Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

GUGUKÇULARLA DEVLET YÖNETMEK!         

Ertan URUNGA
(E) Askeri Yargıç                    
e.urunga@yahoo.com.tr
Antalya, 22.11.2023

Şu günlerde yurdumuzun üzerine bir karabasan gibi çöken ekonomik krizin pençesinden kurtulmak için çırpınırken, yapay olarak öne çıkarılan Yargı krizinin hukuksal yönü yeterince tartışıldığı için bunları geçip, anlam ve nedenlerine ilişkin düşüncemizi değerli okurlarla paylaşmak isteriz.

Öncelikle şunu belirtelim ki; Devletin siyasal ve yönetsel yapısını, yönetim biçimini, devlet organları arasındaki ilişkileri, insan hak ve özgürlükleri ile bunların korunmasının yol ve yöntemlerini düzenleyen temel hukuk kurallarını içeren ve Yasalar Dizgesi / Hiyerarşisi içinde en üstte yer alan, deyim yerindeyse, Devlet’in Başının Tacı olan Anayasamızın, ‘Anayasanın Bağlayıcılığı ve Üstünlüğü’ başlığını taşıyan 11/1. maddesinde aynen,

  • “Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve
    diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
     denilmektedir.

Herkes için bağlayıcı bu kural da gösteriyor ki demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti içinde yer alan Cumhurbaşkanlığı makamı da dahil tüm organ, makam, kurum ve kuruluşlarla, gerçek ve tüzel kişiler; AY (Anayasa) hükümlerine toplumsal yaşamın bir gereği olarak, beğenmese de kesinkes uymakla zorundadır.

Bu zorunluk, AY’nın metninden sayılan ‘Başlangıç’ bölümünün sonunda da belirtildiği gibi

  • “TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” denilmesi,

saygın yurttaşlarının da bu emaneti korumasının namusu ve şerefi sayılması karşısında, hiç kimsenin ‘Ben bu Anayasayı tanımam da uymam da…’ diye tafra atmaya hakkı da yoktur haddi de…  (AS : Efgan Ala, AKP İçişleri Bakanı, “Bu Anayasayı tanımıyorum” 03 Mart 2015, SÖZCÜ https://www.dailymotion.com/video/x2ijlif)

Ne yazık ki günümüzün az gelişmiş göçebe devletleri ile Ortaçağın kabile devletlerinde rastlanan bu zihniyete, bizim yaygın medya ile yüksek yargı organları, hatta devletin tepelerinde bile rastlanmasından büyük kaygı ve üzüntü duyduğumuzu ve esefle karşıladığımızı da burada belirtmek isteriz.

Anayasaya Darbe

Anayasaların devlet yaşamındaki yeri ve önemine değindikten sonra, AYM ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi arasında ortaya çıkan krizin nedenini daha iyi anlamak için AY’nın 153. maddesinin ilk fıkrasında, Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir”, son fıkrasında da “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” kuralı ve yine ‘Uyuşmazlık Mahkemesi’ başlığını taşıyan 158/son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi kararı esas alınırbuyruğu karşısında, iki yüksek Mahkeme arasında görev konusunda uyuşmazlık çıkması durumunda bile AYM kararının geçerli olacağına kuşku yoktur.

Krize neden olan olayda AYM, cezaevinde hükümlü bulunduğu sırada TİP’den milletvekili seçilen kişinin hak ihlali yapıldığı gerekçesiyle ‘Bireysel Başvuru’ davası üzerine 6/9 oyçokluğu ile verdiği Hak İhlali kararının gereği yapılmak üzere dosyasının gönderildiği yerel mahkemece hükümlünün olası mağduriyetini önlemek için tutukluluğunun kaldırılıp derhal salıvermesine ve yerleşik uygulamalar doğrultusunda Yargılamanın Yenilenmesine karar vermesi gerekirken, her nedense bunu yapmayıp dosyayı Yargıtay’a göndermesi, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin de hukukta yeri olmayan tutarsız gerekçelerle AYM’nin hak ihlali kararına uymayacağını, bu kararı veren üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasına ve kararın bir örneğinin de TBMM’ne  gönderilmesine karar vermesiyle ortaya çıkan Kriz; bir Yargı krizinden öte, 2002 yılından beri AKP iktidarınca sessiz ve derinden, sinsice yürütülen Laik Cumhuriyetimizin, Ordumuzun, Milli Eğitimimizin, Kültürümüzün, Sanatımızın, Ekonomimizin, Tarımımızın ötekileştirilip Türk ulusuna yabancılaştırılması sırasında da yaşanan Devlet Krizidir ki buna, ‘doğrudan Anayasaya karşı, yargı eliyle yapılmış bir darbedir’ de diyebiliriz.

Krizin Nedeni

İnsan hak ve özgürlüklerin en sağlam güvencesi olarak görüp saygı duyduğumuz yüksek yargı organları arasında bugüne dek görülmeyen bu olağan dışı Krizin asıl nedeni, iktidarca ileri sürüldüğü gibi Anayasal ilke ve kuralların, laik ve demokratik devlet geleneklerinin yetersizliğinden değil; ancak Siyaset, Ordu / TSK ve Eğitimin dincileştirilmesi sonucu ayrık otları gibi türeyen, suç duyurusunda bulunurken suç işlediğini bile fark edemeyen yeni yetme; bilisiz, niteliksiz, yeteneksiz yandaş Gugukcuların, bir ‘Gece Yarısı Yasası’ ile yüksek yargı organlarına ve Devlet’in deneyim ve yetenek isteyen orun yerlerine atayanlar ve atananlar olduğunu, öbür devlet kesimlerinde yaşanan krizlerde de bunların parmağı bulunduğunu esefle söyleyebiliriz. Gugukcularla devlet yönetmek de böyle olurmuş zahir!..

Son olarak şunu da belirtelim ki                  :

Uygarlıkların beşiği olan güzel yurdumuz Anadolu’nun kutsal topraklarında yaşayan saygın ve yurtsever halkımızın; gözlem ve deneyimleriyle doğadan öğrendiği üzere koruktan pekmez, kelekten cacık olmayacağı, armut ağacının elma vermeyeceğini bildiği gibi dinsel doğmalarla, hurafelerle, kumpaslarla, niteliksiz kişilerle çağdaş bir devletin yönetilemeyeceğini de bilir.

Bunları bildiği gibi herkesi kör, alemi sersem sanan ve krizi ranta / getirime çevirmek için fırsat kollayan kimi aymazların da AYM’nin kapatılması ve yeni bir Anayasa yapılmasını topluma dayatmalarındaki asıl amacın, laik ve demokratik Anayasal düzeni silbaştan değiştirip kendi iktidarlarını sürekli kılacak Anayasasız, dinci (teokratik) bir düzen kurmak olduğunu da bilecek, tercihini de buna göre yapacaktır elbet!         

         

“Sözde-Anayasacılık”

Siyaset,23.11.2023, BİRGÜN

Anayasacılık (Constitutionnalisme), Anayasa’nın bağlayıcı özelliğinin kabul edilmesi ve ihlali durumunda yaptırım uygulanması demektir.

Anayasa eğer herkesçe saygı görmüyorsa, ‘yalancı anayasacılık’ (pseudo-constitutionnalisme) vardır.

Pseudo (Grekçe pseudés “yalancı”) sıfatı kullanılarak, Anayasacılık ve “yalancı” anayasacılık ayrımı yapılır.

