Etiket arşivi: Tayfun ÖZKAYA

TEKNOLOJİ HER ŞEYİ ÇÖZER Mİ?

TEKNOLOJİ HER ŞEYİ ÇÖZER Mİ?

Ölümcül Salgınlarda Endüstriyel Hayvancılık Sisteminin Payı - Prof ...

Tayfun Özkaya
Yurt Gazetesi, 23.5.2020

Dünyada hangi sorunla karşılaşsak teknolojinin bunları çözeceğine inanan hayli köksüz bir inanç var. En saçmalardan başlayalım. Küresel iklim değişikliğini (AS: artık küresel iklim faciası deniyor!) sona erdirmek için karbondioksiti veya sera gazlarını ortadan kaldırma konusunda bazı düşünceler var. Bunlara genel olarak jeomühendislik (geoengineering) deniliyor. Örneğin karbondioksiti okyanuslarda veya monokültür (tek tür) ağaç plantasyonlarında depolamayı düşünüyorlar. Bu işlemlerin insan toplulukları, ekosistem, doğal süreçler, uluslararası barış ve güvenliği konularında çok olumsuz riskleri taşıdığı ve olumsuz etkileri olabileceği düşünülüyor. (1)
Siz de “bu güzel bir fikir olabilir” diyorsanız, belki de bu tarz fikir yürütme hastalığına yakalanmışsınız demektir.
Tarım alanında da bu tarz yaklaşım görülüyor. Örneğin hassas tarımın (precision farming) endüstriyel tarımın yarattığı sorunları çözeceğine dair köksüz düşünceler var. Hassas tarım; coğrafi bilgi sistemleri, küresel konumlama sistemleri (GPS), uzaktan algılama teknolojileri vb. sistemlerle yüklü pahalı tarım makineleri (traktör veya hasat makinesi gibi) kullanarak arazide adeta adım adım değişken girdi uygulamaları yapmaya olanak sağlıyor. Hassas tarıma kökten karşı çıkmak anlamsız olsa da bu gibi teknolojilerin şimdiki uygulamalarında tarım kimyasallarını (sentetik tarım ilaçları ve kimyasal gübreler) sadece bir miktar azaltabileceği, buna karşılık ağır ve pahalı makine ve sistemlere ihtiyaç duyulacağı çok açık. Bu ise sadece büyük şirketlerin tarım yapabileceği, çiftçilerin büyük çoğunluğunun da işçi olarak bunların bir tür kölesi gibi yaşayacağı bir gelişmeye yol açıyor. Hatta köle bile olmak belki daha iyi olabilecek, çünkü önemli bir insan çoğunluğunu düpedüz oyun dışı bırakabilecekleri görülebiliyor. Ancak hassas tarım anlayışını agro-ekolojik tarım sistemi ile birleştirmek de olanaklı. Burada yalnızca hassas tarımın uygulandığı şekliyle durumu değerlendiriyorum. Bunları yazarken kuşkusuz teknoloji düşmanlığı falan yapmıyoruz. Teknoloji sınıflar sisteminden bağımsız olarak gelişen bir olgu değildir. Örneğin yapay zekânın pekâlâ insanların ve doğanın yararına kullanılabileceği açık. Ancak savaşlarda üstünlük sağlamak için veya insanları despotik bir denetim altında tutmak için de kullanılabilir. (2)
Bir de topraksız tarım olayı var. 2080 yılında dünyanın buna ihtiyaç duyacağı söyleniyor. İzmir ve Giresun’un Bulancak İlçesinde Piraziz’de bu konuda yeni projeler yapılıyor. İzmir’deki proje önceki belediye yönetiminden kalmış bir proje imiş.
Türkiye’de daha önce tarım yapılan ve şimdi ekilmeyen 3,5 milyon hektar tarım arazisinin olduğunu biliyoruz. Sanki toprak kalmamış gibi neden topraksız tarım yapılacak. Çevreci olduğu yolundaki iddialar da pek gerçeği yansıtmıyor. Tarım kimyasalları kullanılmaya devam ediliyor. Sezon sonunda kullanılan atık su doğaya bırakılıyor. Tesis için yoğun sermaye ve materyal kullanılıyor.
2080 yılında bu kadar çok nüfusla ve küresel iklim sorunu ile dünyanın yürümeyeceği açık. Küresel iklim değişikliği önlemler alınmaz ise önümüzdeki on yıllarda yaşamı çekilmez duruma getirecek. Aslında şu anda da etkilerini görüyoruz. Teknolojik aldatmalardan başımızı alıp, aptalca tüketimi düşürmek, agro-ekolojik tarıma geçmek, fosil yakıtları kullanmayı bırakmak,

