Dostlar,
Ülkemizin önce gelen aydınlarından Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy‘un,
her yazısında olduğu gibi çok öğretici, düşündürücü bir başka yazısını
paylaşmak istiyoruz..
Arşivde bir süre tuttuk fakat hala güncel!
Sevgi ve saygıyla
26.3.2014, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
======================================
KOSKOSİK MEMLEKETİ
Prof. Dr. Ali Demirsoy
Doğduğum kasabada, yasal ya da ahlaki olmayan işler yapanların, birilerinin hakkına göz göre göre tecavüz edenlerin, yeteneksiz, ahlaksız, bilgisiz, saldırgan ve çıkarcıların meydanlara çıkıp şarlatanlık yaptığında ya da güç gösterisine kalkışmaları sırasında hatta haksız yapılan işlere duyarsız kalındığında, düşmüşün yanında kimsenin olmadığı zamanlarda, kasabanın saygın, düzgün, kendine güveni olan, zalimin karşısında durmayı erdem bilen ve doğru için
her zaman dimdik duran bazı insanlar müdahale ederlerdi ve söze de “burası koskosik memleketi mi?” diye başlarlardı. Saldırganlar ve çirkefler eylemlerini sürdürmeye kalkışınca da “buraya bak burası Dıralor’un Köy ortası değil” kendine gel derlerdi. Bu iki sözcük kasabam Kemaliye (Eğin)’de çok kullanılırdı.
Çocukluğumda bir gün yine köy ortasında biraz da içmiş bir komşumuz bağırıp çağırırken, ona buna hakaret ederken, sırıklar üzerinde oturan, çakma değil gerçekten akil insanlar olarak bilinen bazı köylülerimiz meydana inip saldırganın yakasını tutarak “buraya bak, burası Koskosik Memleketi, bu meydan da Dırodor’un Köy Ortası değil” kendine gel yoksa haddini biz bildiririz dediler. Benzer durumlarda saldırganlar çoğunluk sus pus olurlardı. O gün eve gelince babama sordum: “Baba Koskosik Memleketi ve Dıralor’un Köy Ortası’ ne demektir”. Oğlum ilk olarak ikincisini söyleyeyim. Ben gitmedim; ama Dıralor Egin’in bir köyüdür; yeni ismi Avcılar imiş[1]. Doğrudur ya da yanlıştır bilemem; ancak bu köyde, her türlü rezilliği yapan birisi varsa ve bu kişi meydana çıkıp sağa sola saldırıp, hakaret edip, kopuk ya da külhanbeyi gibi davranıp eziyet yaptığında, köydeki insanlar pencerelerin arkasındaki parmaklıklardan sadece seyir ederlermiş. Eğer doğruysa ahlaksızların, saldırganların, seviyesizlerin, hırsızların, külhanbeylerinin elini kolunu sallayarak gezdiği meydanı olan bir köymüş. Bu yakıştırma hep söylenegelmiştir; biz de böyle söyleriz.
“Koskosik Memleketi nedir?” sorusuna gelince; doğrusu ben de bu memleketi merak edip senin dedene yani benim babama sormuştum. Deden çok bilgili ve ilginç bir insandı. Beni bir taşın başına oturtturdu ve kendisi de karşıma oturarak Koskosik Memleketini anlatmaya başladı:
Oğlum ne yazık ki bu memleketin nerede olduğunu sana söyleyemeyeceğim. Çünkü babamın söylediğine göre bu memlekette yaşananlar o memleketin sonunu hazırlamış ve tarih sahnesinden yitip gitmişler. Büyük bir ülkeymiş, tarih sahnesinde önemli izler bırakmışlar, her memleket gibi
iyi ve kötü günleri olmuş; ancak yine de zorlukları aşmışlar. Ancak nitelikleri birbirine benzeyen birbirini izleyen idarecilerin hüküm sürdüğü bir dönem gelmiş ve memleket, Dıralor’un köy ortasına dönmüş. Ondan sonra bu memleketten hiç haber alınamamış ya yok olmuş ya da kimliğini yitirerek başka bir şeye dönüşmüş. Kusura bakma oğlum, daha fazlasını bilmiyorum. O arada babama kahve getiren yaşlı bir kadın komşumuz, söze karışarak: O ülkenin üç tarafı denizlerle dört tarafı da hainlerle çevriliymiş oğul, dedi.
– Pekâlâ, baba bu memlekette ne olmuş da bu koca memleket yıkılıp gitmiş?
