Hak arama mücadelesi ve Can Atalay kararı

Bir ilk gerçekleşti! - Anayurt GazetesiDr. Enver KUMBASAR
Yargıç

08 Şubat 2024, Cumhuriyet

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 14 Mayıs seçimlerinde Hatay halkının oyuyla seçilmiş bir üyesinin, Av. Can Atalay’ın milletvekilliğini, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nden (CD) gönderilen yazıyı Meclis Genel Kurulu’nda okutarak düşürür.

Av. Can Atalay, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce (ACM) hakkında verilen mahkûmiyet kararı henüz kesinleşmeden milletvekili seçilir ve yasama dokunulmazlığı kazanır (Anayasa m. 83).  Tahliye talebinin (Salıverilme isteminin) reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulunur. AYM henüz karar vermeden, dosyanın bulunduğu Yargıtay 3. CD mahkûmiyet kararını onar ve bir yazıyla durumu TBMM’ye bildirir. Yazı, hukuka ve teamüllere (geleneklere) uygun olarak Genel Kurul’da okutulmaz, bekletilir. AYM, başvuru tarihi itibarıyla hak ihlali (seçilme ve siyasi faaliyette bulunma, kişi hürriyeti ve güvenliği) kararı verir. Kararı, yeniden yargılama, tahliye ve durma kararı vermesi için İstanbul 13. ACM’ye, bilgi ve gerekli düzenlemeyi yapması için TBMM’ye gönderir. İstanbul 13. ACM, AYM kararı gereğini yerine getirmez ve dosyayı Yargıtay 3. CD’ye gönderir. Daire, AYM kararını yok hükmünde sayarak uyulmamasına karar verir. AYM’ye yeniden bireysel başvuru yapılır. Aynı süreç ikinci kez işler ve AYM’nin verdiği ikinci ihlal kararı da yerine getirilmez. TBMM’de bekletilen Yargıtay 3. CD’nin yazısı, İçtüzüğe aykırı bir şekilde Genel Kurul’da okutulur ve milletvekilliğinin düşürüldüğü duyurulur.

AYM kararlarının bütün kişi ve kurumları bağladığı, dolayısıyla AYM’ce verilen hak ihlali kararlarının İstanbul 13. ACM tarafından yerine getirilmesinin hukuken zorunlu olduğu (Anayasa m. 153), aksi uygulamanın disiplin ve ceza sorumluluğunu gerektirdiği, Yargıtay 3. CD’nin bu konuda görev ve yetkisinin bulunmadığı, AYM’nin hak ihlali kararı yerine getirilmediği ve TBMM önünde durduğu sürece milletvekilliğinin düşürülemeyeceği hususları gayet açık ve hukuken tartışmasızdır.

HUKUKUN ARAÇSALLAŞMASI

Anayasanın emredici hükmüne (m.153) rağmen AYM kararının gereğini yapmayan İstanbul 13. ACM yargıçları ile görevli olmadığı halde yetki kullanan Yargıtay 3. CD yargıçları, kararlarının anayasa ve hukuka uygun olmadığını bilmemekte midir? Elbette bilmektedirler! Peki o zaman anayasaya, hukuk devletine ve vicdanlara açık bir meydana okuma niteliğindeki bu kararları hangi cüretle alabilmektedirler? Bu durumu nasıl anlamalı ve açıklamalıyız? Hukuk alanının biraz dışına çıkarak!

Hukuk, sadece “hukuk” değildir. Hukukun bir de ekonomi-politiği vardır ve ekonomi-politik, büyük ölçüde hukuku belirler. Seksenli yılların başından beri dünyada uygulanmakta olan neoliberal kapitalist ekonomi politikaları maalesef toplumlara huzur getirmemiş, bölgesel ve etnik çatışmalara, büyük ekonomik, sosyal ve siyasal krizlere neden olmuştur. Bu durum birçok ülkede yönetimlerin otoriterleşmesine, bu ise hukuk devletinin ve yargı bağımsızlığının zayıflaması, yer yer ortadan kaldırılmasına yol açmıştır. Hukukun/yargının bir araç olarak kullanılması, bu dönemin en sık görülen uygulamasıdır.

Yargı bağımsızlığı anayasal bir ilke olmakla birlikte (Anayasa m. 9, 138), yargının yönetiminden sorumlu ve mahkemelerin bağımsızlığı esasına göre görev yapmakla yükümlü (Anayasa m. 159/1) Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyelerinin büyük çoğunluğu doğrudan ve dolaylı yöntemlerle partili cumhurbaşkanı tarafından belirlendiğinden, böyle bir yapıyla yargı bağımsızlığı ve hukuk devletinin gerçekleştirilmesi olanaklı gözükmemektedir. Yargı pratiği bunu acı bir şekilde göstermiş, göstermektedir.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI

Bu köşede 2 Aralık 2023’te yayımlanan yazımda belirttiğim gibi, yaşanan yargı krizinde HSK derhal devreye girerek, görevini yapmayan İstanbul 13. ACM heyetini görevden alarak disiplin ve ceza işlemleri başlatması, AYM kararlarının uygulanmasını sağlayacak yeni görevlendirmeler yapması gerekirken ne yazık ki bundan kaçınmıştır.

  • TBMM’nin milletvekilliğini düşürme işlemi İçtüzük ve Anayasaya,
  • Yargıtay 3. CD’nin kararları ise Anayasaya  aykırı olduğundan hukuken yok hükmündedir.

Henüz yerine getirilmeyen AYM’nin hak ihlali kararları ortada durmaktadır.

Bu kararları yerine getirecek kurum, kararlarda açıkça gösterildiği gibi İstanbul 13. ACM’dir. İstanbul 13. ACM görevini yapmıyor ise –ki yapmıyor-, HSK derhal devreye girmeli, Anayasa hükümlerinin üstünlüğü, AYM kararlarının bağlayıcılığı, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkeleri ile hak arama hürriyetinin gereği olarak sözü geçen mahkemeye yeni görevlendirmeler yaparak AYM’nin hak ihlali kararlarının bu mahkemece yerine getirilmesini sağlamalıdır. Bu onun anayasal görevidir.

HSK’nin, bu amaçla devreye girmesi ısrarla talep edilmelidir. Sonuç alınması, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve demokrasiden yana bütün toplumsal güçlerin demokratik mücadelesinden geçmektedir.

6 Şubat sonrası: 14 Mayıs ve 31 Mart

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset, 08.02.2024, BİRGÜN

Parlamenter rejimi ve hükümeti kaldıran 2017 değişikliği, CB’nin Anayasa’nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını “gözetme yetkisi”ni, “temin etme” olarak pekiştirdi. Uygulama ise tersi yönde. İşte güncel bir örnek:

Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı.”
Birinci yılında depremzedeler önünde ayrımcılık itirafı ve tehditle oy istemi.

