Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

GAZZE CEHENNEMİNE İSYAN

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı
18.10.2023, İzmir

Yahudiler Araplara, Araplar da Yahudilere var olma ve yaşama hakkı tanımıyor!

Musevi Müslümana, Müslüman da Musevi’ye düşman.

Hıristiyan Batı ülkeleri de hem İslam ülkelerini, İslam dini içindeki mezhep, tarikat ve cemaatların farklı dinsel yorumlarını kullanarak Müslümanı Müslümana kırdırıyor.

Müslümanlar da İslamın ilk yıllarından bugüne sürekli kardeş kavgası yapmaktan ve kardeş kanı dökmekten bıkmadılar.

Geri kalmışlık, cehalet ve yoksulluk sürüyor.

Dünyanın siyasal, ekonomik, teknolojik, askeri gücü Hıristiyan ülkelerinin elinde ve kötüye kullanılıyor.

  • Gazze yanıyor…
  • Filistin yanıyor…
  • Orta Doğu yanıyor…

Dünya nefesini tutmuş ve korku içinde.
Yerden, gökten ateş ve ölüm fışkırıyor…

Hastaneler bile bombalanıyor….

Uluslararası kurumlar, kuruluşlar ve örgütler Batılı emperyalist ülkelerin yönetim ve denetiminde.

Uluslararası hukuk haklı ve zayıflara değil, haksız, güçlü ve zorbalara göre biçimleniyor….

Bombalar ve füzeler adres sormuyor…

Müslümanlar ölüyor..
Museviler ölüyor…
Hıristiyanlar ölüyor…
Siyahlar ölüyor…
Beyazlar ölüyor…
Çocuklar ölüyor..
Kadınlar ölüyor..
Siviller ölüyor…
İnsanlar ölüyor..
Hukuk ölüyor..
Ahlak ölüyor..
Adalet ölüyor..

GAZZE’DE BÜTÜN İNSANLIK ÖLÜYOR!

Dolar fiyatı artıyor…
Petrol fiyatı yükseliyor…
Stratejik ürünlerin fiyatı tepe yaptı…
Silah satışları çok iyi gidiyor.

HAYIRLI(!) ve İYİ (!) İŞLER BEYLER…

Eyy, dünyayı kendi mülkü ve tüm insanları kendi kölesi sananlar!
İnsanlıktan mı çıktınız?
Durdurun bu vahşeti!
Utanmıyor musunuz??
Arlanmıyor musunuz??
Vicdanınız mı kurudu??
Ahlakınız mı çürüdü??

Yamyamlaştınız ve KANLA BESLENİYORSUNUZ!

Vicdanım kanıyor…
İçim kan ağlıyor.
Gözlerim bebek, çocuk, kadın… sivil ve günahsız ceset parçalarına şiddetle isyan ediyor.
Ruhum derin azap çekiyor.

BÖYLE BİR DÜNYA DÜZENİNE İSYAN EDİYORUM.
LANET OLSUN!

MAZLUM MİLLETLER ve YETENEKSİZ YA DA HAİN YÖNETİCİLER

Prof. Dr. Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

Biz Kemalistler, elbette mazlum milletlerden yanayız…

Elbette, Atatürk’ün dediği gibi, “bizi (ve tüm mazlum milletleri) yutmak ve mahvetmek isteyen kapitalist emperyalizme” karşıyız

Fakat, eskilerin “kifayetsiz muhteris” dedikleri; “akılsız, bilgisiz ve yeteneksiz” oldukları halde tutkuları (ihtirasları) aklının önünde olan; ya da “aymazlık (gaflet), sapkınlık (dalalet) ve hatta hainlik (hıyanet) içinde oldukları” için ülkelerini yıkıma ve uluslarını felaketlere sürükleyen yöneticilere de karşıyız.
***
Oysa birazcık akıllı olsalar böylelerinin örnek alabilecekleri bir önder var:

Bir imparatorluğun yurttaşı olarak doğmuş, imparatorluk kültürüyle eğitilip büyümüş ve o imparatorluğu kurtarmak için yıllarca cepheden cepheye koşarak savaşmış; bununla birlikte tarihin gidişine karşı konulamayacağı için yıkılan bu imparatorluğun topraklarının küçük bir parçasında bir ulus devlet yaratmayı başarmış bir önder

Bu önder, “imparatorluğu tekrar kurup imparator olmak” gibi hayale kapılmak bir yana, duygusal bağları olmasına karşın doğduğu kenti bile kurduğu ülkeye katmayı aklına getirmemiştir.

Tersine aralarında eski can düşmanları bile olan komşularıyla dostça ilişkiler, paktlar oluşturmuş; ülkesinin ezeli ve ebedi düşmanı olduğunu bildiği emperyalist ülkelere bile dost elini uzatmış; “Yurtta Barış, Dünyada Barış” demiş ve bunu gerçekleştirmeye çalışmış, iyi insan, iyi dünya yurttaşı bir önder.

Yani Mustafa Kemal Atatürk!..
***
Şimdi Irak’ı yok eden Saddam’a bakalım:

Tutkuları aklının önünde. “Hıyanet” demeyelim ama “aymazlık ve sapkınlık” içinde olduğu kesin!..

Bu nedenle ülkesini yok etmek isteyen emperyalistlerin oyununa geldi.

Önce onların özendirmesiyle İran’a savaş açtı.

O yıllarda emperyalistlerin medyasında Saddam’a övgüler diziliyordu!..

Yıllar süren bu savaşta, emperyalistlerin istediği gibi, her iki ülke de büyük yıkıma uğradı.

Ardından gene emperyalistlerin oyununa geldi ve Kuveyt’i işgal etti.

Bu arada emperyalistler tarafından kullanılarak kendisine başkaldırmış olan yurttaşı Kürtlere karşı, aynı emperyalistlerin kendisine verdiği kimyasal gazı kullanarak kitlesel ölümlere neden oldu.

Sonuçta dünya kamuoyu önünde haksız, sevimsiz ve suçlu duruma düştü.

Buna emperyalistler tarafından kullanılan dünya medyasının yalanlarını da eklediğimizde, Dünya Saddam’ı insanlık düşmanı olarak görmeye başladı.

Öyle ki Müslümanların liderliğine(!) oynayanlar bile, “bir milyon mazlum Iraklı insanı öldüren, kadınlara-kızlara tecavüz eden, ülkenin kültürel varlıklarını yıkıp yağmalayan” Amerikan askerlerinin “salimen ülkelerine dönmesi” için dua eder oldu!…

Libya lideri Kaddafi de tutkuları aklının önünde başka bir megalomandı…

Kendisini “Dünya İslam Orduları Başkomutanı” ilan etmiş, (Erbakan’ın da yardımcısı olduğunu) bildirmişti!..

Petro-dolarlarını almak isteyen Batılıların övgüleri daha da şımarmasına neden oluyordu…

Fakat kendisini ilk bombalayan, daha bir yıl önce Élysée Sarayı’nın bahçesine Bedevi çadırını kurmasına izin veren Fransa oldu.

Tanrı bizi böyle liderlerden korusun!…
***

  • Hamas lideri İsmail Haniye ise halkına hıyanet içinde olup emperyalistlerin ajanıdır.

60’lı- 70’li yıllarda, İsrail karşıtı Filistinli tüm gerilla örgütleri solcuydu. Hatta aralarında Deniz Gezmiş’in de bulunduğu bizim devrimci gençler bu örgütlerin kamplarına gittiler ve İsrail’e karşı savaştılar. Bu arada, bu gençlerden bazıları İsrail tarafından öldürüldü.

Daha sonra emperyalistler, bu solcu/ devrimci Filistinli örgütlere karşı, güya İsrail karşıtı dinci örgütler kurdurdu. Emperyalist uşağı hainler tarafından yönetilen petrol zengini Arap ülkeleri de bu konuda emperyalistlere yardımcı oldu.

