Mustafa AYDINLI şiiri : SARAR MI DERSİN?

Şiir köşesi

 

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı

 

SARAR MI DERSİN?

Sansardan, samurdan kürkler giyenler
Fakir, fukaranın hakkın yiyenler
Yiyip yiyip daha yok mu diyenler
Bu saltanat böyle sürer mi dersin?
***
İşçi market kapısından geçemez
Gündüzünü gecesini seçemez
Köylü tarlasına tohum saçamaz
Bu halk bu defteri dürer mi dersin?
***
Fiyatlar kanatlı gökte uçuyor
Yurtta yaşamanın tadı kaçıyor
Bu halk denenmişi tekrar seçiyor
Gelecek seçime yerer mi dersin?
***
Kırılsın yalanın dişlisi çarkı
Kalmasın fakirin zenginle farkı
Aydınlı söylenen bir kutsal türkü
Bütün bir ulusu sarar mı dersin?


Ordudan Çıkartılan Atatürkçü Teğmenlere

Teğmenim,

Öncelikle seni Atatürk’e cesaretle sahip çıktığın için yürekten kutluyorum.

10 Kasım’da yakasına Atatürk resmi takmayanlara gösterdiğin tepki senin yiğit bir Atatürk askeri olduğunu gösteriyor.

Ebedi başkomutanımız Atatürk’ün Okulu olan Harbiye’de ‘harbiye ruhu” dediğimiz niteliği kazandığın anlaşılıyor. Keşke tepki gösterdiğin arkadaşların da senin gibi olsalardı.

Başına gelebilecekleri düşünerek onlara hiç tepki göstermez sessiz kalsaydın harbiye ruhuna aykırı harekette etmiş olurdun.

Senden yaşça büyük bir Harbiyeli olarak, seni yürekliliğinden ve ilkeli davranışından dolayı kutluyorum.

Ordudan çıkarılmanı haksız buluyorum.

Ebedi başkomutanımız Atatürk’ün ordusunda O’nu inkar edenlerle (yadsıyanlarla)
O’na sahip çıkanlar aynı ceza ile karşılaşmamalıydı.

Fakat üzülme kardeşim.
Davranışınla övünç duy.
Almış olduğun eğitim ve kişiliğinle her zaman ve her yerde bu ülkeye ve halka Atatürk’ün askerine yakışır biçimde hizmet borcunu ödemeyi sürdürebilirsin.

Senden bu beklenir.

Gözlerinden öperim. 14 Şubat 2024

Em. Tuğg. Cihangir Dumanlı

1972

Çarşamba iğneleri : 14 Şubat 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HIYANET

Cumhuriyet’e ‘Darbe’ diyen Hüda Par’lı Serkan Ramanlı, Batman’da ‘Ana dilimi seçiyorum’ kampanyası başlattı. Sınıflara girip Kürtçe ders verdi.

Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarının %80’inin “Diyanet’te torpil ve kayırmacılık var” dediği ortaya çıktı.

Milli Eğitim de, Diyanet de Laik cumhuriyete hıyanette…

İLŞİKİ

RTE, Adliye’ye yapılan DHKP-C saldırısını da CHP’yle ilişkilendirdi.

Çamur deryası…

ÜYE

RTE, İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline onay veren yargıcı AYM üyeliğine atadı.

Bağımlı yargı, vicdansız adalet…

RANT

MHP’li Karabük Belediye Başkanı, ”AKP siyaseti, bir yerde rant varsa onu peş keş çekmekle başlar.

Dost doğruyu söyler…

TEHDİT

Hatay’da CHP‘li belediye olmadığı için hizmet gelmediğini söyleyen RTE, Tekirdağ’da “Bizde sırf kendine oy vermedi diye depremzedeleri dışarı atmak yok. Bizde CHP gibi milleti tehdit etmek yok” dedi.

Yeni yasal düzenleme ile Belediyelerin yatırım için iç borç alması, Cumhurbaşkanı yetkisine bağlandı.

Mart kedisi hem yapar hem başkasına atar…

YARDIM

Depremzedelere yardım için toplanan malzemeler bir yıl sonra AKP’li Üsküdar Belediyesi’nin otoparkından çıktı.

Adamları alnı secdeye değiyor!..

Hedefteki kilit taşı: Laiklik

Olaylar Ve Görüşler

Prof. Dr. Can CEYLAN

12 Şubat 2024, Cumhuriyet

“Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz; en doğru, en hakiki yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.” (M.K. Atatürk)

Anayasamızın 2. maddesi

  • “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Anayasanın 4. maddesi de devletin cumhuriyet, resmi dilin Türkçe ve bayrağımızın Türk bayrağı olduğuna hükmeden 1. ve 3. maddeleri de içine alarak, bu maddelerin değiştirilemeyeceğini, değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceğini vurguluyor.