Anayasa yargısının etkisiz kılınması sonucu Anayasa hukukunda; sembolik anayasalaştırma ve sözde anayasalaştırma, anayasacılık olmadan anayasalar ve anayasal hayalet, ‘görünüşte ve ‘özgürlükçü olmayan’, ‘otoriter ve istismarcı’, ‘yapay ve kaçak’ anayasacılık kavramları bu bağlamda kullanılır.

AMAÇ NE?

Otoriter yönetimler için Anayasa, “topluma yönelik olarak, muhalefeti denetlemek, düzen ve güvenliği sağlamak için bir disiplin aracı işlevi görür. Uluslararası kamuoyuna yönelik olarak anayasa, devletin uluslararası standartlara uyma konusundaki istekliliği üzerine belirsizliği ortadan kaldıracak bir “kimlik kartı” işlevi görebilir ve aynı zamanda potansiyel ortaklarla güven yaratmayı amaçlayan sembolik bir “vitrin” görevi de görebilir. Öte yandan otokratlar, iktidarda kalabilmek için toplumu koruma ve rahatlatma odaklı bir söylem kullanarak, karizmatik demagog ve halk arasındaki doğrudan bağın önemini ihmal etmezler” (G. Frankenberg, Authoritarianism, Constitutional Perspectives, 2020).

AKP ve MHP DÖNEMİ

Türkiye’de AKP dönemi şu anayasal çelişki ile tanımlanabilir: Sürekli ihlal etmek ve sürekli gündemde tutmak.

Gerçi, 16 Nisan 2017’de mühürsüz zarf ve oyları da geçerli sayan YSK, ‘evet’ oylarının çokluğunu sağladıktan sonra AKP-MHP ikilisi, Anayasa sayfasını kapattı. Öyle ki, TBMM’de, “demokratik Anayasa” söylem ve istemlerine AKP ve MHP grup başkan vekilleri anında, “anayasa sayfası16 Nisan oylamasıyla açılmayacak şekilde kapandı” sözleriyle tepki gösterdi.

Ne var ki, istismarcı anayasa değişikliğini sahiplenme, 1 Şubat 2021’de “sivil anayasa” çağrısı (RT Erdoğan) ile sonlandı.

Anayasa çalışmaları başlattıklarını açıklayan AKP ve MHP’nin 2022 gündemi, seçim ve ‘dezenformasyon’ yasası değişikliklerine öncelik vermek oldu.

Yılın son aylarında ise, ‘başörtüsü’ gündemini kendilerine verilen pas olarak niteleyen ikili, iki maddelik “fırsatçı Anayasa değişikliği”ne soyundu.

KATİL-MAKTUL İLİŞKİSİ

Eşit yarışın olmadığı 2023 seçimlerinin ardından, “sivil anayasa” söylemi yeniden ısıtıldı.

Cumhuriyet’in yüzüncü yılında ise yargı yoluyla “anayasa suçu girişimi” eşliğinde “sivil anayasa” düğmesine basıldı.

Bu süreç, katil (öldüren)-maktul (öldürülen) ilişkisini çağrıştırmıyor değil: Hani eşini veya sevgilisini öldüren erkeğin, “neden öldürdün?” sorusuna “çok sevdiğim için” yanıtı gibi. Anayasa suçu (Anayasayı ihlal suçu) ortaklarının ‘katliam ve sevicilik” ikilemi,  istismar ve fırsatçılık ötesinde “katlederek anayasa istemi” görüntüsü veriyor.

Türkiye’de ‘yalancı anayasacılık’ süreci, ‘anayasasızlaştırma’ ile başlamış  ve ‘anayasa suçu’ nitelemesi (D. Bahçeli, Ekim 2016) ile zirve yapmıştı.

Anayasacılık ile doğası gereği bağdaşmayan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), tümüyle anayasa dışı alanlar oluşturdu: Kişi+Parti+Devlet birleşmesi, tipik bir anayasa-dışı alan göstergesi.

Atanmış ve siyasal sorumluluğu bulunmayan bakanların siyasal söylem ve eylemleri de, Anayasa’nın sürekli ihlali (çiğnemi).

PBDBY AYRACI KAPATILA!

Yargı’nın da ihlaller zincirine takıldığı bir sırada, 50+1 gündeme getirildi. Getiren kişinin, kimin eli kimin cebinde belli değil yakınmasına karşı ortağının, “ihraç ettiğimiz kişi aynı kareye girse de, içimiz sızlasa da ses çıkarmadık” sözleri, “kimin elinin kimin cebinde olduğu”nu belli etti.

 50+1 atışması, PBDBY ayracının neden kapatılması gerektiğinin ciddi bir göstergesi..

Demokratik muhalefet olarak CHP ve öteki partiler ne yapmalı? Şimdilik;

-Pseudo (yalancı) -anayasacılığı sürekli teşhir ederek bunun anayasacılıkla ilgisi olmadığını anlatmak,

Anayasal demokrasinin asgari standartları üzerinde oydaşma sağlamak,

-Anayasacılık gereklerini toplumla sürekli paylaşarak anayasal kamuoyu oluşturmak.

ÇAĞDAŞ UYGARLIK ANLAYIŞIMI YİTİRDİM!!!

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. Eski İİBF Dekanı

-Akıl ve bilim tarlasında üretilmiş,
-Evrensel ve laik hukuk harcıyla yoğrulmuş,
-Adalet ve ahlak mayasıyla, ulusun irfanında ve gönlünde mayalanmış,
– İnsan hakları ve çağdaş demokrasi fırınında özenle pişirilmiş,
-Herkese kesinkes din ve vicdan özgürlüğü ve her aileye istisnasız (ayrıksız) ekonomik refah  (gönenç) ve mutluluk sağlayan,
– Vatandaşları arasında ırk, renk, cinsiyet, bölge, din, mezhep… ayrımı yapmayan,
Atatürk‘ün çok yerinde ve bilimsel doğru tanımıyla

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRKİYE halkına Türk Ulusu denir.” diyen

– mesleksel başarı, yetenek, liyakat (yaraşırlık) ve fırsat eşitliğine dayalı
SİYASAL – ÇAĞDAŞ UYGARLIK ANLAYIŞIMI YİTİRDİM….

-Başta siyasal partiler, eğitim birimleri, üniversiteler, hukuk ve adalet kurumları olmak üzere; bu anlayışımı bulanların insanlık, kamu vicdanı ve yürürlükteki anayasa adına, Türk Ulusu’na ivedilikle haber verip, gerçek sahiplerine acilen teslim etmelerini önemle rica ederim.

Not                            :

  • Ödülü, Ulu önderimiz M. K. Atatürk‘ümüzün demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüne dayalı sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti ve ulusuyla sonsuza dek adalet, huzur, sevgi, barış, gönenç ve mutluluk içinde yaşaması olacaktır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22 Kasım 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Sistem değişirken % 50+1 uygulamasının vazgeçilemez bir kriter (ölçüt) olduğunu ve tartışmaya açılmayacağını söyleyen RTE, “partileri yanlış yola sevk ettiğini” söyleyerek değişimi gündeme getirdi?..

Ölünceye dek koltukta kalayım, ne olur ne olmaz” hesabı?..

SORUN

Bahçeli, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin demokratik meşruiyet temelinin % 50+1 olduğunu” söyledi ve “Muhtar mı seçiyoruz?” dedi.

Hayırdır, Reisle bir sorun mu var?..

BOYKOT

DİB Erbaş, Siyonizm’i destekleyen firmaların ürünlerinin boykot edilmesi çağrısı yaptı.

