büyük çoğunluğunun “Amaç için her yol mübahtır” anlayışını benimsediği de bir gerçek…
Bu çok bilinmeyenli, çok parametreli “Anadolu Denklemi” nasıl çözülür? Çözümü mümkün mü? Partilerimizin bile kendi içinde sağlam bir bütünlük göstermediğini, muhteris (AS: hırslı) politikacılar arasında kliklere ayrıldığını da göz önüne alırsak, 2019’da başarılı yeni bir başlangıç şansının çok çok zayıf olduğunu söyleyebilirim.
“Hayır” cephesinin en büyük paydaşı CHP’nin durumuna gelince : Aslında söylenecek çok şey var. Ambleminde T.C. Devletinin kuruluş umdelerini (AS: ilke – hedeflerini) simgeleyen ve ‘Tek’ ve ‘Tekil’ Parti olarak 1923-1946 arasında iktidar olan CHP, 1950’den bu yana (kısa süreliğine istisnai bir durum dışında) (AS: B. Ecevit hükümetleri) iktidar olamadı… Deniz Baykal döneminde, 2002’de %19, 2007’de %21 oy alan CHP, Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı döneminde, 2011 ve 2015 seçimlerinde %25 düzeyine çıktı…
Sırası gelmişken, şunu belirtmekte yarar var… CHP’nin aldığı oy oranlarında Genel Başkan etkisi +/- %1 kadardır. Bir başka anlatım ile CHP’nin seçimde aldığı oylardaki temel etmen Parti Programı veya Genel Başkan değil, CHP dışındaki siyasal konjonktürdür… Bu açıdan genel gidişi değerlendirdiğimizde, 2019 seçiminde (Genel Başkan kim olursa olsun) CHP’nin %30 düzeyinde Oy alacağını şimdiden söyleyebiliriz. (Sosyo-ekonomik Konjonktür o yönde) Eğer bu “Hayır” halkoylamasının rüzgarı iyi kullanılırsa 1-2 puvan artışı da olabilir… Ve maalesef iktidar için CHP’nin bir koalisyon ortağına gereksinimim olacaktır yine de…
Sevgilerimle..æ 08.05.2017
==============================
Dostlar,
==============================
Dostlar,
Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın irdelemesi düşündürücü ve sorumluluk yükleyici boyutlar içeriyor. Biz o denli karamsar değiliz. Halkımızın acı gerçekleri gördüğünü ve %50+ (%49 değil!) çoğunluğun “bir biçimde”, kurumsal (organik) değilse de eylemli “hayır” ortaklığının yol ve yöntemlerini keşfedeceklerini hatta yaratacaklarını düşünüyoruz. Elbette önümüzdeki dönemde (baskın erken seçim olmazsa 2,5 yıl ??) AKP – RTE’nin izleyeceği iç ve dış politikalarla bunlara ve dış topluduruma (konjonktür) ikincil koşullara bağlı gelişmeler.. Öngörüleri verili durumu iyi irdeleyerek güncellemek gerekebilir.
Bu arada CHP’de her kafadan bir ses çıkmasını “hayra alamet” olarak görmenin olanaksızlığı ortada. Genel Başkan Sn. Kılıçdaroğlu’nun saptaması ve uyarısı son derece yerinde, hatta kritik :
– CHP’deki gelişmeler için Saray düğmeye başladı…
Pekiiii, Saray düğmeye kendiliğinden mi bastı, onun da düğmesine basıldı mı?? Önümüzdeki dönemlerin siyasal çözümlemeleri (analizleri) çoook dikkat ve bilgi, emek, özen istiyor.. Aman dikkat..
Sevgi ve saygı ile. 08 Mayıs 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
Sayın Prof. D. Ali Ercan,
“Paydaşlar Koalisyonu Gerçekleşir mi” başlıklı yazınızı okudum ve bu yazıyı ne amaçla yazdığınızı pek anlayamadım!
“Kadir Has Üniversitesinin araştırmasını” baz alarak, toplumun siyasal anatomisinden bahsetmişsiniz;
% 45 Muhafazakâr/Müslüman/mütedeyyin(?) (Bu kelimeyi Osmanlı sözlüğünden bakmak zorunda kaldım, “dindar” demekmiş!)
% 20 Atatürkçü/Laik/Cumhuriyetçi
%15 Milliyetçi
% 12 Sosyal Demokrat
% 8 Diğer görüşler.
Söz konusu bu araştırma sonuçlarının bir anlam ifade edebilmesi için kaç kişi üzerinde yapıldığı; ne tür sorular sorularak anket yapıldığı; ayrıca hangi şehir – kasaba – köy veya bölgeler seçilerek yapıldığı gibi hususların da belirtmiş olması gerekirdi ve ancak o zaman bu “yüzdelerin” ne anlama geldiği anlaşılabilirdi. Oysaki bu haliyle verilen “yüzdeler” kanaatimce tamamen havada kalmıştır.
Ayrıca T.C. Devleti nüfusunun bir kısmını “muhafazakâr – Müslüman – dindar” olarak nitelendirmek için “hangi ölçü” kullanılmıştır?
T.C. Devletinin Vatandaşı hem Müslüman, hem Atatürkçü, hem Cumhuriyetçi, hem Laik, hem Milliyetçi, hem de Sosyal Demokrat olabilir. Nitekim kanaatimce büyük çoğunluk böyledir… Ayrıca elbette bu kavramlar birbirinin zıttı kavramlar değildir; bilakis birbiriyle bağlantılı kavramlardır…
Başta Maurice Duverger olmak üzere, Siyaset Bilimi uzmanları, Büyük Atatürk’ün öngördüğü siyasi devlet idari sistemini, “sosyal demokrasi” olarak nitelendirmişlerdir.