Kısa bir bellek tazelemesi, buraya nasıl gelindiğini görmek için gerekli.

6 Şubat 2023, saat 04.17…

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY);

– Enkazlara ilerleyen saatlerde ulaşamadı; ama 8 saat süreyle bant daraltması yaptı ve beton yığınları altında can çekişenler, yakınlarıyla iletişim kuramadı…

-Askeriyeden yardım istemedi.

-İlgili yasaları hemen uygulamaya koymadı ve 36 saat sonra OHAL ilan etti; TBMM ise, 82 saat sonra onayladı.

-Depremlerin yaralarını sarmak için ilgili mevzuatı ve OHAL Kanunu’nu etkili bir biçimde uygulamak yerine, ilgili ilgisiz onlarca OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK)  çıkardı.

-CBK-126 ile tarıma elverişli arazileri ve ormanları yerleşime açtı. Bu CBK, yasa önerisi bile hazırlanmadan, doğrudan TBMM Genel Kurul’unda Anayasa’ya aykırı bir biçimde yasalaştırıldı.

35. gün

Depremlerin 35. gününde enkazlarda yaşam belirtileri sürerken CB, seçimleri 35 gün öne çekti. Haliyle, 18 Haziran’da yapılacak seçimlere kadar, Devlet’in bütün güç ve olanaklarını depremzedeler için seferber etmek yerine, ülke seçim havasına sokuldu.
Bakanlar, görevlerinden çekilmeden milletvekili adayı oldu.

Barınma ve altyapı vaatleriyle depremzedelerden oy istendi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı, İstanbul’da çay, çorba ve sandviç dağıtıyordu seçmenlere, depremzedeler içecek su bulamazken.

Ya yasama? Eğer TBMM dağıtılmasaydı, deprem yaralarının sarılmasına katkı ötesinde (ANAYASA-DER / TBB / TMMOB / TCHD paydaşlığında) katılımcı bir yöntemle hazırlanan ve 6 Nisan 2023 günü TBMM Başkanlığına sunulan Türkiye Afet Yönetimi Kanun Teklifi belki de yasalaşacaktı.

31 Mart

14 ve 28 Mayıs seçim kampanyalarının –enkaz altındaki cansız bedenlere basılarak– konusu suç oluşturan eylemlerle nasıl yürütüldüğü belleklerde…

  • Şimdi ise, 31 Mart için şantaj yoluyla ‘oy tacirliği’ yapılıyor.

Değinilenler, seçim öncesi ortam ve koşulları üzerine fikir veriyor: Seçmenin tercihini, özgür iradesi ile belirleyemediği ve siyasal yarışma koşullarının eşit olmadığı bir süreç.

Temin değil, bozma

Ya madde 104’ün 6 yıllık uygulaması? “Devlet organlarını düzenli ve uyumlu çalıştırmamak”, PBDBY kurgusunun özeti.

Buna Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi (CBHS) denmesi bile, bir resmi dezenformasyon. Çünkü hükümet lağvedildi; Anayasa andı gereği CB yok; sistem ise hiç.

Bu nedenle, demokrasiye ulusal ve yerel ölçekte birlikte odaklanılmalı:

Zira cezasızlık, itiraf ve keyfilik, PBDBY sonucu:

Cezasızlık kimin için?

-Ülke yağmacıları,

-Kent rantçıları,

-İnsan haklayıcıları.

İtiraf ne?

Ne istediler de vermedik?” : İlk on yılın itirafı.

“CB, anayasa suçu işliyor.” İlk 15 yıla ayna.

İstanbul’a ihanet ettik”, 25 yılın özeti.

“Oy yoksa hizmet de yok”: 3. On yıl tasarımı.

Keyfilik üçlüsü ise; ayrımcılık, hesap vermeme ve liyakatsizlik.

Umut için…

Şimdilik umut kaynağı, halk (demos). “kişi+parti+Devlet” birleşmesinden güç alan ikilinin kin ve nefret tohumları eken ayrıştırıcı söylemleri, eylem ve işlemleri karşısında halkın büyük çoğunluğu, “inadına barış ve birliktelik”ten yana.

Bilişim teknolojisi ise, “mezhep ve ırk“ alaşımlı bir totalitarizm inşasına kapalı; yeter ki demokratlar, olup biten üzerine doğru bilgi edinsin, sağlıklı düşünsün ve eyleme dönük dayanışma halkalarını genişletsin!

  • Özetle umut, PBDBY ile Türkiye’nin yönetilemeyeceği farkındalığında.

6 Şubat’ın 369. gününde bile kayıp sayısı bilinemediğine göre unutmamak için, yapılan ve yapılmayan üzerine bellek, sürekli tazelenmeli.
=================================================
Yazarın Son Yazıları
 Kurum’un ‘kent karnesi’
 Sürdürülemezlik farkındalığı
 Sürekli ‘riskler üreten yönetim’
 Gezi’den Tandoğan’a ‘Türkiye ahalisi’
 Baskıcı yönetimler ve dirençli yargıçlar
Tüm Yazıları
#ibrahim kaboğlu

HASUDER BASIN AÇIKLAMASI : 6 Şubat Depremlerinin Yıldönümü

HASUDER’den (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) Kamuoyuna…

Bir yıl önce ülkemizde yaşanan 6 Şubat 2023 tarihli iki deprem sonucunda resmi verilere göre yaklaşık elli bin kişi yaşamını yitirdi, yüz binden çok kişi yaralandı; milyonlarca kişi evsiz kalarak başka kentlere göç etmek zorunda kaldı. Yaklaşık olarak 10 milyondan fazla kişi depreme bağlı olarak duygusal, sosyal ve ekonomik açıdan doğrudan ve dolaylı olumsuz etkiler yaşadı. Depremden sonra çok sayıda ulusal ve uluslararası örgüt deprem bölgesinde yardım çalışmaları yaptı ve yapmaya devam etmektedir. Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) de deprem bölgesinde aşağıdaki çalışmaları yürüttü/yürütüyor:

Birincisi, depremin ilk gününden başlayarak bölgede çalışan Halk Sağlığı Uzmanları arasında bir iletişim ağı sağlandı, sahada çalışan uzmanlar kişisel ve mesleksel olarak desteklendi, bir dayanışma sağlandı ve bilgi alışverişi güçlendirildi. Deprem sonrası ilk gün depremden etkilenen illerde gerek üniversitelerde gerekse Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışan tüm Halk Sağlığı Uzmanlarına ulaşıldı. Üyelerimize duyuru yapılarak bölgeye gitmek isteyen gönüllü hekim listesi oluşturuldu. Bölgede çalışan ve kendisi de depremzede olan meslektaşlarımızdan gelen istemler de dikkate alınarak hizmet içi eğitime dönük webinerler yapıldı.  HASUDER web sayfası üzerinden bilgi notları hazırlandı, topluma ve öbür meslek kesimlerine yönelik infografikler hazırlandı ve paylaşıldı.