EVRENSEL DEĞERLER

Karşıdevrimin temelleri, 1950’li yıllarda Menderes hükümetinin antidemokratik karar ve uygulamaları ile atılmaya başlanmıştır. Ardından, Amerikan güdümlü 1980 askeri darbesinden sonra, çağdaş evrensel değerlerin örselenmesi, dinsel figürlerin daha da ön plana çıkarılmasıyla, karşıdevrim hamlelerinin en önemli enstrümanı olan siyasal İslam projesinin yolu açılmış oldu. 2002’de, ülke siyasetinin yaşadığı çalkantılı süreç, ülke ekonomisindeki olumsuz gidişle birleşince; emperyalist güçlerin gizli amaçlarını gerçekleştirmek için, 1923’ten beri bekledikleri fırsat fişeği, AKP’nin siyaset sahnesine sürülmesiyle ateşlenmiş oldu.

Ardından, Atatürk ilke ve devrimleri, Cumhuriyet kazanımları; emperyal işbirlikçi FETÖ yapılanmasının devlet kurumlarına ve Türk Silahlı Kuvvetlerine sızarak ya da AKP korumasıyla sızdırılarak güç kazanması ile  hedef durumuna getirilmiş oldu.

AKP lideri

  • “Hem laik hem müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya laik. İkisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar, ikisinin bir arada olması mümkün değil..”

gibi anayasa ve laiklik karşıtı söylemlerini her fırsatta dile getiriyordu artık. Ülkenin kurucusu ve Cumhuriyetin temel değerleri konusundaki asılsız ve olumsuz söylemler de hız kesmeden sürüyor.

TEK ADAM YÖNETİMİ

Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki kurucu ilkelere bağlı yurtsever kurmayların Ergenekon, Balyoz kumpasları ile tasfiye edilmesi, demokratik parlamenter sistemden partili tek adam yönetimine geçilmesi, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması, yürütmenin yansız olması gereken partili cumhurbaşkanınca atanması ve Meclis denetiminden soyutlanması, yasamanın işlevsiz duruma getirilmesi; karşıdevrimin en önemli hamleleri olarak tarih sayfalarında yerini alacaktır. Kuşkusuz; AKP’nin iktidarını sürdürmesindeki en önemli kozu, siyaset kurgusunda din unsurlarını (ögelerini) fazlasıyla (AS: aşırı!) kullanması, seçim yitirme riski ortaya çıktığında da kutuplaştırma söylemlerini, “iktidar değişirse ülke bekasının bozulacağı” sopasını devreye sokmasıdır.

Önümüzdeki süreçte demokratik parlamenter sistemin yeniden kurulması, kurucu değerlerin yeniden ülke yönetiminde egemen kılınması noktasında muhalefet partilerine büyük görevler düşmektedir.

Bu görevlerin belki de en önemlisi; demokratik çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin korunması, ülkede barış ve huzur (erinç) ortamının güvence altına alınması, evrensel değerlerden beslenen kalkınma girişimlerinin yaşama geçirilmesi için laiklik ilkesinden asla ödün verilmemesi, laikliğin sırf (salt) dinsel inançlar için değil tüm temel insan hakları ve özgürlükler için gerekli  (zorunlu) olduğunun halka anlatılıp benimsetilmesidir.

Başka bir deyişle laiklik, insanın kendi içinde yaşaması gereken dinsel duyguların siyasal propagandalara malzeme edilmemesinin, inançların sömürülmemesinin ana sigortası ve kilit taşıdır.

İslam, şeriat ve Türklük

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
12 Şubat 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

“Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Şubat 2024 tarihinde “Diyanet Akademisi”nde yaptığı konuşmada, şeriat düşmanlığını eleştirerek ve “İslamın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dinin bizatihi kendisine husumettir.” diyerek, İslamı köktendinciliğe indirgediği gibi, anayasadaki laiklik ilkesini de yok saydı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, şeriatı savunan ilk cumhurbaşkanı ve yürütme organı yöneticisi oldu!

Erdoğan böylece, şeriatı kabul etmeyen, laiklik ilkesini benimseyen ve buna rağmen kendisini Müslüman olarak tanımlayan onlarca milyon vatandaşın ve şeriatın İslamın özünde olmadığını savunan ilahiyatçıların görüşünü de yok saydı.
***
Erdoğan aynı konuşmada, “Kuran’a ve hadise sıkı sıkıya sarılmak”tan da söz etti. Oysa İslam dininin temeli “hadisler” değil, Kuran’dır. Kuran’da da herhangi bir devlet ve siyaset modeli ortaya konmamıştır.