Laikliğe gelince, Büyük Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarının göstermek istedikleri gibi “laiklik” elbette ki dinsizlik değildir; bilâkis laiklik, her türlü dini inanç ve ibadetin özgürce yaşayabilmesinin en temel güvencesidir. (Hatta laiklik, hiç bir dini inancı olmayan – ateist olanların bile özgürlük güvencesidir.)
Milliyetçiliğe gelince, o da “laiklik” gibi kasıtlı olarak yanlış mecralara çekilen ve gerçek anlamı saptırılmaya çalışılan son derece önemli bir kavramdır.
Türkiye’de Milliyetçilik, “Atatürk Milliyetçiliğidir”; yani VATAN VE MİLLET SEVGİSİDİR. Bundan daha doğal ne olabilir? İleri medeniyet seviyesine ulaşmış – gelişmiş tüm devletlerin vatandaşları milliyetçidir, hem de koyu milliyetçidirler – hatta bunlarda gizli – kamufle edilmiş ırkçılık duyguları dahi ağır basmaktadır… (tarihlerinde ise ağır insan hakları ihlâlleri ve soykırım sabıka sicilleri vardır)
O halde MİLLİYETÇİLİK, kesinlikle “ırkçılık” değildir; ancak maalesef ki Türkiye’de öyle göstermeye çalışanlar vardır ve onlar hakikati saptırmaktadırlar. Aslında bu tür kişilerin de hangi misyonu yerine getirdikleri ve kimlere hizmet ettikleri, söylemeleriyle açıkça ortadır… Bunu bilmek için kahin veya dahi olmaya gerek yoktur.
Ayrıca Kadim Türk Milletinin tarihi geçmişi dikkatlice incelendiğinde, “ırkçılık” diye bir uygulamanın zinhar olmadığı çok açık bir şekilde görülmektedir; zaten ırkçılık bizim Kadim Türk Kültürümüze ve İslam Dinimize de aykırıdır. (Pek çok yabancı kaynak, seyyah, arkeolog, görevli vs… Türklerin yabancılara karşı adaletinden, yardımseverliğinden, misafirperverliğinden ve hoşgörüsünden uzun uzun bahsetmiştir…)
Müslümanlığa – Dindarlığa – Muhafazakârlığa gelince, bunların ölçüsü nedir? Sarık, türban, cüppe, sakal mıdır? Camiye gitmek midir? Türkiye’de toplumu ayrıştırmak için bir “İslâmi Kesim” lafı çıkarılmıştır! Bu da ne demek? Buna kim karar verebilir? Ne haddine? Bizler “kafir kesim” mi oluyoruz?
Toplumu aydınlatmakla görevli aydınların, yani yazar, çizer, araştırmacı, bilim insanı vs…nin görevi toplumu “ortak değerlerde” birleştirmek, sözlerine ve yazılarına dikkat etmektir: Büyük Atatürkümüz, Kadim Türk Kimliğimiz, Türkçe Dilimiz, İslâm Dinimiz, Cumhuriyetimiz, Sosyal Demokrasiye olan sağlam inancımız” müşterektir, Tüm Türk Milletini kapsamaktadır…
Emperyalist Batılılar, 16. yüzyıldan itibaren, İslam’ın en güçlü temsilcisi ve koruyucusu kabul ettikleri Türkleri ayrıştırmak, birbirlerine düşürmek, kontrol altına almak ve Türk Topraklarını gasp etmek için çeşitli stratejiler geliştirmekte ve planlar yapmaktadırlar…
Onların zehirli faaliyetleri 1919 – 1938 arası zorunlu olarak sekteye uğramıştı; ancak onlar, 1938 sonrası kaldıkları yerden Türkleri zehirlemeye – yanıltmaya ve bölmeye devam etmektedirler…
O halde bilerek, ya da bilmeyerek, “bizleri yok etmek isteyen düşmanlarımıza hizmet etmeyelim” lütfen… Tarihi ve Siyaset Bilimini “objektif kaynaklardan” araştırıp, öğrenmeyenler, bu hususlarda GERÇEKÇİ – BİLİMSEL yorumlar yapamazlar… Şayet yorum yapacaklarsa kaynaklarını göstermek zorundadırlar.
Tarih ve Siyaset Bilimi konusunda tam bilgili olmayanlar, ya da mutlak gerçekleri ortaya koymak istemeyenler için söz ve yazı gümüş ise, sükut etmeleri “altındır” diyorum…
Saygılarımla,
G. Filiz Tuzcu
Değerli Güzide hanım,
Yanıtınız ilgili yerinde…
Öte yandan, Prof. Ali Ercan hoca 77 yaşında, geçek bir Cumhuriyet aydınıdır. Tam ve yüksek nitelikli bir entellektüeldir.
Kara Harp Okulu mezunu, Yüzbaşı iken Ordu’dan kendi isteği ile ayrılarak Almanya’da Nükleer Fizik doktorası yapan bir seçkin bilim insanıdır.
O’nun yurtseverliği – Atatürk’e bağlılığı her türlü tartışmanın dışındadır.
ADD Genel Başkan Yardımcılığı görevimi ben kendisine devretmiştim.
Sonrasında da ADD Bilim – Danışma Kurulu’nda O Başkan ben yazman olarak birkaç yıl çalıştık..
Ali hoca bizim için çok değerlidir ve O’nu hiçbir biçimde incitmek istemeyiz..
O’ndan hep öğreniyoruz..
Sizden de öğrenmek isteriz.
Ama hiç gönül kırmadan..
Sevgi ve saygı ile. 09 Temmuz 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
http://www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com