Eğitim Öğretim Nereye?

Prof. Dr. Süleyman Çelik
Samsun Akademik Elemanlar Derneği Ynt. Krl. Adına, Başkan
22 Eylül 2012

Eğitim Öğretim Nereye?

İlköğretimden yükseköğretime, tüm eğitim kurumlarımızda 2012-2013 eğitim-öğretim yılı başladı. Klasikleşmiş söylem, “yeni eğitim-öğretim yılının öğrencilerimize, eğitimcilerimize, ülkemize, ulusumuza ve insanlığa hayırlı olmasını” dilemektir. Ancak ne yazık ki, eğitim sistemimizde yapılan köklü değişiklikler nedeniyle, bu yıla buruk başlıyoruz.

2012-2013 Eğitim-Öğretim yılının başında, Samsun’dan baktığımızda eğitim sistemimiz ve dolayısıyla ülkemizin geleceği nasıl görülmektedir?

Eğitim-öğretimde bugünkü duruma gelen yol, aslında 12 Eylül Askeri Darbesiyle 1980’lerde açılmıştır. 1982’de YÖK’ün kurulmasıyla plan uygulanmaya başlamıştır. Çağdaş/Atatürkçü öğretim üyeleri uzaklaştırılmış, üniversiteler dinci/Türk-İslam sentezcilere teslim edilmiştir. Yeni kurulan üniversitelere öğretim üyesi yetiştirmek amacıyla yurtdışına doktora yapmak üzere gönderilen öğrenciler, YÖK tarafından, genelde dinciler arasından seçilmiştir. TÜBİTAK, YÖK, ÖSYM, Üniversitelerarası Kurul ve TÜBA’da gerçekleşen son yönetim değişiklikleriyle kadrolaşma ve dönüşüm artık tamamlanma aşamasına gelmiştir.

2008’den sonra atanan rektörler, yardımcı doçent atamalarında bilimsel yeterliliği değil, ideolojik yandaşlığı esas almışlardır. Çok daha fazla bilimsel yayını ve akademik puanı olan adaylar, fakülte yönetim kurullarınca önerilmiş olsalar bile rektörlerce atanmamışlardır.

Son yıllarda çağdaş/Atatürkçü profesörlere doçentlik jürilerinde yer verilmediği görülmektedir. Bu şekilde doçentlik sınavları şaibeli hale gelmektedir. Profesörlüğe yükselme jürilerini rektörler, zaten keyfi olarak belirlemektedirler. Bu koşullara karşın doçent olabilmiş çağdaş bilim insanları, bırakınız profesörlüğe yükselmeyi, doçent kadrosuna bile atanmamaktadırlar. ÖSYM’de son yıllarda yaşanan kopya, şifreleme ve bilgi sızdırma gibi skandallar, kadrolaşmanın üniversitelere girişe kadar inmeye başladığını düşündürmektedir.

Aklı ve bilimsel düşünceyi savunan çağdaş/Atatürkçü öğretim üyeleri, kadro verilmeyerek ve hukuk dışı soruşturmalarla sürekli taciz edilip bezdiri (mobbing) uygulanarak üniversitelerden ayrılmaya zorlanmaktadırlar. Ne yazık ki son günlerde mahkemelerin de bu tür hukuksuzlukları destekledikleri, hatta mağdurları cezalandırdıkları görülmektedir. Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nden Prof. Dr. İsmet Şenel, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sevinç Özer ve Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü bu konuda herkesin bildiği örneklerdir.

