Prof. Dr. Oğuz Oyan : “Kabataş Yalanı” Basın Açıklaması


Prof. Dr. Oğuz Oyan :
“Kabataş Yalanı” Basın Açıklaması

CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Oğuz Oyan‘ın “Kabataş Yalanı“na ilişkin bir yıl önce yaptığı suç duyurusunun Cumhuriyet Savcılığınca sümen altı edilmesine ilişkin yaptığı basın toplantısı metni ekte ilgilerinize sunulmaktadır.

Saygılarla,

Sn. Oyan’ın TBMM Ofisi

***********************

CHP İZMİR MİLLETVEKİLİ OĞUZ OYAN’IN, “KABATAŞ KOMPLOSU”
İLE İLGİLİ YAPTIĞI SUÇ DUYURUSU HAKKINDA BASIN TOPLANTISI

27.02.2015

  • SAVCILIK, YERLİ EL-KAİDE UNSURLARININ ŞİKAYET BAŞVURULARINI ADETA EMİR TELAKKİ EDEREK OPERASYON BAŞLATIRKEN,
    İZMİR MİLLETVEKİLİ OĞUZ OYAN’IN KABATAŞ KOMPLOSU İLE İLGİLİ YAPTIĞI BAŞVURUYU 12 AYDIR SÜMEN ALTINDA TUTUYOR.
  • “BİN LADİN’İ SEVİYORUM” DİYEN TAHŞİYE LİDERİNİN ŞİKAYETİNE
    “HAY HAY” DİYEN SAVCILIK, MİLLETVEKİLİ OĞUZ OYAN’IN
    KABATAŞ KOMPLOCULARI HAKKINDA YAPTIĞI SUÇ DUYURUSUNU GÖRMEZDEN GELİYOR.
  • SAVCILIKLAR, BİN LADİN MÜRİDİ TAHŞİYE LİDERİNİN ŞİKAYETİ ÜZERİNE ZAMAN VE SAMANYOLU’NA OPERASYON YAPARKEN, MİLLETVEKİLİ
    OĞUZ OYAN’IN, KABATAŞ KOMPLOSUNUN BASIN SÖZCÜLERİ ABDÜLKADİR SELVİ VE ELİF ÇAKIR HAKKINDAKİ ŞİKAYETİNE KAYITSIZ KALIYOR.

Yurt çapında gezi olaylarının devam ettiği  Haziran 2013 başlarında dönemin Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan, Kabataş İskelesi’nde bir yakınının başörtülü gelininin kucağında bebeğiyle birlikte sayıları 70-100 dolayında bedenlerinin üst tarafı çıplak, elleri deri eldivenli gösterici tarafından salt başörtülü olduğu gerekçesiyle saldırıya uğradığını
iddia ederek aylarca bu konuyu kullanmış, bu olaya ilişkin görüntülerin savcılıkta olduğunu ve soruşturmanın devam ettiğini iddia ederken, bu olaya ilişkin herhangi bir görüntü basına verilmemişti.

Söz konusu saldırı savının baştan beri Goebels usulü “yalana ve tekrara dayalı” propaganda çalışmasının bir ayağı olduğunu fark ederek, bu iftira tezgâhının işletilmesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gazeteciler Abdülkadir Selvi ve Elif Çakır ile yalancı mağdure  Zehra Develioğlu’nun organize bir biçimde çalıştığı saptamasıyla hukuksal süreci başlatmak için hazırlıklarını tamamladığı sırada, 13 Şubat 2014’te Kanal D’de sözde mağdure kadının hiçbir müdahaleye uğramadan eşiyle buluştuğuna ilişkin görüntülerin yayınlanması üzerine, hemen ertesi gün Tayyip Erdoğan ve suç ortakları hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığına halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “iftira” ve “suç uydurma” suçlarını işledikleri gerekçesiyle  suç duyurusunda bulunmuştuk.

Ankara Cumhuriyet Savcılığı 7 gün içinde hızla, Tayyip Erdoğan yönünden dokunulmazlığı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı öbür kişiler yönünden ise
gereği yapılmak üzere genel soruşturma bürosunun görevlendirildiğini bildirmesine karşın  aradan geçen 1 yılı aşkın sürede öbür şüpheliler hakkında herhangi bir soruşturma yapmamış adeta dosyayı sümen altı etmiştir. Çünkü, Ankara Cumhuriyet Savcılığında yapılan girişimlerde dosya ekranda  görünmesine karşın, aslının nerede olduğu ve
ne işlem yapıldığı bilgisi verilememektedir.