  • Kuran ayetleri, Müslümanlar için bir öneri ve öğüt niteliği taşımaktadır. 

Ayrıca hadisler olarak bilinen metinlerde, anayasa ve yasalarla çelişen birçok unsur olduğu gibi, Kuran ayetleriyle çelişen birçok unsur da bulunmaktadır.

Bunun da ötesinde, Müslümanlara göre Kuran ayetleri, Allah tarafından peygambere vahiy yoluyla aktarılan ayetlerdir. “Hadisler” ise “din âlimleri” olarak anılan kişilerin Kuran yorumlarından ve buyruklarından oluşmaktadır.
***
Ayrıca, yalnızca Kuran ayetleri dikkate alınacak olsa bile, Kuran’daki bazı ayetlerin de anayasayla ve yasalarla çeliştiği açıktır. Örneğin

  • hırsızın elinin kesilmesi,
  • zina yapana 100 kez değnekle vurulması,
  • kadının mirasta ve tanıklıkta erkekle eşit olmaması,
  • kadının gerektiğinde dövülmesi gibi öğütler ve öneriler,

anayasaya ve yasalara aykırıdır.

Günümüz hukukuna göre hırsızlığın cezası hapistir; zina boşanma gerekçesi arasındadır; kadın ve erkek tüm haklarda eşittir; el kesmek, değnekle birisine vurmak ve birisini dövmek cinayete teşebbüs veya darp suçudur.

Bu durumlarda vatandaş, Müslüman da olsa, Kuran ayetine göre değil, anayasaya ve yasalara göre hareket etmekle yükümlüdür. Bunun aksini savunmak Afganistan, İran ve Suudi Arabistan’daki teokratik düzeni savunmak anlamına gelir!
***
Erdoğan aynı konuşmasında, anayasadaki Türklükkavramını da çarpıtarak, “Tarih kitaplarına şöyle bir göz attığınızda karşınıza çıkacak hakikat şudur: Türk demek, aynı zamanda Müslüman demektir.” diyerek, saçma bir iddiada daha bulunmuştur.

  • Anayasada Türklük, din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden değil, vatandaşlık üzerinden tanımlanır.

Bu aynı zamanda laiklik ilkesinin gereğidir. Çünkü Müslüman olmayan, örneğin ateist, agnostik, deist, panteist, Şamanist, Hıristiyan, Musevi olan milyonlarca Türk ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da vardır.

Türklük kavramına etnik kimlik, ana dil ve tarih üzerinden bakıldığında da, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkler, göç etmeden önce Müslüman değil, Şamanist ve Tengrici idiler. Türkler batıya doğru göç sırasında ve sonrasında, Müslüman olan Araplarla ve Perslerle karşılaşınca, Müslümanlığı benimsediler veya benimsemek zorunda kaldılar.

Türklüğü Müslümanlıkla özdeşleştirmek, anayasaya ve tarihsel olgulara aykırı olduğu gibi;
bir Türk vatandaşını, Türk olmayan bir Müslümandan ayırmayı da olanaksızlaştıran, milli değil, ümmetçi bir zihniyetin göstergesidir.

Erdoğan’ın Türkün Müslüman, Müslümanın da şeriatçı olması gerektiğini savunduğu bu vahim konuşmasında, kendisi gibi düşünmeyenleri, “cahil”, “kibirli”, “nobran”, “kendini bilmez”, “pervasız” olarak nitelendirmesi de ayrı bir fiyaskodur.

Başta CHP olmak üzere muhalefet partisi yöneticilerinin, Erdoğan’ın açıklamaları karşısındaki sessizliği, Cumhuriyetin yıkılmasına hizmet etmekten başka bir anlam taşımaz!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İslam, şeriat ve Türklük12 Şubat 2024

Yapay zekâ5 Şubat 2024

==========================================

Dostlar,

Bilindiği gibi, web sitemize aktardığımız ve sosyal medya hesaplarımızda da paylaştığımız bu köşe yazısının yazarı Sayın Örsan Öymen, ODTÜ‘de Felsefe Profesörüdür.

Felsefe bize doğru düşünme yöntemlerini öğretir. Olgulara yaklaşırken öznel (subjektif) değer yargılarımıza göre değil, olgular hakkında bilimsel bilgi temelli “değer bilgisi” yaklaşımını kullanır.

Bu yazıda Erdoğan’ın sözleri tümüyle “öznel (subjektif) değer yargıları” dır.