Üniversitelerde felsefe, sosyoloji, psikoloji, tarih ve hatta hukuk gibi sosyal bilim dalları, ilahiyatçı öğretim üyeleriyle doldurulmaktadır. Kaldı ki yukarıda söz ettiğimiz, 12 Eylül’den sonra uygulanmaya başlanan plana göre yetiştirilen, ilahiyat dışındaki bilim dallarına mensup öğretim üyeleri de aynı ideolojik kalıba göre eğitildikleri için tüm üniversitelerin ilahiyatlaştırılması söz konusudur. Nitekim son yıllarda, “bilimin akılla değil, vahiyle yapılabileceğini” ya da “bilimin Allah’tan kaynaklanıp insana yönlendirildiğini” öne süren fenciler, “hastalığı veren de, iyileştiren de Allah’tır. Biz sadece aracıyız” diyen sağlıkçılar çoğalmıştır. Fakat “bu vahiylerin neden hep Müslüman olmayanlara geldiğini” ya da “Allah’tan kaynaklanan bilimin neden Müslümanlara yönlendirilmediğini” kimse sorgulamamaktadır.

Bu gelişmeler sonucu, üniversitelerimizde aklı ve bilimi savunmak artık suç olmuştur. Örneğin, Evrim Kuramından söz ettiği için Prof. Dr. Sevinç özer hakkında, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörlüğünce soruşturma açılmıştır. Buna karşılık dogmalar üzerinde akıl dışı bilimsel(!) toplantılar yapılabilmektedir. Örneğin, daha yenilerde Marmara Üniversitesi’nde yapılan “İslami Bisiklet” çalıştayı, üniversitelerimizin geldiği yeri göstermesi bakımından ibret vericidir. Yakında cinlerin, meleklerin cinsiyeti tartışılmaya başlanacaktır.

Bilim karşıtlığının bir diğer göstergesi fen fakültelerinin durumudur. YÖK’ün aldığı kararlar nedeniyle fen fakülteleri sürekli kan kaybetmektedirler. Öğrenciler artık fen fakültelerini tercih etmemektedirler. Yaptığı araştırmalar ve yayınlar bakımından Türkiye birincisi olan Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümüne, bu yıl YÖK tarafından kontenjan verilmemiştir. Fen, bilim demektir. Batı’da fen fakültelerinin adı, bilim fakültesi (faculty of science)’dır. Fen bilimleri, bilimlerin temelidir. Fen bilimlerinin gelişmediği ülkelerde tıp, mühendislik gibi uygulamalı bilimler de gelişmez. Böyle ülkeler teknoloji üretemezler. Ancak gelişmiş ülkelerin teknoloji çöplüğü olurlar.

İlk ve ortaöğretim eğitim sisteminde bu yıl köklü değişiklikler yapılmıştır. Medyamızda aylardır bu değişiklikler tartışılmaktadır. Değişikliklere karşı olanlar tarafından, “Atatürkçü eğitim sisteminden uzaklaşıldığı”, “eğitimde Cumhuriyet öncesine ya da Osmanlı dönemine dönüldüğü” gibi iddialar öne sürülmektedir. Bunlar yanlış söylemlerdir.

Atatürk, yeni bir eğitim sistemi icat etmemiştir. Uygarlık tarihinin yarattığı son sistem olan “akılcı/bilimsel” eğitim sistemini, ülkemizin koşullarına uyarlayarak uygulamaya koymuştur. Avrupa bu aşamaya, Rönesans-Reform-Aydınlanma Devrimi sonucu, Ortaçağın dogmatik/dinsel eğitim sistemini yıkarak gelmiştir. Bu bakımdan son değişiklikle Atatürkçü eğitim sisteminden değil, akılcı/bilimsel eğitim sisteminden uzaklaşılmış, dogmatik/dinsel eğitim sistemi uygulamaya konmuştur. Başka bir deyişle eğitim sistemi ortaçağlaştırılmıştır.