Solun dünyada gerilemesinin de etkisiyle, zamanla solcu örgütler sahneden çekildi ve onların yerini dinci örgütler aldı. Bunların başında, Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütüne bağlı olduğu bildirilen Hamas geliyor.

Bilindiği gibi, Birleşmiş Milletlerce kabul edilen “İki Devletli” çözümü, İsrail ile birlikte HAMAS da tanımadı ve Gazze’yi, Mahmud Abbas yönetiminde olan Filistin’ten ayırdı…

Hamas gibi Taliban, IŞİD, El Kaide, Boko Haram vs. öbür dinci örgütler ile çoğu tarikat ve cemaatların arkasında da emperyalistler vardır…
***
İsrail’in vahşetini seyretmekten başka bir şey yapmayan, uygar olduklarını öne süren Batılı ve “elhamdülillah Müslümanız” diyen İslam ülkelerinin duyarsızlığı karşısında, bizim de “Tanrı Filistinli mazlum insanları korusun” demekten başka elimizden bir şey gelmiyor!…

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 18 Ekim 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GERÇEK

Adana’da bugün başlayan ve 15 Ekim’e dek sürecek olan Çukurova Rock Festivali, valilik tarafından “alkol kullanımı” ve “güvenlik” gerekçesi ile iptal edildi. Mahkeme kararıyla serbest oldu.

Gerçek gerekçe sanat düşmanı yobazlık…

CİHAT

HAMAS’ın eski yöneticisi Halid Meşal, Katar’dan Cuma günü için cihat çağrısı yaptı. “Cihadı öğreten ve öğrenen herkes için bu teorileri pratiğe dökme zamanı geldi.” dedi.

Haydi din kardeşi beyler, eyyy ümmet; buyurun!..

MESCİT

ÇEDES projesiyle okullarda imamların derse girmesinin önünü açan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), şimdi de okul öncesi eğitim kurumlarında mescidi zorunlu hale getirdi. Karar Resmi Gazetede yayımlandı.

Çok geç, ana karnındayken başlamalı!..

CUMHURİYET

TRT, Cumhuriyetin 100. yıl özel etkinliklerini, Gazze’deki insanlık dramını bahane göstererek “ileri bir tarihe” ertelediğini duyurdu.

Bu Cumhuriyetin kurumu değil ki…

SUSMAK

Önceki dönem AKP milletvekili Taşkesenlioğlu, dava dilekçesinde eşi Ban’a verdiğini belirttiği 2.5 milyon Doları nasıl kazanıp ne şekilde verdiği sorusuna karşılık susma hakkını kullandığını söyledi.

Susmasa ne diyebilirdi ki??
===================================
Bu hafta kısa yazmış Sayın Beştepe..

Beştepe Paşamızın tadını tutturamayız ama, biz de bir deneme yapalım :
**
Cübbeli Ahmet hoca , “Evliyalarımız Gazze’de..” buyurdu.

Cübbeli hazretlerinin talimatı bu, yabana atılabilir mi (!!)..

Yoksa, çoğu kadın-çocuk beş yüz masum hastanın-insanın öldüğü hastanenin roketlenmesi, “Cübbeli’nin yolladığı evliyaların” (!?) çarptığı İsrail komutanlarının şaşkınlığı ile mi oldu??

Diogenes‘in Büyük İskender‘den dileği gibi : Gölge etmeyin yeter

Siz değil miydiniz Peygamberi mezarından kaldırıp 1915’te Çanakkale’de savaştıran (!)?
Sahi; kılıç – kalkan döneminde ölen Muhammed peygambere ateşli silahlarla savaşmayı kim, nerede, ne çabuk öğretti o ileri yaşında ?

Medreselerde besiye çekilen ve askere alınmayan binlerce mele – mollayı cepheye sürmek neden aklınıza gelmedi??

Ölülerden medet umacak ölçüde zavallılık.

Sizin kadim islamınız bu mu??
(Ahmet SALTIK)

 

 

ANAYASA ve LAİKLİK İLKESİ

Sonsöz Gazetesi
 Murat Özbülbül

Murat Özbülbül

ANAYASA VE LAİKLİK İLKESİ – Sonsöz Gazetesi (sonsoz.com.tr)

Toplumlar anayasalarında laik oldukları yazdığı için laik olmaz, laik oldukları için anayasa yazarlar… Anayasal düzenler Skolastik Çağın bitmesi ve Aydınlanma Devrimi’nin rehberliğinde hümanist çağın başlaması sonrasında egemenliğin muhayyel (AS: hayal edilen, düşlenen) ilahlar ve onlar tarafından seçilerek “asil” olduğu iddia edilen hanedanlardan insanlara geçişi ile kurulmuş hukuksal sistemlerdir. Sümerlerden başlayan ve firavunlar Mısırı ile devam eden eski düzende insanlar egemen değildi! Egemen olan ilahlar, ilah ya da yarı ilah olduğu veyahut da ilahların seçtiği iddia edilen “asil” olarak nitelenen kişilerden oluşan hanedanlardı.

Bu düzende insanların kural koyması, yasa yapması kabul edilemezdi. Yasaların ilahlar (Tanrılar) tarafından yapıldığı, kuralların ilahlarca konulduğu iddia edilirdi. Bu yasa ve kuralların kutsal kabul edilen bir kitapta toplandığı ve bu kitabın özel seçilmiş kişiler eli ile insanlara gönderildiğine inanılırdı. Doğal olarak bu kuralların insanlar tarafından bırakın değiştirilmesini, eleştirilmesi bile söz konusu olamazdı.

İnsanlar binlerce yıl boyunca iktidarlarını “ben asil kandan geliyorum” ve “beni ilahlar seçti” yalanları üzerine bina eden toprak hanedanlarının yönetimine boyun eğmek zorunda kalmıştır; dinler ise bu iktidar biçiminin hukuksal altyapısı ve gerekçesini oluşturacak bu zorba ve adaletsiz düzeni yasallaştıracak şekilde biçimlenmiştir.

Aydınlanma çağı ile birlikte bu yalan – talan düzeni yıkılıp, insanların egemen olduğu cumhuriyet düzenleri kurulunca, insanların yasa yapma ve kural koyma hakkı çerçevesinde, bu yeni düzenin nasıl işleyeceğini belirleyen, toplumsal yaşamın temel ilke ve uzlaşılarını ortaya koyan anayasalar da insanlarca yazılmaya başlanmıştır. 

Anayasalar bir yandan yasalara temel oluşturan ilkeleri ve sistemin nasıl işleyeceğini belirlerken, öte yandan da devlet – ulus  ilişkisini tarif eder.

Anayasalar ve anayasa yapma süreci bu yüzden doğası gereği zaten laik bir süreçtir.

  • Laiklik ilkesinin kabul görmediği toplumlarda anayasa yapılamaz!
  • Yapmak ya da yapmaya kalkmak tam anlamı ile anlamsız olur.

Çünkü bu tip toplumlarda insanların yasa yapma, kural koyma yetkisi yoktur. Yasa ve kuralların kutsal kitaplarda yazdığı ve bu kitapların bir ilah ya da ilahlarca gönderildiğine inanılır. Yasalar, kutsal olduğu iddia edilen bu metinlere göre gene din adamları ve hanedan mensuplarınca yapılır.

  • Aynı biçimde bir anayasaya, “devletin dini şudur, budur” yazmak da son derecede anlamsızdır. (AS: Din insanlar içindir, Devletin dini olamaz!!!)