Değindiği temel ve kritik kavramlara ilişkin bilimsel bilgisinin olmadığı çok açıktır.
Türklük, müslümanlık, şeriat gibi anahtar kavramlar hakkında bilimsel temelli olgusal bilgi
sahibi değildir. Dolayısıyla, Erdoğan’ın bu söyledikleri yanlıştır, bilimsel olarak geçersizdir,

gerçek dışıdır. İmam Hatip Lisesi mezunu olması çelişkiyi daha da derinleştiriyor.

Daha acı bir olasılık, Erdoğan’ın geçerli bilgi sahibi olmasına karşın gerçeği çarpıtmasıdır.
Tuzu biberi ise, yalan – yanlış sözlerini onaylamayanlara yakıştırdığı düzeysiz nitemler
(sıfatlar). Bu tür bir davranışın iler tutar yanı yoktur.
Siyaset bu değildir.
Hiçbir gerekçe ile yalan – yanlış konuşmak ahlaksal – etik bakımdan savunulamaz.

Her 2 gerekçeyle de Erdoğan’ın “meydanı boş bulmuşluğu” hem TEK ADAM rejiminin despotik gücü hem de halkın önemli ölçüde ve yaygınlıkta yetersiz eğitimidir.

Saygın yönetici – politikacıya halkı bu durumda bırakarak sömürmek değil, ATATÜRK gibi millet mektepleri açarak, Köy Enstitüleri kurdurarak ulusal eğitim seferberliği başlatıp demokrasinin yurttaşlarını yetiştirmektir.

İkinci kamburumuz ise bu kişinin ne acı, ne yazık, ne talihsizlik ki Türkiye gibi çok önemli ve

büyük bir ülkenin Cumhurbaşkanı (3. kez seçimi hukuksuz) ve Yürütme’de mutlak egemen (kadir-i mutlak) tek adam oluşudur.

Türkiye bu utanılası tabloyu hak etmiyor ve hızla, artık bu görünümden kurtulmalıdır. Olgular halka, başta muhalefet partileri olmak üzere etkin – yaygın açıklanmalıdır. Bilinçlenen halk, oylarıyla, söz konusu aşağılanmayı reddedecektir. Ulusa öncülük gerek..

Bu bağlamda Laiklik Meclisi çalışmalarının web sitesinden özenle izlenmesi uygun olur.

Bu konuda biz de web sitemizde bir makale yayınladık birkaç gün önce :

“Din = şeriat ve Türk = Müslüman” imiş, yok yahu? | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Tıklanıp okunması, yayılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

21. yy’da uygar insanlık, artık din bezirganlığından mutlaka kurtulmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 12 Şubat 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net
        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Communication Skills-1 & 2

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 29th January 2024, we conducted a 3 hours lecture face-to-face for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of

Introduction to Comunication….

Here are the 66 power point slides having a rich and up to date content.. (pdf, 3.1 MB).
(This file was uploaded to the Moodle system of Atılım Univ, on lecture date.)

Communication Skills-1 Ahmet SALTIK

Communication Skills-2 will be held on 12th Febr. 2024, by additional 3 hours and a few short movies will also be examined through the lectures.

Update                :

Communication Skills, Importance & Functions (Part 2)

75 slides, PDF, 5.1 MB..

Communication Skills – Phase 1 (Part 2)

With respect and love. 12th February 2024, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM in Health Law  BSc in Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X @profsaltik

HATAY MAHZUN

Suay Karaman 

3 Şubat Cumartesi günü AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, partisinin Hatay’da düzenlediği AKP ilçe belediye başkan adayları tanıtım toplantısında,

  • Merkezi yönetim ile yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şimdi Hatay garip kaldı, Hatay mahzun kaldı.” dedi. 

Bu sözler, bilerek ve isteyerek Hatay’a yardım edilmediğinin açık ifadesidir. Zaten bizlerin bildiği bu gerçeği, şimdi AKP genel başkanı itiraf etmiştir. Yerel seçimler öncesinde seçmenlere gözdağı olarak söylenen bu sözlerin gereği yapılmalıdır. 

Hatay’ın CHP’li bir belediye tarafından yönetilmesi nedeniyle yardım yapılmadığının itirafı olan bu sözler üzerinde düşünmek gerekir. Depremden dört gün sonra Hatay’a ulaşılması, arama kurtarma çalışmalarının yeterli olmaması, geçen bir yıla karşın halen insanların çadırlarda ve konteyner kentlerde yaşatılması, birçok yerde elektrik ve su bulunmaması, halen birçok kamu hizmetinden yoksun olan Hataylılara yapılan büyük bir haksızlıktır. CHP’li belediye tarafından yönetilen Hatay’a verilen sözler tutulmadığı gibi, AKP’li belediyeler tarafından yönetilen diğer kentlerde de deprem sonrası verilen sözler tutulmamıştır. 