İkinci olarak, periyodik (dönemsel) ziyaretlerle deprem bölgesinde sağlık hizmetlerinin durumu, toplumun sağlık gereksinimleri konusunda değerlendirmeler yapıldı, düzenli raporlar yayınlandı ve çeşitli medya kanalları ile toplumu ve kamuoyunu bilgilendirerek öncelikli sorunlar üzerine hükümet kuruluşlarının ve kamuoyunun odaklanması sağlanmaya çalışıldı.

Üçüncü faaliyet alanı ise afet durumlarında öncelikli olan ancak genellikle ihmal edilen üreme sağlığı alanında hizmet sunan sağlık birimleri kurmak oldu.

IPPF, Direct Relief ve UNFPA

kuruluşlarının sağladığı uluslararası mali (akçalı) desteklerden yararlanarak ve Hatay Büyükşehir Belediyesinin de lojistik desteğiyle Hatay ilinde iki ayrı üreme sağlığı hizmet birimi kuruldu. Bu birimler halen Hatay’da hizmet vermeye devam etmektedir. Başlangıç olarak sabit birim olarak çalışmaya başlayan birimler daha sonra mobil hizmet de sunmaya başladılar ve böylece Hatay ilinde geniş bir alanda kadınların erişebileceği hizmetler sağlayabildiler. Hizmetler kapsamında, acil kontrasepsiyon dahil kontraseptif yöntemler, gebelik testi, jinekolojik muayene ve temel jinekolojik sorunların tedavisi, ilaç ve kişisel hijyen malzemelerinin sağlanması, cinsel sağlık, üreme sağlığı ve toplumsal cinsiyet konulu gezici eğitim programları, kadına yönelik şiddet danışmanlığı dahil üreme sağlığı sorunları konusunda bireysel danışmanlık hizmetleri yer almaktadır. Bu hizmetlerin tümü ücretsiz olarak sunulmaktadır.

Depremin birinci yılı dolarken, afetler ve acil durumlar sonrası sunulacak halk sağlığı hizmetleriyle ilgili başlıca değerlendirmelerimizi kamuoyuyla paylaşmak isteriz:

Deprem sonrası yardım faaliyetleri ilk aşamada doğal olarak en çok sayıda yaşamın kurtarılmasına odaklanmakta ve üreme sağlığı, yaşlı sağlığı, Birinci Basamak sağlık hizmetleri ve bağışıklama gibi konular öncelikli olarak düşünülmemekte ve daha geç gündeme gelmektedir. Afetin boyutları ve derinliği Hatay depreminde olduğu gibi çok büyük olduğunda, bu erteleme büyük sorunlara yol açmakta ve toplumda var olan kırılganlıkların ve eşitsizliklerin çok artması riskini doğurmaktadır. Özellikle afetlerden sonra sağlanamayan üreme sağlığı hizmetleri nedeniyle istenmeyen gebelikleri, doğum öncesi ve sonrası anne/yenidoğan morbidite ve mortalitesinde artışı önlemek için acilen bu hizmetleri düzenlemek gerekmektedir.

İkinci sırada yoksullar, göçmenler, işsizler, engelliler gibi hassas gruplara (kırılgan kesimlere) yönelik hizmetlerdeki aksamalar gelmektedir. Bu nedenle kırılgan gruplara yönelik hizmetler afetlerin en akut döneminden başlayarak ele alınmalıdır. Sağlık hizmetlerine erişimde büyük güçlükler vardır. Bu durum kendi seçeneklerini oluşturma gücü olmayan yoksullar ve göçmenler gibi dezavantajlı toplulukları en ağır biçimde etkilemektedir.

Üçüncü olarak bölgedeki aile hekimliği hizmetlerinin depremden önceki dönemde var olan zayıflıkları ve yapısal sorunları (coğrafi bölge tabanlı olmaması ve kişiye dayalı olması gibi) deprem sonrası iyileşme sürecinin daha zor ve yavaş olması ile ilişkilidir. Bu nedenle, afet durumlarından sonra coğrafi bölge tabanlı aile hekimliği hizmetlerinin ve mobil sağlık hizmetlerinin kesinlikle sağlanması gerekmektedir.

Halk sağlığı hizmetleri açısından sahada önceliklerin belirlenmesi, organizasyon, koordinasyon (eşgüdüm), sürveyans, veri toplama ve filyasyon işleri önde gelen işler olarak saptanmıştır. Halk Sağlığı Uzmanları kriz masasında çalışmanın, ek sorumluluklar üstlenmenin, planlama ve organizasyon yapmanın önemli bir mesleksel deneyim kazandırdığını belirtmektedir. Ancak halk sağlığı hizmetleri açısından özellikle geçici barınma merkezleri kurulurken Halk Sağlığı Uzmanları ile yeterli işbirliği yapılmamış olduğu ve bu nedenle geçici yerleşim merkezlerinin kurulmasından sonra da sorunlar yaşandığı saptanmıştır.

En sık rastlanan halk sağlığı sorunları, bulaşıcı hastalıklar alanında bağışıklama eksikliği, hijyen sorunları, uyuz, kızamık ve akut gastroenteritlerdir. Bulaşıcı olmayan hastalıklar alanında ise kronik hasta izlemi ve ilaç sorunu yaşanmaktadır. Çevre sağlığı alanında toz ve asbest, güvenli içme suyu ve atık yönetimi sorunları vardır. Ayrıca ihmal edilmemesi gereken en önemli hizmetlerden biri olarak ruh sağlığı hizmetleri dikkati çekmektedir. Hem etkilenen kişilerin hem depremzede konumunda olan sağlık çalışanlarının ruh sağlığı yönünden desteklenmesi gereklidir. Sağlık çalışanlarının tükenmişlik sendromuna karşı desteklenmeleri gerekmektedir. Sağlık personelinin bu dönemde işyükü artışı, yorgunluk ve çalışma koşullarının zorluğu yanında barınma sorunlarıyla birlikte stres, endişe, korku, üzüntü, çaresizlik, hayal kırıklığı ve tükenmişlik duygu-durumunda bulunduğu saptanmıştır.

Tüm alanlardaki hizmetlerin sağlanması için hizmetlerin koordinasyonu (eşgüdümü) ve planlı yönetimi gerekmektedir. Bunun için hizmetler tek elden planlanarak koordine edilmeli, ancak yerel ve ulusal “tüm kaynaklardan” (donanım, tüketim gereçleri ve insangücü) ve özellikle sivil toplum örgütlerinin ve uzmanlık derneklerinin gücünden en üst düzeyde yararlanılmalıdır.