Oysaki Muş merkezli olarak 16 ilde Ocak 2010’da yapılan El Kaide bağlantılı Tahşiye
terör örgütü
kapsamında tutuklanıp 1,5 yıl kadar hapis yattıktan sonra tahliye olan ve
çıktığı ulusal televizyon kanallarında bu örgütün insanlık dışı vahşi katliamlarını ve
kendi El Kaide bağlantısını adeta savunurcasına “Müslüman olduğu için Bin Ladin’i seviyorum diye haykıran örgüt lideri ve ileri gelen militanlarının “Hükümet davetli yakınmaları” (Bülent Arınç’ın ‘bir şikâyetiniz varsa yapın dedikitirafı) hemen işleme konarak kimi basın yayın kuruluşları ile soruşturmada yer alan emniyet mensuplarına operasyon yapılmıştır.

Toplumsal çalkantı ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı son 60 yıllık siyasal tarihimizde özellikle büyük kitlelerin provoke edilmesinde (AS: kışkırtılmasında) yaygın olarak kullanılan dinsel ve ulusal argümanların (AS: önermelerin) toplumsal çatışma yaratma riskinin büyüklüğü dikkate alındığında, doğrudan Başbakan ve basın yayın mensuplarınca işlenen
“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu”nun yarattığı tehlikenin daha büyük olacağı açıktır. Buna karşın savcılıkların bir Milletvekilinin bu konuda yaptığı kanıtlandırılmış suç duyurusunu bir yıldır görmezden gelirken, bir terör örgütü üyesinin yalnızca kendisine yapılan uygulamayla ilgili “yönlendirmeli yakınısı” üzerine hemen harekete geçmeleri, yargının siyasallaşmasının ve Cumhuriyet Savcılıklarının Cumhuriyet ve hukuk kavramlarından ne denli uzaklaştıklarının önemli bir göstergesidir.

Değerli Basın Mensupları,

Konu ve gündemin çakışması nedeniyle bir hususu daha dikkatinize sunmak istiyorum. Biliyorsunuz şimdiye dek başında bulundukları kuruma ve mensuplarına karşı başta hükümet üyeleri, iktidar partisi mensup ve yandaşlarınca yapılan akıl almaz iftira, yalan, suçlama ve hakaretlere karşı başlarındaki “bürokrat şapkası”na işaret ederek sessiz kalanlar,
Süleyman Şah Türbesi nedeniyle yapılan eleştiriler karşısında muhalefete karşı siyasal tonlu eleştiriye girişiyorlar. Oysaki sahip oldukları teknik, istihbari vb. olanaklarla Kabataş komplosuna ilişkin yalanları baştan bilebilecek durumda oldukları halde, gerçeğin basın tarafından ortaya çıkarılmasına dek sessiz kalmalarını bir yana bırakalım, olayın yalan ve
kurgu olduğunun açığa çıkmasından sonra da, bürokrat kimliğinden ayrı olarak
Milli Güvenlik Kurulu’nun eşit üyesi kimliği nedeniyle, hâlâ bu yalanı haykırmaya devam eden öbür kurul üyelerine karşı herhangi bir itiraz ve uyarı yapıp yapmadıkları merak konusudur.
Bir itirazları olduysa yalan ve kumpasın sürmesinden, bu itiraz bir karşılık bulmadığına göre istifayı düşünmüşler midir? Anayasa’nın 118. maddesinde Milli Güvenlik Kurulu’nun görevleri arasında “…toplumun huzur ve güvenliğinin sağlanması…” da sayıldığına göre,
başta Kabataş komplosu olmak üzere, “kindar ve dindar nesil yetiştirmek“ten,
Suriye’deki terör ögeleri ile yakın işbirliğine dek toplumun huzur ve güvenini bozacak her türlü eylemi yapma iradesi gösteren kurul üyelerine karşı sessizlik
suç ortaklığı anlamına gelmeyecek midir?

=================================

Dostlar,

Sayın Prof. Oyan  söylenecek söz bırakmış mı??

