Kategori arşivi: Hekim Saltık

HİROŞİMA’NIN 79. YILINDA NÜKLEER TEHDİT ALARM VERİYOR!

Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasının 79. yıl dönümünde bir basın açıklaması yaptı. Savaşlar, çatışmalar ve gerilimlerin tırmandığı günümüzde nükleer tehlikeye dikkat çekilen açıklamada, barış ve silahsızlanma çağrısında bulunuldu.

Kaynakların silahlanmaya değil, insanların; beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi ağır kriz durumundaki temel gereksinimlerine ayrılmasını, çevrenin yıkıcı etkileri yüzyıllar süren radyoaktif atıklardan korunmasını istiyoruz” denildi. Basın açıklamasına yazımızın devamından ulaşabilirsiniz.

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BASIN AÇIKLAMASI

HİROŞİMA’NIN 79. YILINDA NÜKLEER TEHDİT ALARM VERİYOR!

Bundan 79 yıl önce ikinci paylaşım savaşı sırasında, ABD tarafından Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan (6 ve 9 Ağustos 1945), büyük acılara ve insanlık trajedisine yol açan atom bombaları insanlık eliyle yaratılan facia listesinin ilk sıralarında yer almaktadır. İkinci paylaşım savaşı sürerken ABD tarafından 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya ve 9 Ağustos 1945’te Nagazaki’ye atılan atom bombaları ile yüz binlerce insan acımasız bir şekilde katledilmiştir. Kuşkusuz ki, insanlık nükleer belası ile ilk kez 1945’te yüzleşmiştir; ancak ne yazık ki bu facia son olmamış, bilinen ABD Three Miles Island (1979), Ukrayna Çernobil (1986), Japonya Fukuşima (2011) örnekleri dışında da, kamuya açıklanmayan onlarca nükleer kaynaklı felaketler yaşanmıştır. Bugünlerde, özellikle silah satışından gelen pastasını büyütmek isteyenlerin üçüncü dünya savaşı senaryolarını gündeme getirmesi, bir kez daha nükleer tehlikenin büyüklüğünü de gözler önüne sermektedir.

Tüm dünyanın bildiği gibi, nükleer silah kullanılması bir kitlesel imha yöntemidir ve tartışmasız insanlık suçudur.

Salt nükleer tehdit bile başlı başına insanlık suçu kabul edilmeli ve nükleer silahların bir daha üretilmemek üzere imha edilmesi için dünya halkları istemlerini ısrarla sürdürmelidir.

Dünya insanlığının nükleer silahlarla yok olma tehdidinden kurtarılması, bölge ve dünya barışının sağlanması ve barış ortamının korunması için, yıllar süren çabalar sonucunda, 2017 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması ezici bir çoğunlukla kabul edilmiş, 2021 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma, hükümet tarafından daha fazla vakit yitirilmeden imzalanmalı ve TBMM gündemine alınarak onaylanmalıdır.

  • Bölgemizi ve halkımızı tehdit eden, ülkemizdeki ABD-NATO nükleer silahları
    derhal kaldırılmalıdır.

Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşmasını desteklemek ve bütün dünya ülkelerince kabulünü sağlamak üzere, Nükleer Silahların Tümüyle Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Kampanya (ICAN – International Campaign to Abolish Nuclear Weapons) tarafından oluşturulan Şehirlerin Talebi hareketine, halen üye durumunda olan binlerce dünya kentinin yanında, Türkiye ve dünya kentlerine örnek olacak biçimde, önce Fındıklı ve sonra Sinop Belediyeleri meclis kararlarıyla katılmışlardır. Hiroşima felaketinin yıl dönümünde, ülkemizin bütün yerel yönetimlerine bu kampanyaya katılmaları çağrısını yapıyoruz.

            NÜKLEER SİLAH DA NÜKLEER SANTRAL DA İSTEMİYORUZ!

Enerji üretimi gerekçesiyle nükleer teknolojiye sahip olmak isteyen ülkelerin uzun erimli emelleri açıkça ortadadır. Gözünü hırs bürümüş kesimler, denetlenemez nükleer kaza veya nükleer silah kullanımından dolayı ortaya çıkacak yıkım tablolarını ne yazık ki umursamamaktadır.

Tam da bugünlerde, Ortadoğu başta olmak üzere, gerginlikleri tırmandıranların, bir yandan geliştirilmiş konvansiyonel silahlarının saha testlerini yaptıklarını, bir yandan da nükleer bir tehdidi zaman zaman dile getirdiklerini, özellikle kendileri nükleer silah sahibi olanların, hasımlarının nükleer silahlarını tehlike olarak gördüklerini ibretle izliyoruz. Halen sürmekte olan Ukrayna-Rusya savaşında ve olası başka yerlere sıçraması durumunda, en kritik felaket senaryolarından birisinin de nükleer santralların ve/veya nükleer atık depolarının zarar görmesi olduğunu biliyoruz.

Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Bileşenleri olarak; yaşananlardan ders alınması gerektiğini, savaşların, hele nükleer silahların kullanılacağı savaşların kazananı olmayacağının, dünya insanlığını ve doğayı yok olmaya sürükleyeceğinin, sorumlularının ise insanlığın vicdanında asla aklanmayacağının bilinmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz.

Ülkemizde Rusya’nın sahibi olduğu ve gelecek yıl üretime geçeceği iddia edilen Akkuyu Nükleer Santralı dahil, hiçbir santral projesinin kamuoyu tarafından kabul görmediğini, onaylanmadığını yeniden hatırlatıyoruz.

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaların 79. yıl dönümünde, bir kez daha ülkemiz dahil bütün dünya kamuoyu ve yöneticilerini barış ve silahsızlanma için sağduyuya ve sorumluluğa çağırıyor,

  • Kaynakların silahlanmaya değil;
  • insanların beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi ağır kriz durumundaki
    temel gereksinimlerine ayrılmasını,
  • çevrenin yıkıcı etkileri yüzyıllar süren radyoaktif atıklardan korunmasını istiyoruz.

Acımasız ve insanlık dışı saldırıyı bir kez daha lanetliyor,
katliamda yaşamını yitirenleri saygıyla anıyoruz.

Doğasıyla, canlılarıyla, bu dünya hepimizin…

Nükleer tehlikesiz bir gelecek, insanlığın en doğal hakkıdır.
ABD-NATO nükleer silahları derhal ülkemizden temizlensin!
Türkiye zaman geçirmeden Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşmasını imzalasın!
Yurtta Barış, Dünyada Barış!
Nükleere İnat, Yaşasın Hayat!
NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BİLEŞENLERİ

Üniversite tercihleri yapılırken tıp fakülteleri

Güncel 02.08.2024 BİRGÜN

Üniversitelere giriş sınavları yapıldı, bugün tercihlerin son günü. Her yıl bu dönemde tıp fakültelerinin durumuna, kontenjanlarına dair bilgileri ve önerileri güncelleyerek aktarmaya çalışıyorum.

“Önceden yazdıkların ne kadar dikkate alındı?” derseniz, tabloya bakınca pek de olumlu cevap veremiyorum. Ne yazık ki Türkiye’de siyasal iktidarın kendi öncelikleri var, bunlar içinde örneğin “Türkiye’nin hangi sağlık sistemine göre, hangi alanlarda, kaç hekime ihtiyacı var?” sorusuna göre planlama yapmak yok. Alanın uzmanlarını dinlemek, bilimsel olanı yapmaya çalışmak yok. Olsun, bizim doğruyu anlatma görevimiz var, vazgeçmeden üzerinde durmamız gerekiyor.

ÖĞRENCİ SAYISINDA ARTIŞ SÜRÜYOR

Geçen yıl açılan toplam tıp öğrencisi kontenjanı 21 bin 950 idi, bu yıl 758 artışla 22 bin 708 oldu. Hatırlatmam yerindedir, Sağlık Bakanlığı’nın 2014 yılında kendi yaptığı insan gücü planlamasına göre 2017 yılından itibaren toplam tıp fakültesi kontenjanının 5 bin 250 olması gerekiyordu. Yani tıp eğitimine ve mesleğine taammüden (AS : tasarlayarak) kötülük yapıldığını söylememiz mümkün.

Ankara Tabip Odası’nın çalışmalarına göre bu yıl da Türkiye sınırları içinde kurulu 89 devlet tıp fakültesinin (sınır dışında kurulu olanlar da var) 87’si, 37 vakıf tıp fakültesinin 30’u öğrenci alıyor. Devlet tıp fakültelerinin 11 tanesi hem Türkçe hem İngilizce, 2 tanesi sadece İngilizce programlarına sahip. Vakıf tıp fakültelerinin sadece 7’si İngilizce, 12 tanesinin de hem Türkçe hem de İngilizce programları var. Böylece bu yıl toplam 117 tıp fakültesinin 140 programına öğrenci alınacak.

Devlet tıp fakültelerinin toplam kontenjanı 15 bin 737’si Türkçe, bin 624’ü İngilizce olmak üzere 17 bin 361. Vakıf üniversitelerinde ise 3 bin 261’i Türkçe 2 bin 87’si İngilizce olmak üzere toplam kontenjan 5 bin 348. Devlet tıp fakülteleri kontenjanlarının 15’i KKTC uyruklulara, 1650’si ise (yüzde dokuz) yabancı uyruklu öğrencilere ayrılmış durumda. Vakıf tıp fakültesi kontenjanlarının 2 bin 315’i (yüzde 43) yabancı uyruklular için. Vakıf tıpların İngilizce öğrenci kontenjanının ise 999’u (yüzde 48) yabancı öğrencilere veriliyor. Bunun nedenini ve işin nasıl ticarete döndüğünü aşağıda ücretlere bakınca daha net göreceğiz.

Sağlık Bilimleri Üniversitesi, dünyada eşsiz, özel vurguyu hak etmeye devam ediyor. İkisi yurt dışında, 11 tıp fakültesi bu üniversiteye bağlı. Adana, Bursa, Erzurum, İzmir, Kayseri ve Trabzon’da açılan tıp fakülteleri öğrenci almaya devam ediyor, ancak ortada eğitim veren mekân yok, öğrenciler bu illerdeki diğer tıp fakültelerine gönderiliyor.

VAKIF TIP ÜCRETLERİ UÇTU

Hem de ne uçuş! Vakıf üniversiteleri öğrencilerden bursluluk durumuna göre tamamı burslu, tamamı ücretli ya da yüzde 25 veya 50 oranında burslu seçeneklerle para alıyor. Ücretlerde geçen yıla göre artış, açıklanan enflasyonun çok üzerinde, kimi okullarda yüzde 120’yi buluyor. Geçen yıl vakıf tıp fakülteleri için ödenen ücretler bursluluk durumuna göre 115 bin TL ile 435 bin TL arasındaydı, bu yıl 210 bin TL’den başlıyor. En yüksek parayı Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi tamamı ücretli öğrencilerden talep ediyor, miktar 968 bin TL. Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi tamamı ücretli öğrenci almıyor, yüzde elli burslulardan bu yıl alacağı para yıllık 800 bin TL, yani tamamı ücretli olsa bedel 1 milyon 600 bin TL olacak. Vakıf tıp fakültelerinde özellikle İngilizce programlarda yabancı öğrenci oranları fazla tutuluyor. Önemli örnek İstanbul Medipol Üniversitesi Uluslararası Tıp Fakültesi. T.C. vatandaşı 10 burslu öğrencinin yanına ücretli olarak sadece yabancı öğrenci alıyor, toplam yabancı kontenjanı 80 ve yıllık ücret öğrenci başına 40 bin ABD Doları.