Bir kez daha vurgulamak isteriz ki            : Yaşananlardan dersler çıkarılmalı vb. durumlara karşı hazırlıklı olunmalıdır.

Deprem ülkesi olan ülkemizde benzer yıkımların önüne geçebilmek için önleyici politikalar geliştirmeli ve yaşama geçirilmelidir. Depremi yaşayan illerde bir an önce Birinci Basamak sağlık hizmetleri tüm bileşenleriyle çalışır duruma getirilmelidir.

Yitirdiklerimizin ruhu şad olsun.

https://hasuder.org/Duyurular/Detay/basin-bildirileri/6-subat-2023-depremlerinin-yildonumunde-deprem-bolgesinde-halk-sagligi-hizmetlerinin-durumu-ve-hasu/aa53cde8-1a14-019f-1dbe-3a108fb35936

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 7 Şubat 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KULLANILMA

Davutoğlu, Can Atalay hakkındaki düşme kararını okuyan Bekir Bozdağ için “Kullanılmaktan bıkmaz” dedi.

Nasıl kullanılmak?..

DARBE

Cumhur İttifakı ortağı Hüda Par’lı vekil Serkan Ramanlı, Cumhuriyetin kuruluşunu “darbe” olarak niteledi.

Darbecilerin meclisinde işin ne a-salak!..

POSTER

RTE, Eskişehir ziyaretinde posterlerini astırmayan il başkanını görevden aldı.

Reise haaa!..

İRADE

Adalet Bakanı, Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi ile ilgili oturumda muhalif vekillerin başkanlık kürsüsünü kuşatmasını “milli iradeye saygısızlık” olduğunu söyledi.

AYM kararının uygulanmayarak anayasaya karşı gelinmesine değinmedi.

Milli irade dediği, iktidarın iradesi,

Saygı dediği, RTE’ye biat edilmesi…

ŞERİAT

RTE, “Şeriata düşmanlık dinin kendisine düşmanlıktır”

Sokaklarda şeriat isteyen yobazların cesaret ve güç kaynağı…

ORMAN

Cumhurbaşkanı kararı ile 6.378 m2 (doğrusu :  6 milyon 74 bin 411 m2, yazılanın bin katı!) orman sınırı dışına çıkarıldı, satışa açıldı.

Ormanlar boşuna yakılmadı…

SAHTEKAR

Sosyal medyada bir “din adamı” (?), Allah’tan istendiğinde enflasyon ve faizin anında sıfırlanacağını söylüyor.

Akıl fukarası, din tüccarlarının sıfırlanması istense?..

OY

AKP’nin cumhurbaşkanı RTE,

İstanbul’da; merkezden yardım almadığından yakınanların herkesten çok aldığını söyleyerek İmamoğlu’nu suçladı.

Hatay’da; yerel yönetimlerin merkezi yönetimle el ele vermemesi durumunda oraya hizmet gitmeyeceğini, Hatay’a bu yüzden gitmediğini söyledi.

İşte dürüstlük, işte insanlık, işte cumhurun başkanı!..

ANMA

Malatya Valiliği, Kahramanmaraş merkezli depremlere ilişkin yapılacak anma etkinliklerini 3 gün süreyle yasakladı.

Merkezle uyumlu…

DİSİPLİN

Milli Savunma Bakanlığı YDK (Yüksek Disiplin Kurulu), Tuzla Piyade Okulu’nda Atatürk’ün fotoğrafının takılma(ma)sı ile ilgili kavgaya karışan Atatürkçü teğmenler için de ihraç kararı vermiş.

Ne şiş yansın ne kebap…

CUMHURBAŞKANI…

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com 

Kahramanmaraş merkezli depremin yıldönümü vesilesiyle hem depreme uğrayanların gönlünü almak hem 31 Mart’ta yapılacak yerel yönetim seçimleri için propaganda yapmak için bölgeye giden Cumhurbaşkanı, Hatay’da yaptığı konuşmada 

  • Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” demiş.

Bunun “Benim partime oy vermezseniz bütçeden zırnık koklatmam” anlamına gelen bir tehdit olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekir.

Gerçi her zaman yaptığı gibi ertesi gün İktidarın en marifetli sözcülerinden Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinde sözüm ona bir düzeltme yapmayı denedi. Bir önceki cümleyi de göstererek Cumhurbaşkanının öyle demek istemediğini ileri sürse ve Cumhurbaşkanı da başka bir konuşmasında “Biz her ilin bütçeden hakkını gönderiyoruz. Muhalefet belediyeleri bunları doğru kullanmıyor” dese de İstanbul için yaptıklarından biliyoruz ki; Hükümet, muhalefetin yönetimindeki belediyelerin başarısız olması için her yola başvuruyor. Yurttaşların zararına da olsa yeter ki belediye başarısız olsun politikasını güdüyor.

NASIL BİR CUMHURBAŞKANI?  

Bu vesile ile düşlerimdeki Cumhurbaşkanını anlatmanın sırasıdır:

Cumhurbaşkanı, adı üstünde, seçimlerde çoğunluğu da kazansa, kendisini bir partinin değil, bütün milletin başkanı saymalıdır. Milletin yarısını günde birkaç kez hakaretlere boğan biri, cumhurun başkanı olduğunu nasıl ileri sürebilir? O partisinin “cumhurbaşkanı”dır.

Cumhurbaşkanı, devlet kurumları, o ülkedeki partiler, çeşitli sınıf, milliyet, din ve mezheplerden oluşan insanlar arasında düzenleyici, dengeleyici bir rol üstlenmelidir.

Cumhurbaşkanlığı makamı yurttaşlardan oy isteme makamı değildir. O makam, partiler karşısında tarafsızdır.

Cumhurbaşkanlığına seçilecek kişinin bir partiye mensubiyeti (bağı) olsa bile, seçildikten sonra partilerle ilişkisini keser.

OLGUN, BABACAN, ADİL…  

O, konuşurken ağzından ateşler fışkıran bir kavgacı değil, sözüne herkes tarafından itibar edilen, babacan, güler yüzlü bir baba gibi davranmalıdır.

Cumhurbaşkanı çok konuşmamalıdır. Gerektiği zamanlarda az ve öz konuşmalıdır.

Bütün yurttaşlar, Cumhurbaşkanlığı makamında kendilerini seven ve sayan, haksızlıklara uğradıkları zaman başvurabilecekleri, adaletli, olgun bir insanın bulunduğuna inanmalıdırlar.

Bir Cumhurbaşkanının, maaşından başka bir geliri olmamalı, yaşamında şatafattan kaçınmalı, ortalama bir vatandaş gibi yaşamalıdır. Onun eşini, dostunu, yakınlarını kayırması, onları çeşitli işlerin başına getirmesi, yurttaşların güvenini sarsar.