Özü, sözü birdir. Mercedes’e binmez, gerekirse yürür!..

BİLİM

65 üniversitemizin kütüphanesinde sadece (yalnızca) bir kitap var.

68 üniversite rektörünün uluslararası yayını yok.

İşsiz üniversite mezunu sayısı lise mezunu sayısından çok.

Her ile üniversite, yerse de yemezse de…

YANDAŞ

Sabiha Gökçen Havalimanı yönetimindeki beş kişiden yalnızca biri havacılık alanından. Ama çift maaşlılar.

Bizden ya!..

İTİRAF

R.O. Kütahyalı, “2008-2011 arasında askeri vesayeti ve generalleri çökerttik. Ben de bu sürecin baş aktörlerinden biriyim.” dedi.

Kumpasçı, fırıldak…

JANDARMA

Kahramanmaraş İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Gökhan İnan, işyeri açılışında AKP’li vekillerin kestiği kurdeleyi tuttu.

Sadakatle yükselme (terfi) meselesi…

TOSUN

CHP’nin yeni genel başkanı Özel, ayrılıkçı açıklamalar yapan soprano Pervin Chakar’ın sahnede elini öptü.

Acemi tosun anasını kovalar…

ÖRGÜT

Cengiz Çandar, YPG’nin terör örgütü olmadığını söyledi.

Silahlı iyilik örgütü…

BİLAL N. ŞİMŞİR

Zeki Sarıhan

www.zekisarihan.com
21.11.2023

Arşivler üzerinden durup dinlenmeden çalışan, tarihçiliğimize tuğla gibi pek çok kitaplar armağan etmiş olan Bilal N. Şimşir aramızdan ayrılmış! Yeri doldurulabilir mi?

Bu dışişleri mensubu görevle bulunduğu Londra yıllarında İngiliz arşivlerine girmiş, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’le ilgili pek çok belgenin fotokopilerini alarak kitaplaştırmıştı. Konu ile ilgilenenlerin sayısı çok olmadığından, kitapları çok satan listelerine girmemiş olabilir ama Türkiye’nin yakın tarihte yaşamış olduğu sorunlarla ilgilenmiş olanlardan onun kitaplarını kaynak göstermemiş olan herhalde bulunmaz. İlk okuduğum ve yararlandığım kitapları 1972’de yayımlanmış Sakarya’dan İzmir’e ve Malta Sürgünleri idi. İngiliz Belgelerinde Atatürk, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, Atatürk’le Yazışmalar, benim kaynakçama giren kitaplarıdır.

Onunla birkaç kez aynı ortamlarda bulunabildim. Öğretmen Dünyası’nda da iki konferans verdi. Konferans bittikten sonra konuşmacı ile bir süre daha sohbet ederdik.

Birinde sordum:

  • “Bu kadar çok kitabı yazmak için İngiliz arşivlerinden çıkmadığınız anlaşılıyor.
    Siz büyükelçilik mi yaptınız, zamanınızı arşivlerde mi geçirdiniz?”

Dedi ki:

  • “Çalışma saatleri içinde arşivlerde bir dakikam bile geçmemiştir.
    Bunların tümünü mesai saatleri dışında araştırdım!”

Kitaplarındaki son derece değerli bilgilerden başka Bilal N. Şimşir’den bende kalan en önemli iz bu yanıttır.

Yakın tarihin olayları hakkında farklı yorumlarımız olduğunun farkındayım. Fakat bu durum, O’nun Türk okura sunduğu değerli belgeler yanında önemsizdir. Kendisi zaten sunduğu belgeler hakkında yorum yapmazdı. İnsanlık için bir değer yaratmış herkes gibi, Bilal N. Şimşir yalnız tarihçilerin değil, yalnız tarih okurlarının değil bütün toplumun saygısını hakkıyla kazanmıştır.

Tarih diye belgesiz bilgisiz tevatüre dayanan kitapların yerini, belgelere dayanan metinler aldıkça tarihimiz de ayakları üzerine oturacaktır. Bilal N. Şimşir, bu konuya emek vermiş insanların başında gelir.

Ölümü karşısında çok üzgünüm.
***
Yaşamı ve yapıtları

Vikipedi’nin verdiği bilgilere göre: 1933’te doğdu. 1957’de Siyasal Bilgiler Fakültesi Diplomasi Tarihi Bölümünden mezun oldu. 1960’ta Dışişleri Bakanlığına geçti. Paris, Şam, Londra elçiliklerinde başkâtip ve müsteşar olarak çalıştı. Dışişlerinde şube müdürlüğü, daire başkanlığı, genel müdürlük yaptı. Tiran, Pekin, Avustralya, Güney Pasifik ülkelerinde büyükelçilik yaptı, 1998’de emekli oldu.

52 kitabından yazıda andıklarımız dışında kimileri şunlardır :
– Bulgaristan Türkleri,
– Osmanlı Ermenileri,
– Ankara… Ankara,
– Doğunun Kahramanı Atatürk,
– Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu,
– Şehit Diplomatlarımız,
– AB, AKP ve Kıbrıs,
– Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler,
– Ermeni Meselesi,
– Kürtçülük,
– Türk Yahudileri,
– Azerbaycan,
– Rumeli’de Türk Göçleri,
– Türk Harf Devrimi,
– Balkan Savaşlarında Rumeli Türkleri…  

“ŞAHSIM ANAYASASI” Tehlikesi

Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, cumhurbaşkanı görev süresinin yalnızca Erdoğan için kaldırılabileceğini söyledi:

  • Şahsım anayasası‘ tehlikesi

Prof. Boyunsuz, “Sadece Erdoğan’ı ilgilendiren dönem sınırını kaldırmak istiyor olabilirler.
Zira buna ilişkin bahaneler tükendi. 50 artı 1’i yüzde 40-45’e indirmek isteyebilirler”
diyor.

İklim Öngel, Cumhuriyet, 20.11.2023 Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, cumhurbaşkanı görev süresinin sadece Erdoğan için kaldırılabileceğini söyledi: ‘Şahsım anayasası’ tehlikesi (cumhuriyet.com.tr)

  • “Hedeflerden biri madde 101. Cumhurbaşkanının görev süresi 2 dönem ve 5 yıl. Bu sınırı sadece Tayyip Erdoğan şahsında kaldırmak istiyor olabilirler. Zira artık bu sınıra ilişkin bahaneler tükendi.”
  • “50 artı 1, iki turlu çoğunluk sistemi de anayasadan kaynaklanıyor. Bunu da yüzde 40, 45’e indirmek isteyebilirler. AKP’nin iktidar şansını artıracak bir değişiklik yapılmak isteniyor olabilir.”

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

  • Mevcut anayasa kaç kez değişti, “Darbe Anayasası” olarak adlandırılan mevcut anayasadan o döneme ait kaç madde var?

177 madde toplam 19 kez değişti ve 180 ayrı madde düzenlemesi yapıldı. Yani 177 maddeli bir anayasa 180 ayrı maddeyle değiştirilmiş oldu. Bir tur dönmüş desek yanlış olmaz yani. Tabii hepsi değişmedi ama bazı maddeleri birden çok kez değiştirilerek 180 ayrı madde düzenlemesi gerçekleşti. Darbe anayasasından geriye pek bir şey kalmadı ama otoriterlik sivil de olabilir. Söz konusu 19 değişiklikten 12’si AK Parti döneminde yapıldı. Toplamda 140 madde düzenlemesi yaptılar.
Yani değişikliklerin çok büyük bir kısmı AK Parti döneminde oldu.