Öncelikle dinsel kuralların geçerli olduğu bir toplumda anayasa yazmaya soyunmak zaten kendi içinde son derecede çelişik bir durumdur. Öte yandan, inanan – inanmayan, o dine inanan – bu dine inanan farklı vatandaşlardan oluşan bir toplumda, herkese ait olması ve hizmet etmesi gereken Devleti, dinsel bir çerçevede tanımlamak adalete uymaz, olanaklı da değildir.

Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda 1921 anayasası ve Cumhuriyet’in ilanı sonrasında yazılan 1924 anayasasında yazan “devletin dini İslam’dır” ibaresi bu yüzden son derece anlamsız ve çelişkili bir belirleme olarak kalmış, sonuçta 1928’de Anayasadan çıkarılmıştır.

Bugünlerde yeni anayasa tartışmaları gündeme getirilmiş bulunuyor ve kimileri bu Anayasaya 1921 ve 1924 anayasalarında bulunan “devletin dini İslam’dır” tanımını eklemeyi, kimileri ise laiklik ilkesini anayasadan çıkarmayı hayal ediyor.

Böyle bir şeye güçleri yeter mi, elbette bilmiyorum, ancak bunu başarırlarsa, Türk milletinin binlerce yıl savaşarak elde etmiş olduğu egemenlik hakkının ortadan kalkacağını çok iyi biliyorum.

İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan ya da Musevi; herhangi bir dinin hukuku (şeriatı), insancıl ya da ulusal egemenliğe hiçbir biçimde izin vermez!

Özellikle İslam şeriatının eşitlik, insan hak ve özgürlükleri temelinde yazılmış anayasamızın yerini alması durumunda, Türk insanının kazanılmış hak ve özgürlüklerini çok büyük ölçüde yitireceği de kesindir.

Şeriat ile yönetilen ya da yönetilmeye çalışılan ülkelerin perişan durumu rastlantı değildir! Çağın gereklerine uymayan, çağın getirdiği insan hak ve özgürlüklerini eşitlikçi bir yapıda koruyamayan arkaik (tarih öncesi, ilkel) hukuk sistemleri, egemen oldukları toplumları sürekli geri bırakmış, acze (güçsüzlüğe) düşürmüş ve felakete (yıkıma) sürüklemiştir.

Öbür yandan dinsel inançlar üzerinden bir toplumsal uzlaşı sağlamak da hiçbir biçimde olanaklı değildir.

  • Devletin dini İslam’dır” betimlemesi anayasaya yazılsa,
    anında, “hangi İslam?” sorusunu gündeme getirecektir.

Somut verilere dayanmayan dinsel inançlar, her zaman, parçalı (atomize olmuş) yapıları ile çatışma çıkarmıştır. Bu yüzden de dinsel sistemlerin egemen olduğu zamanlarda kanlı cemaat, mezhep ve din kavgalarının önü hiçbir biçimde alınamamıştır.

Ben iktidarın ve makul (ılımlı) mütedeyyin (inançlı) kesimin bu anayasa tartışmalarında laiklik topuna gireceğine hiç olasılık vermiyorum. Ama eğer girerlerse; din çok ağır bir tartışmanın içine çekilir, emin olun onarılamayacak ölçüde büyük bir yara alır, saygınlık ve güç yitimine uğrar.

Dünyada gelişmenin yönü, insanların egemenliğinde laik düzenlerin kurumsallaşması yönündedir. Bu olağan akışın tersine çaba harcamak salt enerji ve zaman yitirmeye yol açar, orta ve uzun erimde başarılı olma olasılığı yoktur.

Emin olun ki; zaten çok yakın bir gelecekte, tüm dünyada dinler toplumsal karar düzeneklerinden çıkacak, büyük ölçüde insanların sosyo-psikolojik gereksinimlerini karşılayan doğum, ölüm ve evlilik gibi özel anlarda folklorik törensel ayinlerde (ritüellerde) kullanılmak dışında herhangi bir önem taşımayacaklardır. (17 Ekim 2023)

# YAZARIN ESKİ YAZILARI

LAİKLİK MECLİSİ : EŞİT, ÖZGÜR BİR ÜLKE İÇİN LAİKLİK BİLDİRGESİ

LAİKLİK MECLİSİ :
EŞİT, ÖZGÜR BİR ÜLKE İÇİN LAİKLİK BİLDİRGESİ

Yirmi yılın aşkın süredir ülkemiz topyekûn bir gerici kuşatmanın önemli bir aşaması ile karşı karşıyadır. 100. yılında Cumhuriyet’in pek çok kazanımı yok edilmiştir. Ülkemizin, idari, hukuki ve toplumsal yapısını değiştirme amacıyla atılan adımlarla toplumsal yaşamın güvencesi olan laiklik ayaklar altına alınmakta hatta açık bir biçimde tasfiyesi hedeflenmektedir. Toplum, dini kurallarla yeniden yapılandırılmakta, halkımız tarikat ve cemaat ağlarıyla kuşatılmaktadır. Bilim hurafelerle, hukuk şer’i hükümlerle, yurttaş tebaa, halk ümmet ile ikame edilmeye çalışılmaktadır.

Siyasi iktidar, TBMM bileşiminden de güç alarak “Yeni Türkiye” ifadesiyle kurduğu rejimin Anayasası’nı hazırlama niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Yeni Anayasa’nın laikliğin tasfiyesi anlamına da geldiği bilinmektedir.

Bütün bu gerici hamleler ve artan saldırılara karşı gericiliğe karşı laiklik ve aydınlanma mücadelesi çok önemli hale gelmiştir. Ülkemiz topraklarında ve Cumhuriyet’in kurucu değerlerinde var olan direncin örgütlenmesi tarihsel bir sorumluluktur. Uygarlık ve aydınlanmanın korunması ve sağlamlığı laikliğin
ödün verilmez yüksek değerinden başlayacaktır. Bu nedenle “Laiklik Meclisi” adı altında buluştuk.

Laikliği toplumun ilerlemesi için temel unsur olarak gören; insanın özgürlüğünün ancak laik bir anayasal ve hukuki zeminde, laik bir toplumda gerçekleşebileceğini ve gericiliğin en çok emekçi ve yoksulları baskı altına aldığını düşünen yurttaşlar olarak bir araya geldik.

Laiklik Meclisi bir imza kampanyası olarak yola çıkmadı. 100. yılında Cumhuriyet’in tarihsel haklılığına dayanıyor. Akıl açıcı bir görev üstlenen ve gericiliğe karşı mücadele eden bir yapı olarak yoluna devam etmesini hedefliyoruz.

Uzun süredir laikliğe farklı kesimlerden yönelen saldırılar ve bunun yarattığı kafa karışıklığı da düşünüldüğünde, Laiklik Meclisi bir fikri barikat oluşturacak ancak savunma hattından ibaret bir konumlanmayla kalmayacaktır. Aynı zamanda laiklik mücadelesinin önünü açacak şekilde toplumsal bağlar kuran, ayakları yere basan, bir dinamik yaratarak topluma cesaret ve umut veren bir mücadele
hattı oluşturulacaktır.

Laiklik özgürlüktür. Sadece din ve devlet işlerinin ayrılmasına indirgenemez. Ön veya ardıl eklerle niteliği zayıflatılamaz, içi boşaltılamaz. Laiklik emekçilerin dünyayı ve içerisinde yaşadıkları düzeni anlama ve değiştirme iradesidir, yaşamsaldır.