Bir cumhurbaşkanı, kimlerin cezaevine atılacağına karar vermez. Mahkemelerin hükümlerine ima derecesinde bile etki etmeye kalkmaz. Yoksa günümüzde olduğu gibi adalete güven kalmaz.

Bir cumhurbaşkanı, hangi din veya mezhebin mensubu (üyesi) olursa olsun, kendi inancının propagandasını yapamaz. Yurttaşlara, devlet eliyle bu dinin kurallarını yerine getirmeyi dayatamaz. Devlet işleriyle din işlerinin birbirine karıştırılamayacağını bilir. Değilse, farklı inançlardaki kişiler yanında itibar kaybına (saygınlık yitimine) uğrar.

Bizde de daha önce uygulanmış olan anayasalar gibi, dünya anayasalarında bütün bu kaygılar gözetilmiş, Cumhurbaşkanlarına tarafsızlık görevi verilmiş, bu nedenle dokunulmazlık kazandırılmıştır.

  • Hem bir partinin militanı olmak, hem de dokunulmazlık zırhına bürünmek olmaz.

Bir cumhurbaşkanının uzun süre aynı koltukta, hem de olağanüstü yetkilerle oturması, Türkiye’de olduğu gibi rejimin yozlaşmasına neden olur.

Bundan önceki anayasada bu süre bir keze özgü olmak üzere yedi yılla sınırlandırıyordu.

Türkiye’nin devlet düzenindeki akıl almaz çarpıklığın nedeni, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adlı garip bir sisteme geçmiş olmasıdır. Bu sistem başkanlık sistemlerinden de farklıdır.

Tarafsız ve sorumsuz cumhurbaşkanlığı sisteminden neden Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçildi?

Devleti ve toplumu “şeriat” dediği kendi dinci inançları doğrultusunda bir dönüşüme uğratırken, toplumun varlıklarını yandaşlarına yağmalatmak isteyen bir kişi ve
onun elinde tuttuğu bir siyasal hareketin hırsı, bu sonucu doğurdu.

Seçmenlerin bir kesimi de başka nedenlerle buna onay verdi.

Milletlerin tarihi böyle on, yirmi hatta daha uzun yılları kapsayan parantezlerle doludur.

Türkiye halkı da bilinçlenerek aklını başına alacak ve bu garip duruma son verecektir. 

ADD’den Suç Duyurusu : Atatürk’ü savunan teğmenlerin Ordu’dan atılması

Tuzla Piyade Okulu’nda Atatürk rozeti takmayanlara tepki gösteren teğmenlerin ihraç edilmesi kararı üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yüksek Disiplin Kurulu personeli ile ilgili suç duyurumuz ekte yer almaktadır.

Saygılarımızla. 7.2.24

Tuzla PİYADE OKULU teğmenlerinin atılması 7.2.24

Genel Başkanlık
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ

Büyük Esat Mah. Uğur Mumcu Cad. Uğur Mumcu Sok. No:24 Gaziosmanpaşa-Çankaya Ankara
Tlf : 0312 232 43 44, 0312 230 03 42   Faks : 0312 229 60 66   e-ileti : genelbaskanlik@add.org.tr

“Din = şeriat ve Türk = Müslüman” imiş, yok yahu?

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com    facebook.com/profsaltik     X: @profsaltik

Erdoğan, Diyanet Akademisi’nde konuşmuş…
Türk demek, Müslüman demektir..” buyurmuş.
Ayrıca din ile şeriatı eş kılmış..
***
AKP = RTE rejiminin temel derdi “gündem”.

Ülkemize – halkımıza görülmemiş bir yoksulluğu – yoksullaşTIRmayı dayattılar.
Bu politika kurgulu ve beklentileri de belli : Kitlelere diz çöktürüp biat ettirmek, oy deposuna dönüştürmek. Sınıf bilincinin gelişmesini engellemek, dinle terbiye edip Allah ile aldatmak.

Bu oyuna gelmemeliyiz, gelmeyeceğiz. Egemenliğimizi mollalara asla kaptırmayacağız. Şeriat asla din değil, ilkelliktir, yobazlıktır, dinci diktatörlüktür! Köprülerin altından çoooookkkkkkkk sular akmıştır. Bu ülkede laikliği kaldırıp şeriat temelli dinci rejim kurulması olanağı artık yoktur.
Bu tarihsel gerçekliği AKP = RTE de bal gibi bilmektedir. Ancak, laiklik – şeriat dengesini ikincisi lehine ne denli bozarlarsa o ölçüde kârdadırlar :

  • Din maskesiyle dar-ül harp ganimeti Türkiye!

Öte yandan, AKP=RTE bilerek kimi kavramları yanlış kullanmakta ve halkı kutuplaştırmayı sürdürmektedir. Bu siyaset değildir, doğrudan suçtur, Anayasayı çiğnemektir (Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu, TCK m.216, m.309 vd.).

Bir kez “Türk demek Müslüman demektir..” söylemi bütünüyle yanlıştır. İslam dini 1400 yıllıktır. Türklerin zorla İslamiyete sokulması MS 750’li yıllardadır. Dünyada ve ülkemizde on milyonlarca Türk, müslüman değildir. Öntürklerin (Proto-Türkler) tarihi MÖ 10 bin hatta 15 bin yıla dayanır. (Haluk Tarcan, Anadolu’nun Esas Sahipleri Öntürkler, 2021 ve Kazım Mirşan kaynakları..)

Bilimsel gerçek bu iken, bir devlet başkanının, -üstelik seçimi ve meşruluğu şaibeli!,- böylesine
açık çarpıtma yapması, en hafif deyimi ile çok ayıptır. Türkiye’nin uluslararası onurunu da yaralar.

RTE‘nin bu denli “cahil – bilgisiz” olamayacağını varsayarsak, o zaman “kasıtlı çarpıtma” ile halkı yanıltmaya din dayatmaya, gündem saptırmaya çabalamadır ki bu, ilkinden daha az “ayıp” değildir!

İnsan olmanın ilk koşulu “dürüstlük“tür ve başkalarına zarar vermemektir. “Primum non nocere!” uyarısı, Antik Yunan’dan bu yana 2500 yıldan eskidir. Evrensel etik kuralların başında gelir. Öte yandan İslamiyetin, özünde “iyi ahlak” erekli olduğu, Muhammet peygamberin sıklıkla söylediği sözlerdendir. Öyleyse, “Müslüman” olduğunu (!?) sıklıkla, gereksiz ve yersiz yineleyen ve bu yolla siyasete sürekli alet eden Erdoğan’ın, her 2 davranış seçeneği de tıkalıdır ve gerçekte din dışıdır.

Yakışmıyor Türkiye’ye ve 21. yüzyılın uygarlık birikimine.. Çağcıl (modern) dünyadan koparılıyoruz.
***
Teknik olarak ise                : Dini – mezhebi ne olursa olun; Türk, Türk’tür. Etniste ve inanç ayrıdır. Anayasanın 66. maddesi de “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” der. Erdoğan’ın söylemi Anayasa’nın sözüne ve özüne de aykırıdır. “Ilımlı İslam”,
bir ABD projesidir!