  • AKP’nin değişiklikler neler oldu?

Ben AK Parti döneminde yapılmış olan anayasa değişikliklerini üç gruba ayırarak inceliyorum. Birinci gruptakiler, temel hak ve özgürlükleri bir nebze daha uluslararası standartlara yaklaştırmaya yönelik değişikliklerdi. Bunlar, çoğunlukla  AB’ye üyelik sürecinin hızlandığı ve Kopenhag kriterlerini (ölçütlerini) karşılamak istediğimiz, AKP’nin ilk dönemlerinde yapılan değişikliklerdir. 2004’de AY 90. md eklenen temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelere, kanunlarla çatışmaları halinde üstünlük veren düzenleme ya da ölüm cezası yasağının istisnalarının kaldırılması gibi değişikleri bunlara örnek verebiliriz.  Bu gruba dahil edebileceğimiz düzenlemelerin kimisi de karma amaçlar taşıyan anayasa değişikliği paketlerinin içine eklenmişti. Örneğin; 2010’daki anayasa değişikliği paketi  içinde bireysel başvuru hakkı da vardı… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki davaları ve ihlal kararlarını azaltmayı amaçlıyordu. Bugün artık bu amaçlar bütünüyle terkedildi ve bambaşka bir yola sapıldı.

SİYASAL ÇIKAR DEĞİŞİKLİKLERİ

İkinci grup değişiklikleri ise kendi kısa vadeli siyasi menfaatleri gereği ihtiyaç duydukları değişikliklerdi. Şu anda ihtiyaç duydukları değişiklikler gibi durumlar. Mesela 2002’de seçme ve seçilme hakkı bakımından Tayyip Erdoğan’ın mahkumiyetinden kaynaklanan birtakım sınırlamalar vardı ve milletvekili seçilme yeterliliği yoktu. Abdullah Gül başbakandı. Kendisi partinin genel başkanıydı ama milletvekili olamıyordu. Önündeki hukuki engeller kaldırıldı. Siyasi parti kapatmaları ile anayasal hükümlerde kendileri ile yakından ilgili siyasi sonuçlar doğurabilecek potansiyele sahipti. Kapatmaya neden olan milletvekillerinin üyeliğinin düşmesine ilişkin düzenleme kaldırılarak parti kapatma neredeyse işlevsizleştirildi. Bunun gibi yakın gelecekte kısa vadeli olarak ihtiyaç duydukları ya da duyabilecekleri anayasa kurallarını değiştirerek kendi yakın siyasi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yaptıkları anayasa değişiklikleri var.

İDEOLOJİK MOTİVASYON

Üçüncü gruptaki anayasa değişiklikleri ise daha uzun vadeli, ideolojik motivasyonu da olan düzenlemeler. Kendi dünya ve devlet görüşlerini kamu gücünü kullanarak dayatabilme, kamu kaynaklarını hesap vermeden kullanabilme gücünü tesis etmek amacı taşıyan hükümler bunlar. Bir kısmı 2015 sonrasına denk düşüyor ama öncesinde de varlar. Bu kategoride  rakiplerini elimine etmek, rekabetçi otoriterliği ve o patronajı, neo-patrimonyal yapıyı tesis etmek üzere, hükümet sistemi başta olmak üzere, yargı üzerinde ve hükümet sistemine ilişkin olarak getirdikleri kurallar var. Bunların içine 2010 paketinin bir kısmını da katmak lazım. Çünkü orada Hakimler, Savcılar Yüksek Kurulu ve AYM’yi ele geçirmeye yönelik hükümler vardı. Buna literatürde “court packing” (mahkemeyi paketlemek) deniyor. Türkçe anlamı şu: Mahkemenin üye sayısını ya da yapısını değiştirip kendine yakın üyeler atayarak çoğunluğu ele geçirmek ve dolaylı olarak içtihatların değiştirilmesini sağlamak.

Tüm bunlara bakarak ağırlıklı olarak 2. ve 3. kategorideki değişiklerin AKP dönemi anayasacılığına rengini verdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

  • Şu an AYM üyelerinden kaçı Abdullah Gül’ün atadığı isimler?

Hepsi AKP döneminde atandı ama Abdullah Gül döneminde atananlardan üç kişi var.
Diğerlerinin hepsini Tayyip Erdoğan atadı.

  • Peki bu üç üyenin değişmesine ne kadar kaldı?

Yalnız şöyle ki Abdullah Gül tarafından atanmış olsa da Tayyip Erdoğan başbakandı ve bu yine AK Parti

dönemiydi ve zannedilmesin ki Abdullah Gül tarafından atananların tamamı özgürlükçü ya da Erdoğan tarafından atanan yargıçların içinden anayasal hakları savunan çıkmıyor.   Ben yargıçları o şekilde kategorize etmek istemem ama şu son krizi ele alırsak, Gül’ün atadığı  Muammer Topal Can Atalay için ihlal yok derken, Erdoğan tarafından atanan Yusuf Şevki Hakyemez ihlal var diyebiliyor. Yani birebir örtüşme yok.

  • Peki bu yargı krizi sizce bilinçli mi çıkartıldı?

Öyle olduğunu düşünüyorum. İki nedeni var. 2024’te üç üyenin görev süresi doluyor.

  • Abdullah Gül’ün atadığı üyeler mi?

Hayır. Gül’ün atadığı bir üye de var galiba içlerinde.

Ama şöyle söyleyeyim ben Gül’ün atadıkları veya Erdoğan’ın atadıkları olarak bakmıyorum. Muhalif yani daha özgürlükçü düşünenler ile iktidarın isteği doğrultusunda hareket edenler olarak bakarsak; iktidarın isteği doğrultusunda hareket eden bir üye ve muhalif kanatta yer alan daha özgürlükçü olmaya çalışan iki üyenin görev süresi doluyor. Yani Can Atalay kararına imza atan iki üyenin de görev süresi bitiyor. Mahkeme başkanı Zühtü Arslan da bu iki üyeden biri. Biliyorsunuz ki eşitlik halinde başkanın oyu geçerli oluyor. Yani kısa süre içinde Mahkeme çoğunluğunu yeniden tanzim etme gücü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eline geçecek zaten. İçtihatlar da bununla birlikte değişebilecektir.

‘AMAÇ ÜZÜM YEMEK DEĞİL’

İkincisi de Anayasa Mahkemesi’nin Atalay Kararı; milletvekili dokunulmazlığının istisnası olarak gösterilen AY 14.maddesindeki hakkın kötüye kullanılması anlamını taşıyan eylemlerin neler olduğunu Yargıtay kendisi belirleyemez, bunu TBMM Anayasaya uygun bir kanunla belirlemeli diyor. Yani iki yıl önce bunu söylemişti zaten ve bir kanun çıkarılmadı. Bu yönde bir kanun yapılarak konu çözülebilecekken olayın bu safhalara taşınması amacın üzüm yemek olmadığını gösteriyor.

  • O zaman bu kriz neden çıkarıldı?

Ben bunun bir fırsata çevrildiğini düşünüyorum. Öyle anlaşılıyor ki AKP-MHP iktidar koalisyonuna destek veren farklı, ideolojik yapılar ile çıkar grupları arasında bir güç mücadelesi var.  Bu grupların, tarikat ve cemaat yapılarının yargı içinde de uzantıları bulunduğu iddialarını duyuyoruz. . Yani yargı içinde siyasal, tarikat, cemaat bağlantılarına göre, ideolojilere göre gruplaşma ve örgütlenmeler bulunduğu uzun süredir söyleniyor. Kendi içlerinde gruplara ayrılmışlar ve birbirleriyle mücadele ediyorlar.