İdari yapının, yasaların ve normların Ortaçağ kalıplarına hapsedilmediği; bugünün ve geleceğin kuşaklarında uygarlık değerlerinin, aklın, bilimin ve sorgulamanın esas olduğu; toplumsal yaşamın tebaa değil, yurttaşlık esaslı kurulduğu; yurttaşlığın haklar mücadelesi anlamına geldiği; kadın-erkek eşitliğinin mutlak ve temel insan hakkı olduğu bilinciyle hayatı ileri doğru değiştirme iradesinin ortaya
koyulabileceği; aklın ve iradenin özgür olabileceği koşullar laiklik zemininde yükselir. Bu nedenlerle yaşanabilir, eşit ve özgür bir ülkenin inşası için hedefimiz laikliği kazanmaktır. Laikliği kazanmak geleceği kazanmak, eşitlikçi bir topluma yürüyüş, özgür bir yaşama atılmış adımdır.

LAİKLİK MECLİSİ’NİN HEDEFLERİ VE MÜCADELE BAŞLIKLARI

  • Anayasa ve yasalar ayaklar altına alınırken, hukuk yeniden yapılandırılmakta, içi boşaltılmaktadır. Gelinen aşamada “Yeni Türkiye” adıyla kurulan rejiminin Anayasası için hazırlıklar sürmektedir. Cumhuriyet öncesi bir döneme referans verilerek uzunca bir süredir yürütülen hazırlıklar aracılığıyla, halkın değil tarikat ve cemaatlerin anayasasının hedeflendiği açıktır.
  • Bu koşullar altında, Laik Cumhuriyet yerine gerici bir baskı rejimi özlemi içinde olanlar ve Mayıs 2023’te ortaya çıkan TBMM bileşimi Anayasa yapamaz. Egemenliğin Ortaçağ kalıntısı olan tarikat ve cemaatlere değil, halka ait olduğu, yurttaş ve evrensel insan haklarının, özgürlüklerin, hukukun, toplumun ve bütün kurumların ileri doğru gelişiminin güvencesi olan laik bir anayasanın niteliklerini ortaya koymak Laiklik Meclisi’nin en önemli görevleri arasında yer almaktadır. Laiklik Meclisi yeni anayasa adı altında laikliğin tasfiyesine ya da içi boşaltılarak kağıt üzerinde bırakılmasına karşı çıkacak ve bu yönde sözünü söyleyecektir. Bu amaçla Laiklik Meclisi bünyesinde “Anayasa Komisyonu” kurularak konu ile ilgili çalışmalara başlayacaktır.
  • Ülkemize, yasaların hiçe sayıldığı, Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yönetilen ve yasaların torba yasalarla işlevsizleştirildiği / kadükleştirildiği, yasama, yürütme ve yargının bağımsız niteliklerinin ortadan kalktığı bir yapılanma dayatılmaktadır. Yargılamalar bir yandan yasal düzenlemelere, hukukun temel ilkelerine aykırı kararlara bağlanırken, diğer yandan kamu vicdanını hiçe saymaktadır. Hukuk metinlerinde dini ifadeler giderek daha fazla yer kaplamaktadır. Bunun yanı sıra Medeni Kanun ile 6284 sayılı kanun hedef alınmaktadır. Laikliğin tasfiye edildiği bu koşullarda, hukukun temelinin laiklik olduğunu, Yasama, Yürütme, Yargının birbirinden bağımsız güçler olarak işlemesi gerektiğini, bu temelde laik hukuk sisteminin niteliklerini ortaya koymak Laiklik Meclisi’nin bir diğer görevidir.
  • Özellikle son 20 yılda eğitimi hedef alan gerici dönüşüm, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrettiği büyük yetkiler, özellikle emekçilerin çocuklarına neredeyse tek seçenek olarak dayatılan imam hatip okullarının sayısı, ÇEDES, karma eğitimin tasfiyesine dönük adımlar, müfredatta bilimsel başlıkların dini içeriklerle ikamesi, ilköğretim öncesine
    kadar yaygınlaşan Kur’an kursları, tarikat ve cemaat uzantısı yapıların imzalanan protokollerle eğitimin tamamına nüfuz etmesi gibi saldırılarla yaygınlaşmakta ve derinleştirmektedir. Çocukların ve gençlerin akıl ve bilim yoluyla, sorgulayan kuşaklar haline gelmesinin ve dünyayı değiştirme iradesi kazanabilmesinin koşulu ancak ve ancak laik ve bilimsel bir eğitim sistemiyle
    mümkündür. Bu bağlamda Laiklik Meclisi şu başlıklarda ve ilkeler çerçevesinde çalışmalar yapacak ve mücadele edecektir:

Öğretim Birliği Yasası ile laik bilimsel eğitim ve bunu sağlayacak müfredat uygulanmalıdır.
– Başta kız çocukları olmak üzere yoksul emekçi çocuklarını eğitimden koparan 4+4+4 yapılandırması iptal edilmelidir.
– Diyanet İşleri Başkanlığı’na, tarikatlara, cemaatlere ve bunların uzantılarına, yasa dışı olarak varlıklarını devam ettiren medreseler ve sıbyan mekteplerine eğitimden el çektirilmelidir.
– Hizmet ve yardımlaşma adı altında bütün özel kurum, dernek ve vakıfların kurduğu çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, dershaneler, sevgi evleri vb. devletleştirilmelidir. Destek ve koruma hizmeti devlet tarafından sağlanmalıdır.
ÇEDES ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı ve tarikat uzantılarıyla yapılan protokoller iptal edilmelidir.
– Tarikatlara ve uzantılarına ait yurtlar devletleştirilerek gençlere dayatılan gerici baskı dağıtılmalıdır.
– İlköğretimden başlamak üzere karma eğitimi hedef haline getiren söylemlere ve
uygulamalara son verilmelidir.
Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Seçmeli ders adı altında din dersi dayatmasından derhal vazgeçilmelidir.
– Eğitimde laik ve bilimsel bir yapı kurulmalıdır.

Bu çalışmaların ilk adımı olarak Laiklik Meclisi bünyesinde “Karma Eğitim Komisyonu” ve “ÇEDES İzleme Komisyonu” kurulmaktadır. Bu komisyonlar her iki başlık üzerinden laiklik karşıtı atılan adımlar ile ilgili çalışmalar yürütecek, basın açıklamaları yapacak ve raporlar hazırlayacaktır.

  • Gerici kuşatma toplumsal yaşamı ve en başta kadınları hedef alarak güçlendirilmektedir. Haklarının farkında olan yurttaş yerine itaat eden tebaa hedeflenmektedir. Eğitim, sağlık gibi alanların yanı sıra Aile ve Dini Rehberlik uygulamasıyla toplumsal bir gerici dönüşümün hedeflendiği açıktır. Kadınların eşitliğinin fıtrata ters olduğu anlayışı günlük yaşamda her türlü gerici müdahaleyi olanaklı hale getirmiştir. Artan kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddetin ve bu suçlardaki cezasızlığın arkasında yatan bu anlayıştır. Yurttaşların özel hayatlarına yönelik saldırılarla birlikte 400 yıl öncesinin yasakları uygulanmaktadır.

    Türkiye’nin eşit, özgür ve aydınlık geleceği bu bakış ve niyetlerin ortadan kalkmasına bağlıdır. Bunları topluma hatırlatmak ve bunun için çalışmaları teşvik etmek Laiklik Meclisi’nin ana görevleri arasındadır. Bunun için Laiklik Meclisi şu başlıklar çerçevesinde sözünü söyleyecektir:

    – Cemaat ve tarikatların “sivil toplum kuruluşları” olarak adlandırılan uzantılarının belediyeler ve siyasi iktidar aracılığıyla topluma ve özellikle kadınlara yönelik “projeleri” ile “sosyal yardımlar” adı altında örgütlenmelerine son verilmelidir.
    – Benzeri şekilde siyasi iktidar ve gerici belediyeler eliyle yürütülen, toplumsal yaşamı haremlik selamlık esasına göre düzenleyen, kadınları toplumsal yaşamdan yalıtan uygulamalara son verilmelidir.
    – Anayasa’nın laiklik ilkesi ayaklar altına alınarak çıkarılan ve müftülere nikâh kıyma yetkisi veren yasa iptal edilmelidir.
    – Kadınları aşağılayan, kılık kıyafeti nedeniyle düşman gösteren ve şeriat kurallarına göre kadın tanımı yapan haber ve yorumlarla gericiliği meşrulaştıranların bu söylemleri kabul edilemez.