Vakıf üniversitesi tıp fakültelerinin 12’sinin kendi hastanesi yok, özel hastanelerle ortak kullanımda görünüyor, kendi hastanesi olanlar da özünde özel hastane gibi çalışıyor. Burada görülen hasta profilini, saha ile ilişkisini ve tıp öğrencilerinin toplum temelli bir eğitim alıp almadığını varın siz hesap edin.

Türkiye’de tıp eğitimini değerlendirip programların ulusal ve uluslararası ölçekte akreditasyonunu sağlayan kurum Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme Ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD). Bu yıl öğrenci alacağını belirttiğim 140 programın sadece 55’i (yüzde 39) akredite durumda. Geçen yıl bu sayı 50 idi. Akredite program sayısında artış olsa da tıp eğitiminin niteliği konusunda alınması gereken çok yol olduğu açık.

Nitelikli tıp eğitimi olmadan nitelikli sağlık hizmeti olamayacağını biliyoruz. Buradaki sorunların üzerine, tıp eğitiminin de ticarete dönmesi aileleri ve gençleri zorluyor. Sağlık hakkı mücadelesi sağlık meslek profesyonellerinin eğitiminden başlıyor. Bilimden, doğrudan saptıkça akıl dışı tablolar kaçınılmaz oluyor. Her şeyden önce ülkenin ihtiyaçlarına göre, uzman kuruluşların katılımıyla yapılacak bir insan gücü ve ona uygun eğitim planlaması gerekiyor. Yapılır mı? Halkın sağlığını düşünen siyasal iktidar olursa, evet.
===============================================
Yazarın Son Yazıları

Cumhuriyet gazetesi köşe yazımız : HEYBELİADA Konferansımız ; Lozan Barış Andlaşması’na Tehditler

Dostlar,

Dünkü Cumhuriyet‘te (1 Ağustos 2024) iki haftada bir yazdığımız köşe yazımız yayınlandı (PDF : 24. HEYBELİADA Konferansımız; Lozan Barış Andlaşması’na Tehditler, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/heybeliada-konferansimiz-lozan-baris-antlasmasina-tehditler-2233335).

Gazetenin webinden ve kendisinden okunması için sitemizde yayınlamayı biraz beklettik. Twitter ve Facebook hesabımıza Gazetenin yazımıza ilişkin erişkesini (linkini) verdik. Onbinlerce tıklandı. Epey geribildirim de aldık. Duyarlı izleyicilerimize teşekkür ederiz.

Konu önemliydi… Bir kez Heybeliada’daki İNÖNÜ Evinde verdiğimiz bir konferans hakkındaydı. İkinci olarak Lozan Barış Andlaşması‘nın (LBA) 101. yılıydı, yani bu Andlaşma 100. yılında sonlanmadı!

Üçüncü olarak, ülkemizin uluslararası hukukta tapusu ve tarihsel olarak TABU’su olan bu Andlaşma’ya dönük sinsi diplomatik saldırı ve tehditler sürmekteydi, bunlar paylaşılmalıydı.

Son olarak, İNÖNÜ Ailesi bu geleneksel anma toplantılarında salt LBA değil, güncel bir konunun da işlenmesini arzu ediyordu. İsmet Paşa‘nın kızı Sn. Özden Toker‘e ve torunu Sn. Gülsün Bilgehan‘a, bizi böylesine önemli bir konferansa konuşmacı olarak çağırdıkları için teşekkür ederiz.

Kurucu Parti ve Lozan kahramanı İsmet İnönü‘nün çok uzun yıllar genel başkanlığını yaptığı CHP‘nin güncel genel başkanı Sn. Özgür ÖZEL ve kurmayları da (Sn. Namık Tan, Sn. İlhan Uzgel ve birçok belediye başkan…) oradaydı. Sn. Özel  de konuşma yaptı ve ardından bizim konuşmamızı tümüyle izledi.

İNÖNÜ evinde iğne atsanız yere düşmeyecek ölçüde bir kalabalık ve ilgi vardı.

Biz, 36 dakika ile kısa tutarak sınırladığımız konuşmamızın ilk bölümünü LBA’na dönük diplomatik – politik tehditleri açıklamaya ve gerekli uyarıları yapmaya, yersiz suçlamaları yanıtlamaya ayırdık. Bu bölümde Hukukçu ve Siyaset Bilimci şapkalarımızı kullandık. LBA görüşmelerinde ilk bölümde İsmet Paşa‘nın hukuk danışmanlarından aile büyüğümüz Prof. Dr. Veli Saltık‘a da önemli katkıları için gönderme yaparak..

İkinci bölümde ise, hekim şapkamızla, kritik boyutlara ulaşan küresel sağlık sorunlarını ve çözüm önerilerimizi sunduk. Tam konuşma metnimizi, video kaydını ve birkaç fotoğrafı sitemizde paylaştık, youtube hesabımıza video kaydını yükledik; https://youtu.be/-P5gfq_5_-o,  (http://ahmetsaltik.net/2024/07/31/lozan-baris-andlasmasi-101-yil-konferansimiz/). ADD genel merkez webine de kondu : https://www.add.org.tr/wp-content/uploads/2024/08/101.-Yil-Konf.-metni-Ahmet-Saltik.pdf ve https://www.add.org.tr/2024/07/26/ahmet-saltik-lozan-konferansi/

Şimdi, Cumhuriyet‘te yer alan kısa köşe yazımızı sunacağız. Gazetede köşe yazıları kısa tutuluyor, kağıt bedeli çok yüksek ve Cumhuriyet 12 sayfa ile sınırlı, gene de fiyatı en yüksek günlük gazete: 2 günce 13 TL’den 15 TL’ye çıkarılma zorunluğu oldu.
****

HEYBELİADA Konferansımız :
Lozan Barış Andlaşması’na Tehditler

24 Temmuz 2024, Lozan Barış Andlaşması – LBA’nın 101. yıldönümüydü. İNÖNÜ Vakfınca Heybeliada geleneksel yıllık anma toplantısında çağrılı konuşmacıydık. İlk bölümde LBA’na dönük güncel ve açık-somut belgesel tehditleri irdeledik. İkinci bölümde ise kritik boyutlara varan küresel sağlık sorunlarını. Vakıf Bşk. İsmet Paşa’nın kızı Sn. Özden Toker’e, torunu Sn. Gülsün Bilgehan’a teşekkür ederiz. Toplantıya CHP Gn. Bşk. Sn. Özgür Özel, Sn. Namık Tan, Sn. Prof. İlhan Uzgel… de katıldı. İNÖNÜ Evi bahçesinde iğne atılsa yere düşmüyordu.
LBA 101. yaşını tamamladı. Demek ki 100 yıllık değildi, hala yürürlükte! İki yıl önce B. Süha Keskin adlı yurttaş CİMER’e başvurdu ve 2 soru sordu (20.03.2022, 2201301208 sayı). Resmi yanıt aynen şöyle :
Lozan Barış Andlaşmasında gizli maddeler bulunmamakta olupmaden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır. .. Andlaşma metnine Bakanlığımızın internet sitesinde bulunan Kaynaklar/Kurucu Andlaşmalar linkinden ulaşılabildiği hususunda bilgilerinizi rica ederim.”
LBA’nın 100. yılı 24 Temmuz 2023’te (geçen yıl) doldu. Ama Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasından günümüze yeraltı madenlerini işletmekte. Bu amaçla yüzlerce maden arama ruhsatı verildi. ATATÜRK döneminde maden aramalarına akçalı kaynak için ETİBANK kuruldu. MTA (Maden Tetkik Arama) Enstitüsü de bu amaçla açıldı (14.6.1935, 2805 ve 2804 s. yasalar). Görüldüğü gibi madenlerimizin işletilmesinin LBA ile 100 yıl engellendiği savı hem yanlış hem de son derece tutarsız. Son olarak Karadeniz’de doğal gaz (20.7.2020), Gabar’da petrol bulunduğu AKP/RTE tarafından açıklandı (01.01.2023). 1955’te işletmeye alınan Türkiye’nin ilk modern rafinerisi olan Batman rafinerisi, o bölgemizde üretilen ham petrol içindi. Bunlar hep, LBA’nın 100. yılı dolmadan oldu Türkiye’de! Acı olan, bunca temelsiz savlara inanan pek çok insanın varlığı ve böylesi kof kara propaganda yöntemine başvurulması, iktidarın etkili ses çıkarmaması..
***
   Ancak.. LBA ile ilgili ciddi tehditler söz konusu..
İlk olarak, AB Lozan’ı tanımıyor!
   Ülkemizin AB’ye katılım görüşmeleri 3 Ekim 2005’te başladı. Aynı tarihte, görüşmelerin ilke ve yöntemlerini belirleyen “Müzakere Çerçeve Belgesi – MÇB” kabul edildi. 4. paragrafta azınlıklar vurgusu yapılıyor. Belgede, “AB azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuatı ve uygulama önlemlerinin pekiştirilmesini ve genişletilmesini beklemektedir…” deniyor. AB, LBA’nda tanımlanan üç azınlıktan (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler) öte bir arayışta. Bu, İlerleme Raporlarıyla daha önce anlaşılmıştı. AB’nin dileği Türkiye’nin ulus devlet yapısını zedeleyecek yeni azınlıklar üretmek! Anlaşılıyor ki, AB bu çabalarını yoğunlaştıracaktır, öyle de olmuştur.

   AB, Müzakere Çerçeve Belgesi – MÇB ile
Türkiye’yle Adeta Hesaplaşmakta!

  • MÇB’nin 11. paragrafı ise, AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’nin daha önce yaptığı ikili andlaşmalarla uluslararası andlaşmaların sona erdirileceğini Buna göre Türkiye’nin hangi ikili – uluslararası andlaşmalarının geçersiz kılınacağı belirsiz!? Örn. KKTC‘nin varlığı, 1959-60 Londra-Zürih Andlaşmaları, bu paragrafa dayanılarak geçersiz sayılabilir! Ucunun Lozan‘a veya Montrö‘ye uzanmayacağını kimse güvenceleyemez (garanti edemez) ! Bu bilinçli belirsizlik çok tehlikelidir, neden izin verilmiştir?
    BOP kapsamında Irak’ın kuzeyinde eylemli olarak (de facto) yaratılan karakol devlet, gelecekte Türkiye’ye sınır istemleri dayatabilir. Fırat’ın batısında kuzey Suriye’deki istasyon devlet taslağı da!
  • Uyuşmazlıkta, AB MÇB 6. paragrafa göre“anlaşmazlık” Uluslararası Adalet Divanı – UAD’na taşınacak ve ABD-AB baskısı belirleyici olacaktır. Türkiye UAD statüsüne taraftır ve kararları bağlayıcıdır.
  • Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, MÇB’nin bu paragrafına göre Türkiye, meşru “askeri güç kullanma” hakkını kullanamayacaktır. BM Andlaşması m.51 hakkı boşluktadır!
  • TSK, “güç kullanMAma” diye 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır!
    Bu nasıl bir diplomatik aymazlıktır!?
  • Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi, geniş kapsamlı yaptırım uygulayabilir.
    Halen askıdayız…(!)

   Asırlık LBA, ülkemizin uluslararası hukukta tapusu ve ulusal TABUMUZDUR!
Son derece özenle, çok büyük titizlik ve ustalıkla korunmalı, kollanmalı, yaşatılmalı ve
hiçbir tuzağa kesinlikle düşülmemelidir.

Not : Konuşmamızın videosu için tıklayınız..
https://www.youtube.com/watch?v=-P5gfq_5_-o 
Tüm konuşma metni-fotolar:
Lozan Barış Andlaşması 101. Yıl Konferansımız | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/heybeliada-konferansimiz-lozan-baris-antlasmasina-tehditler-2233335  01.08.2024

PDF : 24. HEYBELİADA Konferansımız; Lozan Barış Andlaşması’na Tehditler

TÜRKİYE’de ve SEÇİLMİŞ ÜLKELERDE, AB’de KORUYUCU SAĞLIK KURUMLARI – ENSTİTÜLERİ

Dostlar,

REFİK SAYDAM HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ ve OKULU DÜNÜ, BUGÜNÜ ve GELECEĞİ

Başlıklı bu kitabın Editörü ve başlıca yazarı Sayın Bekir Metin.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu Dünü Bugünü ve Geleceği (Bekir Metin) Fiyatı, Yorumları, Satın Al - Kitapyurdu.comBu kitap, Cumhuriyet’imizin 100. Yılı nedeniyle yayınlandı (Mayıs 2024, ISBN : 978-625-00-2073-9). 582 sayfa..

Sayın Metin’in isteği üzerine kitapta 20 sayfalık bir bölümü de biz yazdık :

  • TÜRKİYE’de ve SEÇİLMİŞ ÜLKELERDE,
    AB’de KORUYUCU SAĞLIK KURUMLARI – ENSTİTÜLERİ

    (syf. 513-532)

Şöyle başlıyoruz :

Giriş

Kurum, sosyal bilimlerde önemli bir kavramdır ve çeşitli alanlarda farklı anlamlar taşır.

Kurum Nedir?

Dar Anlamda Kurum: Dar anlamda, kurumlar belirli işlevleri yerine getiren ve genellikle
yasal düzenlemelere bağlı olan yapılardır. Okullar, hastaneler, mahkemeler, bankalar örnektir.

Geniş Anlamda Kurum: Geniş anlamda, kurumlar toplumsal yaşamın temel yapı taşlarıdır. Bu anlamda ekonomi, hukuk, aile, eğitim, din gibi alanlar geniş anlamda kurumlardır. Bu kurumlar toplumun işleyişini sağlar ve bir arada tutar.

Toplum yaşamı ve örgütlenmesinde “Kurumların” ve onlar eliyle “Kurumsallaşma” nın
büyük önemi vardır. Kurumlar, toplum gereksinimini karşılamak üzere toplumsal düzende (organizasyonda) kurulur ve tanımlı işlev ve yükümlülükler üstlenirler. Gerek sivil toplum gerek kamu yönetimleri “Kurumsallaştırma” yı gerçekleştirir ve yürütürler. Zaman içinde kökleşen Kurumlar kendi kültürlerini de yaratır ve toplumsal yaşama vazgeçilmez katkılar verirler. Onlarsız olunmaz aşamaya erişilir. Gelişmiş ülkelerin geliştirdikleri ussal – üretken kurumları hemen öne çıkar. Bir başka anlatımla; bilimsel, toplum gereksinimlerine yanıt veren, sorunlarına çözüm getiren, bilim-teknoloji-yenilik üreten kurumlar, toplumsal ilerlemenin de vazgeçilmez aracıdır.

Söz gelimi “Devlet Başkanlığı” bir kurumdur. Politik, hukuksal, toplumsal… boyutları vardır. “Yasama”, “Yürütme” ve “Yargı” demokratik toplumsal yaşamın temel organları ve kurumlarıdır.[1] Amaca uygun biçimde Kurumları sınıflandırmak olanaklıdır.

Kurumların Sınıflandırılması[2]

Temel Kurumlar: Toplumun temel işleyişini sağlayan kurumlardır. Örneğin

  • Aile Kurumu: Üreme, çocuk yetiştirme, sevgi ve ilgi gibi çekirdek işlevleri yerine getirir.
  • Eğitim Kurumu: Sosyalleşme sürecini yürüten, okullar ve eğitim sistemini içerir.
  • Ekonomi Kurumu: Maddi ürün ve hizmetlerin sağlandığı, gelirin dağıtıldığı en temel yapıdır.
  • Hukuk Kurumu: Ulusal-uluslararası yasal düzenlemeleri içeren-geliştiren üst yapı kurumudur.
  • Siyaset Kurumu: Toplumsal yönetimi, siyasal katılmayı, organların seçimini… sağlar.

Yardımcı Kurumlar: Temel kurumların altında yer alan, daha küçük ölçekli ve çeşitlilik gösteren kurumlardır. Dernekler, vakıflar, insan toplulukları, birlikler… yardımcı kurumlar içindedir.

Sağlık kurumları nasıl tanımlanabilir?

Sağlık kurumları, T.C. Sağlık Bakanlığınca ruhsatlandırılmış özel veya kamuya ait yataklı ve ayakta sağlık hizmeti veren hastane, poliklinik, laboratuvar, tanı merkezi, doktor muayenehaneleri, klinikler, aile hekimliği birimleri – merkezleri, sağlık evleri, eczane.. gibi kurumlardır.[3]

Sağlık Kurumlarının İşlevi ve Yükümü

Sağlık kurumlarının temel işlevi, insanların sağlık gereksinimlerini karşılamak, sağlıklarını korumak ve geliştirmek, sağlık eğitimi vermek, hastalıklara tanı koymak, sağaltmak (tedavi etmek) ve esenlendirme (rehabilitasyon) süreçlerini yönetmektir.  Doğum yapılan yerler de sağlık kurumudur. Bu kurumlar, toplumun sağlık hizmetlerine erişimini sağlayarak toplumun gönenç (refah) düzeyini artırmayı amaçlar.[4],[5] Sağlık kurumları, öbür kurumlarla etkileşim içinde çalışarak toplumun sağlık gereksinimini karşılar ve sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliğini sağlar. Bu nedenle sağlık kurumları, toplumun hem sağlık alanındaki hem de genel anlamda temel taşlarından biridir.

Türkiye’de durum
….
Ve bağlıyoruz…

EMA – AVRUPA BİRLİĞİ (https://www.ema.europa.eu/en/homepage)

Avrupa İlaç Ajansı (EMA), Avrupa Birliği’nin (AB) tıbbi ürünlerin değerlendirilmesinden ve denetiminden sorumlu Kurumudur. İşlevleri ve yetkileri şunlardır:

Risk Değerlendirmesi: EMA, insan ve veteriner ilaçlarının bilimsel değerlendirmesini yapar.
Bu, ilaçların güvenliği, etkinliği ve niteliğini (kalitesini) değerlendirmeyi içerir.

İlaç Güvenliği İzlemi: EMA, piyasaya sürülen ilaçların güvenliğini izler ve olası riskleri değerlendirir. Bu, halk sağlığını korumak için önemlidir. (Türkiye’de TİTCK : Türkiye Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu)

İlaç Onayı ve İzni: EMA, AB’de kullanılan ilaçların onayını verir. Bu, yeni ilaçların ve aşıların piyasaya sürülmesini düzenler.

Bilimsel Danışmanlık: EMA, bilimsel uzmanlık sağlar ve ilaç geliştirme sürecine rehberlik eder.

AB Organlarına Bağlılık: EMA, Avrupa Komisyonu’na bağlıdır ve AB üye devletleri ile işbirliği yapar.

EMA, Amsterdam – Hollanda’da kuruludur ve AB’nin ilaç güvenliği ve kalitesini sağlama özgörevini (misyonunu) yerine getirir.
***
SONUÇ ve ÖZET

Halk sağlığını korumak devletlerin en temel görevidir.
Bir masanın 4 ayağı örneğinden kalkarak, Devletle – Yurttaş arasındaki Sözleşmenin, en azından 4 ana hizmeti devlete yüklediği bilinir. Bunlar Sağlık, Eğitim, Adalet ve Güvenliktir. BM Sözleşmesi, DSÖ Anayasası, AİHS, İHEB gibi birçok uluslararası andlaşma, sözleşmede de devlete ödev – yurttaşa hak olan bu olgu tanımlıdır.

Halkın sağlığını kamusal olarak korumak ve geliştirmek için her ülkede SAĞLIK BAKANLIĞI adına çok yakın adlar alan Bakanlıklar Kabine üyesidir. Türkiye’de de Sağlık Bakanlığı vardır ve Bakan, 17 Bakandan biridir. Sağlık Bakanlıkları, ülke halkının sağlığından Anayasal düzlemde ve yasalarla sorumludur. Bu amaçla ülkelerde Sağlık Bakanlığı şemsiyesi altında birçok örgütlenmeye gidilmektedir. Ülke, bölge, yerel ölçekte sağlık hizmet birimleri kurulmaktadır.

Kurumlar ve Kurumlaşma toplumsal düzen ve yaşam için vazgeçilmezdir. Bu alandaki başarı ve verimlilik, aynı zamanda gelişmişlik göstergesidir. Yaratılan Kurumlar başarılı – verimli olduğu ölçüde ülke kalkınması ve gönenci büyümekte, hızlanmaktadır. Bu süreçte yaratılacak kurumların yapı ve işleyişi önem kazanmaktadır. Bilimsel verilere ve insan haklarına dayalı demokratik – katılımcı – saydam – hesap verebilen Kurumlar çok daha başarılı olmakta ve kamuoyunca sahiplenilmektedir. Bu bağlamda 2 evrensel ölçüt geliştirilmiştir. Ülke ölçeğinde ulusal koruyucu Sağlık kurumlarının yönetsel ve akçalı (mali) bakımdan özerk (otonom, muhtar) ve bilimsel açıdan özgür olmaları. Bürokratik hantallıktan uzak ve insangücü ekseninde yaraşırlık (liyakat) temelli olma ve değişen koşullara bilimsel verilere dayalı kendini güncelleme yetisi önemsenmektedir.

Türkiye’de Kurtuluş savaşı sırasında 3 Mayıs 1920’de TBMM Sağlık Bakanlığı kurmuştur. Aradan geçen yüz yılı aşkın sürede sağlık sektörü kamuda ve özelde çok gelişmiştir. Çok sayıda ve değişik ölçekte (ülkesel, bölgesel, yerel) sağlık birimleri – kurumları oluşturulmuş ve zaman içinde konumlarında (statülerinde) değişikliklere gidilmiştir. Bu değişikliklerin gereksinim ve olanaklar dengesinde yön-eylem araştırmaları temelli ve SWOT analizi destekli olması önem taşımaktadır. Geldiğimiz yerde Türk sağlık sektörü büyük ölçüde bürokratik hantallık yük altındadır. Köklü özerk – özgür kurumlar yaratmakta ve yaşatmakta zorlanıyoruz. Oysa buna çok gereksinimimiz var.

Dünyanın farklı ülkelerinde pek çok dinamiğe ikincil olarak ülke sağlık kurumları – birimleri yaratılmış ve geliştirilmiştir. Ülke gelenekleri, tarihi, olanakları (ekonomik, insangücü, coğrafya, sağlık sorunlarının deseni ve öncelikleri..) kurumlaşmada belirleyici ögelerdir. Elinizdeki Kitabın bu bölümünde Türkiye’de ve seçilmiş ülkelerde, AB’de bu sorunsal incelenmiş ve veriler paylaşılmıştır. Uluslararası ölçekte de uluslararası toplumun kaçınılmaz bir DAYANIŞMA – İŞBİRLİĞİ – EŞGÜDÜM gereksinimi vardır. BM, DSÖ vb. yetkili uluslararası kurumlar öncülük yapmalı ve daha sağlıklı, daha adil bir dünya kurulması ereğinde kurumsallaşma – kurumsallaştırma süreçleri etkin – verimli – ussal kullanılabilmelidir.
***
CONCLUSION & SUMMARY

Protecting public health is the most fundamental duty of states. Moving from the example of 4 legs of a table, it is known that the Contract between the State and the Citizens imposes at least 4 main public services on the State. These are Health, Education, Justice and Security. This reality, which is a duty to the State and a right to the citizen, is defined in many international agreements and conventions such as the UN Treaty, WHO Constitution, ECHR, UDHR.

In order to publicly protect and improve the public’s health, it is a member of the Cabinet of Ministries that take names very close to the MINISTRY of HEALTH (MoH) in every country. There is also a Ministry of Health in Turkiye and the Minister is one of the 17 Ministers. Ministries of Health are responsible for the health of the people of the country, constitutionally and by law. For this purpose, many institutions are organized in countries under the umbrella of the Ministry of Health. Health service units are established at country, regional and local scales.

Institutions and Institutionalization are indispensable for social order and life. Success and efficiency in this field is also an indicator of development. To the extent that the institutions created are successful and efficient, the development and prosperity of the country grows and accelerates. The structure and functioning of the institutions to be created in this process gain importance. Institutions that are democratic, participatory, transparent and accountable, based on scientific data and human rights, are much more successful and embraced by the public. In this context, two universal criteria have been developed. National preventive health institutions on a country scale should be administratively and financially autonomous and scientifically free. Being away from bureaucratic cumbersomeness and based on merit in terms of manpower and the ability to update itself based on scientific data in changing conditions are important.

During the War of Independence in Turkiye, the Turkish Grand National Assembly established the Ministry of Health on May 3, 1920. Over the past hundred years, the health sector has developed a lot both in public and private sectors. Health units and institutions have been established in large numbers and at different scales (national, regional, local) and their statutes have been changed over time. It is important that these changes are based on direction-action research evidence and supported by SWOT analysis in the balance of needs and possibilities. Where we come from, the Turkish health sector is largely burdened by bureaucratic clumsiness. We have difficulty in creating and sustaining well-established autonomous and free institutions. However, we need this very much.

Country health institutions and units have been created and developed in different countries of the World, secondary to many dynamics. Country traditions, history, opportunities (economic, manpower, geography, pattern of health problems and priorities, etc.) are the determining factors in institutionalization. In this chapter, this problem has been examined in Turkiye, selected countries and EU and the data have been shared. On an international scale, the global community has an inevitable need for SOLIDARITY – COOPERATION – COORDINATION. UN, WHO etc. authorized international institutions should take the lead and institutionalization processes should be used effectively, efficiently and rationally for the purpose of establishing a healthier, more just world.
========================================================
Tam metin için lütfen tıklayınız (622 KB):

TÜRKİYE’de ve SEÇİLMİŞ ÜLKELERDE SAĞLIK KURUMLARI

Sn. Bekir Metin’i kutlar, bize de bir bölüm yazarlığı önerdiği için teşekkür ederiz.

Türkiye TÜSEB adı altında (Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı), ABD NIH (National Institutes of Health) bir yapılanmaya gitti.

Ancak, Cumhuriyetimizin armağanı Dr. Refik SAYDAM Hıfzıssıhha Enstitüsü‘nün yeri doldurulamıyor.

Bu saygın ve çok başarılı, üretken, kritik ulusal koruyucu sağlık kurumu 2011’de 663 s. KHK ile (md.58/3) kapatıldı. TÜSEB bünyesinde Türkiye Aşı Enstitüsü var ama

  • Hiçbir yerli – ulusal aşıyı hala üretemiyoruz!

KOVİT-19 salgınında aşı sağlamada çok zorlandık.
Aşılar ve kimi anti-serumlar, biyolojik ürünler.. stratejik önemde ve “küresel işbölümü” ile kendimizi aldatmamalı, özyeterliğimizi sağlamalıyız.

Unutulmasın, Dr. Refik SAYDAM Hıfzıssıhha Enstitüsü döneminde (27 Mayıs 1928 – 2011 – 2 Kasım 2011) aşılar ürettik, yenilerini geliştirdik, dışsatım (ihracat) ve hatta bağış bile yaptık :

  • 1938’de Çin’e 1 milyon doz kolera aşısı bağışladık!
  • ABD’ye 1940’ta, 2. Dünya Paylaşım Savaşı sırasında tifüs aşısı bağışladık.
    Bu bağış, o dönemde tifüs salgınıyla savaşan ABD için önemli bir yardım oldu.

Bu Enstitü, Dr. Refik SAYDAM Hıfzıssıhha Enstitüsü stratejik önemde.

Bir an önce yeniden açılmalı.

Yönetsel ve akçalı açıdan özerk, bilimsel bakımdan özgür olmalı.

Dünya örneklerini yazımızda inceledik.
***
Seçilmiş kaynakça

[1] https://www.sosyoloji.gen.tr/dar-ve-genis-anlamiyla-kurumun-tanimi/
[2] https://www.sosyoloji.gen.tr/kurumlarin-siniflandirilmasi/
[3] https://www.iienstitu.com/blog/saglik-kurumlari-kavrami-ve-onemi
[4]https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/56133/mod_resource/content/0/3_Sa%C4%9Fl%C4%B1k%20Kurumlar%C4%B1.pdf
[5] https://www.iienstitu.com/blog/saglik-kurumlari-kavrami-ve-onemi

Lozan Barış Andlaşması 101. Yıl Konferansımız

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Lozan Barış Andlaşması 101. Yıl Kutlama Etkinliği Konferansı
Heybeliada İnönü Evi, 24 Temmuz 2024, İstanbul

Lozan Barış Andlaşması 101 Yaşında!
21 inci Yüzyılda Küresel Sağlık Sorunsalı :
Sağlığa Erişim Hakkı ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri

Değerli İNÖNÜ ailesi,
Kurucu Parti CHP’nin Sayın Genel Başkanı Özgür Özel,
Sevgili çocuklar,
Hanımefendiler, beyefendiler, Sayın Metropolit,
Ve Cumhuriyetin emanet edildiği her yaştan genç insanlar, yurttaşlar..

Lozan Barış Andlaşması’nın 101. yılında anma toplantısında, Heybeliada’da İNÖNÜ evinde olmaktan çok mutluyum. Bu toplantıyı düzenleyen ve 101. yıl konferansını verme onurunu bana sunanlara şükran doluyum.
Sn. Özden Toker ve Gülsün Bilgehan varolsunlar.

 

Bana ayrılan 45 dakika sürenin 15 dakikasını genel olarak Lozan Barış Andlaşmasına,
kalan 30 dakikayı ise Küresel sağlık sorunlarına ayıracağım.
***

Lozan Barış Andlaşması – LBA 101 Yaşında!

LBA ülkemizin uluslararası hukukta tapusudur. Ek olarak TABU’sudur.. LBA “Tapu ve Tabu” muzdur! Başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, Lozan görüşmelerinde ülkemizin baş temsilcisi, Dışişleri Bakanımız, LBA’nın gerçek kahramanı İsmet Paşa’yi, İsmet İNÖNÜ’yü sonsuz bir vefa ile anmak isterim. Onlara borcumuzu, LBA’nı mutlak biçimde ve sonsuza dek koruyarak ödeyebiliriz.

LBA görüşmelerinde ilk turda İsmet Paşa’nın kurulunda (delegasyonunda) yer alan Prof. Dr. Veli SALTIK aile büyüklerimizdendir. Daha sonra Ankara Hukuk Mektebinin (Fakültesinin) kurucuları ve öğretim üyeleri içinde yer almıştır. Kaynaklara göre;

Prof. Veli Saltık’ın Lozan Konferansı’ndaki Katkıları

  1. Hukuksal ve Diplomatik Bilgi Birikimi:
    Veli Saltık, İsmet Paşa’nın takımında (ekibinde) yer alan önemli hukukçulardan biriydi.
    Hukuksal bilgi birikimi ve diplomatik deneyimi ile Lozan Barış Konferansı süresince
    Türk kuruluna (heyetine) önemli katkılarda bulundu.
  2. Görüşmeler ve Stratejik Danışmanlık:
    Özellikle görüşmeler (müzakereler) sırasında, karşı tarafın önermelerine (argümanlarına) karşı hukuksal ve mantıklı yanıtlar hazırlanmasında önemli rol oynadı.
    İsmet Paşa’nın stratejik danışmanları arasında yer aldı.
  3. Metinlerin Hazırlanması ve denetimi :
    Antlaşma metinlerinin hazırlanması ve denetlenmesinde görev aldı. Lozan Antlaşması’nın maddelerinin Türk çıkarlarına uygun biçimde yazılması konusunda çalıştı.

***
1. Meclis Sevr’i reddedip kabul edenleri lanetlemeseydi, LBA bağıtlanamamış olsaydı,
uygulanacak olan, aşağıdaki Sevr Andlaşmasıydı (10 Ağustos 1920).

LBA hakkında kimi temel yanlış ve yanıltmalara, kara propagandaya yanıt vermek uygun olacak.

12 Ada Lozan’da mı yitirildi?

UŞİ ANDLAŞMASI

Trablusgarp Savaşı’nda İtalyanlara karşı başarılı direnişler başlamıştı. Aralarında Mustafa Kemal‘in de bulunduğu genç subaylar, yerli Arapları örgütleyerek başarılı bir savunma hattı kurmuşlardı. Balkan Savaşları’nın başlaması nedeniyle bu yetenekli ve genç subaylar İstanbul’a çağrıldı. Bundan sonra, direnme cephesi çöktü ve İtalyanlar Trablusgarp ve Bingazi’yi rahatça ele geçirdiler. Ege denizine de bir filo yollayan İtalya 12 adayı işgal etti. Libya elimizden çıktı. Bunun üzerine Ouchy (Uşi) kentinde, 15-18 Ekim 1912’de İtalya ile Osmanlı Devleti arasında barış antlaşması imzalandı, Vahdettin döneminde Libya İtalya’ya bırakıldı. 12 ada ise, Balkan Savaşları sonunda Osmanlı devletine geri verilecekti. Ama, İtalyanlar sözlerinde durmadı ve böylece Ege’deki Türk egemenliği de sarsılmaya başladı.

Lozan Barış Andlaşması süreli mi, 100. yılında bitecek mi,
gizli maddeleri var mı?

Lozan Andlaşması süresizdir, 100. yılında bitmeyecektir, bitmemiştir ve
hiçbir gizli maddesi yoktur!

CİMER‘e, Lozan Barış Andlaşması’nda gizli madde olup olmadığı sorusu yöneltildi. Bahtiyar Süha Keskin adlı kişinin Lozan Barış Andlaşması’nda Türkiye’nin maden çıkarmasına engel olan bir madde olup olmadığına ilişkin sorusuna CİMER Hukuk Müşavirliği şu yanıtı verdi:

  • “Sayın Bahtiyar Süha Keskin, T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CIMER)’ne 20.03.2022 tarihinde yapmış olduğunuz 2201301208 sayılı başvurunuz incelenmiştir. Lozan Barış Andlaşmasında gizli maddeler bulunmamakta olup, maden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır. Lozan Barış Anlaşması metnine Dışişleri Bakanlığımızın internet sitesinde bulunan Kaynaklar / Kurucu Andlaşmalar linkinden ulaşılabildiği hususunda bilgilerinizi saygılarımla rica ederim.”

LBA’nın 100. yılı 24 Temmuz 2023’te (geçen yıl) doldu, Andlaşma yürürlüktedir. Ayrıca Türkiye, Cumhuriyetimizin kurulmasından günümüze yeraltı madenlerini işletmektedir. Bu amaçla yüzlerce maden arama ruhsatı verilmiş madenler çıkarılmıştır. Büyük ATATÜRK döneminde maden aramalarına akçalı (mali) kaynak sağlanması için ETİBANK kurulmuştur. MTA (Maden Tetkik Arama) Enstitüsü de bu amaçla kurulmuştur (14 Haziran 1935, 2805 ve 2804 s. yasalar ile).

Görüldüğü gibi madenlerimizin çıkarılmasının LBA ile yüz yıl engellendiği savı hem yanlış hem de son derece tutarsızdır. Son olarak Karadeniz’de doğalgaz (20 Temmuz 2020), Şırnak – Gabar’da petrol bulunduğu AKP / RTE tarafından açıklanmıştır (1 Ocak 2023; 100 yıl bitmeden!). 1955’te açılan Türkiye’nin ilk modern rafinerisi Batman rafinerisi, bölgede üretilen ham petrol içindi.

Bunlar hep, Lozan Barış Andlaşması’nın 100. yılı dolmadan oldu Türkiye’de. Üzücü olan, böylesine saçma-tutarsız ve uydurma yalanlara kananların olması. Ulusun gerçek tarih bilgisi ile donatılması yaşamsal önemde. Bu da Milli Eğitim’in ve ailelerin asal işi. Her Ulus, tarihini çok iyi bilmek zorunda. Atatürk bu amaçla Türk Tarih Kurumu’nu bir dernek olarak kurdu ve gelirini güvenceledi.

LBA ve AB Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB)

AB, LBA’nı tanımıyor!

Müzakere Çerçeve Belgesi‘nin 4. paragrafındaazınlıklar” vurgusu geçmektedir. Bu Belgede;

“AB azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuatı ve uygulama önlemlerinin pekiştirilmesini ve genişletilmesini beklemektedir.” denilmekte. AB’nin LBA’nda tanımlanan azınlık kavramından farklı bir arayış içinde olduğu, yazdığı İlerleme Raporlarıyla daha önce anlaşılmıştı. AB’nin bu isteği, Türkiye’nin ulus devlet kurgusunu zedelemeyi hedefleyen
yeni azınlıklar üretme çabasına yöneliktir. Bu paragrafla anlaşılmaktadır ki, AB bu konudaki çabalarını yoğunlaştıracaktır.
(LBA’da salt Ermeni, Rum, Musevi olmak üzere müslüman olmayan 3 azınlık kümesi tanındı).

AB, MÇB ile Türkiye’yle Hesaplaşıyor !

  • BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında Irak’ın kuzeyinde de facto (fiilen, eylemli olarak) yaratılan siyasal oluşum, gelecekte Türkiye’ye yönelik sınır istemleri bildirebilir.
  • Bu durumda AB MÇB 6. paragrafa göreanlaşmazlık” BM UAD-Uluslararası Adalet Divanı’na taşınacak ve ABD-AB’nin yönlendirmesi belirleyici olacaktır. UAD kararı ülkemizi bağlar!
  • Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, bu paragrafa göre Türkiye, meşru “güç kullanma” hakkını işletemeyecektir.
  • Ordumuz-TSK, “güç kullanMAma” olarak düzenlenen 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır!
  • Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi, kapsamlı yaptırım da uygulayabilecektir.(Cumhuriyet-Strateji 24.10.2005, Doç.Dr. Y. Hacısalihoğlu)

MÇB’nin 11. paragrafı ise, AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’nin daha önce yaptığı ikili anlaşmalar ile uluslararası anlaşmaların sona erdirileceğini  belirtiyor.

Bu paragrafa göre Türkiye’nin hangi ikili veya uluslararası anlaşmalarının geçersiz kılınacağı
açıkça belirtilmiyor. Örn. KKTC’nin varlığı, 1959 ve 1960 Londra-Zürih garantörlük andlaşmaları,
bu paragrafa dayanarak Türkiye için geçersiz kılınabilir! Ucunun LBA‘na ve/veya Montrö‘ye dayanmayacağını kim güvenceleyebilir? AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn’in
MÇB ile ilgili söylediği “kasıtlı muğlaklık” oyununa herhalde bu maddede fazlaca uyulmuştur.

İzlediğiniz ve paylaşacağınız, gereğini yapacağınız için teşekkür ederim.

  • Lozan Barış Andlaşması T.C.’nin Tapusu ve Tabusudur; sonsuza dek yaşatacağız!

24 Temmuz 2024, Heybeliada – İSTANBUL
============================== /// ==============================

Konferansımızın 2. Bölümü Metni 

21 inci Yüzyılda Küresel Sağlık Sorunsalı :
Sağlığa Erişim Hakkı ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri

Küresel sağlık sorunları ve sağlığa erişim hakkı, 21. yüzyılda giderek önem kazanan konular arasında yer almakta. Konferansımızda aşağıdaki başlıklar altında konuyu irdeleyeceğiz:

  1. Küresel Sağlık Sorunları
  2. Bulaşıcı Hastalıklar

HIV/AIDS, Tüberküloz ve Sıtma: Bu hastalıklar, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde ciddi sağlık sorunları yaratmakta. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, 2023’te dünyada yaklaşık 40 milyon insan HIV ile yaşamaktadır. 1,3 milyon kişi HIV enfeksiyonuna yakalanmış ve 630.000 kişi AIDS nedeniyle yaşamını yitirmiştir.

Tüberküloz : 2022’de dünya genelinde 10,6 milyon insan hastalığa yakalandı ve 1,6 milyon ölüme neden oldu.

Sıtma..
2022’de 249 milyon yeni olgu ve 680 bin ölüme neden oldu.

KOVİT-19 Pandemisi: KOVİT-19’un küresel etkileri, sağlık sistemlerini ne çok zorladığı ve
sağlık politikalarında köklü değişikliklere yol açtığı üzerinde durulmalıdır. Pandemi,
sağlık hizmetlerinde kurulu kapasite aşımına ve birçok ülkede sağlık hizmetlerine erişimde ciddi kesintilere neden oldu. Aynı zamanda, aşı geliştirme ve dağıtımı gibi konularda küresel işbirliği ve eşitsizlikler de öne çıktı. Bu ciddi sorun salgının uzamasına, çok sayıda önlenebilir ölümlere yol açtı (toplam 21 milyon..).

  1. Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar (BOH)

Kalp Hastalıkları, Diyabet ve Kanser… BOH’lar dünya genelinde en yaygın ölüm nedenleri.
Dünyada 20,5 milyon kişi kalp hastalıkları nedeniyle öldü (2021).

Diyabet.. dünya genelinde 540 milyon erişkin insan diyabetik (%10,5), hastaların yarısı
tanı alamıyor (saklı – gizli!). 2021’de maliyet 1 trilyon Dolar ve 6,7 milyon ölüm!

Kanser.. 2022’de 9,7 milyon kişinin ölümüne yol açtı, 20 milyon kişi kansere yakalandı..

Toplam küresel ölüm sayısı yaklaşık 57 milyon/yıl içinde bu 3 hastalığın payı çok ağırlıklı.

Ruh Sağlığı Sorunları: Depresyon, bunaltı (anksiyete) gibi ruh sağlığı sorunları da önemli
küresel sağlık sorunu olarak ele alınmalıdır. Dünyada 2023 sonunda 280 milyon kişi
depresyonla yaşıyor. Ruh sağlığı sorunları, genellikle yeterince tanınmayan ve kaynak ayrılmayan bir alan olup, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunu oluşturuyor. ABD’de sıklığı %5,9.

  1. Sağlığa Erişim Hakkı

    a. Evrensel Sağlık Kapsamı
    (UHC – Universal Health Coverage)

Her bireyin gereksinim duyduğu sağlık hizmetlerine, ekonomik sıkıntıya (çöküntüye!) düşmeden erişebilmesini sağlamak temel hedeftir. Dünya Sağlık Örgütü, Evrensel Sağlık Kapsamı’nı (UHC)
tüm insanların gerek duydukları sağlık hizmetlerine, parasal zorluklar yaşamadan erişebilmesi olarak tanımlar. UHC’nin ana hedefleri arasında, tüm bireylerin nitelikli sağlık hizmetlerine erişimini sağlamak ve sağlık hizmetlerine erişim sırasında oluşabilecek akçalı yükü en aza indirmek yer alır.

Başarılı Örnekler: İsveç, Japonya gibi ülkelerde UHC’nin nasıl uygulandığı incelenebilir.

  • İsveç, tüm vatandaşlarına ücretsiz sağlık hizmeti sunan bir sağlık sistemi kurmuştur.

Japonya ise düşük maliyetli ve yüksek nitelikli sağlık hizmeti sunan bir sigorta sistemi geliştirmiştir.

  1. Sağlık Eşitsizlikleri

Soso-ekonomik belirteçler: Gelir, eğitim, cinsiyet ve coğrafi konum, konut, yeterli-dengeli beslenme, toplumsal ekin (kültür) gibi etmenlerdir. Bu belirteçler (determinantlar), kişilerin
sağlık durumunu belirleyen sosyal, ekonomik ve çevresel etmenlerdir. Sağlık hizmetine erişimi, hastalık riskini ve genel sağlık durumunu çok belirgin düzeyde etkilerler. Sağlık çok etmenlidir.

Sağlık sorunlarının nedenleri salt fiziksel – kimyasal – biyolojik etmenler değildir.
Sosyal-ekonomik-kültürel etmenler asıl altta yatan kök nedenlerdir (nedenlerin nedeni!).

  • Yoksulluk, başta gelen ana sağlıksızlık nedenidir.
  • Yoksullar daha sık ve kolay, ağır hasta olur ve ölürler.
  • Hastalığı atlatırlarsa daha da yoksullaşmışlardır, engelli kalma ve ölüm riski de yüksektir.
  • Yoksullukla sağlıksızlık arasındaki ilişkiler “nedensel(causal, deterministik) türdendir.

Mülteciler ve Göçmenler: Sağlık hizmetlerine erişimde karşılaşılan zorluklar…
Mülteciler ve düzenli – düzensiz göçmenler dil engeli, yasal statü sorunları ve ekonomik güçsüzlük nedeniyle sağlık hizmetine erişimde ciddi güçlüklerle karşılaşmaktadır. Bu eşitsiz kesimlerin sağlık gereksinimine dönük özel politikalar geliştirilmesi önemlidir. BM’ye göre bu kitle tarihsel rekor düzeydedir.

Kırılgan toplum kümeleri olarak yoksullar, işsizler, yaşlılar, sığınmacı ve düzensiz göçmenler,
gebe-emziren kadınlar, çocuklar ve gençler, etnik azınlıklar, ağır işçiler, çatışma bölgelerinde yaşayan halk.. gerektiğinde çok yönlü farklılaştırıcı pozitif ayrımcılık politikalarıyla kollanmalıdır.

Eşitsizliklerin giderilmesi, en aza indirilmesi dayanışmacı kamusal sosyal politikalarla olanaklıdır.

Neo-liberal küreselleşTİRme dayatmasıyla sağlıkta özelleştirme, kamusal sağlık hizmetini ve yatırımlarını azaltma çok olumsuz ve çok ağır sonuçlara neden olmuştur.

Dünyada, o arada Türkiye’de 2003’ten beri uygulanan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM dayatmalarına
IMF-DB vd.nin son vermesi gereklidir. Beklenen makro verimlilik artmamış, sağlık hizmeti niteliği iyileşmemiş, sağlığa erişimde zorluklar, yaygınlık ve derinlik kazanmış bu politika tıkanmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü : TEK TIP – TEK SAĞLIK!

DSÖ, 2008’de bu yaklaşımı benimsedi : İnsan sağlığı + hayvan sağlığı + çevre sağlığı..

Bu 3 ana öge tümelci bir yaklaşımla, birbirine destek olarak birlikte ele alınmalıdır.

Hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar (zoonozlar) denetim altına alınmalıdır. Kuduz vd.

Çevre  kirliliği alarm vermektedir. Örn. Dünya nüfusunun %90’ı temiz hava soluyamamaktadır.

Küresel ısınma İKLİM FACİASI’na (climate diaster!) dönüşmüştür. Yeşil yaşam” zorunludur.

  • Homo sapiens, Evrim srecinde “Homo environmentum”a evrilmelidir, hem de hızla!

Sürdürülebilir kalkınma” dönemi bitmiştir; insanlık yeryüzünde sağkalım (beka) tehdidiyle
yüz yüzedir. Dolayısıyla “Sürdürülebilir yaşam” dönemine zorunlu geçiş ve uyum zorunludur.

Nüfus artışı durdurulmalı, dünya nüfusu azaltılmalıdır!

2030’a dek 800 milyon “İnsan Eşdeğeri robot” (MER – Man Equivalent Robot) üretimde yer alacaktır. Yapay zeka ile donatılmış bu teknoloji harikaları, karanlık (aydınlatma gerekmeyen) fabrikalarda üretim yapmaktadır. İşsizlik zaten ciddi sorun iken, 800 milyon ek tekno-işsizi
ne yapacağız? İş bulmak üzere uzaya, başka gezegenlere mi yollayacağız?!

Türkiye’de ve dünyada nüfusun yaşlanmasından ürkü (panik) yersizdir. İnsan ömrü uzamıştır
ve MER’ler üretimdedir. Türkiye nüfusu 2050’lere dek azalmayacak, 96 milyona erişecektir. Sonrasında dünya ile birlikte duraksama ve azalma beklenmektedir. 8,2 milyar nüfusa dünyanın doğal kaynakları yetmemektedir. Dünya sonludur ve insanlar sonsuza dek zaten çoğalamazlar!

Türkiye dünya nüfusunun %1,1’ine sahip ama toprakları toplamın % yarımı. Küresel enerji kaynaklarının %0,2’sine su kaynaklarının ise %0,6’sına sahibiz; su ve enerji yoksuluyuz! Nüfus yoğunluğumuz dünyanın 2 katı, 1 km2’ye 110 kişi düşüyor!

Anayasa m.41’de devletin aile planlaması hizmeti verme yükümü var. AKP engelliyor!
Oysa temel hak, özenle uygulanmalı ve

  • HER KADINA 1 ÇOCUK politikası, küresel ölçekte ivedilikle benimsenmelidir.

Türkiye’de 85 milyon vatandaşa ek resmi yabancılar ve düzensiz göçmenlerle 100 milyon nüfus barınmaktadır. Yurt toprakları bu nüfusa doğal kaynaklarıyla yeterli değildir; gıda fiyatları yüksek!

  • Çağımızda nüfusun niceliğinden çok niteliği önemlidir. “Sağlıklı ve eğitilmiş” nüfus !

Oysa demografik yapımız, Suriye iç savaşının BOP ile başlatıldığı 2011’den bu yana aldığı 13+ milyon muazzam büyüklükte göç ile çok ciddi, dönüşümsüz tehdit altındadır ve

Ulus, Araplaştırılarak ümmete dönüştürülmek, din devleti kurulmak istenmektedir!

Ana demografik sorun doğurganlığın azalması değil, güncel olarak bu BOP operasyonudur.

Koruyucu Sağlık Hizmetleri öncelik almalı, 1. Basamak sağlık sisteminin temeli olmalı

Aşılama – bağışıklama

Aşılamanın tarihsel gelişimi ve hastalıkların önlenmesindeki rolü çok öğreticidir. Aşılar, bulaşıcı hastalıkların denetim altına alınmasında ve ortadan kaldırılmasında en etkili araçlardan biridir. Çiçek hastalığının kökünün kazınması (1978) ve çocuk felcinin denetim altına alınması, aşılamanın küresel sağlığa çok değerli katkılarının en önemli örneklerindendir.

HBV ve HPV aşıları sırasıyla karaciğer ve Rahim ağzı kanserlerinden koruyucudur.

AŞILAR stratejik biyolojik – tıbbi ürünlerdir. Ancak Türkiye son çeyrek yüzyıldır hiç aşı üret(e)miyor! Kovit-19 salgınında yeterli aşı sağlamada çok zorlandık. 1928’lerde Atatürk döneminde kurulan ve olağanüstü başarılı halk sağlığı hizmeti veren Dr. Refik Saydam Umumi Hıfzıssıhha Enstitüsü (Genel Koruyucu Sağlık Kurumu) 2011’de kapatıldı (663 s. KHK, m.58/3). Hızla, güncel örneklerine uygun olarak açılmalı, donatılmalı, yönetsel-akçalı bakımdan özerk, bilimsel özgür olmalıdır.

Aşı çekincesi sorunu : Aşı çekincesinin nedenleri ve bununla savaşım önemlidir. Aşı çekincesi, bireylerin aşıların güvenliği ve etkinliği konusunda endişe taşıması nedeniyle aşı yaptırmaktan kaçınmalarıdır. Bu durum, aşılanma oranlarının düşmesine ve salgın riskinin artmasına neden olur. Aşı çekincesi ve reddiyle savaşmak için toplumun aşılar hakkında doğru bilgilendirilmesi ve sağlık yetkelerinin (otoritelerinin) güvenilirliği artırılmalıdır.

Aşı reddi sorunu : Bu sorun daha da ciddidir. Oysa aşılar, ilaçlardan daha güvenilir tıbbi ürünlerdir. Güvenlik ve etkinlikleri kanıtlanmıştır. Bu sorun ile toplumu etkin – yaygın biçimde eğiterek ve gerektiğinde yasal yaptırımlar da uygulayarak küresel ölçekte sürekli savaşım verilmelidir.

Aşı reddi bir insan hakkı ve özgürlüğü değildir! Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı vardır
(Anayasa m.56) ve temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sınırsız – mutlak olmayıp başkalarına
zarar vermeme sınırı vardır (Anayasa m.12). Ayrıca bu tutum-davranış, bilimsel ve etik de değildir.

  1. Halk Sağlığı Kampanyaları – Halkın Sağlık Eğitimi

Tütün Kullanımının Azaltılması: Dünya Sağlık Örgütü’nün çabaları ve tütün denetim politikaları önemlidir. Tütün kullanımı, dünya genelinde her yıl 8 milyon kişinin ölümüne neden olmaktadır. DSÖ’nün tütün denetim yordamları (stratejileri) arasında vergilendirme ile fiyat politikası, reklam yasakları ve halkı bilinçlendirme kampanyaları bulunmaktadır. Ülkemizde 4207 s. yasa asla esnetilmemeli, özellikle kapalı alanlarda tütün kullanımı mutlak yasağı sürdürülmelidir.

Sağlıklı Yaşam Biçimi Teşvikleri: Dengeli-yeterli beslenme, düzenli egzersiz ve alkol tüketiminin azaltılması gibi önlemler.. Sağlıklı yaşam biçimi teşvikleri, kreşler, süregen (kronik) hastalıkların önlenmesinde ve genel sağlık durumunun iyileştirilmesinde önemli rol oynar. Örgün ve yaygın halk sağlığı eğitimi, aile planlaması ve genetik danışma hizmetlerine erişim öncelikli alanlardır.

Toplumsal dayanışma, iyi komşuluk, sosyal devlet ana ögelerdir.

Küresel Sağlık Politikaları ve İşbirlikleri

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)

DSÖ’nün küresel sağlık sorunlarına yönelik stratejileri (yordamları) ve programları çok değerlidir.
DSÖ, uluslararası sağlık çalışmalarını eşgüdümleyen ve sağlık standartlarını belirleyen BM uzmanlık birimidir. Türkiye kurucu üyedir. Temel hedefi, tüm insanların olanaklı en yüksek sağlık düzeyine ulaşmasını sağlamaktır. Bu Birimden Teknik destek alınmalı, işbirliği – eşgüdüm ile çalışılmalıdır.

COVAX Programı: Kovit-19 aşılarının adil dağıtımı için yürütülen uluslararası işbirliğidir.
COVAX, düşük ve orta gelirli ülkelerin Kovit-19 aşılarına erişimini sağlamak için kurulmuş bir
küresel işbirliği girişimidir. Bu program, aşıların adil ve hızlı dağıtımını teşvik ederek küresel aşılamayı artırmayı amaçlamaktadır. Ancak özlenen düzeyde başarılı olamamıştır, bu yüzden
Kovit-19 savaşımı çok olumsuz etkilenmiş, salgın uzamış ve önlenebilecek ölümler, engellilikler yaşanmıştır. Aşılar-ilaçlar yaşam kurtarıcıdır ve kâr amaçlı olmamalı, kamu eliyle sağlanmalıdır.

Sivil Toplum Kuruluşları ve Özel Sektör

Hükümet Dışı Kuruluşlar – HDK (NGO)’ların Rolü: Médecins Sans Frontières (MSF) gibi gönüllü kuruluşların katkıları değerlidir. MSF, dünya genelinde acil sağlık hizmetleri sunan ve insansal bunalımlarda etkin rol oynayan bir sivil toplum kuruluşudur. Bu tür yapılanmalar, sağlık hizmetlerine erişimi artırmak ve sağlık eşitsizliklerini azaltmak için önemli katkı sağlamaktadır.

Ancak kamunun sorumluluğu birincildir, asaldır, ertelenemez, sınırlanamaz ve devredilemez.

Özel Sektör İşbirlikleri: İlaç şirketleri ve teknoloji firmalarının sağlık sorunlarının çözümüne katkıları dikkate alınmalıdır. Özel sektör, yenilikçi sağlık çözümleri ve ilaç geliştirme süreçlerinde önemli rol oynamaktadır. İlaç şirketleri, yeni tanı ve sağaltım yöntemleri ile aşılar geliştirerek küresel sağlık sorunlarına çözüm üretmektedir. Ancak bu ürünlere erişim piyasa koşullarıyla olmaz, Kamu, gereksinimi olana sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca kamu kurumu niteliğinde sağlık meslek örgütleriyle (AY m.135) işbirliği koşuldur. TTB-Türk Tabipleri Birliği, TEB-Türk Eczacıları Birliği gibi.

Gelecekteki Zorluklar ve Fırsatlar

İklim Faciası ve Sağlık

İklim değişikliği, küresel ısınmanın sağlığa etkileri ve uyum çabaları kritik önemdedir.

İklim değişikliği / faciası, havanın niteliği, su ve gıda güvenliği gibi sağlıkla doğrudan ilişkili etmenleri etkilemektedir. Bu durum, özellikle düşük-orta gelirli ülkelerde sağlık sorunlarını ağırlaştırmaktadır. Uyum yordamları (stratejileri), iklim değişikliğine karşı dayanıklılığı artırmak ve sağlık sistemlerini güçlendirmek için önemlidir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek kaçınılmaz görünmektedir.

Sürdürülebilir Yaşam / Kalkınma : Sürdürülebilir kalkınma hedefleri çerçevesinde sağlığın
ele alınması zorunludur. Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDGs), yoksulluğu azaltmak, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve gezegenimizi korumak amacıyla belirlenmiştir. BM 3. Binyıl Hedefleri, sağlık dahil, 2030’da erişilmek üzere tasarlanmıştır.

Dijital Sağlık ve Teknoloji

  • Tele-Tıp ve e-Sağlık: Sağlık hizmetlerinin dijitalleşmesi ve bunun sağlığa erişime etkileri,
    etik ve yasal boyutları, etkinliği yeni umut ve sorun alanlarıdır. Teletıp Yönetmeliği yürürlüktedir.
  • Yapay Zeka : Hastalıkların erken tanısı, sağaltımı, kimi cerrahi girişimler ve gerektiğinde kişiselleştirilmiş tıp uygulamaları bakımından önem taşır. Alan, umut ve sürprizlerle doludur.
  • Genetik tanı ve sağaltım : Pre-implantasyon tanı olanakları büyümektedir.
    Akraba evlilikleri önlenmeli ve genetik danışmanlık hizmetleri yaygınlaşmalıdır.
    Genetik onarım gündemdedir.
  • “Büyük veri” (Big data) umut- fırsat ve tehdit boyutlarını birlikte taşıyor. Kişisel veriler
    6698 s. KVK Yasası kapsamında korunmalı ama gelişmiş bilgisayarlarla milyarlarca insanın anonim (kimlikten arındırılmış) sağlık verileri üzerinde vazgeçilmez Epidemiyolojik araştırmalar yapılmalı, sağlık sorunlarına, hizmetlerin yönetimine bilimsel çözümler üretilmelidir. Halk Sağlığı Uzmanı-Epidemiyolog-Biyoistatistikçi hekim gereksinimi büyüktür.

Kamucu sağlık politikaları, Sağlığa yatırım!

Tüm bunlar kamu öncülüğünde demokratik – laik – sosyal – hukuk devleti ortamında olanaklıdır.

Türkiye ulusal gelirden %5’ten de az pay ayırıyor sağlık sektörüne. Mutlak yetersiz! Önümüzdeki on yıl içinde her yıl % yarım puan artırarak OECD, AB ortalaması yakalanmalı, kamunun payı büyümeli.

Kaynaklar öncelikle sağlığı koruma ve geliştirmeye ayrılmalı, 1. Basamak güçlendirilmeli.

Türkiye, Batı’nın baskısıyla SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) dayatmasını aşmalı
ve yeniden SAĞLIKTA SOSYALLEŞTİRME’ye dönmelidir!

SAĞLIKLI + EĞİTİMLİ toplum sosyal-ekonomik-kültürel kalkınmanın ana girdisi,
temel kaldıracıdır ve 21. yy’da çok zorlu küresel yarışta tutunabilmek için kaçınılmazdır!
İnsana yatırım etik yükümdür!

Sağlıkta dönüşüm ve özelleştirme, sağlık hizmetlerinde nitelik artışı sağlamadı!
Oxford Üniversitesi’nin çok kapsamlı bir çalışması Lancet Public Health’de Mart 2024’te yayımlandı. Veriler,

  • Sağlıkta özelleştirmenin hiç de yıllardır propagandası yapıldığı gibi
    hizmet niteliğini artırmadığını, tam tersine düşürdüğünü gösteriyor!

Sonuç olarak                                     :

Büyük ATATÜRK,

  • “Devlet olma iddiasındaki siyasi müesseselerin EN BİRİNCİ görevi halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” buyurmuştu.

Keza,

  • “Kendine devrimin ve devrimciliğin çeşitli ve yaşamsal görevler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle durulacak ulusal sorunumuzdur.
    Çünkü Cumhuriyet, düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımlardan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.”

uyarısı da Kurucu Mustafa Kemal Paşa’nın.

  • Sağlık hizmetleri herkese hak, sosyal Devlete ise kaçınılmaz kamusal yükümdür.

***
Dinlediğiniz için teşekkür ederim..

Konferansımızı izlemek için tıklayınız : https://youtu.be/-P5gfq_5_-o

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzm., Siyaset Bilimci
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik          https://www.instagram.com/ahmet_saltik   

24 Temmuz 2024, İNÖNÜ Evi Heybeliada – İstanbul

Lozan Barış Andlaşması’nın 101. Yılı etkinliği konferansımızın PDF metni (1,2 MB) :

101. Yıl Konf. metni, fotolu, web sitemize konan

Bu yazı ADD genel merkezi web sitesinde de yayınlanmıştır :
101.-Yil-Konf.-metni-Ahmet-Saltik.pdf (add.org.tr)

İNÖNÜ Vakfı
web sitesine de yüklenecektir.

Hepatit B’yi aşı bitirecek

Prof. Dr. Ülkü Sarıtaş Yorumlarını gör ve randevu al - Doktorsitesi.comPROF. DR. ÜLKÜ SARITAŞ

22 Temmuz 2024, Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın Hepatit B ile ilgili bilgilendirme sayfasında “Bütün gebe kadınlara kan testi bakılarak hepatit B virüsü taşıyan annelerin bebeklerine doğum sonrası ‘Hepatit B Koruyucu Serumu (Hepatit B İmmünglobülin)’ ve hepatit B aşısı uygulanmalıdır; hepatit B virüs enfeksiyonlarından korunmanın en etkin yolu aşılamadır.” bilgisi yer almaktadır. Bu çok doğru ve bilimsel temellere dayalı bir bilgidir.

Aynı bilgilendirme sayfasında “Hepatit B virüs enfeksiyonlarının kronikleşmesi dolayısıyla ilerleyici sonuçlar doğurması yaş ile ters orantılıdır. Anneden HBV virüsü alan bebeklerin %90’ı, 1-5 yaş arası HBV ile enfekte çocukların ise % 30-50’si kronik olarak enfekte olur. Yetişkinlerde kronik HBV enfeksiyonu gelişme riski yaklaşık %5’tir. Bu nedenle bebeklik ve çocukluk dönemi aşılaması daha da önem kazanmaktadır.” bilgisi de oldukça önemli bir bilimsel gerçektir. Bu nedenle hepatit B’li anneden doğacak çocukların aşılanması hem kendilerinin kronik hastalığa yakalanma riskini hem de toplumsal hepatit B vakalarını azaltmak için hayati önem arz etmektedir. (AS: yaşamsal önem taşımaktadır)

Türkiye’de hepatit B taşıyıcılığı sıklığı yaklaşık %3-4 dolayındadır, yani toplumuzda yaklaşık 2–3 milyon hepatit B taşıyıcısı vardır. Bu sayının büyük çoğunluğunu anneden bebeğe geçen hepatit B vakaları oluşturmaktadır.

Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde hepatit B’li anneden doğan çocukların hemen hepsinin hepatit B’li olduğu klinik olarak tarafımızdan da gözlemlenmiştir. Bu hastaların birçoğu tedavi edilebilir kronik hepatit B aşamasında tesadüfen (rastlantıyla) yapılan kan tetkikleri ile saptanırken, önemli bir bölümü de karaciğer sirozu ve karaciğer kanseri gibi oldukça ciddi karaciğer hastalığı ile teşhis edilmektedir. Kronik hepatit B evresinde tedavi olanağı olsa da bu yaşam boyu sürmesi gerekmektedir; siroz veya karaciğer kanseri vakaları, karaciğer nakli olanağı olmaz ise ölüm riski taşımaktadır. Kadavradan karaciğer naklinin organ bağışı kısıtlılığı nedeniyle neredeyse olanaksız olduğu ülkemizde sıklıkla canlı vericili karaciğer nakli yapılmakta, bu durum ise sağlam bir insanı karaciğer rezeksiyonu gibi büyük bir ameliyat riski altına atmaktadır. Kronik hepatit B’li hastaların antiviral tedavi olarak adlandırılan hepatit B virüsünü vücuttan temizlemeye yönelik tedavisi bugünkü bilgilerimize göre ömür boyu sürmesi gerekmektedir, çünkü ilaç kesilince vakaların birçoğunda hastalık nüks etmektedir. Ömür boyu sürecek tedavi maliyetinin, hepatit B’den korumak için yapılacak üç doz aşı ile karşılaştırılamayacak derecede yüksek olacağını öngörmek zor değildir. Hal böyle olunca hepatit B’yi azaltmanın en önemli yolunun aşı olduğu görülmektedir.

17 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan “Aşı Krizi Kapıda” başlıklı haberde başta hepatit B aşısı olmak üzere birçok aşının aile hekimlerince dikkatli kullanılması gerektiği yönünde il sağlık müdürlükleri tarafından aile hekimlerine yazı gönderildiği öğrenildi. Bu haber bizde hepatit B aşısında bir duraklama mı olacak endişesi yarattı.

SÜREN ÇALIŞMALAR

Çok şükür ki geç olmadan 18 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde 3 milyon doz hepatit B aşısı için ihaleye çıkıldığı haberi yer aldı. Bu konuyu gündeme almamızın nedeni hem haber konusu olan hepatit B aşısının yaşamsal önemini vurgulamak hem de yaklaşan 28 Temmuz Dünya Hepatit günü nedeni ile konuya bir kez daha dikkat çekmektir. Umarız önümüzdeki zamanlarda da hepatit B aşısı temini ile ilgili bir sıkıntı olmaz ve son yıllarda toplumumuzda azalma yönünde ilerleme kaydedilen hepatit B ile savaş aynı ivme ile sürer. Dünya Sağlık Örgütü tarafından viral hepatitler konusunda öngörülen hedef olan 2030 yılında test, aşı ve tedavi ile hepatit B ve C’nin ortadan kaldırılması, Covid-19 pandemisi döneminde sekteye uğramakla birlikte, bizim Sağlık Bakanlığı tarafından da benimsenmiş ve buna yönelik çalışmalar sürmektedir.

İŞDE İSG e-kitabı : Dr. Mahmut YAMAN

Dostlar,

Emekçiler ve sevdalıları!
Dr. Mahmut Yaman dostum, geçtiğimiz günlerde telefonla arayarak bir muştu (müjde) verdi ve haklı sevincini, gururunu benimle paylaştı.
Bir kitap daha yazmıştı! Bu kez 500 sayfayı aşkındı, hani “tuğla gibi!” derler ya, işte öyle..
Daha başlangıçta şu not dikkati çekiyordu :

  • BU KİTAP, GEREKSİNİM DUYAN HERKESE İSG YAZILIMI PRUDENS’in
    CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI ARMAĞANIDIR

Hiç telif hakkı gündeme getirmeden!
Geçelim %100’e yakın önlenebilirliği, aralıklı denetim (periyodik kontrol) muayenelerinde
erken tanı da konamıyor, konmuyordu meslek hastalıklarına. Örtük bir meslek hastalıkları salgını yaşanıyordu dünyamızın sömürülen coğrafyalarında ve ülkemizde.
Tüketiliyordu emekçiler. 1/100’ü bile tanı al(a)mıyordu yakalandıkları meslek hastalıklarının.
Üstelik bu bağlamda işyerlerinde alınacak koruyucu – geliştirici önlemlerin akçalı bedeli
hiç de yüksek değildi, tersine yüksek düzeyde maliyet – etkin (cost – effective) idi
hem işletme ölçeğinde hem de ülkesel düzeyde (mikro ve makro ölçekte).