  • Yani asıl çatışma Cumhur İttifakı’nın içinde mi?

Tabii, evet. O iç çatışmanın yargı içindeki yansımasını görüyoruz. “İstanbul grubu, MHP’ye yakın gruplar, hak yolcularla çatışıyor” gibi şeyler duyuyoruz. Tabii bunları birebir bilmem mümkün değil. Söylenilenlerden, duyumlardan anlaşılan bu. Çünkü zaten bunların hepsi AK Parti tarafından belirlenmiş yargıçlar. Dolayısıyla kendi içlerindeki mücadele dışa vuruyor gibi görünüyor.

  • Yerel seçim öncesi gündem değiştirme diyenler de var…

Çok muhtemel. Yerel seçimleri daha güvenlikçi söylemlerinin eksenine sıkıştırmak, seçmenlerinde sürekli devletin güvenliği bize bağlı algısı oluşturabilmek, özgürlükleri tehlikeli göstermek isteniyor olabilir. Bahçeli’nin AYM başkanı Kandil’e çıksın söylemi gibi tutumlar bunu yansıtıyor. .. Siyaset bilimciler bilirler. Onların literatüründen benim de öğrendiğim bir şey. Güvenlik odaklı olarak seçimlere girildiği zaman seçmen daha az liberal tavır sergiliyor.

Yani daha muhafazakar oy kullanıyor. Tartışmaları ulusal güvenlik, yabancıların oyunları, milli yargı-milli olmayan zillet yargısı eksenine çektiğinizde, insanları gerçek sorunlardan uzaklaştırıyorsunuz.

  • Yerel seçimde bu krizin Cumhur İttifakı lehine sonucunu görebilir miyiz?

Böyle bir strateji uyguluyor olabilirler. Çünkü burada Yargıtay-AYM arasında olup bitenler, yargının araçsallaşması ve partizanlaşması dışında pek çok kişi için gündelik, gerçek bir soruna denk düşmüyor. Bugün baktığımız zaman, hukuka aykırılıkları birtakım mahkemelerden alınmış kararlarla dayattıklarını, bu sayede bir yasallık görüntüsü, hukukilik görüntüsü vermeye çalıştıklarını görüyoruz. Doğrudan doğruya “Ben yaptım oldu” değil de “Bakın kararı o hakim aldı”. Yani yargı eliyle yapıyorlar. O yüzden yargı çok araçsallaştırılmış durumda. Yargı, siyasal çıkarların, ödül ceza mekanizmasının bir oyuncağı haline geldi. Bu bir devlet yapısı için büyük sorun, vatandaşların adalete erişimi için de öyle ve sonuçlarını her gün dolaylı olarak hepimiz yaşasak da adalet sorunu ekonomik sorunlar gibi gündelik gerçeklikte herkes için yeterince görünür değil.

‘KORKUYOR OLABİLİRLER’

Öte yandan bir yönüyle şu da olabilir; Her ne olursa olsun Gezi tutukluları salıverilmesin. Hukukun altını üstüne getirsek de bu insanları içeride tutalım ve tutalım ki bir daha Gezi benzeri olaylar yaşanmasın. Toplumsal sokak hareketlerinden insanları korkutmak istiyor olabilirler ya da kendileri çok korkuyor olabilirler.

  • Tek bir krizle birden fazla amaç mı söz konusu?

Yani bir yönü gündemi değiştirip insanların gerçek sorunlardan uzaklaştırmak, sağ seçmeni konsolide etmek. Bir yönü de kısa vadeli ihtiyaç duyabilecekleri anayasa değişikliklerine zemin hazırlamak. Seçimlerden önce ittifak kurdukları tarikat ve cemaatlere bir takım anayasa hükümleriyle sözler verilmiş olabilir. Bunları tatmin etmeye çalışabilirler.

Gerçek sorunlara, gerçek çözümler üretemeyen bir iktidar ne yapar? İdeolojik bir eksende kutuplaşma yaratarak seçmeni bir arada tutmaya çalışır ve baskı üretir. Baskı üretebilmek için de yargının temel hak ve hürriyetlere ilişkin hükümlerine tutunmaya çalışan, özgürlükleri korumaya çalışan yargıçları sindirip korkutup bastırmaya çalışırsınız. Çünkü rıza üretemeyen baskı üretir. Bu neo-patrimonyal bir rejim. Dolayısıyla anayasa tartışmaları da tam da buna denk geliyor. Ben tartışmanın tek bir eksende yürütüldüğünü düşünmüyorum. Hepsi bir arada.

Bir de biraz evvel yaptığım gruplamalarda AKP anayasacılığının çoğunlukla kısa vadeli siyasi ihtiyaçlar ve daha uzun vadeli, ideolojik motivasyonlu, güç devşirmeye yönelik bir eksende ilerlediğini söylemiştim. O zaman kısa vadede siyasi çıkarlarına engel olabilecek anayasa hükümleri neler olabilir, buna bakmalıyız. Onlar değiştirilmek isteniyor olabilir. Ayrıca orta ve uzun vadede ideolojik olarak, yerleştirmek istedikleri neo-patrimonyal rekabetçi otoriterliği pekiştirmek belki rekabetçilik unsurunu daha da yok etmek ve ideolojik meşruluk kaynağını yani demokratik milli egemenlikten teokratik egemenlik anlayışına kayış gibi, değiştirme amaçları bulunabilir. Bunlara da bakmak gerekir.

  • Hedeflerinin arasında Cumhurbaşkanının görev süresi olabilir mi sizce?

Şüphesiz ki kısa vadeli siyasi çıkarlar bunu gösteriyor. Dolayısıyla hedeflerden biri madde 101. Madde 101 Cumhurbaşkanının görev süresi 2 dönem ve 5 yıl. Bu sınırı sadece Tayyip Erdoğan için, Tayyip Erdoğan’ın şahsında kaldırmak istiyor olabilirler. Sadece bu da değil, orada bir seçim sistemi tarifi de var. % 50+1, iki turlu çoğunluk sistemi de anayasadan kaynaklanan bir durum. Bunu da % 40, 45’e indirmek isteyebilirler. Hem Cumhurbaşkanlığı dönem kısıtlaması zira artık bu sınıra ilişkin bahaneler tükendi, hem de seçim sistemi. AKP’nin iktidar şansını artıracak bir değişiklik yapılmak isteniyor olabilir.  Bu hiç şaşırtıcı olmaz.

  • Şu ana kadar istedikleri neyi yapamadılar?

Daha uzun vadeli hedefler neler olabilir sorusunun cevabını ararken sizin sorunuz çok önemlidir.
Şimdi ilk dört madde değiştirilemez Cumhuriyetin nitelikleri her ne kadar kağıt üzerinde kalsalar da anayasadan silinemedi.

  • “İlk dört madde” dediniz, yeni anayasada öyle bir risk var mı?

Yeni anayasa yaparken bir önceki anayasanın anayasa değişikliğini sınırlayıcı hükümleriyle
bağlı değilsiniz. Tamamen hukuk ötesinde bir alandasınız.

  • Peki iktidarı ne bağlayacak böyle bir durumda?

Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve hürriyetlere ilişkin sözleşmeler bağlar.
Onun dışında 1982 anayasasının mevcut hükümlerine bağlı olmadan yapar.

  • Yani ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ denilen maddelerle de oynanabilir mi?

Tabi, çünkü yeni anayasa yapıyor.