– Doğrusu o ülkenin tarihçileri, yazarları, çizerleri, düşünürleri ve bilim adamları, durumu yansız bir gözle değerlendiremedikleri için hatta hiçbir şey yazmadıkları ya da yazamadıkları için yazdıkları ise gerçeği belli ki yansıtmadığı için neler olup bittiğini tam bilemiyoruz. Ancak kulaktan kulağa nakledilen bir anlatım var. Ben ancak onları sana iletmekle yetinebilirim. Benden bu kadar…
Bu memleketin ahalisinin bir kısmı çok uzaklardan gelmiş, kendine özgü bir dili, bir zamanlar da kendine özgü bir inancı varmış; yolda gelirken inançlarını, daha sonra –uzunca bir süre- dillerini değiştirmişler. Aslında büyük bir halkın bir kısmını oluşturuyorlarmış; akrabaları hala uzaklarda bir yerlerde yaşamaya devam ediyormuş. Yolda ilk olarak inançlarını değiştirmeleri; daha sonra hükümdarlarının kısır görüşleri nedeniyle uzun yıllar dillerinin komşu ülkelerin dilleriyle karıştırılarak yeni bir ucube dil yaratılmasıyla ve o dilin, halk tarafından değil de, sadece yönetici takımı ile merkezdeki imtiyazlı kişilerin kullanması sonucu, büyük ölçüde kimlik aşınmasına uğramışlar. Halk ise geldiği günlerdeki dili ve adetleri ile yetinmiş; hiçbir devlet eli uzanmadığı için sosyal gelişmelere ayak uyduramamış; hatta yüzlerce yıl süregelen baskılar nedeniyle köreltildikçe köreltilmiş.
Yeni gelen bu topluluk başlangıçta hızla yayılmış; çünkü çevre ülkeler bağnazlık ve din baskısı altında inim inim inliyormuş. Yeni gelenlerin kurduğu bu devletin gelirlerinin önemli bir kısmı ganimetlerden elde ediliyormuş. Sonunda çevre ülkelerinde bir kıpırdanma başlamış; din bağnazlığını üstlerinden atarak aydınlığa doğru koşmaya başlamışlar; Koskosik Memleketinin yöneticileri
eski berbere tıraş olmaya devam etmişler; dogmanın batağına saplandıkça saplanmışlar. Sonunda parçalanma kaçınılmaz olmuş.
Bu parçaların biri, tarihin en önemli kişilerinden birinin bu ülkede yaşaması nedeniyle önemli bir şansı yakalamış, uygarlığa giden taşlar bu kişinin ve yanındaki bir grup kişinin çabaları ile döşenmeye başlanmış. Ait olduğu dinde ve ait olduğu ırkta bu olanağı yakalayan tek ülke bu olmuş. Dünyanın hayranlığını ve beğenisini kazanmış.
Sonunda belirli dış dayatmalar ile bu ülkenin yöneticileri belirli kararları almaya başlamışlar. İpler, ezeli düşmanlarının eline verilmiş. Tutucu çevreye ve dogmaya karşı büyük emeklerle elde edilen birçok kazanım, din adına, ırk adına, gelenek adına törpülenmeye başlamış ve sıcak suda yavaş yavaş haşlanan kurbağa örneği, bu olumsuz değişimi pek az adam anlamışsa da; onların sesi bu şarlatan kalabalığın içinde kaybolup gitmiş. Memleket, coğrafik bakımdan çok önemli bir yerde bulunması, ulaşım yolları üzerinde yer alması, doğal zenginliklere sahip bölgelerin yakınında olması, iklimsel yapısının birçok şeyi üretebilir olması ve son zamanlarda gelen yöneticilerin işbirliği adı altında yönlendirilmeye çok yatkın olması nedeniyle -uluslararası arenada- önemli bir memleket konumunda tutulmaya devam edilmiş. Dünyanın jandarmalığına soyunan bir ülkenin
yer altı zenginlikleri fazla olan mazlum ülkelerin burunlarını kırmasında önemli roller almış. Halbuki kurucuları dünyaya ve özellikle mazlum milletlere örnek ve umut olmuştu.
Seçilen yöneticileri, üst düzey bürokratları, askerleri ve daha doğrusu yetkiyi elinde bulunduran idare sisteminin önemli bir kısmı, dünya jandarmalığına soyunmuş ülkelerin tezgâhından geçirilmiş. Seçime girecek yöneticileri çağrılarak köşesi olmayan odalarda kulağına bir şeyler fısıldanmış; dışişleri bakanları
bu ülkenin komutanları ile gizli sözleşmeler yapmış; iç kargaşalığa neden olan insanlarla “böyle bir şeyin yapılmasının şerefsizlik olduğu söylense de”
gizli gizli görüşmeler yapılmış.
Üniversitelerindeki bilim adamlarına dilleri yutturulmuş; yargı yeniden düzenleniyor safsatası ile yandaş bir kesim getirilmiş ve halkın hukuka-yargıya
hiç mi hiç güveni kalmamış; büyük emekler verdiği ve onlar için büyük harcamalar yaptığı ordusunun subayları sadece topuk selamı vermeyle gün geçirmeye başlamış. Büyük katkıları olan kahraman subayları şu ya da bu nedenle tutuklanmış, inanılmaz cezalarla “bir devrin öcü” alınmaya çalışılmış. Dünyaca tanınmış bilim adamları, yazar, çizer, gazeteci, mesnetsiz suçlamalar ile içeri atılmış büyük cezalar almış. Çağ dışı giyim kuşam, demokrasi adı altında yeniden devreye sokulmuş; birlik ve beraberliği pekiştirecek ant, bayrak, fotoğraflar ortadan kaldırılmaya; ülkeyi yeni bir kimlikle kuran tarihi kişiler en galiz ve çirkin biçimde suçlanmaya ve hakaret edilmeye başlanmış. Bütün bunlara karşı koyacak yasal güçler (muhalefet partileri), özellikle milliyetçiliği kimseye bırakmayan partileri, bu tezgâhın en zor anlarında stepne olmayı görev bilmişler. Yeni devleti yani cumhuriyeti kuran parti ise, kurucusunun adını arkaya alarak yoluna devam etmeyi yeğlemiş; ulu önderinin fikirleri üzerine bir nebze bir şey koyamamış.