  • demokratik yollardan nüfusu sınırlandırmak hatta düşürmek

gibi önlemleri almak gerekiyor.
Bu ve benzeri olayları açıklamak için İngilizce bir terim var: “Technological fix” . “Teknolojik tamir” diye çevrilebilir (AS: bize göre “teknolojik uyarlama” de denebilir). Bu yaklaşım bütün sorunların (hatta sosyal sorunların) teknolojik çözümleri olduğunu düşünmektir. Örneğin otomobiller istenilmeyen kirlilik yaratıyorsa, kamu taşıma araçlarını ve bisikleti yaygınlaştırmak veya daha az seyahati gerektirecek olanaklar yaratmak yerine otomobillerde teknolojik değişiklik yaparak kirliliği azaltmak yönünde düşünceler geliştirilir. Her sorunu çözmek için buna benzer parlak düşünceler var. Ancak çoğunun içi boş ve sorunların temel çözümlerinin (bir bölümü toplumsal çözümler) gözlerden uzaklaşmasına yol açıyor.
Bir daha yinelemek gerekiyor : Teknoloji düşmanı değiliz. Teknolojinin bir avuç şirketin çıkarları doğrultusunda kullanımına karşıyız. Teknolojik düzeltmelere karşı dikkatli olalım. Her sorunu teknolojik değişikliklerle çözemeyiz.

(1) Jeomühendislik karşıtı bir manifesto birçok kuruluş tarafından imzalanmıştı. Bkz: ETC, Manifesto Against Geoengineering, October 2018 https://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/files/home_manifesto_english_.pdf
(2) Tarımda, elektrik enerjisinde ve bilgisayar yazılımları alanlarında alternatiflerin neler olabileceğinin incelendiği bir çalışma için bkz: Tayfun Özkaya (editör). 2015. Başka Bir Teknoloji Mümkün, Yeni İnsan Yayınevi.

Şirketlerin bile üretmesi yasak olan tohumluklar

Şirketlerin bile üretmesi yasak olan tohumluklar

Tayfun Özkaya
Prof. Dr. Tayfun Özkaya

ozkayatayfun@gmail.com
YURT gazetesi, 16..11.1

Bazı tohumlukları şirketler bile istese üretemiyor. Kısaca yasak. Tohumculuk yasası ve geçenlerde yayınlanan yerel çeşitler hakkındaki yönetmelik bu yasakların kaynağı. Yasak olan tohumluklar köy popülasyonları ve evrimsel ıslah ürünü tohumluklardır. Yasa ve yönetmelikler bu tohumlukların üretilip satılmasına kökten karşı. Tabii çiftçiler isterlerse bu tohumlukları üretebilirler. Üretimde kullanabilirler, takas edebilirler veya hediye edebilirler. Ürünlerini de satabilirler.

Köy popülasyonları, adeta bir tohumluk içinde çok sayıda çeşidin karışık olarak bulunduğu geniş bir biyoçeşitliliğe sahip tohumluklardır. Çok değişik renk ve biçimde ürün karışık olarak üretilmektedir. Bu bir üstünlüktür. Özellikle ekolojik üretim için bu çok büyük bir avantajdır. İşte bu tohumlukları şirketler bile satmak için üretemez.