‘BİZ YAZDIK’ OLMAZ’ 

  • Peki nasıl olacak?

Bunu kabul ettirebilirse, demokratik anayasa olabilmesi için anayasayı yazan, yapan demokratik olarak seçilmiş bir kurucu meclis olması lazım. Zira yeni anayasa yapma gücü milletindir. Tüm milleti temsil gücüne sahip bir kurucu iktidar olmalıdır.  Yani sadece iki partiden oluşan bir Kurucu Meclis süreci demokratik yapmaz. “Anayasayı yapacak bir Kurucu Meclisi yok, biz ayrı bir Kurucu Meclis seçmeyeceğiz. Bu Meclis ile yapacağız” diyorsanız, bu bütünüyle yeni bir anayasaysa eğer onun usullerini belirlemeniz gerekiyor. Ona bir usul bulmak lazım. “Biz AK Parti’de oturduk 3-5 kişi yazdık, bir metin çıkardık bunu referanduma sunuyoruz’ derlerse, bunun demokratik olmayacağı, otoriter bir anayasa yapıcılığı olduğu netleşir. Yani topluma dayatma şeklinde olacaktır. Demokratik anayasa yapımı, tüm toplumsal kesimleri kapsayan katılım, müzakere, pazarlık, uzlaşma süreçlerini içermelidir.  Muhaliflerin, gazetecilerin hapsedildikleri baskı ortamlarında zaten demokratik anayasa yapımı süreçleri işletilemez.

  • Böyle bir durumda referanduma gitmek ne kadar doğru?

Demokratik meşruluğunuzu bir yerden almanız lazım. Türkiye’de gerçek bir demokrasi yok, bir serbest tartışma ortamı, örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü yok. Bizde rekabetçi otoriterlik var. AKP ve MHP’nin kendi siyasi çıkarlarını ve dünya görüşünü toplumun tamamına dayatmak için yapılacak olan bir anayasa demokratik bir anayasa zaten olmaz. Referandum da ancak plebisiter bir dayatma aracı olur.

  • O halde demokratik bir anayasa ne kadar mümkün?

Türkiye’nin kutuplaşmış ikliminde demokratik bir anayasa yapmak için gerekli olan müzakere, pazarlık, tartışma, katılım süreçlerine müsait bir ortam yok. Toplum korkuyor, toplum sinmiş, sindirilmiş durumda. Burada demokratik bir anayasa süreci olmayacağı açık. İkincisi bu anayasanın en problemli maddeleri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ilişkin. “Onlara dokunmayacağız” derlerse, geriye hak ve özgürlükler kalıyor. İlk üç maddeyi canımızın istediği gibi boşaltalım. Muhtemelen kağıt üzerinde bile artık laiklik ilkesinin durması, hukuk devleti ilkesinin durması rahatsız ediyor onları. Kağıtta bile görmek istemiyorlar. Çünkü bir yerde bir yargıç çıkıyor ve “Bizim anayasamız böyle” diyor.

  • Rejim değişikliğinin adımlarını mı göreceğiz?

Rejim zaten değişti. Türkiye zaten demokrasiden çıktı. Ama demokrasiye dönüşün çok daha zor olabileceği, daha ileri düzeyde baskının görüldüğü başka bir tür rejime doğru ilerleyebilir. Bunu yeni anayasada yapabilirler. Demokrasinin iki koşulu var. Bir; egemenlik sekülerleşecek. Hukuk Meclis tarafından yapılacak, laiklik olacak. İki; seçimler adil ve özgür yapılacak. Adil ve özgür olmayan bir ortama demokrasi demiyoruz. İçinde baskı, dayatma, ceberrutluk bulunan rejimler oluyor; otoriterliğin farklı tonları oluyor. Gün be gün bu baskı daha da artacak. Bunu da resmiyete dökecekler.

  • Ne zamana kadar baskı artmaya devam edecek?

Birileri ‘dur’ diyene kadar baskı artmaya devam edecek. Ve muhalefetin gerçek sorunları tartışma kapasitesini sınırlamak, kendini derdini anlatıp seçmene ulaşmasını engellemek için birtakım yöntemler geliştirecekler. Maalesef şu an durum böyle görünüyor.

‘MUHALEFET PAZARLIK DAHİ YAPMAMALI’ 

  • Peki muhalefet nasıl bir duruş sergilemeli?

Muhalefet bu pazarlık süreçlerinin içine dahi girmemeli. Neyin pazarlığı yapılacak burada? Kısa vadeli olarak seçim sistemi ve iki dönem sınırını isteyeceklerdir. Orta vadeli olarak temel hak ve hürriyetlerin tasfiyesi, daha da sınırlanması, yargının özgürlükleri koruma fonksiyonunun tamamen elimine edilmesi gibi hususlar ortaya çıkıyor. Uzun vadeli hedefin de cumhuriyetin nitelikleri olduğunu düşünüyorum. Yani bu kısa, orta ve uzun vadeli hedefler içinde yürünen bir yol. O bakımdan bu yolu onlarla yürümenin anlamı yok. Belli ki hükümet sistemine dokunulmayacak. Hükümet sistemi değişmediği müddetçe oturup konuşacak bir şey yoktur.
***

PROF. DR. ŞULE ÖZSOY BOYUNSUZ KİMDİR?

1972’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi ve kamu hukuku yüksek lisansı yaptı. University of Essex’te insan hakları hukuku alanında doktora aldı. 2002’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görev aldı. Galatasaray Üniversitesi’nde 2004’te yardımcı doçent, 2011’de anayasa hukuku doçenti, 2017’de de profesör oldu. “1982 Anayasasının Yapım Süreci”, “Başkanlı Parlamenter Sistem”, “Dünyada Başkanlık Sistemleri” kitaplarını yazdı.

Dünya düzeni ve medya

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Son Yazısı / Tüm Yazıları

Cumhuriyet, 20 Kasım 2023

Medyanın görevi, halkı doğru bir biçimde bilgilendirmektir. Medya bu anlamda kamu hizmeti vermekle yükümlüdür.

Bu yükümlülük, bir medya organının, kamu kurumu veya özel sektör kurumu olmasından bağımsız bir konudur. Medya organı, kamu/devlet kurumu da olsa, özel sektör kurumu da olsa, kamuya hizmet vermekle yükümlüdür.

Devlete, hükümete, siyasi partiye, sermaye sınıfına hizmet veren bir medya organı, kamu hizmeti vermiş olmaz, bu güç odaklarının çıkarlarına hizmet veren bir propaganda aygıtına dönüşür.

Medya, bir başka deyişle kitle iletişim araçları, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından birisidir. Halkın doğru bilgilenmediği bir ortamda, halk seçimlerde de doğru karar veremez.

Bu nedenle, nasıl ki yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının var olmadığı bir ülkede, demokrasiden ve halkın egemenliğinden söz edilemezse, medya ile devlet, hükümet, siyasal parti, sermaye sınıfı arasında güçler ayrılığının olmadığı bir ülkede de, demokrasiden söz edilemez.
***
Dünyadaki güç odakları bunu çok iyi bildikleri için, medyayı her zaman kontrol etmeye (denetlemeye), kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışırlar.

Televizyonlarda hangi konuklara ve yorumculara yer verileceği; gazetelerde, haber portallarında hangi köşe yazarlarının köşe yazısı yazacağı; televizyonlarda, gazetelerde, haber portallarında hangi haberlere, hangi oranda ve genişlikte yer verileceği; hangi siyasetçilere ne kadar sıklıkta ve genişlikte ekranların ve sayfaların açılacağı gibi konular, genellikle nesnel ve bağımsız hareket eden medya yöneticileri tarafından değil, bu güç odaklarının kontrolündeki (denetimindeki) piyonlar tarafından karara bağlanır.