Yolsuzluk söylentileri; hısım akrabaya, oğul uşağa ve yandaşlara memleketin olanaklarının peş keş çekilme söylentileri, Koskosik Memleketinin yöneticilerinin alışılagelmiş ve yadırganmayan sıfatları olmuş. Devleti yönetenlerin her zaman bir gizli ajandası olmuş. Halkı din ve bedava besleme hırızması ile istedikleri yere çekip götürmeyi başarılı devlet yönetimi sanmışlar.
Düşünen ya da düşünmeyen herkesin ortak korkusu, düşüncesi, -doğru ya da yanlış- bu ülkenin iplerinin başka bir ülkenin elinde olduğudur. Bu düşünce, halkın, yöneticilerine ve özellikle bizzat halkın kendine olan güvenin yitirilmesine neden olmuştur.
Bütün bunları anında görecek ve halka ulaştıracak basın ve yayın organları zafiyetleri nedeniyle satılmış, korkutulmuş, ele geçirilmiş olarak birilerinin borazanı olmuş. Halkın dördüncü güç olarak bilinen basına hiç güveni kalmamış.
Adına ne derseniz deyin, hangi sıfatı eklerseniz ekleyin, gerçekleri görüp düşüncesini açıklamak görevi de olan bilim adamı, gazetecisi, yöneticisi, muhalefeti, partilisi partisizi, dindarı ve dinsizi, yargısı, hukuku, kolluk güçleri, ordusu ve bu ülkede yaşayıp da bu ülkenin kimliğini ret edenleri belli ki bir ihanet topu haline dönüşerek bir kuyuya düştükleri söyleniyor. İşte bu nedenle
kimse onların yerini bilmiyor olmalı.
– Baba! Ben çok korkuyorum ya bizim memleket de Koskosik Memleketi gibi olursa?
– Yok oğlum yok! Onların Atatürk’ü hiç olmadı; bu nedenle sonunda doğru yolu bulamadılar. Atatürk’ün çizdiği yolda yürüyenlerin kökleri bilim ile beslenir. Kesilseler bile yepyeni ve yeniden gür olarak yeniden filizlenebilirler.
Çünkü onlar uygarlığın, bilimin çocuklarıdır.
Hâlbuki Koskosik Memleketinin halkı, dogmanın, yalanın dolanın, hukuksuzluğun, talanın ve kısır çekişmelerin arasında ezilip gittiler. Gelişmeyi bina, köprü, yol bildiler. Düşünenleri ezdiler; düşünmenin yollarını sıkı sıkıya sarıldıkları dogma ile önleyerek, dünyayı sadece kutsal kitaptan ibaret sanan ve tek amaçları kazanmak olan, duyarsız, ilgisiz, bilgisiz bir nesil yetiştirdiler.
Sonunda sırtlarını dayadıkları akbabalar tarafından didiklendiler.
– Baba! Ya benzerini biz de yaşarsak!!!
– Unutma! Çok kişi bir hedefe ulaşmanın, kazanmanın ya da başarıya ulaşmanın yolunun tanktan, toptan, paradan, kolluk güçlerini avucunun içine almadan geçtiğini sanır. Kısa vadede başarılı olsalar bile er ya da geç değişimin kurallarını içine sindirmiş topluluklar ya da kesimler tarafından etkisiz hale getirilirler. Bunun panzehiri aydınlanma ve aydınlatmadır. En ucuz aydınlatma, mücadele ve başarıya ulaşma beş paralık bir kurşun kalemden geçer. O zaman sana vasiyetim olsun. Bizim ülkemiz de eğer böyle bir duruma düşerse, kalemini elinden bırakma!
Bu nedenle kalem hep elimde…
**********************
Değerli Kardeşim
Belki bir kısmınız “yazar ve çizerlerin, doğruyu söylemeye kalkışanların ötelendiği bir ülkede” birilerinin ve bu bağlamda benim, elimizden geldiği kadar kalemi elden bırakmamada ısrarlı olduğunu merak etmiş olabilir. Bu, yetişme tarzından, ülkesine bağlılığından ve en önemlisi mesleği gereği bulunduğu toplumu aydınlatma çabasından ileri gelebilir.
Bir ülkede ve bir köyde yaşandığı dilden dile anlatılan bir öykünün
benzeri yaşanıyor mu diye merak etmiştim. Sizinle de paylaşmak istedim. Bakarsınız bu önemli hafta içinde bu öyküye ayıracak zamanınız olur.
Prof. Dr. Ali Demirsoy
Sevgilerle, 17.10.2013