Evrimsel ıslah ise daha da yüksek düzeyde bir biyoçeşitlilik içerir. 2008 yılında İran’ın Kermanşah ve Semnan illerinde beş çiftçi ICARDA araştırma enstitüsünün sağladığı 1600 değişik arpa tipini karışık olarak arazilerine ekerek evrimsel bitki ıslahı (Evolutionary Plant Breeding-EPB) denilen bir çalışmaya başladılar. (https://www.ileia.org/wp-content/uploads/2017/02/30_1_Agrobiodiversity.pdf)

Bu çalışmayı CENESTA denilen kuruluş Dr. Salvatore Ceccarelli desteği ile başlatmıştı. Tohumlar değişik ülkelerden ve modern ıslah materyalinden oluşmuştu. Bunların arasında arpanın vahşi ataları da bulunmaktaydı. Bu tohumlar kendi aralarında tozlaştılar. Bu evrimsel karışım her yıl değişen koşullara daha iyi uyum göstererek gelişti. Benzer bir çalışma ekmeklik buğday ile de yapıldı. Sonuçlar çok başarılı idi. Çiftçilerden biri şöyle diyordu: “Babam bana “80 yıldır çiftçiyim bu yılki kötü iklim koşulları ve bu çok kötü toprağa rağmen bu kadar iyi bir ürün görmedim” dedi.” Evrimsel bitki ıslahı karışımları yerel ve geliştirilmiş çeşitlerden olumsuz koşullarda daha iyi verim verdiler. Buğdayda verim 2. yılda yerel çeşitlerin iki kat oldu. Geliştirilmiş buğday çeşitlerine göre ise verim daha yüksek oldu, ayrıca böcek öldürücüler ve herbisitler (ot öldürücüler) de gerekmiyordu. Evrimsel popülasyonlar ekolojik üretime çok uygundur.

Tohumculuk kanunu satılabilecek olan tohumlukların çeşit (varyete) olmasını ve bunların “farklı, birörnek ve kararlı” olmalarını öngörmektedir. Farklı olmak, başka çeşitlerden bir veya başka özelliği ile farklı olmaktır. Birörnek olmak ise ürünün hepsinin standart olması, aynı özelliklere sahip olmasıdır. Kararlı olmak ise izleyen yıllarda tohumun aynı özellikleri korumayı sürdürmesidir. Halbuki bu köy popülasyonlarında bu özellikler bulunmamaktadır. Onlarda esas olan biyoçeşitliliktir. Tohum şirketleri çıkarları gereği biyoçeşitliliğe karşılar. Daha doğrusu yüzlerce, hatta binlerce çeşidi veya çeşit bile sayılmayan bu köy popülasyonlarını ve evrimsel ıslah ürünü tohumlukları kârlı olarak üretip pazarlayamazlar. Çok az sayıda çeşidi geniş coğrafyalarda satmayı isterler. Asıl sorunları ise bu tohumluklar üzerinde hibrit tohumluklarda olduğu gibi teknik yönden ve fikri mülkiyet hakları ile yasal açıdan hegemonya kuramamalarıdır.

  • Tohumculuk kanunu bilimsel ve teknolojik gelişmeye set çekmektedir.
  • Biyoçeşitliliğe kökten karşıdır.
  • Halbuki dünya aynı anda ekolojik, ekonomik ve sosyal bir krize doğru gitmektedir.
  • Buna çare, tarım alanında en yüksek düzeyde biyoçeşitliliği ve agro ekolojik tarımı desteklemektir.

