Etiket arşivi: Sünnî – Hanefî – Selefî – Vehhabî

ALLAH SAYIN BAŞBAKAN’DAN RÂZI OLSUN


ALLAH SAYIN BAŞBAKAN’DAN RÂZI OLSUN

portresi

Prof. Dr. M. Kerem Doksat

Pek Muhterem Başbakanımız öyle şeyler yapıp, öyle lâflar ediyor ki,
millî dayanışmayı ve bütünlüğü perçinliyor vallahi de billahi de.

Mersin’e toplu açılış törenine katılmak üzere geldiği Adana Havalimanı’nda azıcık bir partili tarafından karşılanınca kısa bir konuştu ve dik durun, diklenmeyin dedi.

Protestolar sırasında sosyal medyada kendisine yönelik yazılara da değinerek,

“Onlar bu ülkenin Başbakan’ına küfür edecek kadar alçaktırlar.”
 dedi.

“Dik dur eğilme, Adana seninle”
 şeklindeki müthiş yaratıcı sloganlar devam ederken,

“Hiç endişeniz olmasın, siz bizimle beraber yürüdüğünüz sürece, milletin rotasında dimdik ayakta duran bir Ak Parti iktidarı vardır. Başbakanınız, Genel Başkanınız olarak bu can bu tende olduğu sürece şunu bilesiniz ki, hiçbir şeyden Allah’ın izniyle yılmaz. Bizim bu dünyada sadece Rabbimize bir can borcumuz var, kimseye değil.” dedi;

Buradaki rabbimize mi yoksa Rab’bimize mi karışık tabii…

Bugüne kadar hep “Gâzi” veya “Gâzi Kemâl” derken, dili sürçtü ve “Atatürk Kültür Merkezi’nin üstünde o paçavralara niye göz yumdunuz?
Asılanlar neydi terörist. İllegal görünen legal örgütler.
Başbakana hakaret içeren paçavralar. Anıt’ta bölücülerin posteriyle Türk bayrağı ve Atatürk’ün posteri yan yana. Niye bunu seyrettiniz?”
 diye sordu.

Bu sefer de Lima sendromu söz konusu galiba.
Yâni yavaş yavaş Atatürk ve arkadaşlarının bu memleketi kurarken kullandıkları zihniyete yaklaşıyor. Aman bu yazıyı O’na göstermeyelim de, haklı olduğuna inandığı yolda “yoldaşlarıyla beraber yürümeye” devam etsin.

RTE_ol_de_olelim

Kalktı, “Onlar milyonlarca tivit atsınlar, bizim bir besmelemiz hepsine yeter.” dedi.
Bence Ayet-el Kürsî de makbuldür.
Hâttâ kutsal amaçlı bir tivitle bütün yandaşlara da
anda iletilebilir…

Eh, sen misin bunu yapan?

İsrail Parlamentosu Knesset’in Başkan Livni, Taksim’deki Gezi eylemcilerine
destek vererek, İbrani radyosunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın düşmesi için dua etti; radyodan canlı verilen duasında,

“Türkiye’deki gösterilerin Erdoğan düşene kadar devam etmesi için dua ediyoruz.
Kendisi İsrail’in düşmanı; O’nunla barışmamıza ve resmî özür sunmamıza rağmen
bize karşı da düşmanca bir tavrı var.”
 dedi.

Eh, acaba Sünnî – Hanefî – Selefî – Vehhabî duası mı tutar yoksa en kadim
İbrahimî dinin mensubununki mi, göreceğiz…

Bunlar bana tıbbiyede okurken kafası karışan Remzi’nin (Remzi, remzî yâni sembolik bir isimdir) hâlini hatırlattı. Gençlik işte, birbirimize “moruk” derdik.
Remzi, kasaba kökenli ve mütedeyyin bir aileden gelen, bir gün Komünistlerle birlikte “fruko taşlamaya” gider (o zamanlarda toplum polislerinin taktığı başlıklar, zamanki Fruko marka şişelere benzerdi de), o Cuma da öğle namazına iştirak ederdi.

Sonunda tereddüdünü şöyle aşmıştı: Bana geldi, “Moruk, bugün Allah’ın olmadığını anladım.” dedi.

Tir tir titriyordu, tam bir heyecan ve helecan içindeydi.
“Anlat baklayım moruk.” dedim.

Bak moruk, bugün Cuma’ya gittim ve şu anda gördüğünden çok daha perişan bir hâlde, ağlayarak yakardım: Allah’ım, eğer sen varsan, şu câminin ışıkları bir an için sönsün dedim ama hiçbir şey olmadı.
Anladım ki Allah yok”
!

Bir yandan da ne diyeceğim diye bana bakıyor…

Moruk” dedim, “ya senin kadar hulus içinde bir başka kararsız ‘Allah’ım, eğer sen varsan, bu câminin ışıkları sakın sönmesin’ diye dua ediyorsa, Allah ne yapsın”?

Senle konuşulmaz moruk” diye homurdanarak ve posbıyıkları altından da gülümseyerek uzaklaştı.

Sonra bir uyanık çıktı ki sormayın gitsin.

Benden 5 TL borç aldı albüm çıkaracağım diye, neredeyse yarım asır geçti,
hâlâ ödeyecek.
Bunu yasal faizden tahsil etsem yedi ceddim rahata erer ama ben ona kıyamam.
Bilmem kaç tane by pass olmuş, çocukları var…

12 Eylül faşizminin dayattığı mecburî hizmetten yırttı.

Nasıl mı?

Kalktı, Öğrenci İşleri’ndeki bir hatunu tavladı, zaten hazır bekleyen diplomayı yürüttüler ve bizler paşa paşa iki sene giderken, o ihtisas yaptı.
Arada karşılaştığımızda, o zamanki Adana Numune Hastanesi’ndeki karanlık dehlizlere dalarak ortadan kayboluyordu.

Bu anlattıklarımdaki şeyler tamamen hayal mahsulü olup,
gerçek hayattaki benzerlikler tamamen “Jung’ien” mânidar tesadüflerdir.

***

Malum, yarım buçuk kan İzmirliyim.
İzmir, Atatürk’ün “ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” dediği şehirdir.
Ticari ve ekonomik rüzgârlara da kolay adapte olur İzmirliler.

Mesela Demokrat Parti döneminde silme liberal olmuşlardır.
Hâlâ da Liberal İzmirliler” diye bir e-grubunda hararetle tartışıyorlardı.
Beni de üye yapmışlardı, sessiz sedasız ayrıldım çünkü liberal değildim.
Ama şimdi İzmirliler yekpare oldular, hepsi tek hedefe kilitlendi ve ayrı gayrı kalmadı.
Hepsi dua ediyorlar.

***

Demin kızım Ayşe Cânan aradı, o’nun şöyle bir öz ve soygeçmişi var:
Annesinin babası İstanbullu ve asil bir ailedendir ama Kıbrıs’a göçüp, mücahit hareketine de katılmıştır. Annesinin annesi de Kıbrıslı asil bir ailedendir, o da mücahit hareketine katılmıştır. Ne zaman ki evlenmişler, ancak o zaman Rahmetli Rauf Denktaş
sırrı açıklamış ve ağlayarak birbirlerine sarılmışlardır.
Orası böyle kurtulmuştu!

Neyse, bu gece uçakalanından gelecek (orada öyle derler) ama bana şunu anlattı:

“Babacığım, buradaki yaşlılar, yâni eski soykırım günlerini hatırlayacak kadar yaşlı olanlar çok korkuyorlar. Buna mukabil, birkaç sene öncesine kadar Türkiye’den kopan ve âdeta yabancılaşan bütün gençler şimdi ‘gitsin, biz Türkleri rahat bıraksın’ diye haykırıyorlar” dedi.

Yâni şimdi, Sayın Başbakan sayesinde, KKTC ile T.C. de tekrar kaynaşmakta.

Dualara bir de Kıbrıslılarınki eklendi.

ABD’liler dua ediyor, AB’liler dua ediyor.

Faiz lobisi, münafık içki lobisi, FED Bankası lobby’si dua ediyor.

Eh, sonsuz adaleti olan Yüce Allah herhâlde demokratik bir tercih yaparak,
çoğunluğun talebini tercih eder, bilemem!

Haddimi aşmayayım…

***

Bu arada, her iki Facebook hesabımı da birileri gözden geçirdi;
birisi Ankara’dan. Öbürü ABD’denmiş, öyle ihbar aldım.
İlâhî mi yoksa, merkezî mi bilemiyorum.
Zâten bunlar acayip karışmış vaziyette.

***

Şimdi Oğuz kardeşimden bir fıkra geldi:

Bir gün Hz. Ali’nin taraftarlarının yoğun olduğu Küfe’den biri devesiyle Şam’a gelmiş, dolaşırken biri yanaşmış:

-Ver o dişi deveyi bana!

Tartışma büyümüş, Küfeli: “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir.” demişse de anlaşamamışlar, iş Muaviye’ye yansımış.
Halk meydanda toplanmış, Muaviye, Küfeli ile Şam’a da, deveye sâhip çıkanı dinledikten sonra, kararını açıklamış:

-Bu dişi deve Şamlı’nındır!

Sonra toplananlara dönmüş:

-Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?

Hep birlikte bağırmışlar:

-Şamlı’nındır!

Küfeli şaşkın şaşkın, giden devesinin ardından bakakalırken Muaviye,
Küfeli’yi yanına çağırmış:

-Ey Küfeli, dinle!
Sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir.
Ama sen Küfe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki:

-Ey Ali, Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen
10 bin adamı var!
Ayağını denk al!

***

Sözlerime son verirken, size çok kısa bir fıkra anlatacağım.

Bir daha anlatayım mı?

Bir daha anlatayım mı?

Bir daha anlatayım mı?

Gerek yok…

Bülent Arınç Beyefendi’yi dinleyin yeter.

Gülmekten ölebilirsiniz.

Onun için önce dua edin!
(23.6.13)