  • Bugün siyasi iktidarın “ideolojik işler bakanlığı ve Şeyhülislamlık” gibi faaliyet yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) toplumu gericileştirmenin en yetkili organı ve devletin tüm kurumlarında belirleyici hale gelmiştir. Bu duruma karşı devletin din işleri mutlak olarak laiklik esasına göre yeniden düzenlenmelidir. Herhangi bir dinsel baskıya, dayatmaya ve düzenlemeye izin
    verilmemelidir. DİB, hazineden aldığı devasa bütçe, siyasi destek ve güç ile Anayasa’yı ve hukuku hiçe sayan, şer-i hukuku tesis etmeye çalışan ve kendini Anayasa ve hukukun üstünde gören bir kurumdur. Diyanet Vakfı ile birlikte DİB’in bütçesi birçok bakanlıktan daha büyüktür. Bu bütçe kamu kaynaklarından aktarılmaktadır. Buradan hareketle Laiklik Meclisi;
    – DİB ve Diyanet Vakfı’nın laiklik karşıtı faaliyetleri, istihdam sayıları, bütçe ve kaynaklarını takip ederek, hazırlanan raporları kamuoyu ile paylaşacaktır.
  • 30 Kasım 1925’te, 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin Kanunla” tarikat ve cemaatler kapatılmıştır. Ancak, uzun süredir holdingleşen, büyük mali ve siyasi güç kazandırılan tarikat ve cemaatler, devlet kademelerinde, hukuki mekanizmalarda en kritik noktaları işgal etmiş, eğitim alanında yaygınlaşmış ve toplumsal yaşamı belirler hale gelmiştir. Ülkemizde tarikatların  egemenliğine son verilmelidir. Bunun için aşağıdaki başlıklar çerçevesinde çalışmalar yapılacak, raporlar, basın açıklamaları ve bültenleri hazırlanacaktır.

Tarikat ve cemaatler dağıtılmalı, faaliyet yürüten uzantıları kapatılmalı, işgal ettikleri devlet kademelerinden, hukuki mekanizmalardan ve toplumsal alanlardan çıkarılmalıdır.
– Bu yapıların dinsel kisve altında kurdukları maddi örgütlenme engellenmeli, devlet ya da siyasi iktidar aracılığı ile elde ettikleri maddi kaynakların kesilmesi gerekmektedir.
– Bu yapıların toplumsal, siyasal ve bürokratik kademelerdeki varlıkları ve faaliyetleri, laikliğe dönük saldırıları, mali ve siyasi ilişkileri Laiklik Meclisi’nin takip merkezinin en önemli başlıkları arasında yer alacaktır.
– Tarikatların, cemaatlerin ve gerici vakıfların adının anıldığı en önemli olaylar arasında tacizler, tecavüzler, şiddet, intiharlar, çocuk istismarları ve tarikat örgütlenmesi adı altında ortaya çıkan çarpık ilişkiler yer almaktadır. Laiklik Meclisi tarikatlar ve cemaatler yüzünden farklı şekillerde mağdur olan yurttaşların, kadınların ve çocukların davalarının takip edilmesini kendine önemli bir görev olarak bellemektedir.

LAİKLİĞİ KAZANMAK GELECEĞİ KAZANMAK İÇİN ÖNEMLİ BİR ADIMDIR

  • Laiklik Meclisi gericiliğin güncel “açılımlarına” karşı bir duruş sergilemekle kalmayacak, bu mücadelede bütünlüklü olarak sözünü söyleyecektir.
  • Laiklik Meclisi devlet mekanizmalarını işgal eden, holdingleşen ve toplumun her tarafına yayılan tarikatların egemenliğine karşı çıkışta önemli bir direnç odağı olacaktır.
  • Laiklik Meclisi Türkiye’nin aydınlanmacı, ilerici birikiminin kendini ifade edeceği bir merkez olacaktır.
  • Laiklik Meclisi’nin önemli mücadele başlığı yeni Anayasa aracılığı ile laikliğin tasfiyesine karşı çıkış olacaktır.
  • Ülkemizde laikliğe dönük güncel saldırılara karşı tavır almak, sözünü söylemek, yeri geldiğinde hukuki girişimde bulunmak ve çalışmalar yürütmek Laiklik Meclisi’nin görevleri arasındadır.
  • Yukarıda bahsedilen amaç ve hedefler çerçevesinde “Laiklik Meclisi Takip Merkezi” kurulması kararlaştırılmıştır. Bu merkez, laiklik ihlallerini, gerici uygulamaları, yasaların ters yüz edilmesini tespit ederek, belli aralıklarla “laiklik ihlalleri raporu” yayınlayacaktır.

Laiklik Meclisi
8 Ekim 2023, Ankara

Atatürk, Anadolu ve felsefe

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Felsefe, Anadolu’da doğmuştur.

MÖ 7. ve 6. yüzyılda Miletos antik kentinde yaşayan Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes ilk filozoflar olarak bilinirler.

Onların filozof olarak nitelendirilmelerinin iki temel nedeni vardır:

Birincisi, evrenin temel ilkesi, özü, kaynağı anlamına gelen “arkhe” kavramını ortaya atmaları ve “Arkhe nedir” sorusunun yanıtını araştırmış olmalarıdır.

İkincisi, doğayı ve evreni doğaüstü güçlerle değil, doğanın sınırları içerisinde kalarak ve akıl yürüterek açıklamalarıdır.

Bu, Aydınlanma ve insanlık tarihinde, devrimci bir gelişmedir. Çünkü bu aynı zamanda mitos’tan logos’a, yani söylenceden akıl yürütmeye geçişin ilk adımları arasında yer alır.
***
MÖ 6. yüzyılda yaşayan Herakleitos Efesos’ludur; MÖ 6. ve 5. yüzyılda yaşayan Anaksagoras Klazomenae’lidir.

Herakleitos, evrende her şeyin bir akış, hareket, değişim ve dönüşüm içinde olduğunu; Anaksagoras da evrende her şeyin iç içe geçmiş olduğunu, her şeyde başka bir şeyden bir parça olduğunu söylemiştir.

Anaksagoras, Atina antik kentinde felsefi çalışmaları ilk başlatan kişi olmuştur. Böylece Anaksagoras, MÖ 5. ve 4. yüzyılda Atina’da yaşayan ve felsefenin gelişmesine büyük katkılar sağlayan Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi filozofların yolunu açmıştır.
***
Miletos’lular antik çağda Karadeniz’de iki kent kurmuşlardır: Sinope ve Trapezos. MÖ 5. ve 4. yüzyılda yaşayan Diogenes, Sinope’lidir.

Diogenes, doğa, akıl ve bilgelik arasında bir bağlantı kuran ilk filozoflardan birisidir ve bu açıdan Stoacı filozofları da etkilemiştir.

Diogenes geleneğe, töreye, paraya, otoriteye karşı çıkmıştır ve bu yöndeki bazı davranışlarından ötürü, Platon’un bir eserinde kendisi için, “Sokrates’in delirmiş hali” nitelendirmesi yapılır.

Bazı kaynaklara göre Diogenes, gündüz vakti kalabalık meydanlarda elinde bir fenerle dolaştığında, kendisine ne yaptığını soranlara, “Bir insan arıyorum” yanıtını vermiştir.