Önceki günlerde (02 Şubat 2024) paylaştığımız tweet iletisinde şöyle yazmıştık :

  • RTE gene gündem saptırmada.
    Din = şeriat imiş.. Yok yahu?! Kitaplı dinlerin kutsal kitapları var.
    Yorumları ise nedense türlü türlü!? İşte mezhepler, kanlı iç savaşların ana nedeni!
    Hangisinin şeriatını / din yorumunu uygulayacaksınız? Tek bir şeriat yok ki!
    Din Allah’ın kelamı ise neden olabildiğince net anlaşılamıyor, birbirinizi yiyorsunuz? (https://x.com/profsaltik/status/1753452056474530012?s=20)
  • AKP, bir tarikatlar koalisyonu.. Bunca tarikat, mezhep niyedir? Kur’an anlaşılmıyor mu?

Ayrıca, İslam Felsefesi uzmanı Prof. Dr. Şahin Filiz‘in makalesine (20 Eylül 2023) bakılması uygun olacaktır : Şahin Filiz yazdı: Şeriat, İslam mıdır? (veryansintv.com) ve Dinlerden önce de insandık, Türk’tük, 02 Mart 2023, https://www.veryansintv.com/yazar/sahin-filiz/kose-yazisi/dinlerden-once-de-insandik-turktuk/)

  • Din, şeriat değildir ve şeriat dinin, toplumlara, kültürlere, dönemin koşullarına ve çağlara göre değişen uygulamalarının bütünüdür. Değişmeyen din ile değişen şeriat aynı değildir. Aynı görülürse, o halde din de şeriat gibi her zaman değişmeye mahkum olur. Din bilimleri ve İslam Hukuk Tarihine bakmak yeterlidir. Taliban, Vahhabi, Işid, cihatçı Selefilik, Müslüman Kardeşler, Cemaat-i İslami gibi gruplar aynı dindendir ama ayrı ayrı şeriatları vardır. Din birleştirir, şeriatlar çatıştırır. Hangi İslam demeyiz, hangi şeriat deriz.” (https://x.com/proffiliz/status/1753046461967733031?s=20, tweet iletisi, 01 Şubat 2024)

Yine, dinbilgini İhsan Eliaçık‘ın tweet iletisi (@rihsaneliacik) yol göstericidir :

  • Şeriat Kur’an’da ‘doğal hukuk’ anlamındaydı. Tarih içinde saltanat yasası, günümüzde ise dini diktatörlük olarak anlaşılmaktadır. Kelimeler de insanlar gibi yozlaştırılır. Zamanla asli anlamlarını kaybeder. O zaman yeni tanımlar yapmak gerekir.”

Yerel seçimlere giderken, AKP=RTE iktidarının zerrece etik kaygı duymadan her şeyi ama her şeyi yapabileceğini görmek çok acı ve ülkemiz için kaygı verici. 2015 seçimi, kanlı olaylarını unutmadık.

Erdoğan’ın yakın – uzak çevresinde, bu gidişin çok ağır yakıcı – yıkıcı etkilerini anlatabilecek hiç kimse kalmadı mı gerçekten?? Yağmaya ortaklık, böylesine katı ve yaygın bir akıl felci mi yarattı!?

Yazık bu ülkeye ve halka.. Yıkım (tahribat) çok ağır, giderimi (telafisi) çok güç, ülke örtük iflasta!
Artık yeter, durmasını bilmek gerek. Halkın yoksulluktan beli bükülmüş, AKP=RTE ne peşinde??!!

Çare        : 31 Mart 2024 yerel seçimleri, salt yerel yönetim seçimi olmaktan çıkmış, tarihsel ve kritik bir anlam ve önem kazanmıştır. Ulusumuz, bu çağdışı hatta ilkel dinci-yobaz dayatmayı oylarıyla engellemeli! Muhalefet partileri stratejilerini tümüyle gözden geçirmeli. 14-28 Mayıs 2023 seçiminde AKP=RTE halkın ulusal güvenlik kaygısını sömürdü, kullandı. Muhalefete karşı sahte videolar üretildi, Erdoğan bunu itiraf etti! Şimdi ölçüsüz ve acımasız, vahşi din sömürüsünde sıra; yapay zekayı bile kötüye kullanarak! Halkı uyarmalı ulusal bir seferberlikle. Ortak payda LAİKLİK olmalı. 3 Mart 1924 Devrim Yasalarının 100. Yılı tam da uygun fırsat. Elbirliği ile değerlendirilmeli, kitlesel-toplumsal bir uyanış-derleniş sağlanmalı; dinci-emperyal kuşatma 22. yılında mutlaka yarılmalı!

Sevgi, saygı ve kaygı ama UMUT ile.
06 Ocak 2024, Ankara

EYYY NATO 

Suay Karaman 

North Atlantic Treaty Organization’ kelimelerinin ilk harflerinden oluşan NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), 4 Nisan 1949’da, başta ABD olmak üzere kimi Batı Avrupa ülkelerinin öncülüğünde 12 ülke tarafından kurulan uluslararası askeri birliktir. NATO, daha sonra farklı dönemlerde başka ülkelerin katılımıyla genişlemiştir. (AS: İsveç ile 32 üye oldu)

Varşova Paktı, 14 Mayıs 1955’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) ve kimi Doğu Avrupa ülkelerinin öncülüğünde 8 ülke tarafından kurulan “dostluk, işbirliği ve karşılıklı yardım antlaşması” ile kurulan askeri ve siyasal birliktir. Kuruluş tarihlerine bakılırsa, Varşova Paktı’nın, NATO’ya karşı bir tepki olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. 

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile 1 Temmuz 1991’de Varşova Paktı da sona erdi. Bu durumda, Varşova Paktı artık olmadığına göre, NATO’nun neden hala varlığını sürdürdüğünü sorgulamak gerekir. NATO, ABD’nin dünya jandarmalığına soyunmak ve sömürgeci politikalarını yaymak amacıyla kurulmuştur. 

Türkiye NATO’ya girmek için, Demokrat Parti tarafından 12 Ekim 1950’de TBMM kararı olmadan Kore’ye asker göndererek, bizim için hiçbir anlamı olmayan bir savaşa katıldı. Bunun sonucunda 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye oldu. 