Hatay mahzun” söylemi üzerine Halkın Kurtuluş Partisi, Tayyip Erdoğan ve Murat Kurum hakkında “görevi kötüye kullanma”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “nefret ve ayrımcılık” ve “resmi belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek” suçlarını işlediklerini belirterek Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Bu suç duyurusundan bir sonuç çıkmayabilir ancak tarihe not düşülmüştür ve zamanı gelince gereği yapılacaktır. 

Bu söylemden çıkan sonuç şudur :

  • CHP’li belediyelerin yönettiği Ankara, İstanbul, İzmir gibi kentlerde de deprem olsa, arama-kurtarma çalışmaları çok yavaş yapılacaktır,
  • Hatay’da ne yaşandıysa, aynıları yaşanacaktır.
  • Bu söylem açıkça toplumu ayrıştırmaktır, bölmektir.
  • Bu söylem siyaset değildir.
  • Hatta bu söylem, tıp biliminin konusuna bile girebilir.
    (AS: bir hekim olarak; kesinlikle patolojiktir!!)

Yüz binin üstünde binanın çöktüğü depremde, resmi verilere göre 55 bin kişinin ölmesi de inandırıcı değildir. Çünkü AKP iktidarının açıklamalarına inanmak olanaklı değildir. Hatay’da yaşamın normale döndüğü konusunda siyasal iktidarın ve yandaş medyanın yaptığı algı operasyonları gerçeği yansıtmamaktadır. (AS: Kovit salgınında 101 bin ölüm dediler, TÜİK Şubat 2023’te 221 bin “fazladan” ölümü itiraf etmek zorunda kaldı!) Toplam 321 bin ölüm!)

Depremin üzerinde bir yıl geçti ama yaralar sarılamadı, barınma sorunu ile temel ihtiyaç maddelerine ulaşmaktaki sorunlar giderilemedi, eğitim ve sağlık sorunları çözülemedi, yitirilen çocuklar bulunamadı, birçok yerde molozlar kaldırılamadı, halen karanlıkta olan ve susuz olan semtler bulunmaktadır. Hatay garip, Hatay mahzun demek işin en kolayı ama Hatay’ın neden ve nasıl bu duruma getirildiğinin sorgulanması ve hesap sorulması gerekmektedir. Ovaları yapılaşmaya açarsanız, standartların dışında bina yaparsanız, bilim dışına çıkarsanız bu afetler kaçınılmaz olur. (AS: Çok sayıda imar affı!??)

Hatay halkının bu sözlere, bu tehdide aldırmayacağı görülecektir. “Hatay benim kişisel  sorunumdur.” diyen eşsiz liderimiz Atatürk’ten ilham (esin) alan Hataylılar, siyasal şantajlara boyun eğmeyeceklerdir. 31 Mart 2024, gerekli uyarıların yapılacağı tarihsel bir seçim olacaktır. 

Büyük vatan şairi Namık Kemal, 

  • “Millete ümit ettiğim aydınlığı görmeden ölürsem mezar taşıma yazılsın; vatan mahzun,
    ben mahzun..
    ” demişti.

Hatay mahzun değil, ülkemiz mahzun değil, bizler de mahzun değiliz.

Çünkü karanlığın sona ereceğinden ve ülkemizin aydınlığa kavuşacağı güzel günlerin görüleceğinden hiç kuşkumuz yok.

  • Yeter ki Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkalım,
  • tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığında örgütlü mücadele yapalım.

Aydınlık gelecek bizimdir, güzel günler Mustafa Kemal’in çocuklarınındır. 

Azim ve Karar, 12 Şubat 2024

Cumhuriyet dönemi sağlık politikaları

Osman Öztürk

Osman Öztürk

Yaşam 05.02.2024, BİRGÜN

Cumhuriyet, geçtiğimiz yıl yüz yaşını doldurdu. Normalde hazırlıkların yıllar öncesinden başlaması ve etkinliklerin yıl boyu sürmesi beklenirdi. Oysa öyle olmadı, siyasal iktidar tarafından olabildiğince “geçiştirilmeye” çalışıldı.

Hele, en son 29 Ekim 2023 günü AKP’li Cumhurbaşkanı’nın Türk Donanmasına ait yüz savaş gemisini Vahdettin’in köşkünden selamlaması tam ibretlikti.