Yine bazı kaynaklara göre, ünlü komutan Büyük İskender kendisini ziyaret edip, “Sizin için ne yapabilirim?” diye sorduğunda, “Önümden çekilip güneşimi engellememeni, gölge etmemeni isterim!” demiştir. Büyük İskender, “İskender olmasam, Diogenes olmak isterdim” dediğinde, Diogenes, “Diogenes olmasam, yine Diogenes olmak isterdim” diye yanıt vermiş.

Doğaya uygun yaşamın akla uygun yaşam olduğunu savunan Stoacı akımın üç öncüsünden ikisi Anadolu’da yaşamıştır. MÖ 4. ve 3. yüzyılda yaşayan Kleanthes, Assos’ludur; MÖ 3. yüzyılda yaşayan Krisipos, Soli’lidir.

Felsefe tarihinin en önemli filozoflarından birisi olan, Epistemoloji, Ontoloji, Mantık, Etik ve siyaset felsefesi alanındaki çalışmalarıyla çığır açan Aristoteles, Anadolulu olmasa da, yaşamının bir döneminde Assos’ta yaşamıştır. Deneyimci akımın öncülerinden olan Epikuros da bir dönem Lampsakos’ta yaşamıştır.
***
Ortaçağ ile birlikte, Bizans İmparatorluğu döneminde, tektanrıcı dinler, Anadolu’da teokratik bir düzen kurmuştur ve felsefe gerileme dönemine girmiştir. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu döneminde de sürmüştür.

Mustafa Kemal Atatürkün Cumhuriyet devrimleriyle, Cumhuriyetin özünde olan laiklik ilkesiyle ve eğitim alanındaki reformlarla birlikte, Anadolu’da felsefenin yolu, binlerce yıl sonra, yeniden açılmıştır.

Atatürk’ün felsefeyle bağlantısı bundan da ibaret değildir.

Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerinin kaynağı, başta 18. yüzyıl filozoflarından Jean-Jacques Rousseau ve O’nun “Halk Egemenliği Kuramı” olmak üzere, filozoflardır, felsefedir.

Cumhuriyetin 100. yılında bilinmesi gereken gerçeklerden birisi de budur.
______________________________________
Yazarın Son Yazıları
Atatürk, Anadolu ve felsefe16 Ekim 2023
‘Gezi’ ve anayasa 9 Ekim 2023
21. yüzyılda siyaset 2 Ekim 2023
Tüm Yazıları

ÇÜRÜYORMUŞUZ!

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar, HSK’ya (Hakimler Savcılar Kurulu) yazdığı yazıda, uyuşturucu kaçakçılarının, yasa dışı bahisçilerin, gaspçıların parayla nasıl tahliye edildikleri, erişim engeli kararının kaç paraya alındığı gibi konularda yakınmacı oldu.

Konuyu “Çürüyoruz” diye ileten Başsavcı, soruşturma yapılmasını istedi!
Başsavcı, sistemin nasıl işlediğini, yargıya kim veya kimler tarafından müdahale edildiğini bildiği halde, kendi yetkisinde olan “Soruşturmayı” açmayıp, topu HSK’ya atmış!

Sonuç alınır mı? Tahmin etmiyorum!

Nasıl ki “Deniz Feneri e. V” davasında Cumhuriyet Savcıları, Hırsızlar İmparatoru dedikleri kişiyi (!) aşamadılar ve canlarını zor kurtardılarsa, bu kez de “Adliye İmparatoru” denebilecek sabıkalı bir güç soruşturmayı engelleyecektir.

Bir Cumhuriyet Başsavcısının bu korkunç suçlamaları, Adalet Bakanlığı yapmış;
Fahri Kasırga-Mehmet Ali Şahin-Sadullah Ergin-Ahmet Kahraman-Kenan İpek-Bekir Bozdağ-Abdülhamit Gül için yüz karası bir durum değil midir?

Bu Bakanlar içinde, Yüksek Yargıyı bilerek ve planlayarak FETÖ’ya pazarlayanları, çocuk tecavüzcüleri koruyanları, Tarikat Liderinin elini öpenleri, tarikat ve cemaat mensuplarını net olarak biliyoruz.

Bazıları, daha sonra Saray’a terfi ettiler ve oradan adaleti katletmeye devam ettiler, hala da ediyorlar.

  • AKP ile Türkiye, “Hukuk Devleti” olmaktan çıktı.

Cumhuriyetin temel değerleri olan ve Anayasa korumasındaki Demokratik-Laik-Sosyal Hukuk Devleti, sanki Cumhuriyet Başsavcılarının görev alanı içinde değil!

Öyle partiler var ki, bırakın “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olmayı, tam bir “Şeriat Devleti” olmak için çalışan ve bunu da açıkça TV’lerden ilan edenler var!

Okul öncesi eğitimde bile okula “Mescit” koyma zorunluluğu getiren Bakanlar var.
Öyle Tarikat ve Cemaatler var ki, tam bir çıyan yuvası!

Tüm bunların ötesinde, mahkeme kararlarında olmayan suçlamalarla, insanlara yasak koymaya kalkan C. Savcıları var. Bu konuda bilgi-belge verip gereğini yapmasını isteyeceğim Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca’dan randevu istedik. Yargıtay Başkanından yanıt yok!
Yargıtay Başkanlığı yapmış dostlarım var. Hepsi Beyefendi, nezaket kurallarına riayet eden hukuk insanları! Yargıtay Başkanlığı makamına gelmiş bir kişi, kezlerce Bakanlık yapmış, şu an bir siyasal partinin Genel Başkanı ile görüşmekten neden korkar? Neden?

Yoksa Yargıtay Başkanı ile görüşmek için Saraydan, Diyanet İşleri Başkanlığından izin almak mı gerek?

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısının dediklerine inanacağız galiba!
Ama bir farkla.
Çürüyoruz değil, çoktan çürümüş Adalet kolumuz. Bu kolu kesip, yenilemezsek tüm vücudumuz çürüyecek!

Sağlık ve başarı dileklerimle, 16 Ekim 2023

FİLİSTİN – İSRAİL

Suay Karaman 

7 Ekim Cumartesi günü Müslüman Kardeşler adlı örgütün Filistin şubesi olan Hamas’ın militanları İsrail’e girdi; birçok sivili öldürdü, bazılarını tutsak alıp Gazze’ye kaçırdı ve Hamas roketleri yerleşim yerlerine atıldı. Bunun üzerine İsrail, Gazze’yi yoğun bir bombardımana tuttu, yakıp yıkıyor. İsrail yıllardan beri Filistinliler üzerinde büyük şiddet uyguluyor, yaralıyor, öldürüyor ama dünya bunu yalnızca kınamayla geçiştiriyor. Birleşmiş Milletler’den yaptırım kararları çıksa bile, İsrail bunlara aldırış etmiyor. 

Hamas’ı, İsrail’in kurdurduğu bilinmektedir. Amacı Filistin Kurtuluş Örgütü’nü bölerek, mücadeleyi dinsel düzleme çekerek dünyada oluşan köktenci İslam düşmanlığından yararlanmaktır. Bu nedenle Hamas’ın yaptığı her eylem, İsrail’e yaramıştır. Hamas, Mossad ajanlarının cirit attığı bir oluşumdur. Bu saldırıyla Hamas, İsrail’de muhalefet ile iktidarın birleşmesini sağladı ve hükümete alan kazandırdı. Zaten İsrail Başbakanı B. Netenyahu’nun 2019’da kendi partisinin üyelerine, “Filistin devletinin kurulmasını engellemek isteyen herkes, Hamas’ı desteklemek zorundadır çünkü bu bizim stratejimizin bir parçasıdır.” demesi, önemli bilinmeyenleri açığa çıkartmaktadır. 