Eğitimde Cumhuriyet öncesine ya da Osmanlı dönemine dönüldüğü iddiası da Osmanlı’ya haksızlıktır. Çeşme Deniz Savaşında donanması Rus donanması tarafından yok edilen Osmanlı, bilgili deniz subayları yetiştirmek üzere, 1773’de Mühendishane-i Bahri Hümayunu, bugünkü adıyla Deniz Harp Okulunu kurmuştur. Bunu, bugünkü Kara Harp Okulu olan, Mühendishane-i Berri Hümayunun kurulması izlemiştir. Ardından ilk ve orta dereceli okullar ile tıp, hukuk gibi yüksekokullar açılmaya başlanmıştır. Bu okullarda, medreselerdeki gibi dogmatik/dinsel değil, laik/bilimsel eğitim yapılmaktaydı. Bu nedenle “din elden gidiyor” diyen gericiler, Kabakçı Mustafa’nın başkanlığında isyan ederek 3.Selimi öldürmüşlerdir. Bu okullarda din eğitimi verilmediği için kâfir yetiştirildiğini öne süren Said-i Nursi, Abdülhamit’in huzuruna kadar çıkarak okullara din dersleri konulmasını istemiştir. Abdülhamit, “bu adam deli” demiş ve tımarhaneye atılmasını buyurmuştur. Bunun üzerine Said-i Nursi Toptaşı Akıl Hastanesine atılmıştır. Bu bakımdan, eğitimde Cumhuriyet öncesine değil de, 1773 öncesine dönüldü demek, daha doğrudur.

Akılcı/bilimsel eğitim sistemi, aklına güvenen, analitik düşünen ve kendi başına karar verebilen özgür birey/yurttaş yetiştirir. Bu şekilde eğitilen insanlar aldatılamaz. Buna karşılık dogmatik/dinsel eğitim sisteminde doğası gereği kuşkuya, sorgulamaya, eleştiriye, neden-sonuç ilişkisi kurmaya, analitik düşünceye yer yoktur. Bu sistem kendi aklına güvenemeyen, dolayısıyla kendi kararını veremeyen ve onun bunun peşinden giden, mürit/kul/köle yetiştirir. Bu şekilde eğitilmiş insanlar, okur-yazar olmayan cahillerden daha da tehlikelidir. Cahil insan, bazen aldatılabilse de sonunda, sağduyusuyla çıkış yolu bulabilir. Özellikle genlerinde binlerce yıllık uygarlık birikimi taşıyan, bağrından Yunus gibi, Veysel gibi okur-yazar olmayan bilge insanlar/ filozoflar çıkarmış Türk halkı, her zaman sağduyusuyla doğru yolu bulmuştur. %93’ü cahil olan bu insanlar, yedi düvele karşı ilk ulusal kurtuluş savaşını kazanmıştır. Buna karşılık aklını ipotek ettirmiş insanların, düşünme, algılama, karar verme yetileri körelmiş olduğu için kolaylıkla kullanılabilirler. Bu nedenle bu sistem insanları (ve ülkeleri) sömürmek isteyenlerin tercih ettiği bir sistemdir.

Said-i Nursi’nin Abdülhamit’e kabul ettiremediğini, 1948’de yapılan Marshall yardımı anlaşmasıyla ABD Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirmiş ve 1949’da ilkokullara din dersleri konulmuş, imam-hatip okulları açılmıştır. Kırılma burada başlamıştır. Üniversitelerin bugün geldiği durumun başlangıcı olduğunu söylediğim 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi de, bilindiği gibi bir ABD projesidir. ABD, Müslümanlığı çok takdir ettiği ve Türk halkını çok sevdiği için mi Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklikten vazgeçerek ılımlı İslam devleti olmasını istemektedir? Bunu sorgulayabilmek ve doğru yanıtını bulabilmek için akılcı/bilimsel eğitim almış olmak gerekir.

Sonuç olarak ilköğretimden üniversiteye kadar, uygulamaya konulan bugünkü eğitim sistemini, ülkemizin geleceği açısından çok sakıncalı bulduğumuzu bildirmek isteriz. Ancak, kitle iletişim araçlarının aşırı uyutma girişimlerine, Amerikan tarzı uyuşturucu reklamlara ve dağıtılan sadakalara rağmen engin sağduyusuyla ulusumuzun bu gidişi önleyeceğine inanıyoruz.

===========================================

Teşekkürler değerli meslektaşım Prof. Dr. Süleyman Çelik..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 25.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir