Etiket arşivi: Boyun Eğme

10 maddede AKP’nin Çevre ve Halk Düşmanlığı

TKP’nin günlük dijital gazetesi Boyun Eğme, yangınlar sürerken AKP’nin “Çevre ve Halk Düşmanlığı”nı 10 maddede özetledi.

https://haber.sol.org.tr/haber/yanginlar-surerken-10-maddede-akpnin-cevre-ve-halk-dusmanligi-310544  01.08.2021

“Bu insan hayatının değerinin olmadığı düzene, bu halk düşmanı iktidara karşı yapabileceğimiz çok şey var.

En çok da örgütsüzlük ve yalnızlık çaresiz bırakıyor. Oysa çaresiz değilsin. Yapılabilecek çok şey var.”

1. Yangın bölgesinde yüzlerce araçlık “Cumhurbaşkanı konvoyu” ile gezmek!

Türkiye’nin birçok ilinde yangın çıkan noktalardan biri de Muğla’nın Marmaris ilçesi oldu. Cumartesi günü buraya giden Erdoğan’ın araç konvoyu ilçede trafiğin durmasına, itfaiye araçlarının bekletilmesine yol açtı. Akıldan, bilimden ve planlamadan tümüyle kopmuş bu iktidarın icraatlarına bir de kibir ve görgüsüzlük eklenince ortaya çıkan manzara bu oluyor: Saniyelerin önem taşıdığı felaket anlarında bile kendini her şeyin üstüne koyan AKP’nin halk düşmanlığı!

2. Yangınla mücadele kabiliyetini özelleştirmelerle ortadan kaldırmak!

Yangınla mücadelede özelleştirmeler yüzünden büyük bir zafiyet yaşanıyor. 1925 yılında kurulan ve ülkemizin havacılık alanında en deneyimli kurumlarından biri olan Türk Hava Kurumu (THK), AKP iktidarı dönemi boyunca sürekli küçültüldü ve nihayetinde 2019 yılında kuruma kayyum atanarak bütünüyle tasfiye yoluna sokuldu. Bu sırada yangınla mücadele özel şirketlere ihale edildi. Bu şirketlerle yapılan anlaşmalar nedeniyle THK’nın elinde bulunan yangın söndürme uçakları ve diğer ekipmanlar (AS: donanımlar) kullanılamıyor. Yangınla mücadelenin özel şirketler eliyle yürütülmesi hem kapasite yetersizliğine yol açıyor, hem plansızlığa.

3. Her afette halktan para istemek!

Türkiye’nin dört bir yanında peş peşe yangın haberleri gelir, AKP iktidarı ise büyük bir pişkinlikle durumu seyrederken cep telefonlarına bir SMS düştü. Kızılay tarafından gönderilen mesajda yurttaşlardan 10 TL istendi. Ne bir afet yönetim planı, ne bir acil eylem örgütlenmesi olan AKP, yaşanan felaketin ortasında büyük bir yüzsüzlükle yurttaşlardan yine para istedi. Üstelik daha önce defalarca (AS: kezlerce) toplanmış olan deprem vergilerinin ve deprem bağışlarının buhar olup uçtuğu biliniyorken…

4.Afet ve acil durum yönetiminde kaos yaratmak!

AKP’nin hiçbir afet ve acil durum yönetim sistemine sahip olmadığı görüldü. Türkiye felaketle boğuşurken THK’nın kayyum başkanı Aşçı’nın düğünde olduğu ortaya çıktı. Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli’nin olaya müdahalesi “yangını gördüğünüz yerde kaçın” demekten ibaret kaldı. Bir de “Yangın söndürme uçağı yok. Cumhurbaşkanımız emir verdi, alacağız inşallah.” diyerek yüreklere su serpti! AKP’nin plansızlığının belki de en tuhaf örneği, onca bakanlığın organize müdahalesine ihtiyaç varken bölgede Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun boy göstermesi oldu. Yurttaşlar bu göstermelik ziyarete prim vermedi ve Bakan yuhalanarak protesto edildi.

5. Yangından hemen önce ormanlık alanları yapılaşmaya açan yasa çıkarmak

Bizler son üç gündür 32 ilde çıkan 112 yangınla boğuşurken yangınların başladığı 28 Temmuz günü Meclis’ten bir yasa geçti. Bu yasayla artık “turizm yatırımcıları” kıyılar başta olmak üzere orman arazilerine diledikleri gibi oteller, rezidanslar dikebilecek. Yani halk kıyılardan ve ormanlardan daha az yararlanacak, doğal alanlar turizmcilerin ve inşaatçıların insafına kalacak.

6. Yangın söndürmeyi beceremeyip ayıp örtmek için ırkçılığa sarılmak!

Yangınları söndürmeyi beceremeyen AKP, toplumda ırkçılığa zemin hazırlayarak daha tehlikeli yangınları körüklüyor. Konya’da Dedeoğlu ailesinin katledildiği gün Marmaris’te konuşan Erdoğan, ortada hiçbir kanıt yokken yangınların nedeninin sabotaj olduğunu kastederek “Ciğerimizi yakanın ciğerini sökmek boynumuzun borcudur.” dedi.