Özellikle Rusya’yı çevrelemek politikasıyla sürekli genişleyen NATO, Finlandiya ve İsveç’in üye olmasını gündeme getirdi. Ancak 13 Mayıs 2022’de AKP genel başkanı buna karşı çıktı. Tayyip Erdoğan, teröre destek verdiğini söylediği bu iki ülkenin NATO üyeliğine Türkiye’nin karşı olduğunu ve NATO Konseyinde olumsuz oy vereceğini açıkladı. 29 Mayıs 2022’de “Başta ben olduğum sürece Finlandiya ve İsveç NATO’ya giremez.” diyen Erdoğan, 28-30 Haziran 2022’de Madrid’de yapılan NATO doruğunda, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine onay verdi. 

30 Mart 2023’te TBMM Genel Kurulunda yapılan oylama ile Finlandiya’nın NATO üyesi olması uygun bulundu. AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti milletvekilleri 276 evet oyu verdi. Öbür partiler oylamaya katılmadı. 23 Ocak 2024’te TBMM Genel Kurulunda yapılan oylama ile İsveç’in NATO üyesi olması da uygun bulundu. AKP, CHP, MHP ve DEVA milletvekilleri 287 evet oyu verirken; İYİ Parti, DEM Parti, Saadet Partisi, Hüda-Par, Yeniden Refah Partisi ve TİP milletvekilleri ise 55 hayır oyu verdi. Dört milletvekili çekinser kaldı. (AS: yalnızca 17 CHP milletvekili İsveç’in NATO’ya üyeliğine evet dedi, 118’i oylamaya katılmadı..)

Eğer ülkemizi yönetenler ulusal çıkarlarımızı düşünselerdi Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine alınması karşılığında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını gündeme getirir ve Kıbrıs’ ta kalıcı çözüme ulaşılmasını sağlayabilirlerdi. Elimizdeki kozları kullanamadan, emperyalist ABD’nin dümen suyuna giderek, NATO’nun genişlemesini sağlamak “milli duruş” olarak nitelenemez. 

Ülkemizin çıkarlarını ABD’ye göre, NATO’ya göre biçimlendirmek açıkça sömürge olmaya boyun eğmektir. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınmasına onay vererek, NATO’nun genişletilmesi ABD’nin yararınadır, Türkiye bundan büyük zarar görecektir. 

TBMM’deki oylama sonuçlara göre ABD’nin ve NATO’nun buyruğunda olduğumuz yeniden ortaya çıkmıştır. Öbür partilerin ne oldukları, kimlere hizmet ettikleri belli, ancak CHP gibi emperyalizme karşı mücadele etmiş ve başarmış bir partinin “evet” oyu vermesi üzerinde düşünmek gerekir. NATO’nun genişlemesi için onay vermek, ülkemizin kurucu partisi CHP’nin tam bağımsızlık ilkesine de aykırıdır. 

İşin özü CHP, 10 Kasım 1938’den beri tam bağımsızlıkçı ve emperyalizm karşıtlığı politikalarından uzaklaşmıştır. 22 Şubat 2022’de Kemal Kılıçdaroğlu, Reuters’a verdiği demeçte; “Biz NATO’nun bir parçasıyız. Dolayısıyla kendimizi bu ittifakın dışında göremeyiz. Bu konuda taahhütlerimiz var.” demişti. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise 11 Aralık 2023’de TBMM’de bütçe görüşmeleri yapılırken, “Bizim yolumuz 6. Filo’yu denize dökenlerin yoludur.” demişti. Ancak CHP, 43 gün sonra TBMM’de NATO’nun genişlemesine onay verdi. Bu durumda 6. Filo’yu denize dökenlerin “kahrolsun ABD, kahrolsun NATO” dediğinden haberi yok muydu? NATO’nun genişlemesine ‘demokrasinin yanında olmak’ şeklinde açıklama yapmak, emperyalizmin hizmetinde olmanın kanıtıdır. 

NATO, ABD’nin başını çektiği bir haydut örgüttür

Ülkemizde ulusalcı aydınları öldüren, laik cumhuriyetimizi yok ederek, dinciliği dayatan, Türk-İslam sentezi sevdalılarını iktidara taşıyan, ülkemizin parçalanması için çalışan bir oluşumdur. NATO’nun ve ABD’nin ülkelere nasıl “demokrasi getirdiği” (!) iyi bilinmektedir. Böyle bir örgütün içinde olmak yanlıştır. Türkiye’nin NATO içindeki müttefikleri, Ege Adalarını işgal ederek, sözde Ermeni Soykırımı tasarılarına destek vererek, Kıbrıs’tan Türk kimliğini silmek için Rumlara açık çek vererek, PKK-YPG terör örgütüne silah vererek, askerlerimizin şehit olmasına yol açan düşmanca bir politika izlemektedirler. Bu bağlamda Türkiye’nin NATO üyeliğini daha çok sürdürmesinin bir anlamı kalmamıştır. Bu onur kırıcı durumdan en kısa sürede kurtulmak gerekmektedir. Ülkemizdeki tüm ABD üsleri kapatılmalıdır. Yerli ve ulusalcı (milli) olmanın ilk koşulu budur. 

NATO ile mücadele mandacılıkla mücadeledir, bağımsızlık savaşıdır. NATO’nun dediklerini yaparak değil, hesaplaşarak bağımsız olunur. Emperyalizmle işbirliği yapmak, eşsiz liderimiz Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmaz. NATO’cu tüm yöneticiler, bunu bilmek zorundadır. Zamanı gelince bu hesapların sorulacağı da akıllarda yer etmelidir. 

Azim ve Karar, 5 Şubat 2024
https://azimvekarar.net/eyyy-nato/ 

Yapay zekâ

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
05 Şubat 2024, Cumhuriyet

 

Aydın ve entelektüel birikime sahip olan insan, moda ve popüler olan şeylerden kuşku duyar.

Friedrich Nietzsche’nin düşündüğü gibi, sürü zihniyetini aşmak, özgür bir ruh olmak, insan için en değerli şeylerden birisidir.

Karl Marx’ın kapitalizm eleştirisi de dikkate alınacak olursa, moda ve popüler olan şeylerden neden kuşku duyulması gerektiği daha da iyi anlaşılır.

Yapay zekâ bu bağlamda ele alınması ve anlaşılması gereken bir konudur.
***
Yapay zekâ ile insanı özdeşleştirmek, hem yapay zekâyı hem de insanı anlamamak anlamına gelir. Yapay zekâ, geniş bir veri hafızasına, çıkarım yapma ve hesaplama yetisine sahip olmakla birlikte, bilinci, ruhu, özgür iradesi, tutkuları, duyguları ve aklı olan bir varlık değildir.

Yapay zekâ yalnızca, insana ait bu özelliklerin belli başlı göstergelerini yapay bir formda sergileme ve görünüşe aktarma yetisine sahiptir.

Ayrıca, yapay zekâya, öbür özellikleriyle birlikte, bu özellikleri kazandıran, insanın kendisidir. Yapay zekâ, insan tarafından nasıl programlandıysa ve koşullandırıldıysa, o şekilde hareket eder.