Haydi politikacıların bir bölümünü anladık.. Tanrıları olan “Oy” uğruna göze almayacakları eylem yok.. Ya hukuk adamları? Ya Cumhuriyet’in savcıları??
Neden salt ama salt hukukun gereğini yapmaz, neden dimdik ve erdemli hukukçu olma onurlarını korumazlar??
İşte bunu anlamak çok güç.. Bundan daha güç olanı ise, bu harami düzeninin sürgit kılmak..

****

Anımsayalım, söz konusu komplo amaçlı “KABATAŞ YALANI” aşağıdaki içerikteydi..
Korkunç bir duygu sömürüsüne dönük, ayrıntılı tasarlanmış, inandırıcılığı çok yüksekti.
Bereket kanıtlanamadı, kökten uydurma, belli ruhsal bozukluklarda görülen ve Tıp diliyle “Konfabulasyon” denilen bir masal uydurma idi. Kanıtlanacak olsaydı eylemcilerin başına dünyayı zindan ederlerdi.. Şimdi o zindan iftiracıların başına geçsin dileyelim..

Yalancı mağdure Zehra Develioğlu’nun suçlaması aşağıdaki gibiydi :

*****

“Erkek şahısların üstü çıplaktı. Kafalarında siyah bantlar vardı. Kenara, duvar dibine çekildim. Tişörtünde Che Guevara resmi bulunan bayan şahıs, ani şekilde başörtümü tutarak yukarıya doğru kaldırdı, Tayyip’in o…sunu buldum beyler, gelin s…in diye bağırmaya başladı. Kızımın bebek arabasını tuttuğum için kaçamadım. Erkek bir şahıs
sol yanağıma tokat attı, sırtüstü yere düştüm. Kalabalık grup etrafımı sardı, tükürmeye, tekmelemeye başladılar.
Beni tekmelerken, şerefsizin evladı, o… çocuğu, eşarplı kaltak, Devrim yapacağız, kökünüzü kazıyacağız, hayvan kaltak, Tayyip’i de seni de s…p yollayacağız şeklinde yüksek sesle hakaret ettiler. Şişman yapılı, etli geniş burunlu biri bebek arabasını sallıyordu, arabanın içindeki kızım aşağı yukarı zıplıyordu. Üç dört kişi benim üzerime idrarlarını yaptılar. Bir kadın, başörtüsüne işeyin, başörtüsüne işeyin diye bağırıyordu. Etrafımdaki şahıslar bana tekme atmaya devam ediyordu. Tam bu esnada bir şahıs, başıma doğru erkeklik organıyla sürtünmeye başladı. Başka bir şahıs, benim arkama geçerek cinsel bölgesiyle sürtünüyordu. Vücudumun değişik yerlerinden cinsel saldırıda bulunanlar vardı. Emekleyerek kaçmaya çalıştım, başaramadım, bir ara kafamı kaldırdığımda baş kısmımdan sürtünmek suretiyle cinsel saldırıda bulunan şahsın uzun yüzlü, kemikli ve çıkık burunlu olduğunu gördüm. İnönü stadında araba yakıyoruz diye bağırma sesi duydum. Etrafımdaki şahıslar dağıldılar. İnönü stadyumuna doğru yürümeye başladılar. Yerden kalktım, bebek arabasının yanına gittim, altı aylık kızım ağlıyordu, sol ayak diz altında sıyrık vardı, kanamıştı, sol kolunda morluk vardı. Bana cinsel saldırıda bulunan şahısların arkasından baktığımda, iki şahsın ellerinde bira şişesi olduğunu, bira şişelerini karşılıklı tokuşturduktan sonra içtiklerini, kahkahalar atarak güldüklerini gördüm. Üç dört dakika sonra eşim geldi. Ağlıyordum. Eşim ne olduğunu sordu. Üzüntümden, eşimin bana saldıran şahıslara karşılık vereceğini bildiğimden dolayı kendisine bir şey söylemedim. Evimize geldik. Temizlenme hissiyle duşa girdim. Bacaklarımda almış olduğum darbelerden dolayı morluklar vardı. Üç dört gün dışarı çıkamadım. Yaşadığım korku neticesinde bebeğimi emziremedim, sütüm kesildi..”

*****

Sevgi ve saygı ile.
27 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir