Dostlar,
Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN Filistin sorunu, Arap – İsrail çatışmaları... son olarak Gazze’de yaşanan insanlık dramı.. hakkında çooook kapsamlı ama tarihsel ibretlerle dolu bir yazı kaleme almış. Ayrıntılı bir derleme..
Uzunluğuna katlanıp (7 A4 sayfası) baştan sona okunmasını salık veriyoruz.
Yazının pdf biçimi için : Gaz_Gaza_ve_Gazze_22.7.14
Teşekkürler Sn. Ercan..
Sevgi ve saygıyla
22.7.2014, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
==========================================
Gaz; Gaza ve Gazze (arşivden)
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
4 yıl önce bu zamanlar İsrail-Filistin sorununda Türkiye’de yaratılmak istenen gerginlik ortamı karşısında itidalli davranmamız ve Araplarla İsrail arasında taraf tutmamamız gerektiğine işaret eden bir makale yazmıştım.. Aradan geçen zaman içinde değerlendirmelerim değişmedi.. Yazıyı aşağıya alıyorum.. Sevgilerimle. æ
22.7.14, Ankara
———————–
İSRAİL-FİLİSTİN ARASINDA İŞİMİZ NE?
Son zamanlarda Gazze’de yaşanan dramatik olaylardan sonra sık sık gündeme gelen Arap-İsrail sorunu konusunda çok şey söylenebilir… Öncelikle İsrail’in Filistin halkına karşı davranışlarını asla onaylamadığımı belirteyim.. Ancak bu konuda, Türkiye olarak siyasal ortamda yan tutmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bu vesile ile genel tarih bilgilerimizi paylaşmak bakımından akla gelen kimi noktalara dikkat çekmek isterim:
1. Filistinliler/Araplar* ve Yahudiler, kendi tarihlerine göre, Ur[fa]dan çıkıp Kenan vadisine dek gidip yerleşen İbrahim peygamberin [hani 99 yaşında çocuk sahibi olan, putları kıran, kurbanı ve sünneti ilk başlatan?] iki ayrı eşinden olan iki oğlunun soyundan, yani İsmail oğulları ve İzhak oğullarından gelen, aynı soydan kan kardeşi kavimlerdir…
Dinleri, inançları, [aslında biri öbürünün devamı olmakla birlikte] farklı sayılmaktadır: Musevilik ve Müslümanlık… Sözde kendilerine Tanrı tarafından vaad edilen [arz-ı mev’ud] ve sınırları Fırat’tan Nil’e dek uzanan toprakların kavgasını bu analık çocukları 2300 yıldan beri sürdürüyorlar.. [İsrail bayrağındaki iki mavi çizgi, Fırat ve Nil ırmaklarını temsil eder!] yani iki kardeş kabile arasındaki 2300 yıllık bir davaya dışarıdan karışmak gibi bir şey bizdeki işgüzarlık …
2. Zaman geldi, Türk kavimleri de ardı ardına Müslüman oldular; oldular ama nasıl? Arapların uyguladıkları soykırım ve MS 700-800 arasında 5 kuşak süren kanlı cinayetler, talanlar ve savaşlar sonrası artık yaşamda kalabilmek için çaresizlikten [assimile] Müslüman olan Türkler, Müslümanlığı kabul ettikten sonra bile Araplar tarafından hiçbir zaman eşit kabul edilmediler. 2. sınıf insan (malawi) olarak aşağılandılar. Talanlarda tutsak alınan Türk kızları Arap erkeklerine eğlencelik cariye, oğlanlar da köle olarak hizmet ettirildiler.. [Zaten İslam’da eşitlik söz konusu değildir.. Müslümanla Müslüman olmayan eşit değildir.. Müslüman olanlardan Arap olanlarla Arap olmayanlar eşit değildir.. Arap olanlardan Kureyş kabilesinden olanlarla olmayanlar eşit değildir.. Kadınlarla erkekler eşit değildir.. vs.]
Sonuçta, 900’lü yıllarda artık bütün Türkler kılıç zoruyla da olsa Müslümanlaştırılmıştı. Hazar Türklerinin bir bölümü de Musevi dinine geçmişlerdi.. Yani bizler 11 yüzyıldan beri Müslümanız.
3. Ama zamanla çok şey değişti.. Mazlum Türk köleler Arap efendilerine karşı Mısır’da egemenliği ele geçirdiler [Kölemenler devleti.. hala Mısır’ın yöneticileri bunların torunlarıdır. Esmerleşmiş derilerine karşın Asyalı yüzleri tanır gibi olursunuz. Mısır ordusunda hala kullanılan kimi terimler öz Türkçedir…] Horasan’dan kaçan ve sonradan Anadolu’daki “can dostlarıyla” kaynaşıp, dünyaya örnek bir yaşam felsefesi geliştirecek olan Alevi Türkmenler (Kızılbaşlar) kuzey Anadolu yaylaları boyunca Kars-Erzurum-Erzincan-Sivas-
Ve büyüyen bu yeni imparatorlukta İzhak ve İsmail oğulları yani Yahudiler ve Araplar tebaa durumuna düştüler.. [900-1200 yılları arasında Asya’dan Anadolu’ya 5-10 bin kişilik kümeler olarak ardı ardına göç edip gelen Türkmen atalarımızın toplam nüfusu 100-150 bin dolayında kestiriliyor. Yine o zamanlarda Hititlerden bu yana Anadolu’da yaşayan (Türkmen olmayan öbür kavimlerin karışımı) Atalarımızın nüfusu da ~ 1 milyon dolayındaydı. Başlangıçta tebaası oldukları Selçuk devletinin dili olan Farsça’yı hala konuşan bu Türkmenler, Anadolu’da yeniden öz kimliklerini buldular ve Karamanlı Mehmet Bey zamanında tekrar kendi öz dillerine, Türkçe’ye döndüler..]
4. Anadolu eksenli bir Türk devleti olarak Osmanlı devleti, özellikle 1453’te İstanbul’un fethinden sonra, Doğu Roma İmparatorluğu’nun yerine yeni bir güç olarak Dünya sahnesinde yer alınca, Batıda kilise [Vatikan] ve güneyde de [Emevi] Araplar tarafından bir tehdit olarak algılanmaya başladı… Osmanlı’nın kurucu gücü olan Sünni Türkmenleri, Anadolu’daki Türkmen-Aleviler üzerine baskı ve tedhiş uygulamaya yönelten saray politikalarının arkasında Osmanlı sarayındaki “İslami danışman” Araplar vardı.. [Aynen şimdi Ankara’da cirit atan AB ve IMF uzmanları gibi] ..
Hatta bunlar Anadolu’da gerginliği artırmak için Alevi Türkmenlerin nefret ettiği Yezid’in adını bir şehzadeye verdirmeyi başarmışlardı.. [Doğrudan Yezid adını koyduramadılarsa da Yezid’in babası anlamında Aba-yezid = Bayezid adı verildi iki şehzadeye]
Vatikan’ın rejisörlüğündeki siyasal manevralarla Osmanlı askeri gücü doğuya yönlendirildi 1514 Çaldıran [ Çıldıran!] savaşında iki Türk ordusu birbirini kırdı, tüketti.. Yavuz Mısır’a yöneldi, Halifeliği ele geçirdi.. (AS: 1517, Mısır’da Ridaniye seferi) Hesapta olmayan bir şeydi bu Araplar için.. Özellikle Araplar bu durumu içlerine hiç sindiremediler.. Boynuz kulağı geçmişti.. Hele hele bir Osmanlı İmparatoru tüm İslam dünyasının lideri “Halife” olunca…
5. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u götürdükten sonra (fethetttikten sonra)
Kuran-İncil-Tevrat birleşimi tek bir kitap yazılması konusunda bir irade göstermiş(!?) ama her nedense bu arzusu gerçekleşmemiş ve başlangıçta dinsel bağnazlığı olmayan Osmanlı devleti, Arap etkisiyle git gide İslam şeriatının derin çukuruna yuvarlanmıştır.. Bilime arkasını dönen, dünyadaki teknolojik gelişmeleri ıskalayan Osmanlının av olması kaçınılmazdı; nitekim, artık ok-yay dönemindeki kazanımları, yaşamını sürdürebilmesi için yeterli olmamaya başlamış ve bir zamanların avcısı Osmanlı devleti, yeni saldırgan emperyalistlerin avı olmaktan kurtulamamıştır…
[Yani şimdi çok mu farklı?.. Fizik-Kimya-Biyoloji gibi fen derslerinin seçmeli,
ama din dersinin zorunlu olduğu bir eğitim sisteminden yetişen gençlik ile çağı
yakalaması olanaksız olan Türkiye Cumhuriyeti de aynı durumdadır..]
İşte öykünün burasında 1. Dünya Savaşı sonrası Güneye bakalım..
1918’de Osmanlıyı parçalamak için dört bir yandan saldıran emperyalist güçlerin başında gelen İngiltere’ye karşı Filistin cephesinde savaşan
Türk ordularını, aynen doğu cephesinde Ermenilerin yaptıkları gibi,
Filistinli Araplar da düşmanla birlik olup arkadan vurmuşlardı..
Bunlara şimdi “din kardeşliği” edebiyatı ile bu denli çok yakınlık duyanlar, bunca yana yakıla Filistin yandaşı olanlar aynı duyarlığı, aynı tepkiyi
ne Irak’taki Türkmenlerin, ne Karabağ’daki Azeri kardeşlerimizin,
ne de Doğu Türkistan’daki Uygur soydaşlarımızın uğradıkları zulümlere karşı gösterdiler.. Şimdi bu Filistin sempatizanlarına sormak gerekir:
1918’de DİN KARDEŞİ DEĞİL MİYDİ ?
* BİZİM MİLLİ DAVAMIZ OLAN KIBRIS KONUSUNDA
ARAPLAR KİMDEN YANA OLDU ?
“OSMANLI DEVLETİNİN BÜTÜN DIŞ BORÇLARININ SİLİNMESİNE KARŞILIK (BUGÜNKÜ İSRAiL TORPAKLARININ) OSMANLI DEVLETİNE BAĞLI KALMAK KOŞULUYLA, YAHUDİLERE BIRAKILMASI” ÖNERİSİNİ, SULTAN 2. ABDÜLHAMİD KABUL ETMEMİŞTİ.. KEŞKE, DİYOR İNSAN, KEŞKE KABUL ETSEYDİ DE, GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ O BORÇLARI ÖDEMEK ZORUNDA KALMADAN DEVRİMLERİ BÜYÜK BİR HIZLA GERÇEKLEŞTİREBİLSEYDİ ve CUMHURİYET’in EKONOMİK TEMELLERİ DAHA SAĞLAM ATILABİLSEYDİ… TOPRAK REFORMU RAHATLIKLA YAPILABİLİR, EĞİTİMDE VE SANAYİDE DAHA GÜÇLÜ ATILIMLAR YAPILABİLİRDİ.. GENÇ CUMHURİYET KURULUŞ YILLARINDA BİN BİR ZORLUKLA, GELİŞMESİNDEN, KALKINMASINDAN ÖDÜN VEREREK ÖDEDİĞİ BU BORÇLARI ÜSTLENMEMİŞ OLSAYDI; ŞİMDİKİ DURUMUMUZ KESİNLİKLE ÇOK FARKLI OLACAKTI. NE EKONOMİK SORUNLAR ve NE DE BÖLÜCÜLÜK / GERİCİLİK.. SONUÇTA NE OLDU YANİ? İSRAİL DEVLETİ SÖKE SÖKE YİNE KURULDU.. HEM DE İSTEDİĞİNDEN ÇOK DAHA BÜYÜK BİR TOPRAK PARÇASI ÜZERİNDE VE BİZ YİNE BORÇ İÇİNDEYİZ.
(AS: 2014 ortasında toplam borç 718 milyar $! AKP-RTE iktidara geldiğinde, 14 Kasım 2002’de T.C.’nin toplam borcu 221 milyar $ idi.. AKP-RTE 11,5 yılda 80 yıllık borç birikimini 3 ile çarptı.. Ulusal gelirin 230 milyar $’den 820 milyar $’a çıkarıldığını AKP-RTE hep söylüyor.. 500 milyar $’ı borç; 11,5 yılda 100 milyar $ ulusal gelir artışı.. Ehh gerçek başarım performans bu her halde??)
- Üzeyir Garih : “Şunu bilin lütfen, ben Türkiye’de yaşayan bir Yahudi değilim,
ben dini Musevilik olan bir Türk’üm.“(AS: İşte bütünleşme – integrasyon bu.. Bu assimilasyon değil, kaynaşıp bütünleşme üzerinden ULUSLAŞMA.. Anadolu’daki tüm etnisitelerden beklentimiz bu!)
***