Etiket arşivi: Çanakkale Savaşı

Türker ERTÜRK : MUAVENET


MUAVENET…

Turker_Erturk_E._Amiral

 

 

Türker ERTÜRK

BUNDAN TAM 21 YIL ÖNCE 2 EKİM 1992’DE EGE’DE BİR NATO TATBİKATI SIRASINDA MUAVENET MUHRİBİMİZ ABD’YE AİT SARATOGA UÇAK GEMİSİ TARAFINDAN VURULUR VE BEŞ ŞEHİT VERİRİZ.BU OLAYIN İÇ YÜZÜNÜ ANLATTIĞIM GEÇEN YILKİ KÖŞE YAZIMI…
İSTEK NEDENİYLE TEKRAR YAYINLIYORUM. ŞEHİTLERİMİZİN RUHU
ŞAD OLSUN.

SAYGILAR
Muavenet-i Milliye Osmanlı Donanması’nda 1910-1923 yılları arasında hizmet etmiş olan 74 metre boyunda ve 765 ton ağırlığında bir torpidobottur. Çanakkale Savaşı esnasında 13 Mayıs 1915’de İngiliz Kraliyet Donanması’nın 120 metre boyunda ve 13.160 ton ağırlığında olan HMS Goliath’ı Morto koyunda torpilleyerek batırması ile ünlüdür.Muavenet yardım, Muavenet-i Milliye ise Milli veya Ulusal yardım anlamına gelmektedir. Osmanlı Donanması’nın güçlendirilmesi için parasal destek sağlanması amacıyla İstanbullu 28 işadamının öncülüğünde kurulan ve faaliyetlerini tüm yurda yayan “Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye cemiyeti“ halktan topladığı yardım paraları ile aldığı ilk gemiye Muavenet-i Milliye ismi vermiştir.Türk Deniz Kuvvetleri’nde daha sonra envantere giren üç gemiye daha bu ilk geminin yarattığı ün nedeniyle Muavenet ismi verilmiştir. İkinci Muavenet 1939’da İngiltere’de yaptırılır fakat II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle İngiltere gemiyi alıkoyar ve savaştaHMS Inconstant adıyla gemiyi kullanır ve savaş sonrasında Türkiye’ye verir. İkinci Muavenet 1946-1960 arasında Türk Deniz Kuvvetleri’nde hizmet verir ve sonrasında hurdaya ayrılır.

Üçüncü Muavenet 1942’de Amerika’da inşa edilir, USS Gwin adıyla ABD Deniz Kuvvetleri’nde görev yapar ve 15 Ağustos 1971’deTürkiye tarafından satın alınır. Üçüncü Muavenet 1992’de ABD uçak gemisi Saratoga tarafından vurulur aynı yıl hurdaya ayrılır.

Dördüncü Muavenet 1972’de Amerika’da inşa edilerek denize indirilir,
USS Capodanno adıyla ABD Deniz Kuvvetleri’nde görev yapar ve 1993’de Türkiye’ye verilir. Bu gemi de geçtiğimiz ay, yaklaşık 20 yıl görevden sonra hurdaya ayrılır.

Bugünkü yazımızda size 2 Ekim 1992’de Display Determination-92 (Kararlılık Gösterisi-92) adlı NATO tatbikatı sırasında Ege’de ABD uçak gemisi Saratoga’nın ateşlediği 2 adet Sea Sparrow hava savunma füzesiyle kahpece vurulan üçüncü Muavenet’ten bahsedeceğiz.

Olay gece yarısı yeşil periyot olarak adlandırılan tatbikat dışı dinlenme bölümünde meydana geldi. Her iki füze de geminin kalbi sayılabilecek köprüüstü ve SHM
(Savaş harekat Merkezi) gibi yerlerin yakınına isabet sağladı. Saldırı sonucunda 5 şehit ve 22 yaralı verdik.

Olay anında Saratoga ve Muavenet Ege’de Saroz Körfezi yaklaşma sularındaydılar. Bildiğiniz gibi Ege’nin her iki tarafı NATO müttefikleriyle (Türkiye ve Yunanistan) çevrilidir. Ayrıca civarda tatbikatı veya ABD gemilerini yakından izleyen Rus ve Çin gemileri mevcut değildir. Bunun anlamı Saratoga dahil ABD gemilerinin
yüksek hazırlık durumunda ve tetikte olmasını gerektiren herhangi bir durum yoktur.

Sea Sparrow satıhtan havaya atılan 19 km menzile sahip, 231 kg ağırlığında, 3,6 metre boyunda ve yaklaşık 170 bin ABD doları maliyete sahip yarı aktif radar güdümlü bir füzedir. Sea Sparrow bir hava savunma füzesi olmasına rağmen, satıhtan satıha yani suüstü hedeflerine de atılabilme özelliğine sahiptir.

Sea Sparrow füzesi atabilmek tek bir kişinin tabancayı eline alıp ateşlemesi gibi
kolay bir şey değildir. Yine bu füzenin fırlatılabilmesi SHM’de vardiya tutan bir subayın kolunu ateşleme düğmesine yanlışlıkla çarpması açıklaması ile de izah edilemez. Füzenin kaza ile ateşlenebilmesinin önüne geçebilmek için sistem çok sayıda emniyet tedbirini içermektedir. Füzeyi başarı ile ateşleyebilmek için 6 aşamadan geçilmesi ve gemi komutanın onayının alınması gereklidir. Ayrıca füze at ve unut (fire and forget) türü bir güdümlü mermi değildir. Füze ateşlendikten sonra hedefini vurabilmesi için bilgiye ihtiyacı vardır. Bu nedenle atan geminin hedef gemisini (Muavenet) radarla aydınlatması gereklidir.

  • Sonuç olarak olayın kaza olmasının imkan ve ihtimali yoktur.

Kaza olma şansı bir milyonda bir bile değildir. Ama ABD bu bir kazadır dedi!

  • Muavenet kasten, isteyerek, bilerek ve planlanarak vurulmuştur.

ABD bu olay ile Türkiye’ye mesaj vermek istedi. Birincisi stratejik olanı;

“Soğuk savaş dönemi sonrası liderliğimde yenidünya düzeni kurulmaktadır. Farklı yol arama kıpırdanmalarının farkındayım. Kayıtsız ve şartsız izlemen gereken yol benim gösterdiğimdir.”

İkincisi ise güncel bir sorunla ilgiliydi ama sonuçları itibarıyla bu da stratejikti.

Çekiç gücün Türkiye’deki varlığı ve yapacağı görevler benim için
yşamsal önem taşır. Engellenmesi kabul edilemez.”

ABD Muavenet’i vurarak yakıcı ve yıkıcı gücünün küçük bir örneğini vermişti. Sonrasında da Muavenet’e karşılık 8 Knox sınıfı firkateyni Türkiye’ye çok ucuza vererek havucu da göstermişti.

ABD, kurguladığı yenidünya düzeni içinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirecekti. Bunun için Türkiye’yi kaybetmemek ve iliklerine kadar kullanmak yaşamsal öneme haizdi. Bölgede ikinci bir İsrail olması planlanan kukla Kürt Devletinin oluşumu için “ Çekiç güç “çok önemliydi. Temmuz 1991’de göreve başlayan İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanmış 77 uçak ve helikopter ile Amerikan, İngiliz, Fransız
1862 kişiden oluşan “Çekiç güç” ün Türkiye’den çıkarılması asla ve asla
kabul edilemezdi.

Görünürdeki amacı Saddam Hüseyin’in olası saldırılarına karşı Irak’ın kuzeyinde bulunan Kürtleri korumak olan ama esas amacı Irak’ı bölmek ve bölgede
Kürt Devleti kurmak
olan “Çekiç güç“ ün görev süresi TBMM’de uzun ve
sert tartışmalardan sonra 24 Aralık 1992’de 6 ay uzatıldı. Bu uzatmalar 2003’e dek devam etti.

Türkiye’de ABD’nin “Sopa ve havuç” mesajlarını alanlar alamayanları bugüne kadar ikna etti ve ülkemizin çıkarına olarak farklı bir yol izlemek isteyenleri bastırdı, ezdi ve zindanlara attı. İşte geldiğimiz yer burasıdır.

Ne yazık ki, bu toprakların siyasetçisi ve bu toprakların komutanları olmak zor zanaattır.

Saygılar sunarım.

Milliyetçilik… Ulusalcılık Tartışmaları…


Dr. Alev COŞKUN

portresi

Milliyetçilik… Ulusalcılık Tartışmaları…

  • Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı. Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmaktı. Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyete geçildi.

Dr. Alev COŞKUN

TBMM’de “milliyetçilik” ve “ulusalcılık” kavramları geçen hafta gündemin ön sıralarına taşındı.

Bu tartışma “milliyet”, “milliyetçilik”, “ulus devlet”, “ulusalcılık” kavramları üzerinde yoğunlaşıyor. Kısaca irdeleyelim.

Avrupa’da 16. yüzyıldan sonra feodal sistem çözülmeye, onun yerine kapitalist üretim biçimi yerleşmeye başladı. Emekçiyi sömüren vahşi kapitalist sistem, 18. yüzyılda güçlendi ve emperyalizme dayanan sömürgeleşme de başladı. Öte yandan da Fransız ihtilalinin etkisiyle ulus devletler ortaya çıkıyordu.

Ulus devlet siyasal olarak örgütlenmiş belli bir toprak üzerinde bir arada yaşayan dil, tarih, kültürel özellikler ve ekonomik yönden ortak yaşam içinde bulunan insan topluluklarıdır.

Irkçılık, milliyetçilik ile eşdeğerde değildir. Irkçılık, kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayar ve bu temel düşünceden bir siyasal ideoloji oluşturur. Bir ırkın ötekilerden üstün olduğunu öne süren kör ırkçılık insanlık dışı bir ideolojidir.

Bu girişten sonra yapılan konuşmalara acaba olumlu yönleriyle bakabilir miyiz? Her ikisi de şoven-ırkçı bir yönelim içinde değildirler. CHP milletvekili Birgül A. Güler“Irk milliyetçiliğini bana ilericilik diye yutturamazsınız” diyordu. Bu da doğrudur. İster Kürt, ister Türk, herhangi bir milliyetçilik ilericilik olamaz. Güler, ayrıca “Sözlerim çarpıtıldı, Türk ile Kürt insanı, kültürel anlamda eşittir” dedi.

BDP milletvekili Sırrı Sakık’ın Meclis kürsüsünden “Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz… dağdan gelip bağcıyı kovma hakkına sahip değilsiniz” sözleri daha “vahimdir”.

Sakık, karşısındakini ırkçılıkla suçlarken kendisi ırkçılık yapıyordu. Ama neyse ki, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyledi.

Aslında, Türk milleti ya da Türk ulusu kavramı bir dayatma olarak ortaya çıkmadı. “Türk” yüzyıllardan beri Anadolu’da yaşayan çeşitli topluluklara verilen ortak addır.

Üç akım                                 :

Osmanlı son yüzyılda gerileme dönemine girince, özellikle II. Meşrutiyet döneminde devleti kurtarmak için

Osmanlıcılık,

İslamcılık ve

Türkçülük akımları ortaya çıktı.

Osmanlıcılık, Osmanlı devletinin yaşamını sürdürmesini, imparatorluk sınırları içinde yaşayan ve “millet” adı verilen toplulukların din, dil ve soyları ne olursa olsun Osmanlılık” kavramı içinde kaynaşmasını öngörüyordu. Osmanlı devleti içindeki Türk, Rum, Yahudi, Ermeni, Kürt, Arap, Arnavut, Gürcü her soydan “millet” toplulukları eriyerek Osmanlı olacaktı. Ancak bu akım tutmadı.

Bunun üzerine İslamcılık akımına ağırlık verildi. İslamcılık düşüncesine göre devlet işlerinin kötüye gitmesinin nedeni din kurallarının bütünüyle uygulanmamasıdır. Bu nedenle “ümmet” denilen “İslam milleti” düşüncesine “İslam ittihadı”, yani İslama bağlı olanların birleşmesi siyasetine öncelik verildi. Ama bu da tutmadı.

Bir başka akım da Pan-Türkizm” akımıdır ki bütün Türk topluluklarını birleştirmeyi amaçlıyor ve “Turancılığa” kadar gidiyordu. Bu da gerçekçi değildi ve tutmadı.
Ama, Osmanlı devletinde milliyetçilik akımları gelişti. Rumeli’de Yunanlılar ve Bulgarlar ayrıldılar. Milliyetçilik en son Türklere geldi.

Kimlik sorunu

Durumu anlatmak için, Abdülhamit zamanında Avrupa’da bulunan bir Jön Türk’ün anılarında geçen bir öyküden söz edelim. Birkaç arkadaşıyla Paris’te bir kütüphaneye dadanmış. Oraya bakan memur bunları ilgiyle izlermiş. Bir gün sormuş:

– Siz nesiniz?
Bizimkiler bakışmışlar, hepsi birden:
– Müslümanız.
Fransız:
– Bu sizin dininiz. Milliyetiniz ne?
Bizimkiler cevap vermişler:
– Biz Osmanlıyız, demişler.
Adam gene tatmin olmamış:
– Bu, sizin tabiiyetiniz. Fakat milliyetiniz nedir?
– Bakın demiş, şuradakini görüyor musunuz? Ona sordum; “Ermeniyim” dedi.
Bir de şurada oturan var; o da Rum olduğunu söyledi.

Jön Türk bu öyküyü anlattıktan sonra: İşte o zaman Türk olduğum aklıma geldi, diyor.
Bu gelişmenin tarihimizde en az 150 yıllık bir altyapısı vardır. Bu tarihsel arka planı bilmeden “ahkâm kesmek” doğru olmaz.

Atatürk “Pan-İslamizm”e ve “Pan-Türkizm”e de karşıydı.

Atatürk, tarihsel gerçeklere ve kültürel gelişmeye dayandı. 1930’larda kendisinin yazdığı “Medeni Bilgiler” kitabı bu konulara açıklık getirmiştir.

Türkiye halkı

Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşunda Türklere bir üstünlük tanımamıştır. Örneğin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk soyuna Türk milleti denir” demedi. Onun yerine “Türkiye halkı” deyimini kullandı. Konuya bugünleri görür gibi açıklık getirmiştir. 

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir…

Bugünkü millet siyasi ve içtimai toplumumuz içinde Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır…. Bu millet efradı da (bireyleri de) umum Türk camiası (topluluğu) için aynı müşterek maziye (geçmişe), tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar. ” (Medeni Bilgiler, TTK, s. 351)

Atatürk’ün düşündüğü Türk ulusu ortak geçmiş, ortak tarih, ortak ahlaka dayanmaktadır. Anadolu’da yaşayan Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Boşnaklar, Gürcüler, Rumelililer aynı ortak geçmişe ve tarihe sahip çıkıyorlar.

Çok ilginçtir ki epeyce eleştiri alan Sakık’ın sözleri derinlemesine irdelenirse, bu ortak temalar görünür. Sakık kızgınlıkla ne diyor:

“Çanakkale’ye bakın, orada yalnızca sizin atalarınız savaşmadı. Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz…”

Sakık, Kafkaslar’dan Rumeli’den gelenlere çatarken Çanakkale ortak malımızdır, orada Kürtler de savaştı, Milli Mücadele’de de Kürtler savaştı, bunlar ortak değerlerimizdir, diyor. Sakık, isteyerek ya da istemeden iç benliğindeki hepimizin ortak değerlerini ortaya koyuyor.

Böyle konuşunca da ünlü sosyal bilimci Ernest Renan’ın millet ve ulus tanımına destek veriyor. Renan diyor ki:

  • “Geçmişte kalan ortak şan, şeref ve acılar mirası ve gelecek için gerçekleştirilecek bir program.” İşte ulusu yapan ortak ögeler.

Sakık’ın Çanakkale Savaşı’na sahip çıkması, ortak geçmişi benimsediğinin tartışmasız kanıtıdır.

Bugün dünyanın hiçbir yerinde homojen bir ulus devlet yoktur. Avrupa’da yoktur.
Hele Amerika… 72 çeşit millet bir olmuş daha önce tarihte olmayan bir ulusu “Amerikan ulusunu” ve “Amerikan devletini” yaratmıştır. Sorduğunuz zaman Ben Amerikanım” diyor. Oysa kökenine bakın. Ya İtalyan, ya İskoç, ya İngiliz ya da Alman…
Ama, “ben Amerikanım”, diyor.

İnsan topluluğunu ulus ya da millet yapan salt din, dil, ırk unsurları değildir. Örneğin din, dil, ırk ve kültür açısından oldukça homojen olan Araplar, tek bir ulus devlet içinde birleşemiyorlar. Bugün Türkiye’de yaşayan hiçbir ırk “saf”, değildir. Ne Türkler, ne Kürtler ne de diğer unsurlar… Bin yıldır Anadolu’da bütün ırklar ve soylar kaynaşmıştır.
Dil, din, ırk ve kültür birlikleri önemlidir. Ancak yetmez; ortak geçmiş, ortak acılar, ortak kıvançlar o insanları bir arada tutan en önemli unsurlardır. Bu nedenle; 30 yıldır terör var, ama Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlarımız 700 yıllık ortak paydalar nedeniyle Türkiye’den ayrılmak istemiyorlar.

Birkaç söz de ulusalcılık için…

Bugünün küreselleşme akımı karşısında, süper güçlere karşı kendi ulusunun milli çıkarlarını savunma, ulusalcılıktır. Ulusalcılık, kesin olarak şovenizmle karıştırılmamalıdır.

Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı…

Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmaktı.
Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyete geçildi. Atatürk karmaşık bir etnik yapıdan, kendine güvenen çağdaş bir toplum,
çağdaş bir ulus yapısına geçişi sağladı.

Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde kederde, kıvançta,
sevinçte dayanışma içinde olan insanların ortak devletinin adıdır.

İşte bu oluşum bugün Ortadoğu’da en çağdaş, en ileri bir devlet ve toplum yapısına sahiptir.