7.  Yangın bölgesinde canı burnunda halkın ihtiyaçlarını karşılamak yerine vatandaşın üzerine otobüsten çay paketleri fırlatmak!

AKP kriz anlarında görüntüyü kurtaramadığı gibi artık daha da batırıyor. Erdoğan tıpkı selden sonra Rize ziyaretinde yaptığı gibi, Marmaris’te de yangında hayvanları ve evleri yanan insanların üzerine dalga geçer gibi çay paketleri fırlattı.

8. Yangın söndürme uçağı yerine makam uçaklarına sahip olmak!

Cumhurbaşkanlığı bünyesinde tam 13 tane makam uçağı olan Türkiye’nin, yangın söndürme uçağının olmadığını Erdoğan’dan da duymuş olduk. Şu anda sahada dolaşan 3 uçak ise bizim değil Rusya’nın. Anlayacağınız binlerce hayatı kurtarmak için yangın söndürme uçağına verecek tek kuruşumuz yok ama Cumhurbaşkanı, bakanlar, müsteşarlar (AS: bu makam artık yok, Bakan Yardımcıları var) keyifle uçsun diye makam uçaklarına harcanacak milyonlarca lira paramız var.

9. Her yangın sonrası yanan bölgeye dikilen yeni otel ve yapılarla yangını fırsata çevirmek

Yangın sonrası ağaçlandırma yapılacak denilen pek çok ormanlık araziye beş yıldızlı oteller dikildi. Onlardan bir tanesi de yangının hala devam ettiği Bodrum’un Güvercinlik Koyu’ndaki arazi. 2008 yılında çıkan yangından sonra dönemin AKP’li Orman Bakanı tarafından ‘Otel yapılmayacak, ağaçlandırılacak.’ denilen araziye Titanic Otel yapıldı. Şimdi aynı bölgedeki son yangın sonrası aynı ağaçlandırma vaatlerini dinliyoruz.

10. Ağaçlandırma rekoru kırdığını iddia edip binlerce hektar orman arazisini ormancılık dışı amaçlar için şirketlerin kullanımına vermek!

Her başı sıkıştığında diktiği ağaçlarla övünen AKP, iktidarda geçirdiği yıllar boyunca binlerce hektar yeşil alanı yok etti. Karadeniz’de ve Kazdağları’nda maden işletmeciliği için binlerce ağaç kesildi. Orman Yasası AKP döneminde 40’a yakın değişikliğe uğradı. Sadece son 8 yılda, ormanlık alanların 334 bin 35 hektarlık kısmı “kamu yararı” için özel teşebbüslerin kullanımına açıldı. Ormancılık dışı amaçlar için kullanılan alanlar 739 bin hektara ulaştı.

Boyun Eğme’yi okumak için:

Göç insanları, emekçiler

https://haber.sol.org.tr/yazar/goc-insanlari-emekciler-310214,
‘Göç insanlarının sınıfsal konumlanışları sermaye sınıfının karşısında. Onların, yurtlarından edilmeleri, nüfussuzlaştırmaları, ezilmeleri, sınıfsal ve örgütlü mücadeleyi gerektiriyor.’

Suriye, Afganistan, dünyanın birçok bölgesi… Göç inanları yurtlarını bırakıp yollara düşüyor, Türkiye depo ülke olmaya devam ediyor. Göç insanlarıyla ilişkiler ve sorunlarsa göç gerçeği, yaşam gerçeği, sosyolojik ve ekonomik gerçekler göz ardı edilerek birilerinin yönlendirmesiyle ve polisiye sahnelerle servis ediliyor, polisiye yöntemlerle çözüleceği sanılıyor.

Ağırlıklı çoğunluğu emekçilerden oluşan insanlara ve göçlerine milliyetçi, ırkçı ve dinsel karşıtlıkla bakmak kolaycılıktan, kestirmecilikten başka bir şey değil. Ama o kadar da değil.

  • Milliyetçi, ırkçı ve dinsel yaklaşımla, hem kapitalizmin, emperyalizmin, sömürünün gerçekleri saklanıyor,

hem de ucuz, esnek, kuralsız, güvencesiz çalışma zorunda bırakılan yurttaş emekçilere ve işsizlere eklenen göç emekçileriyle ortaya çıkan daha ucuz, daha esnek, daha kuralsız, daha güvencesiz emek gücü hazırda bekletiliyor.

Çalışanı kapının önüne koyun, işsizi işe alın; onu da atın Suriyeliyi alın; onu da atın Afganistanlıyı (AS: Afgan’ı) alın… Bu yolla kârımıza kâr katacağız denilmiyor da, sanayimiz gelişecek deniliyor.

ABD filosuna “defol” demeyenler, “defol” diyenlere saldıranlar bugün göç insanlarına “defol” diyebiliyor.

Yaman çelişki mi, yaman benzerlik mi?

Göç insanlarına “defol” diyenler, onları karın tokluğu bile denmeyecek yöntemle, köle gibi çalıştırabiliyor; dahası satabiliyor o insanları.

Yaman çelişki mi, yaman rıza mı?

Avrupa, göç insanları arasından işine tarayan az sayıdaki teknik elemanı, uzmanı çekip alıyor; niteliksiz dediği çoğunluğu depo ülkelere yığıyor. Siyasi ve ekonomik pazarlık hep sürüyor.

Yaman çelişki mi, yaman uyum mu?

Kapitalizmden, emperyalizmden, onların sesli/sessiz yandaşlarından emeğe ve emekçiye uzatılan el sömürü düzenine yarayacak kadar…

Siyasetleri de sempatileri de ikiyüzlü. Olağan zamanlarda da, pandemide de, göç insanlarıyla ilişkide de aynı ikiyüzlülük söz konusu; gericilik ve ikiyüzlülük bir arada.

Düzen siyaseti olarak yarın yeni anayasalarına sözde yabancıların, özde göç emekçilerinin çalıştırılmalarıyla ilgili hüküm koyarlarsa şaşırmamalı. Çalışmayı garantileyip, üzerlerindeki patron denetimini güçlendiren ama insanlığın yanına bile yanaşmayan bu hukuka sermaye sınıfından destek tam olur.

Tarih, azatlı kölelerin, emperyalizmin yurtlarından ettiği göçmenlerin, yabancıların hukuksal disiplin altına alındığı, aynı zamanda da düzen siyasetine oy dahil çok yönlü monte edildiği örneklerle dolu. Yer yokluğundan, kaynaklar yetmediğinden değil, emperyalistlerin sömürü ihtiyaçları gerektirdiği için…

Milliyetçiler karşı çıkar, dinciler sarılır; dinciler karşı çıkar milliyetçiler sarılır; her ne olursa olsun patronlar ağızlarını şapırdatarak emekçilerin el ovuşturmasını bekler.

  • Burjuvazinin devleti bu düzene hizmet ederken emekçilerin çıkarlarına uygun olmayan hukuku da kılıf olur.

Sonra da “artık sınıf mı kaldı?” diyerek işçi sınıfını, emekçileri düzenleri içinde eritmeye kalkışırlar.

  • Sınıflar var ve sınıflar çatışması ve savaşımı da var.

Düzen içiler hangi gözlüğü, hangi maskeyi takarsa taksın, milliyetçi, dinsel hangi kılıfa sığınırsa sığınsın bu gerçek değişmez, değişmeyecek. Ve tüm göç insanı emekçiler işçi sınıfının bir parçası.

Türkiye Komünist Partisi’nin 27 Temmuz günlü dijital gazetesi Boyun Eğme’de de soruldu: Kim bu göç dalgasının sorumlusu?

Göç dalgasını durdurmak için mültecilere karşı mücadele etmek çözüm değil; mülteci karşıtlığı emekçileri birbirine düşman ederek sorunu daha da karmaşıklaştırıyor.

İnsanlar ülkelerini savaş alanına çeviren emperyalist ülkelerin daha fazla tahakküm ve sömürü hırsı yüzünden göç ediyor.

Sorumlu, ülkelerin egemenlik haklarını hiçe sayan, daha fazla sömürü için gericilikle işbirliği yapan, savaşlar çıkaran, iç karışıklıklara neden olan ABD ve Batılı emperyalist ülkelerdir.

Sorumlu; Suriye’de, Afganistan’da NATO’nun komiserliğini yapan,
ABD’nin şemsiyesi altında askeri müdahalelere dahil olan AKP iktidarıdır.  

  • Zorunlu göç dalgasını doğuran emperyalist savaşlar ve işgaller durdurulmalıdır.

Gelenek Dergisi’nin 130. ve 143. sayılarında yer alan yazılarda (Mülteci krizinin kökenleri hakkında kısa notlar Erman Çete, Göç insanları: Yanılsamalar ve gerçekler Ali Rıza Aydın, Göçmen işçiler ve çalışma yaşamının değişen yapısı Zeynep Yıldız, Göçmen ve mültecilerin sınıf içindeki konumu, Yıldız Koç) ayrıntılı çalışıldığı gibi mülteci/sığınmacı/göçmen politikalarının kökenlerine, hukuku dahil ikiyüzlülüğüne ve göç insanlarının sınıfsal karakterine dikkat çekmeden gerçek sorumluları, sömürü düzenini hedefine koymayan çözümler hep düzenin devamına hizmet edecektir.

Göç insanlarının sınıfsal konumlanışları sermaye sınıfının karşısında. Onların, yurtlarından edilmeleri, mülksüzleştirilmeleri, nüfussuzlaştırmaları, ezilmeleri, baskı ve şiddete uğramaları, yaşam haklarının ellerinden alınmaları ve ölümlerine ilişkin somut durumun somut analizi, tarih boyunca güvenilmeyeceği kanıtlanan kapitalist/emperyalist düzen içi arayışları değil, sınıfsal ve örgütlü mücadeleyi gerektiriyor.