Sokak sütü adı verilen çiğ sütün durumu üzerine

Sokak sütü adı verilen çiğ sütün durumu üzerine

Prof. Tayfun  ÖZKAYA

YURT Gazetesi, 17.02.2017

Anayasa tartışmaları arasında konu kaynayıp gidiyor.
Sokak sütü diyerek yıllarca aşağılan çiğ süt satışı yasaklanmayacak ama satışı epeyce zorlaşacak. Aslında sokak sütü diye bir şey olmaz. Çiğ süt vardır.
Böyle denmesinin amacı aşağılamadır. Yoksa süt fabrikaları da aynı sütü satın alıyorlar.
Sadece hastalıklardan ari işletmelerin çiğ süt satmasına yönelik değişiklik “halkın sağlığını” koruma etiketi altında yapılıyor.
Böyle denilince ziraat ve gıda mühendislerinin ve hekimlerin çoğu gözü kapalı değişiklikleri onaylıyor. Çıkarılacak bir genelge ile çiğ sütü ancak hastalıklardan ari işletmeler satabilecek. Çok güzel görünüyor değil mi?
Çiğ süt zararlı olabilir mi? Olur tabii. Çiğ sütte tüberküloz (verem) ve brusella (malta humması) mikropları olabilir. Siz bu sütü iyi kaynatmadan kullanırsanız hasta olma ihtimaliniz vardır. Ancak halkın sağlığını koruyoruz derken bazılarının amacı küçük süt üreticilerinin sütünün satılmasını engelleyerek onları da süt fabrikalarına mecbur bırakmak olabilir.
Asıl amaç ülkedeki hayvanlardan bu iki hastalığı silmek olmalıdır. Bu şimdilik başarılamıyor.
Devletin hastalıklı hayvanları satın alması, bunların ısıl işlem kullanan belirlenmiş et sanayicilerine satılması, aradaki fiyat farklarının devlet tarafından ödenmesi gerekiyor.
Bu işlem yapılıyor ama ciddi bir şekilde yapılamıyor.
Şimdi eğer halkın hastalıklardan korunması amaçlanıyorsa şu husus da düşünülmeli.
Sütünü süt fabrikalarına satan işletmelerde bu hastalıklar yaşamaya devam edecektir.
Bu hayvanların sütü hiç mi çiğ olarak satılmayacaktır veya üreten çiftçiler tarafından kullanılmayacaktır. Bu karar birçok insanın hasta olma olasılığını ortadan kaldırmayacaktır.
Eğer tek bir inek sahibi çiftçinin bile kolayca ve masrafsız olarak ari işletme belgesi alabilmesi sağlanırsa bu kararı şüphesiz destekleyeceğiz.
Ancak bunun gerçekleşmeyeceğinden endişe ediyoruz.
Yıllardır sokak sütü ile mücadele ediyoruz diyen çevrelerin çok önemli bir kısmının asıl amacı büyük süt tekellerine yarar sağlamak idi. Az sayıda inek sahibi olan işletmelerin yok olmasını savunan endüstriyel tarım destekçileri çok yanılıyor (veya yanıltıyor).
Tarım işletmelerinde hayvan beslenmesi agroekolojik tarımın yayılması için çok gereklidir.
Hayvan gübresi tarlalara bahçelere giderken, yan ürünlerin yem olarak kullanılması veya
anızın otlatılması sayesinde hayvan besleme de kolaylaşmakta ve sağlıklı süt, et üretilmesine
yol açmaktadır.
Çiftçi kuruluşları bu konuda neden bir görüş oluşturmuyorlar.
Tarım bakanımız “kesinlikle bir yasak yok” dedi ama böyle giderse sonuç aynı kapıya çıkacaktır.
Uyum için bir yıllık bir süre tanınmış bulunuyor.
Çiğ süt satan işletmelerin ari süt işletmesi belgesini almaları için hemen harekete geçmeleri gerekiyor. Çiftçi kuruluşları da bu belgenin alınmasının kolaylaştırılması için baskı yapmalılar.
===============================================
Dostlar,

Evet, elbette hem halk sağlığını koruyacağız hem de besin endüstrisini.
Bu 2 hedef birbirine engel değil.
İkisi birlikte gerçekleştirilebilir ve doğrusu da budur.
Ne küçük çiftçi büyük sermayeye kurban edilmeli ne de halkın sağlığı ve gıda güvenliği
feda edilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Şubat 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com