O Vahdettin ki kişisel saltanatını sürdürebilmek için emperyalist işgalcilerle iş birliği yapmış, Milli Mücadelenin zafere ulaşmasından sonra da, 17 Kasım 1922 mübarek Cuma günü, kendisi Cuma selamlığına beklenirken Yıldız Sarayı’nın yan kapısından gizlice sıvışıp bir Kızılhaç ambulansına binerek, –ambulanslar o zamanlar da böyle pis işlerde kullanılıyormuş demek– Dolmabahçe’ye inmiş, istimbotla Boğaz’da demirlemiş İngiliz zırhlısına çıkarak Malta’ya kaçmıştı.

Siyasal İslam böylece yüz yıl sonra Vahdettin’in intikamını alırken o fotoğraf karesi de Cumhuriyetin yüz yıl sonra nereye evrildiğinin “resm-i geçit”i gibiydi.
∗∗
Cumhuriyete sahip çıktığını söyleyen siyasal muhalefet de yüzüncü yılda iyi bir performans (başarım) sergilemedi. Oysa toplumların tarihindeki Cumhuriyet benzeri önemli kırılma noktalarının yüzüncü yılı önemli bir tarihtir ve çok daha geniş olarak ele alınması gerekirdi.
***
TTB (Türk Tabipleri Birliği) yayını Toplum ve Hekim dergisi olarak “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları” başlıklı dosyayı hazırlarken böyle düşünerek yola çıktık.  Editörlüklerini Onur Hamzaoğlu ve Cegerğun Polat’la birlikte yaptığımız dosyada bizi esas ilgilendiren sağlık politikalarıydı ama bu yüzyılda sağlıkta yaşananları anlayabilmek için öncelikle ekonomik, politik, toplumsal, sosyal politikalarını ele aldık.

Dosyanın Sungur Savran’ın Cumhuriyet tarihinin sınıfsal bir değerlendirmesini yaptığı “Cumhuriyetin 100 Yılı: 12 Eylül Karşı-Devriminden AKP Dönemi Çürümesine” başlıklı yazısıyla başladık.

Ardından Şükrü Aslan “Cumhuriyetin Toplum Tahayyülü”nde dinamikleri, inşa süreci, yansımaları ve neticelerini ele alarak övme ya da yerme gibi politik kaygılardan çok Cumhuriyetin toplum tahayyüllerinin sonuçlarına ilişkin bir sosyolojik fotoğraf çekiyor.

Dosyamızdaki üçüncü yazı Erkin Başer’in Türkiye’de sermaye birikim sürecinin karakteristik özelliklerini irdelediği ve tarihsel birikimin günümüze yansıyan sonuçlarını ele aldığı “Türkiye’de Sermaye Birikiminin Yüz Yılı: Emperyalizmin Vesayeti ve Devletin İcazeti” makalesi.

Peşinden Özgür Müftüoğlu “Cumhuriyetin 100 Yılında Türkiye’de Sosyal Politika” başlıklı yazısında Osmanlı’nın kapitalizmle bütünleşme sürecinden başlayarak, yüz yıllık Cumhuriyet’in sosyal politikalarını Türkiye’nin kapitalizmdeki dönüşüm süreçlerine eklemlenme dönemleri üzerinden ele alıyor.

Sonra Eray Öntaş ve Meltem Çöl’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında, Sağlık Bakanlığı’nın farklı dönemlerindeki tarihsel değişimini, sağlık bakanlarının etkisini, önemli politika, yapılanma ve mevzuat değişiklerini ele aldıkları “Cumhuriyetin Yüz Yılında Sağlık Bakanlığı ve Sağlık Bakanları” geliyor.

Dosyanın bu sayıdaki son yazısının başlığı “Cumhuriyet Kurulurken Sağlık, Hastalık ve Sağlık Politikaları”. Ceren Gülser İlikan Rasimoğlu Cumhuriyet rejiminin oluşturulduğu dönemde sağlık alanındaki değişikliklerin Türkiye’nin demografik yapısını nasıl etkilediğini ele aldığı yazısında özellikle Cumhuriyetin ilk Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın sağlık politikalarına odaklanıyor.
∗∗
Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları
dosyamızın ilk sayısı geçtiğimiz hafta baskıya gitti. Aynı zamanda TTB’nin web sitesine de konuldu.

Dosyamıza Cumhuriyetin 2. yüzyılında da “Herkese Eşit, Ücretsiz, Nitelikli Sağlık Hizmeti” için mücadele edeceklerin dağarcığına mütevazı bir katkı yapmasını dileyerek bir sonraki sayıda da devam edeceğiz.