Dünyada bu bozuk düzene direnebilen az sayıda medya organı bulunmaktadır.

Noam Chomsky’nin ve Edward Herman’ın “Manufacturing Consent” (Rızanın Üretimi) kitabı bunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyan ve kanıtlayan eserlerin (yapıtların) arasında yer alır.

Orson Welles’ın “Citizen Kane” (Yurttaş Kane), Sidney Lumet’ın  “Network” (Şebeke), Oliver Stone’un “Salvador” (Salvador) filmleri de, bu konuyu işleyen çarpıcı eserlerin arasında sayılırlar.
***
Dünyadaki emperyalizm ve kapitalizm sorunu kökten çözülmeden, bu sorunun tamamıyla (tümüyle) çözülmesi olanaksızdır. Ancak emperyalizm ve kapitalizm sorunu kökten çözülene dek, bu konuda alınabilecek kimi önlemler de vardır.

Özel sektörde medya kurumu sahibi olanların, medya dışında ticari faaliyetler içinde olmalarının önlenmesi; medyada tekelleşmenin engellenmesi ve medya sahiplerinin birden fazla medya organına sahip olmasının önlenmesi; medya kurumu sahiplerinin kamu ihalelerine katılmalarının yasaklanması; kamu sektöründeki ve özel sektördeki medya kurumlarının nesnel ve bağımsız yayın yapıp yapmadıklarının ve söz konusu güç odaklarıyla açık veya gizli çıkar anlaşmaları içinde olup olmadıklarının, bağımsız denetim kurumları tarafından denetlenmesi; bu denetimlerden geçemeyen medya organlarına ağır cezai yaptırımların uygulanması; bu doğrultuda yasal düzenlemelerin yapılması; iletişim fakültelerinde medya etiği ve ahlakı konusundaki derslerin daha etkin ve yaygın verilmesi; medyada işe alımlarda liyakat ölçütlerinin uygulanması ve bunların denetlenmesi, bu önlemlerin bazıları arasında sayılabilir.
***
Halkın medyaya olan güvenini yitirdiği bir ortamda, komplo teorileri (tuzak kuramları), hurafeler (boşinanlar), safsatalar, söylenceler daha da yaygın duruma gelir. Başka bir deyişle, halkın medyadan kopması sorunu çözmediği gibi, bu durum, emperyalizm ve kapitalizm sorunlarının, komplo teorileriyle, hurafelerle, safsatalarla, söylencelerle örtbas edilmesine ve bozuk düzenin devam etmesine yol açar.

Emperyalizmin ve kapitalizmin hedeflediği şey de zaten budur.

Medyanın halk düşmanları tarafından işgal edilmesine son vermek, bu nedenle yaşamsal önemde bir konudur.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

CHP kurultayı6 Kasım 2023

Adıyaman Radyo TEK konuşmamız : 10 Kasım 2023

Dostlar,

10 Kasım 2023 günü Adıyaman / Besni ADD şubemizin konuğu olarak bu ilçeye gittiğimizi ve Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ümüzü Hak’ka yürümesinin 85. yılında anma konferansı verdiğimizi sitemizde o gün paylaşmıştık.

Bu konferansımız aynı zamanda Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlama temalı idi.
Yansılar PDF olarak indirilebilir…

ADD Besni Şubesi konferansımız – 10 Kasım 2023 | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Besni-Konf.-10.11.23-1.pdf erişimi için tıklayın

****
Gün içinde Adıyaman’da Radyo TEK’te de bir söyleşimiz oldu ve değerli genç sunucu – programcı Sayın Mehmet Taş’ın konuğu olduk, bir KONTEYNERDE!

Depremin yıktığı illerden Adıyaman’da, 6 Şubat 1923 – 10 Kasım 2023 arasında geçen 9 ayda ne yazık ki kayda değer bir ilerleme, onarım, yeni konutlara yerleştirilme… söz konusu değildi.

Ses kaydı bize çok gecikmeden ulaştı ancak format uyumsuzluğu nedeniyle web sitemize yükleyemedik. MP4 biçimine dönüştürülmesi gerekti, geciktik.

Değerli Taş bize 4 soru yöneltti :

 

1. ATATÜRK ve arkadaşları Cumhuriyetimizi nasıl yoktan var ettiler?
2. Günümüzde ülkemizin hangi ciddi sorunları var?
3. Türkiye, güncel sorunlarını nasıl aşabilir?
4. İkinci yüzyılda Cumhuriyete nasıl kol kanat gerebiliriz, yurttaşlara düşen görevler nelerdir?

1 saat 13 dakika boyunca bu sorulara yanıt verdik. İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereklerinin yapılmasını dileriz..

Bu program için emek veren ADD Besni şubemize, çok zor koşullarda çalışan Radyo TEK emekçilerine, değerli Mehmet Taş’a çok teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 19 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik 

Öyle böyle değil! Geleceğimizin en büyük sorunu adeta…

Veysel Ulusoy
Veysel Ulusoy
Cumhuriyet, 19 Kasım 2023

Veriler açıklandığında günün haber akışına göre bir an gündem oluşturur ve tekrar açıklanana kadar da pek ilgi çekmez. İşsizlik, istihdam ve bunların kompozisyonunda olduğu gibi…

Bu konuyu birkaç başlıkta inceleyip sorunun ana hatlarını ortaya koyalım. Özellikle de 15-24 yaş arasındaki gençlerin bulunduğu işgücü piyasasındaki yapısal bozuklukları vurgulayarak yapalım bunu.

Neden mi bu grup? En az 65 yaşına kadar çalışacak en genç nesil olduğu için…
Verimliliklerinin Türkiye ekonomisini derinden etkilediği için…
Devleti, hükümeti yönetecek en favori grup olduğu için…
Atıl kaldıklarında nasıl bir felaketin ortaya çıkacağını vurgulamak için.
***
Hadi başlayalım!
Bu yaş diliminde nüfus 12 milyonun çevresinde çakılı kalmış gözüküyor. Başka bir anlatım ile bu yaş dilimine yeni girenlerle çıkanların sayısı neredeyse eşitlenmiş. Böyle ifade edilse de gruptan yaşları 24’ün üzerine gelmeden yurt dışına giden veya ölenleri de analize almamız gerekir.

Grubun işgücü hacmi 5 milyon dolayında dalgalanıp duruyor. Yani 12 milyon olan genç nüfusun yarıdan fazlası işgücüne katılmamış. Esasında bu yapısal bozukluğun tüm işgücünün de bir özelliği olarak karşımıza çıktığını belirtmek yararlı olur.

Dahası da var. Bu yaş diliminde işsizlik oranı son bir yılda nasıl olduysa % 20’lerden %15’lere gerilemiş. Son bir ay içindeki gelişimler ise göz yaşartıcı… İşsizlik oranındaki düşüş ile yaratılan istihdamı karşılaştırdığımızda son birkaç ayda 500 bin gencimize istihdam olanağı sağlandığını görüyoruz.
Ne mutlu bize!

Sanayideki büyümenin durduğu ve çoktan beri sanayi büyümesinin cılız bir aralıkta, % 1’ler çevresinde olduğunu düşünürsek, Eylül ayına ait son işgücü verilerinde gençlerin zorunlu olarak mevsimsel işlerde, yani hizmet sektöründe ve geçici işlerde çalıştığını söyleyebiliriz.