Yapay zekâ bir eylemde ve seçimde bulunmaz. Yapay zekâ salt bir davranış ve hareket sergiler. Yapay zekâ kendisine verilen komutları yerine getirir.

İnsan her koşulda ve her zaman bir eylemde ve seçimde bulunamasa da, sık sık davranışlarının tutsağı olsa da, kimi koşullarda ve zamanlarda, kendi özgür iradesiyle, eylemde ve seçimde de bulunabilir. Yapay zekâ için bu kategorik bir olanaksızlıktır.
***
Öte yanda yapay zekâ; zekâyı akıldan, bilinçten, ruhtan, özgür iradeden, duygudan, tutkudan ayırmamızı sağlaması açısından önemlidir.

Ayrıca yapay zekâ, her teknoloji ürünü gibi, toplumun yararına kullanılırsa, iyi bir şeydir.

Ancak yapay zekânın çok önemli iki tehlikesi vardır.

Birincisi, yapay zekâ insan zihninde bilişsel gerilemelere yol açar. Sık sık yapay zekâya başvuran insanın kimi bilişsel yetenekleri paslanır, böyle bir insan, düşünme tembeli ve düşünme özürlü bir varlığa dönüşür.

İkincisi, kapitalizme hizmet eden yapay zekâ, çok büyük ekonomik ve sosyal adaletsizliklere yol açar. İnsanın yapabileceği işlerin yapay zekâya devredilmesi, kitlesel boyutta işsizlikle sonuçlanır.

  • Yapay zekâ, kapitalist oligarşik odaklar için bulunmaz bir nimettir.

Bu odaklar bu nedenle dünyada bir yapay zekâ furyası, promosyonu, propagandası, reklam kampanyası estirmektedir.

Çünkü insanın yapacağı işlerin yapay zekâ tarafından yapılması, uzun vadede şirketlere ve holdinglere daha fazla kâr getirecektir. Emekçi insanlara maaş ödemek, onların emeklilik ve sağlık primlerini yatırmak yerine, yapay zekâyı çalıştırmak daha kârlıdır. Bu bağlamda yapay zekâ, ucuz işgücü bile değil, bedava işgücüdür.

Bu sorunun çözümü ancak, özel sektörün veya devletin, tüm vatandaşlara, evrensel temel gelirolarak da bilinen, karşılıksız bir gelir sağlamasıyla olanaklıdır. Böyle bir ekonomik model de henüz uygulanamamıştır.

Bunun dışında, halkın egemenliğini yapay zekânın egemenliğine devretmeye çalışacak, kitlesel işsizliğe, ekonomik ve sosyal adaletsizliğe yol açacak siyasal partilerin, seçmenlerin tuzağa düşmemesi durumunda, seçim kazanmaları ve yapay zekânın egemenliğini sağlamaları da olanaklı değildir.

Neyse ki yapay zekâ teknolojisinin gelişmiş olduğu ülkelerin çoğunda hâlâ çok partili serbest seçimli bir düzen var.

En azından şimdilik!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İsveç’in NATO üyeliği29 Ocak 2024
24 Ocak22 Ocak 2024

Prof. Dr. Halil ÇİVİ’den “Aşure ya da Çerezler”

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

Prof. Dr. Halil ÇİVİ’den kendi deyimiyle “Aşure ya da Çerezlerim”

Hz. Ali diyor ki : 

  • Eğer vicdanın körse, gözünün görmesi hiçbir işe yaramaz.
  • Öğretmenlik Allah sanatıdır. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.
  • En büyük ahmaklık cahillik, en üstün zenginlik de akıldır.
    ***

SİYASETTE PEŞİN ve VERESİYE

  • Siyasetin yozlaştığı bir ülkede, eğer iktidar olurlarsa, siyasetçilerin kendi öz çıkarları her zaman peşin tahsil edilir. Ama halka vaatleri ise çoğunlukla veresiyedir. Ayrıca veresiyenin tahsilatı da her zaman mümkün olmaz.

***
KONFÜÇYUS (İ.Ö. 551-479), tam 2500 yıl önce diyor ki:

1- Yaptığı iyiliği çıkarı için yapan insana YALANCI DOST denir.
2- Adalet yolunu şaşırırsa insanlar başıboş bir karışıklık ve korku içinde kalır.
3- Söyleyecek fikri olmayanlar hep yüksek sesle, bağırarak konuşurlar.
4- Yanlış yapmak kötüdür; fakat yaptığı yanlışı unutmak ondan daha kötüdür.
5- İnsan ne denli geriye dönerse dönsün arkasını göremez.
***
KİMLERİN NERESİ SAĞLAM KALIR?

Hak, hukuk ve adalet tanımayan, sürekli yalan söyleyen, hile yapan, iftira atan, tuzak kuran, haram, rüşvet ve yolsuzlukla beslenen tiplerin inancı, dini ve mezhebi ne olursa olsun; böyle yaşamayı alışkanlık edinmiş insanların onuru, vicdanı, ahlakı, aklı ve beyni giderek çürür.
Salt MİDELERİ SAĞLAM kalır.
Siyaseti yalnızca midesi için yapanlar böyledir.
Tanrı ülkeleri, toplumları, aileleri ve bireyleri salt midesi için siyaset yapanlardan korusun.
***
AKIL MI SAKAL MI?

Bilgelik, adalet ve ahlak; kendi cehaletini ya da kötü niyetini gizlemek için bırakılan SAKALDAN DEĞİL; çaĝdaş eğitim, bilim ve ELEŞTİREL AKILDAN türer.

Sözümüz tüm sakallılara değildir.

Sakalını itibar, makam ve çıkar aracı olarak kullanan hilebaz, madrabaz, dInbaz ve yobazlaradır.
***
Antik Yunan düşünürü PLATON (EFLATUN) diyor ki :

– Boş beyin şeytanın çalışma atölyesidir.
– Dinbaz, düzenbaz, ekonomi ve siyaset madrabazlarının çalışma atölyesi de hep cahil ve yoksuların beyni olagelmiştir.
– Aman ha, özgür akıl ve deneysel bilimle beslenen çağdaş eğitime ve sağduyumuza sahip çıkalım.
***
AKIL, DUYGU, MUTLULUK ve HUZUR

Akıl beyninin, duygu ise yüreğinin ürünüdür.
Çağdaş eğitimle, hak – adalet ve bilim çemberi içinde kalarak ikisini de iyi eğitir, ahlaklı yönetir ve aklınla duygularını birbiri ile hep barışık tutarsan, huzur ve mutluluk seni hiç terk etmez.
***
CENNET ve CEHENNEM

Uluslarını sağduyu, vicdan, ahlak ve adaletle yönetenler ülkelerini CENNETE;
tersine kin, nefret, korku ve gelecek endişesi yaratarak yönetenler de CEHENNEME çevirirler.