Sağlık politikalarına ilgi duyuyorsanız Toplum ve Hekim dergisine cüzi bir ücret mukabili (küçük bir ücret karşılığında) abone olabilirsiniz.  Olmazsanız da canınız sağ olsun; Derginin 1978’den bu yana kırk beş yıllık bütün külliyatına (birikimine, içeriğine) olduğu gibi bu son sayısına da https://www.belgelik.dr.tr/ToplumHekim/ adresinden ücretsiz olarak ulaşabilir, indirebilir, okuyabilirsiniz.

İyi okumalar.
===========================================
Yazarın Son Yazıları

Halil Çivi şiiri : DOĞANIN GAZABI (Halkın derin ızdırabı)

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

 

DOĞANIN GAZABI  
(Halkın derin ızdırabı)

Yer, gök ortaklaşa gazaba durdu,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Deprem, kar, kış, ayaz milleti vurdu;
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
Pazarcık depremi temeli söktü,
Elbistan depremi kalanı yıktı,
Tam 10 il çaresiz boynunu büktü,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
İki deprem birden savaşı seçti,
Halkın ciğerine sanki köz düştü,
Feryat, figan ta ayyuka erişti,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
Deprem ile soğuk ortaklık yaptı,
Zemherinin kışı Şubat’a sarktı,
Altı Şubat günü kıyamet koptu,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
Bilim insanını duyan olmadı,
Uzman görüşüne uyan olmadı,
Kâr ve rant hırsından cayan olmadı,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
İmar affı inşaatı çürüttü,
Çıkar hırsı vicdanları kuruttu,
Yapsatçılar malzemeyi yürüttü,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
Doğanın kuvveti gazaba geldi,
Binlerce vatandaş boş yere öldü,
Öksüzler ve dullar kimsesiz kaldı,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
Fıtrat, kader, sabır bahane oldu,
Tedbirden kaçınmak şahane oldu,
Vurguncu, rantçının kesesi doldu,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
Depremin gücünü bilmek zor muydu?
Bilimsel önlemler almak zor muydu?
Yapıları sağlam yapmak zor muydu?
Yerden ölüm gökten zulüm fışkırdı.
Xxx
Halil Çivi diyor yüreğim yandı,
10 ilde onca ev enkaza döndü,
Onbinlerce canın ocağı söndü,
Yerden ölüm, gökten zulüm fışkırdı.
Xxx

Prof. Dr. Halil Çivi
Çiğli / İZMİR, 08 Şubat 2023

Not : Bu şiir, 06 Şubat 2023‘te dokuz saat ara ile oluşan, 10 ilde büyük hasarlar ve onbinlece insanın ölümüne neden olan 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki Pazarcık ve Elbistan depremlerinin oluşturduğu büyük yıkımlar ve derin acılar nedeniyle yazılmıştır.

Hak arama mücadelesi ve Can Atalay kararı

Bir ilk gerçekleşti! - Anayurt GazetesiDr. Enver KUMBASAR
Yargıç

08 Şubat 2024, Cumhuriyet

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 14 Mayıs seçimlerinde Hatay halkının oyuyla seçilmiş bir üyesinin, Av. Can Atalay’ın milletvekilliğini, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nden (CD) gönderilen yazıyı Meclis Genel Kurulu’nda okutarak düşürür.

Av. Can Atalay, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce (ACM) hakkında verilen mahkûmiyet kararı henüz kesinleşmeden milletvekili seçilir ve yasama dokunulmazlığı kazanır (Anayasa m. 83).  Tahliye talebinin (Salıverilme isteminin) reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulunur. AYM henüz karar vermeden, dosyanın bulunduğu Yargıtay 3. CD mahkûmiyet kararını onar ve bir yazıyla durumu TBMM’ye bildirir. Yazı, hukuka ve teamüllere (geleneklere) uygun olarak Genel Kurul’da okutulmaz, bekletilir. AYM, başvuru tarihi itibarıyla hak ihlali (seçilme ve siyasi faaliyette bulunma, kişi hürriyeti ve güvenliği) kararı verir. Kararı, yeniden yargılama, tahliye ve durma kararı vermesi için İstanbul 13. ACM’ye, bilgi ve gerekli düzenlemeyi yapması için TBMM’ye gönderir. İstanbul 13. ACM, AYM kararı gereğini yerine getirmez ve dosyayı Yargıtay 3. CD’ye gönderir. Daire, AYM kararını yok hükmünde sayarak uyulmamasına karar verir. AYM’ye yeniden bireysel başvuru yapılır. Aynı süreç ikinci kez işler ve AYM’nin verdiği ikinci ihlal kararı da yerine getirilmez. TBMM’de bekletilen Yargıtay 3. CD’nin yazısı, İçtüzüğe aykırı bir şekilde Genel Kurul’da okutulur ve milletvekilliğinin düşürüldüğü duyurulur.