Ne acı değil mi? Bu acı tablo aynı yaş diliminin erkek ve kadın altkümelerinde daha da kötü bir görünüm sergiliyor. İşgücünde bulunan her iki erkekten biri örneğin çalışma olanağı bulurken, kadınların ancak dörtte biri bu olanağa sahip olabilmektedir. Bir de buna kadınların işgücüne katılma oranının % 30’larda olduğunu eklersek, resmin görünümünü daha açık biçimde ortaya koyabiliriz.

PANDEMİ ve YAPISAL BOZUKLUKLARIN ETKİSİ

Verilerin ortaya çıkardığı bir başka fotoğraf ise gençlerin pandemi döneminde inanılmaz ölçüde işgücünden çekilmeleridir. Pandemi öncesi 6 milyona doğru yol alan işgücünün 2020 yılı içinde 4 milyona düşmesi ve günümüzde ise pandemi öncesi düzeyi yakalamaya çalışması işgücü piyasasında önemli bir yitiği ortaya çıkarmaktadır. Başka bir anlatımla, gençlerin yalnızca pandemiden olumsuz etkilenmediğini, günümüzde 7 milyon olması gereken işgücünün 5 milyonun biraz üstünde konum bulduğunu, yapısal çöküşün en çok da bunlar üzerinde hasar bıraktığını ve maalesef daha uzun yıllar bu hasarın süreceğini belirtmek yanlış olmaz.

Geleceğimizin güvencesi niteliğindeki bu genç kesimin çalışma alanı bulamaması, bulsa bile asgari ücrete mahkûm edilmesi Türkiye’nin verimliliğini, inovasyonunu, toplam faktör verimliliğini ve daha nice gelişmeleri engelleyeceğini söylemeye bile gerek yoktur.

Fotoğraf karesi içinde işi gücü de, amacı da olmayan bir kesim gencin oranını belirtmeye bile gerek yok. Bunu da fotoğrafın içine alıp yukarıda belirtilen oranları yeniden oluşturduğumuzda ortaya çıkacak karanlık yapının moralleri çok bozacağını vurgulamak gerekir.

  • Peki siyaset kurumunun bir projesi, bir planı var mı bu konuda?

Sorunun yanıtı çok açık. Onlar, sıcak parayı nasıl olur da ülkeye çekeriz, sorusu çevresinde biçimlenen hayal dünyasından çıktıkları zaman belki de acı tabloyu göreceklerdir.

Çıkabilirlerse tabii…

Övdükleri sistemin başarısızlık tablosu

Sağlık 13.11.2023, BİRGÜN 

Sağlıkta ‘başarı tablosu’ çizen iktidarı, kendi verileri yalanlıyor. Artan nüfus ve hasta sayısına karşın yeni hastane, yatak ve doktor sayısı beklentilerin altında kaldı. Sağlıkta özelleştirme furyası yaşandı, şiddet ve mobbing arttı.

Övdükleri sistemin başarısızlık tablosu

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, iktidarlıkları döneminde sağlık alanında başarılı bir tablo çizildiğini söylese de veriler bunun tam tersi olduğunu gösterdi. AKP döneminde kamu-özel ortaklığı ile yapılan şehir hastanelerine karşın hastane artışı yalnızca %35 yükseldi. AKP iktidarı öncesindeki 20 yılda ise bunun %78’lerde olması dikkat çekti. Hastane yatak sayısındaki artışın da yüzde 59’larda kaldığı görülürken; hekime yönelik şiddet, iş yükü, mobbing gibi nedenlerin hekim sayısındaki artışı da etkiledi. AKP öncesi %197 oranında artan hekim sayısı, AKP iktidarlığında %112’de kaldı.

ÖZELLEŞTİRME ARTTI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhuriyet’in 100’üncü yılında, Sağlık Bakanı Koca’da bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada hastane, yatak ve hekim sayısının arttığını söylese de Sağlık Bakanlığı İstatistik Yıllığı ve TÜİK verilerinden 1982-2002 ve 2002-2022 yılı kıyaslamasını yapan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’ndan (SES) Kubilay Yalçınkaya,

  • AKP dönemi sağlık verileri bir başarıyı değil başarısızlığı gösteriyor.” dedi.

AKP döneminin hemşire sayısı dışındaki tüm göstergelerde artış oranının, AKP öncesi dönemin artış oranının altında gerçekleştiğini kaydeden Yalçınkaya,

“Hemşire sayısı; 1982-2002 döneminde % 147 artarken, 2002-2022 AKP döneminde % 236 artmıştır. Hemşire sayısında daha iyi bir gösterge olmasının da nedeni AKP öncesi ebe yetiştirmeye önem verilmiş, AKP döneminde ebe yetiştirme yerine hemşire yetiştirmeye ağırlık verilmiştir. Özel sektör ve üniversite hastaneleri verilerini çıkardığımızda salt kamu sağlık verilerini baz (temel) aldığımızda ise AKP öncesi ile AKP dönemi karşılaştırıldığında oransal fark daha da artıyor.” diye konuştu. Yalçınkaya, özetle şu değerlendirmeyi yaptı:

“AKP öncesi 20 yıllık dönemde hastane sayısı %78 artarken, 20 yıllık AKP döneminde % 35 yükselmiştir. Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki durum ise daha vahim (ürkünç). Sağlık Bakanlığı hastane yatak sayısına baktığımızda 163.207’ye çıkan kamu hastanelerinin 27 bine yakını kamu özel ortaklığı (KÖO) ile yapılan şehir hastanesi yatakları, %17’si şehir hastanelerine ait. Bu nedenle artış değil azalışın bile olduğunu ifade edebiliriz. Bu veriler başarısızlığın göstergesi.”

20 YILLIK KARŞILAŞTIRMA

Yalçınkaya, 1982-2002 ile 2002-2022 dönemine ilişkin yaptığı kıyaslamada şu verilere dikkat çekti:

“Hastane sayısı AKP öncesi %78 artarken, AKP döneminde % 35 artmıştır. Hastane yatak sayısı da AKP öncesi % 71 artarken, AKP döneminde % 59 yükselmiştir. Hekim sayısındaki artış da % 197’den % 112’ye düşmüştür.”

HASTANE SAYISI

HASTANE YATAK SAYISI

PERSONEL VERİLERİ

∗∗∗
BAKANA TEPKİ: UTANÇ VERİCİ

Türk Tabipleri Birliği (TTB) üyeleri ile çok sayıda ilden gelen Tabip Odaları temsilcileri, Sağlık Bakanı Koca’nın hekim göçüne ilişkin “Bizden dolayı değil” diyerek para sayma işareti yapmasına TTB önünde yaptığı açıklama ile tepki gösterdi.

Fotoğraf: Evrensel

TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Adalet Çıbık, Koca’nın kullandığı ifadeler ve yaptığı el hareketiyle, izlediği sağlık politikalarını aklamaya, hekimleri ise paragözlülükle suçlayarak toplumun gözünde hedef haline getirmeye çalıştığını söyledi. Dr. Çıbık,

  • Sağlıkta şiddetin ve hekim intiharlarının tırmandığı,
  • umutsuzluğun ve geleceksizliğin derinleştiği,
  • fakültelerde tıp kitaplarının yerini yabancı dil kitaplarının aldığı ülkemizde
  • hekim göçünün Bakan tarafından indirgendiği yer utanç vericidir”

değerlendirmesini yaptı.