Dünyanın en gelişmiş haber alma örgütlerinden birine sahip İsrail’in, böyle bir saldırıya hazırlıksız olarak yakalanması normal değildir. Yani bu durumda Hamas’ın yaptığı saldırının önceden kurgulandığı düşünülmektedir. Zaten Mısırlı yetkililer, Hamas’ın saldırı hazırlığı konusunda İsrail’i uyardıklarını söylediler ancak İsrail bu iddiayı kabul etmedi. Yolsuzluk soruşturmalarıyla karşı karşıya kalan başbakan Binyamin Netanyahu’nun hapse düşme korkusu, böyle bir saldırıyla ötelenmiştir. Üstelik İsrail’de ciddi bir yönetim sorunu bulunmaktadır çünkü Yahudi halkı arasındaki kutuplaşma, İsrail’in sağkalımını (bekasını) tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Yahudi halkını birleştirecek ciddi bir çatışmaya gereksinim vardı; işte bu olayla ile Yahudi halkının yeniden birleşmesi sağlandı. 

Haydut bir devlet olan İsrail’e karşı Filistinliler haklı bir mücadele vermektedirler. Yıllardır Filistin topraklarını işgal eden İsrail, bu tutumundan vazgeçmediği sürece Ortadoğu’ya barışın gelmesi çok zordur. Ancak Hamas’ın, bir terör örgütü olduğunu da unutmamak gerekir ve sivillere karşı yapılan saldırı kınanmalıdır. İsrail’in yaptığını, şimdi Hamas yapmaktadır. Hamas’ın, Filistin davasını savunmak gerekçesiyle başvurduğu bu eylem, Filistin halkına hiçbir yarar getirmeyeceği gibi, İsrail’de iktidarı ele geçirmiş bulunan ırkçı-dinci koalisyonun ekmeğine yağ süreceği görülecektir. 

İsrail başbakanlarının ırkçılık konusunda Hitler’den daha ileride oldukları şu örneklerle daha iyi anlaşılacaktır: Menahem Begin (1913-1992); “Filistinli Müslüman Araplar, iki ayaklı iğrenç hayvanlardır.” İzhak Şamir (1915-2002); “Filistinliler, tıpkı çekirgeler gibi öldürülmelidirler… Kafaları kayalara ve duvarlara çarpılarak parçalanmalıdır.” Ariel Şaron (1928-2014); “Eğer ben sıradan bir İsrail vatandaşı olsaydım ve bir Filistinliyle karşılaşsaydım, yemin ederek söylüyorum ki, ben o Filistinliyi yakarak öldürür ve öldürmeden önce ona eziyet ederdim.” Birçok bombalı saldırı buyruğu vermesi ve kimi kırımlarda (katliamlarda) yer almasına karşın Menahem Begin’e, 1978 yılında Nobel Barış Ödülü verilmesi de tartışma konusu olmuştur. 

Bu olaylar yaşanırken ABD Başkanı Joe Biden’ın açıklaması da ilginçtir. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütü PKK/YPG’ye düzenlediği askeri harekâtların bölgedeki barışı, istikrarı ve güvenliği tehdit ettiğini, terör örgütü DEAŞ ile mücadeleyi zayıflattığını iddia etmektedir. Emperyalist bakış açısının, olaylara yanlış yorumlar getirdiği görülmektedir. Ortadoğu’yu ve dünyayı kan gölüne çeviren ABD, sorumluluğu başkalarına yüklemek istemektedir. Bu açıklamanın ardından ABD’nin ulusal acil durum planı bir yıl daha uzatıldı. 

Bu bölgede İsrail, Filistin topraklarını işgal etti ve halen de ‘Yahudi Yerleşim Bölgesi’ adı altında yayılarak işgalini genişletiyor; sorunların temel kaynağı İsrail’in bu yayılmacılığıdır. Çözüm, İsrail’in 1967 sınırlarına dönmesi ve bağımsız Filistin Devleti’ni tanımasıdır. Eğer bunlar yapılmazsa kalıcı bir barıştan söz edilemez. Filistin sorununa yönelik kalıcı çözüm ‘iki devletli çözüm’ yaklaşımıdır. Aynı yaklaşım bizi yakından ilgilendiren Kıbrıs için de geçerlidir. Emperyalist dayatmaların sorunları daha da büyüttüğü ve çözüm getiremediği görülmektedir. Bölgeye uçak gemileri gönderilerek sorunların çözülmeyeceği de bilinmelidir.

Ülkemizin kuzeyinde Ukrayna-Rusya, doğusunda Azerbaycan-Ermenistan savaşları ve batısında Yunanistan ile sıkıntılar sürerken, şimdi de zaten sorunlu olan güneyinde Filistin-İsrail çatışması başlamıştır. Bunun sonucunda Filistinlilerin ve İsraillilerin bölgeden kaçarak ülkemize sığınmaları söz konusu olabilir. Gerçi Batı ülkeleri İsraillilere kapılarını açar. Ancak zaten ekonomik ve siyasal bunalım içindeki ülkemize yeni gelecek sığınmacı dalgası, bizlere daha da zor bir süreç yaşatacaktır. Türkiye, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sloganına bağlı kalarak, bölgedeki barış çabalarına katkı sunarak, Ortadoğu bataklığından uzak durmalıdır. Ancak yeryüzünde emperyalizm ve kapitalizm olduğu sürece, bu sömürü düzeninin sona ermesi biraz zor gözükmektedir.

Medeni Yasa’ya gerici tuzak!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
15 Ekim 2023, Cumhuriyet

Advertisement: 0:09

İstiyorlar ki kadın çalışmasın, evde otursun…

En az üç çocuk doğurup “ailenin reisi” olarak görülen erkeğe hizmet etsin…

Kadın evde çalışıp “bedava işgücü” muamelesi görürken maaşı olmasın, erkeğe muhtaç kalsın…

Böylece evlilik boyunca iş sahibi olan erkeğin elde ettiği gelir erkeğin olsun, ekonomik gücü kontrol etsin…

“Kutsal Aile” dedikleri bu!

Erkek egemen bu modeli sürdürmek için önce kadını şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi’ nden, Erdoğan’ın imzasıyla Türkiye’yi geri çektiler, 6284 sayılı yasayı dillerine doladılar ve şimdi de Medeni Yasa’yı hedeflediler!

Kim bunlar? Laik Cumhuriyet ve kadın düşmanı gericiler!

Yeniden Refah Partisi (YRP), kabul edilişinin üzerinden 97 yıl geçtikten sonra, laik hukukun resmi belgesi niteliğindeki Medeni Yasa’yı delmek için harekete geçti. Genel başkan Fatih Erbakan’la birlikte dört milletvekilinin imzasıyla hazırlanan yasa teklifi TBMM Başkanlığı’na sunuldu. 6 Ekim 2023 tarihli teklif, jet hızıyla 10 Ekim’de Adalet Komisyonu, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve Plan ve Bütçe Komisyonu’na gönderildi.

Beş maddelik yasa teklifi ile Medeni Yasa’nın boşanma halinde bağlanan yoksulluk nafakasını düzenleyen 175 ve 176. maddelerinin değiştirilmesi talep ediliyor. Teklifin gerekçesinde nafakayı düzenleyen maddenin çok mağduriyet yarattığını belirtmişler. Bu nedenle maddeden “süresiz olarak” ifadesinin çıkarılmasını, nafaka ödeme süresinin beş yılla sınırlandırılmasını ve nafakanın kesilmesi sonunda, alacaklı tarafın mağduriyetinin devamı halinde nafakanın Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nca oluşturulacak fondan karşılanmasını istiyorlar!

