Onur ÖYMEN
Bazı Davaların Düşündürdükleri
Balyoz davasında çok sayıda üst düzeyde görev yapmış komutanlara ağır cezalar verildi.
Ergenekon davasında da tanınmış gazeteciler, bilim adamları ve subaylar için savcı tarafından gene çok ağır cezalar talep edildi.
Geçmişte, demokrasiyle idare edilen kimi ülkelerde de yeterince kanıtlanmayan iddialara dayanılarak mahkum edilen veya işini yitiren insanlar olmuştu.
Bu örneklerin en ünlüsü Amerika’da 2. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan McCarthyzm cereyanıdır.
Daha 1940 yılında çıkartılan ve Amerikan Hükümetinin devrilmesini savunmayı,
bu amaçla dernek kurmayı, bu derneklere üye olmayı ağır suç sayan hükümler içeren Smith yasasına dayanılarak Amerikan Komünist Partisi‘nin birçok üyesi
hapis cezalarına çarptırıldılar. Wisconsin Senatörü McCarthy komünistlerin ve Sovyet casuslarının ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarına sızdığı iddiasıyla
çok yaygın bir suçlama kampanyası başlattı. Amerikan Kongresi ve çeşitli kurumlar bu iddialar üzerine insanları sorgulamak için komisyonlar kurdular. 1949 ile 1954 arasında yaygınlaşan bu kampanya sırasında yalnızca Senato’nun kurduğu araştırma komisyonlarının sayısı 109’a ulaştı. Halkın muhafazakar kesimleri
bu iddiaları kuvvetle destekledi. Kamuoyu araştırmaları Amerikalıların %50’sinin McCarthy’nin iddialarını benimsediğini gösteriyordu.
Bu kampanya sonucunda yüzlerce kişi hapis cezasına çarptırıldı, On bin kişi işini yitirdi. Charlie Chaplin ve pek çok sanatçı Amerika’yı terketmek zorunda bırakıldı.
Başkan Henry Truman bu akıma karşıydı. 1950 yılında şöyle diyordu:
- “Özgür bir ülkede insanlar işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırılırlar,
hiçbir zaman düşünceleri dolayısıyla değil.”
Truman, 1953’te görevinden ayrıldıktan sonra, Başkan Eisenhower‘in McCarthy’nin görüşlerini benimsemesini kuvvetle eleştirmiş ve şöyle demişti:
- “Şimdi anlaşılıyor ki, bu yönetim, siyasal çıkarları uğruna McCarthyzm’i benimsemiştir. Bu, gerçeğin suistimal edilmesi ve adil yargı sürecinin terkedilmesidir. Şimdi yapılan iş, büyük bir yalanı vesile yaparak Amerikancılık veya güvenlikadı altında vatandaşlar aleyhine dayanaksız suçlamalarda bulunulmasıdır.Bu, korkunun yaygınlaştırılması ve toplumun her kesiminde inancın tahrip edilmesidir.”
Sonunda McCarthy’nin politikalarının yanlışlığı anlaşıldı. Senato, 2 Aralık 1954’te 22’ye karşı 65 oyla, Senato’nun saygınlığını sarstığı için McCarthy’yi suçlayan
bir karar aldı. Evvelce verilen mahkeme kararları iptal edildi, haksızlığa uğrayanlar özgürlüklerine ve itibarlarına kavuştular.
Şimdi ülkemizde saygın hukukçular, basının önemli bir bölümü, siyasetçiler tepkilerini ve rahatsızlıklarını dile getiriyorlarsa yapılacak iş, çağdaş ülkelerin yasalarını
dikkate alarak hukukun üstünlüğünü ve gerçek anlamda yargı bağımsızlığını sağlayacak, insanların haksızlığa uğramalarına olanak vermeyecek yasal düzenlemeler yapmaktır. Yoksa yalnızca mahkemeleri suçlayarak sonuç almak olanaklı değildir.
Başbakan bile kimi davalarda yargının yanlış değerlendirmelerinden yakındığına göre sorunun çözümünü Meclis’te aramaktan başka çare yoktur. Bu konuyu öbür bütün sorunlardan daha öncelikli bir iş olarak Meclis gündemine taşımakta muhalefete de büyük görev düşmektedir. Bu önemli hukuksal ve insani sorunu çözemeyenlerin daha özgürlükçü bir anayasa yapma iddiasıyla ortaya çıkmalarını inandırıcı bulmak mümkün değildir.
Unutulmasın ki, bugün ülkemizde yaşanan demokrasi, insan hakları ve özgürlükler alanlarındaki güçlüklerin sorumlusu anayasa değildir. (Onur Öymen, 20.3.13)