AYM kararlarının bütün kişi ve kurumları bağladığı, dolayısıyla AYM’ce verilen hak ihlali kararlarının İstanbul 13. ACM tarafından yerine getirilmesinin hukuken zorunlu olduğu (Anayasa m. 153), aksi uygulamanın disiplin ve ceza sorumluluğunu gerektirdiği, Yargıtay 3. CD’nin bu konuda görev ve yetkisinin bulunmadığı, AYM’nin hak ihlali kararı yerine getirilmediği ve TBMM önünde durduğu sürece milletvekilliğinin düşürülemeyeceği hususları gayet açık ve hukuken tartışmasızdır.

HUKUKUN ARAÇSALLAŞMASI

Anayasanın emredici hükmüne (m.153) rağmen AYM kararının gereğini yapmayan İstanbul 13. ACM yargıçları ile görevli olmadığı halde yetki kullanan Yargıtay 3. CD yargıçları, kararlarının anayasa ve hukuka uygun olmadığını bilmemekte midir? Elbette bilmektedirler! Peki o zaman anayasaya, hukuk devletine ve vicdanlara açık bir meydana okuma niteliğindeki bu kararları hangi cüretle alabilmektedirler? Bu durumu nasıl anlamalı ve açıklamalıyız? Hukuk alanının biraz dışına çıkarak!

Hukuk, sadece “hukuk” değildir. Hukukun bir de ekonomi-politiği vardır ve ekonomi-politik, büyük ölçüde hukuku belirler. Seksenli yılların başından beri dünyada uygulanmakta olan neoliberal kapitalist ekonomi politikaları maalesef toplumlara huzur getirmemiş, bölgesel ve etnik çatışmalara, büyük ekonomik, sosyal ve siyasal krizlere neden olmuştur. Bu durum birçok ülkede yönetimlerin otoriterleşmesine, bu ise hukuk devletinin ve yargı bağımsızlığının zayıflaması, yer yer ortadan kaldırılmasına yol açmıştır. Hukukun/yargının bir araç olarak kullanılması, bu dönemin en sık görülen uygulamasıdır.

Yargı bağımsızlığı anayasal bir ilke olmakla birlikte (Anayasa m. 9, 138), yargının yönetiminden sorumlu ve mahkemelerin bağımsızlığı esasına göre görev yapmakla yükümlü (Anayasa m. 159/1) Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyelerinin büyük çoğunluğu doğrudan ve dolaylı yöntemlerle partili cumhurbaşkanı tarafından belirlendiğinden, böyle bir yapıyla yargı bağımsızlığı ve hukuk devletinin gerçekleştirilmesi olanaklı gözükmemektedir. Yargı pratiği bunu acı bir şekilde göstermiş, göstermektedir.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI

Bu köşede 2 Aralık 2023’te yayımlanan yazımda belirttiğim gibi, yaşanan yargı krizinde HSK derhal devreye girerek, görevini yapmayan İstanbul 13. ACM heyetini görevden alarak disiplin ve ceza işlemleri başlatması, AYM kararlarının uygulanmasını sağlayacak yeni görevlendirmeler yapması gerekirken ne yazık ki bundan kaçınmıştır.

  • TBMM’nin milletvekilliğini düşürme işlemi İçtüzük ve Anayasaya,
  • Yargıtay 3. CD’nin kararları ise Anayasaya  aykırı olduğundan hukuken yok hükmündedir.

Henüz yerine getirilmeyen AYM’nin hak ihlali kararları ortada durmaktadır.

Bu kararları yerine getirecek kurum, kararlarda açıkça gösterildiği gibi İstanbul 13. ACM’dir. İstanbul 13. ACM görevini yapmıyor ise –ki yapmıyor-, HSK derhal devreye girmeli, Anayasa hükümlerinin üstünlüğü, AYM kararlarının bağlayıcılığı, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkeleri ile hak arama hürriyetinin gereği olarak sözü geçen mahkemeye yeni görevlendirmeler yaparak AYM’nin hak ihlali kararlarının bu mahkemece yerine getirilmesini sağlamalıdır. Bu onun anayasal görevidir.

HSK’nin, bu amaçla devreye girmesi ısrarla talep edilmelidir. Sonuç alınması, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve demokrasiden yana bütün toplumsal güçlerin demokratik mücadelesinden geçmektedir.