Nafakanın “süresiz olarak” ödendiğine dair yaratılan algı doğru değildir. Yoksulluk nafakası, yeterli geliri olmayan ve boşanmada ağır kusuru bulunmayan kişilere bağlanır ve kadının çalışmaya başlaması, yeniden evlenmesi ya da başkasıyla evli gibi yaşaması durumlarında kesilir. Gerçekte çoğu durumda bağlanan nafaka insanca yaşama olanağı sunmadığı gibi, şiddet tehdidi ile kadınlar vazgeçirilir, şimdi gericiler bu hakkı aşama aşama yok etmeye çalışıyor. 

KADINA KARŞI EKONOMİK ŞİDDET

Bu siyasal İslamcıların Medeni Yasa’yı ilk hedefleyişi değil. Geçen yılki taslak tepkiler üzerine geri çekilmiş ama geçen yıl dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, seçim vaadi olarak bunu gündeme taşırken “Süresiz nafakanın adil olmadığına inanan bir adalet bakanıyım. Seçimden sonra gündeme alacağımız maddelerden biri olacaktır.” demişti.

Evlilik süresince evde çalışıp her türlü işi yapan kadınların erkeklerin sahip olduğu gelirden yoksun kalması yetmezmiş gibi, evliliğin sonlanması durumunda eşitsizliğin sürdürülmek istenmesi, kadına karşı ekonomik şiddettir.

Kadınlar nafakanın sınırlandırılması durumunda, sırf bu yüzden, şiddete uğradıkları evlilikleri sürdürmek zorunda bırakılacak, hem kadınların hem de varsa çocukların mağduriyeti artacaktır. Dolayısıyla nafakanın gasp edilmesi, kadın haklarında büyük bir gerileme anlamına gelir.

YRP’NİN TEKLİFİ ANAYASAYA AYKIRI

YRP’nin teklifi, kadını erkek şiddeti ve sömürüsü karşısında korunmasız bırakmak isteyen gerici bakış açısının ürünüdür.

Nafakanın beş yıl sonra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nca oluşturulacak fondan karşılanmasını önermek ise kadınların haklarını budamak için uydurulmuş bir tuzaktır. Çünkü hem Türkiye gibi bir ülkede bu konu kamunun üzerine atılarak iktidarların keyfine bırakılacak hem de fondan ayrılacak sadaka gibi paralarla kadın beş parasız bırakılacaktır.

Demokratik toplum örgütleri, ilericiler ve Cumhuriyetçiler, anayasanın kadın ve erkek eşitliğini düzenleyen 10. maddesine ve ailede eşitliği düzenleyen 41. maddesine aykırı olan bu teklife karşı durmak ve Medeni Yasa’yı savunmak zorundadır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Gazze

Hüsnü Mahalli
Başka bir açıdan
TELE1 İzleyici Hattı
12 Ekim 2023, Gazze – Tele1

1947’de ABD, BM’yi kullanarak Filistin’in yarısını aldı ve dünyanın dört bir yanından taşınan Yahudilere verdikten bir yıl sonra çıkan ilk Arap-İsrail savaşında Gazze Mısır’a ve Batı Şeria Ürdün’e bağlandı. Haziran 1967’de çıkan ikinci savaşta İsrail; Batı Şeria ve Gazze’nin yanı sıra Suriye’nin Golan, Lübnan’ın Şebaa bölgeleriyle Mısır Sina Yarımadasını işgal etti. 1978’de Sedat’ın imzaladığı Camp David Anlaşmasıyla Mısır İsrail’in tüm koşullarını kabul ederek Sina’yı geri aldı.

Kuzeyden güneye 40 kilometre sahili ile toplamda 340 km2 yüzölçümü olan Gazze, 2005’in sonuna dek İsrail işgali altındaydı. Gazze’den çekilen İsrail, çevresinde Yahudi yerleşim bölgelerini inşa ederek Gazze’yi karadan, denizden ve havadan kuşatma altına aldı.

Yerleşimciler ise, Siyonist ideolojiye inanarak ‘Nil’den Fırat’a Büyük İsrail Devletini kurmak amacıyla dünyanın dört bir yanından taşınan ve gelir gelmez silah altına alınan Yahudiler’dir.

Her canı sıkıldığında Gazze’yi bombalayan, karadan dalan ve çoğunluğu çocuk, kadın ve sivil olan binlerce Filistinliyi öldüren İsrail, geçen süre içinde kurucusu Şeyh Ahmed Yasin başta olmak üzere Hamas’ın lider, komutan ve yöneticilerinin büyük bölümünü suikast ya da havadan atılan füzelerle öldürdü.

Örneğin felçli olan ve tekerlekli sandalye ile camiye giden Ahmed Yasin, 22 Mart 2004’de sabah namazı sonrasında F-16’dan atılan bir füze ile öldürüldü.

Oysa bazı bildik projelerin aparatları tipler, Hamas’ın İsrail tarafından kurulduğunu söyleyecek kadar kendilerine verilen görevleri çok iyi yerine getiriyorlar.

Dönelim Gazze’ye..

Ağustos 2005’te İsrail’in Gazze’den çekilmesinden sonra Gazze ve Batı Şeria’da yapılan seçimleri Hamas kazandı. ABD ve AB’nin teşviki ile seçime katılan Hamas’ın beklenmeyen bu zaferi herkesi şoke etmişti. Bu zaferin nedeni ise, 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması ile Filistin halkının hiçbir hakkını elde edemeyen Yaser Arafat’ın başarısızlığı ve Hamas’ın silahlı mücadeleyi savunmasıdır. BM ve Batılı gözlemcilerin gözetiminde yapılan seçimlerde Hamas’ın kazanmasını içine sindiremeyen ‘demokrasi savunucusu’ Batılı ülkeler, bildik iki yüzlülükleriyle her türlü kirli oyunun içinde oldular. Bundan cesaret alan İsrail, o tarihten sonra onlarca kez Gazze’yi bombaladı ve dört kez karadan ve havadan saldırdı ama hiçbiri işe yaramadı çünkü Hamas her kezinde daha da güçlendi. Üstelik Gazze’de yaşayan 2,3 milyon Filistinlinin suyu, yakıtı, yiyeceklerinin büyük bölümü ve yaşamsal tüm gereksinimleri İsrail üzerinden taşınmaktadır.

Yalnızca bu gerçek, Gazze’deki Filistinlilerin işgal ve kuşatmaya karşı ayaklanıp İsrail’e saldırması için yeterli bir nedendir.

Daha somut olarak, İsrail suyu kesince Gazzeliler susuzluktan ölecek.

İsrail yakıtı kesince Gazze’de yaşam duracak ve insanlar elektrik olmayınca hastanelerde bile ölecek.

Batı Şeria’da durum bundan farklı değil.

Üç milyon Filistinlinin yaşadığı altı bin kilometrekarelik Batı Şeria 1967’den bu yana işgal altında ve dünyanın dört bir yanından taşınan Yahudiler silahlandırılarak buralarda yerleştirilmektedir.

İsrail işgalinin ne anlama geldiğini bir Allah bilir bir Filistinliler.

Hamas’ın radikal İslamını bahane eden İsrail ve yandaşları, her nedense Batı Şeria’nın 75 yıllık işgalinden söz etmezler.

Üstelik 21. yüzyıldayız.

Uzatmaya gerek yok.

Filistin’le ilgili binlerce kitap yazılmıştır ama ortada tek bir gerçek var :

  • FİLİSTİN dünyanın onlarca farklı ülkesinden taşınan Yahudilerin değil, FİLİSTİN halkınındır.

Bu gerçeğin tüm detay (ayrıntı) ve boyutlarını yarın akşam Tele1 Gündem Özel’de saat 21.00’de Murat Taylan’la konuşacağız.

Merak edenler, gerçekleri öğrenmek isteyenler ve elbette sürekli yalan söyleyenler oturup izlesin.