Benzer acı vurguları iş kazaları için de yapabiliriz. Olağan koruyucu – önleyici – geliştirici girişimlerle yine yüksek düzeyde maliyet – etkin olarak, %98 oranında sakınılması olanaklı
iş cinayetleri! Adlandırma (terminoloji) hiç abartılı görülmesin, ölçülü (makul) giderlerle
neredeyse %98’i önlenebilecek iş kazalarına neden “işçi cinayeti” denmesin ki!
Son iki onyılda (2003-2023) Türkiye’de 30 bini aşkın emekçi işçi cinayetlerine kurban verildi.
İSİG Meclisi’ne göre, son 20 yılda iş kazalarında (!) ölen işçi sayısı 31,131. Bu veriler, iş güvenliği önlemlerinin yetersiz olduğu ve emekçilerin güvensiz ve sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda kaldıkları çalışma yaşamında karşılaştığımız acı (trajik) yitikleri yansıtıyor.
İş kazaları / iş cinayetleri en çok inşaat, tarım ve taşımacılık sektörlerinde olaylanmakta (meydana gelmekte). Bu yakıcı sorunu iyileştirmek amacıyla bilimsel ve yönetsel temelde
daha sıkı iş güvenliği – sağlığı / İSG önlemlerinin alınması ivedi ve zorunlu.

Bu kapkara tablo, artık sürdürülesi değil!
***

  • İş cinayetleri azalmıyor!
  • Meslek hastalıkları tanısı gerçekçi düzeye erişmekten çok uzak, saklı, gizli kalıyor.
  • Çocuk işçiliği ve kayıt dışı sığınmacı çalıştırma sömürüsü başta,
    İSG sorunları hızla büyüyor.

Bu dizeleri yazan biz de yeraltı maden işletmesi hekimliği dahil, kağıt ve çimento sektöründe yıllarca işyeri hekimliği yaptık. Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olarak uzun yıllar lisans ve lisansüstü eğitim verdik. TTB’de (Türk Tabipleri Birliği) ve özel sektörde yıllarca İSG emekçilerinin sertifika eğitimlerinde eğitimci olarak görev aldık. Bilimsel yayınlar yaptık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, sendikalara destekler verdik.
Dr. Yaman ve alanın bilim emekçileri ile işbirliği içinde olduk.
***
Dr. Mahmut Yaman bir yandan çok nitelikli – çook özverili – tümüyle özgeci işyeri hekimliği emeğini sundu, bir yandan İSG politikası geliştirme süreçlerine ülkemiz düzeyinde katkı verdi. Bir yandan da İSG alanı için çok hünerli, işlevsel yazılımlar üretti, bilgisayar mühendisi olmamasına karşın!

  • 45 yıldır meslek yaşamı, hatta özel yaşamı, emekçinin sağlığı – güvenliği odaklı oldu.

Elinizdeki, daha doğrusu cep telefonu – bilgisayar ekranınıza PDF olarak bedelsiz indirebileceğiniz bu son göz nuru – alın teri ürün / e-kitap, artık “ustalıkolgunluk ürünü”.

Dr. Yaman, bana iki görev yükledi bu görkemli e-kitabı için :

1. Önsöz yazma (ve tüm kitabı gözden geçirme) onurunu verdi
2. Web sitemde yayınlamamı istedi.

İki göreve de yanıtımız doğallıkla “Baş üstüne!” idi.
***
e-kitabın kapağı aşağıda..522 sayfa
web sitemizde “e-kitaplar” ve “Hekim Saltık” kategorilerinden erişilebilir.
İndirmek için lütfen tıklayınız (5,2 MB)

İŞDE İSG e-Kitabı, Dr. Mahmut YAMAN, Temmuz 2024

Ülkemize, emekçilere yararlı olsun dileriz.
Saygın yazarı, emekçi dostu, 45 yıllık namuslu iş hekimliği alın terini akıtan dostum
Dr. Mahmut YAMAN‘ı tüm yüreğimle kutluyor, emeğini saygı ile selamlıyorum.

Lütfen okuyunuz, paylaşınız, lütfen uygulayınız..
Siz de birkaç tuğla koyunuz emekçilerin de sağlıklı – güvenli – üretken – onurlu – mutlu bir yaşam sürebilmeleri için..
Onların çocuklarının da “şeker yiyebilmesi” için (N. Hikmet ustadan ödünç).

Sevgi ve saygı ile. 16 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Sağlık Bakanlığı’nın stratejik planı

Bu hafta Sağlık Bakanı değişti. Dr. Fahrettin Koca’nın yerine Dr. Kemal Memişoğlu atandı. Yeni Bakan’ın Türkiye’nin sağlığına iyi gelmesini hepimiz diliyoruz. Bunun olabilmesi için uygulamadaki pek çok yanlıştan dönülmesi gerekiyor. Olur mu?

Fahrettin Koca ayrılmadan önce Sağlık Bakanlığı 2024-2028 Stratejik Planı yayımlanmıştı.
Bu plana bakmakta, yeni Bakan’ın devraldığı “taahhütleri” (yükümleri) ve olası sonuçları gözden geçirmekte yarar var.

KATILIMCILIK

Fahrettin Koca sunum yazısında “Önümüzdeki beş yılın sağlık hizmetlerini şekillendirecek olan bu plan, sağlıkta gelişim, kalite ve sürdürülebilirlik odaklı bir stratejik yaklaşımla paydaşlarımızın görüş ve önerileri alınarak katılımcı bir anlayışla hazırlanmıştır.” yazmış. Stratejik plan hazırlık sürecinde de “dış paydaşların görüş, öneri ve beklentileri yazılı olarak da alınarak stratejik plana yansıtılmıştır” ifadesi yer alıyor.

Dış paydaşlar kimler? Neredeyse tüm bakanlıklardan, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Dünya Bankası’na pek çok kurumdan görüş alınmış ama sağlık çalışanlarının örgütlerine bir şey sorulmamış. Türk Tabipleri Birliği aracılığıyla hekimlere, Türk Dişhekimleri Birliği aracılığıyla
diş hekimlerine, Türk Eczacıları Birliği aracılığıyla eczacılara, Türk Hemşireler Derneği aracılığı ile hemşirelere, sağlık çalışanlarının sendikalarına, derneklerine “önümüzdeki dönem sağlığa dair (ilişkin) ne düşünüyorsunuz, önerileriniz, beklentileriniz nelerdir?” denmemiş.

“Katılımcı anlayış” dedikleri budur.

AMAÇLAR ve HEDEFLER

Sağlık Bakanlığı yazdığı amaçlar ve hedeflerle nasıl sağlıklı olunacağı konusuna hâkim (egemen) olduğunu gösteriyor. Birinci amaç “sağlıklı yaşamı teşvik ederek sağlıklı yaşam bilincinin ve alışkanlıklarının kazanılmasını sağlamak”. Bunu başarmak için birinci hedef “sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam alışkanlıklarını kazandırmak ve geliştirmek”. Bu gıda politikasıyla,
bu pahalılıkla insanlar nasıl sağlıklı beslenecek, parası olsa bile güvenilir gıdaya nasıl ulaşacak? Bu sorulara cevap (yanıt) vermeden “sağlıklı beslenme” sözünün havada kaldığı kesin. Öyle ya önce hastalanmamak esastır da, bunun için barınmadan güvenceli işe, temiz havaya, suya, barışa, çok şeye ihtiyacımız (gereksinimimiz) var. Tüm bunlar için de “paydaşlara” bir şeyler söylenseydi ne güzel olurdu.

İkinci amaç “Birinci Basamak sağlık hizmetlerini güçlendirerek sağlık sistemi içindeki etkinliğini artırmak, koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerini bütüncül bakış açısıyla sunmak”. Amaç güzel, ama mevcut (varolan) sistem insanların hastalanması ve bunun üzerinden para kazanılması üzerine kurulu. Plan, aile hekimi başına düşen nüfusun 2023 yılında 3040’tan 2028’de 2500’e düşmesini hedefliyor. İşin aslı, Sağlık Bakanlığı son 10 yılda mezun olan hekimlerin dörtte birini Birinci Basamakta görevlendirse, aile hekimi başına düşen nüfus
bugün bile 2 binin altına indirilebilirdi. Başka türlüsünün tercih edildiği belli.

Üçüncü amaç ise “sağlık hizmetlerinin erişilebilir, etkili, etkin ve kaliteli sunumunu sağlamak”. Sağlık hizmeti alırken her aşamada neler yaşadığını en iyi yurttaşlarımız biliyor. Plan, Ulusal Hasta Güvenliği Ağı’na katılım sağlayan sağlık kurum ve kuruluşu oranını %10 olarak veriyor ve 2028’de %100 yapmayı hedefliyor. Önemli, Burdur’da diyaliz hastalarının başına gelenleri biliyoruz. MHRS üzerinden yapılan randevulu hasta muayenesi oranının %48’den 60’a çıkarılması, acil serviste sekiz saat ve üzeri bekleyen hastaların oranının %4,2’den 3’e düşürülmesi hedefleniyor. Planda acil servislere başvurunun çok olduğu tespit ediliyor, durum ortada ama nasıl düzeltileceği belirsiz.

Çok önemli bir ihtiyaç, Sağlık Bakanlığı’na bağlı palyatif bakım yatak sayısının 6491’den 8400’e çıkarılması hedefleniyor. Diş üniti başına düşen nüfus 8209’dan 4456’ya düşürülmek isteniyor. Çok tartışmalı bir konu da geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları (GETAT). Bir itiraf ve bir hedef, GETAT uygulamalarıyla ilgili yayımlanan klinik rehber (uygulama kılavuzu) sayısı hâlen sıfır, 2028’e kadar 14 olması hedefleniyor.

Yüz bin kişiye düşen hekim sayısının 228’den 315’e, hemşire ve ebe sayısının 356’dan 500’e,
diş hekimi sayısının 50’den 92’ye çıkarılması hedefleniyor. Bu konu üzerinde özellikle çalışılması gerekiyor, ancak çok kısa yer alıyor. Sevindirici bir haber, planda kamu özel iş birliği ile yapılacak yeni şehir hastanesi yok, genel bütçeyle yapılacak yatak sayısının 7 binden 26 bine çıkarılması hedefleniyor. Toplam sağlık harcamasının GSYH’ye oranının % 4’ten 6,2’ye çıkarılması, cepten yapılan sağlık harcamalarının toplam sağlık harcaması içindeki oranının % 18,5’ten 15,5’e düşürülmesi hedefleniyor. Çok iyi olur.

Bu hedeflere ulaşılabilecek mi, yeni Bakan ve ekibi sahiplenecek mi? Meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasal partilerin stratejik planın oluşturulmasına katılmaları sağlanmadı, ancak süreci yakından izlemeleri ve halkın sağlığı ile çalışanların hakları için gerekli müdahaleleri yapmaları gerekiyor.
____________________________________________
Yazarın Son Yazıları

44 Yıl Sonra; Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

7 Temmuz 1980 – 7 Temmuz 2024 : 44. yıl..
Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

Dostlar,

Bu gün 7 Temmuz 2024.. Ailemizin başına gelen bir yıkımın (felaketin) 44. yılı.. Hoşgörünüzle bu konuyu bu yıl da yazmak istiyoruz. Kendi özelimizle sizleri meşgul etmek aklımızdan geçmiyor. Ancak insanların belli yaşantı deneyimlerini paylaşmasında yarar olmalı. Üstelik ortak toplumsal kökenleri olan bir acı süreç ve aradan 44 koca yıl geçtiğine göre, duygusal tonlamaları da sanırız –büyük ölçüde– dizginleyebiliriz.

7 Temmuz 1980.. Sıcak bir yaz günü ve Türkiye doludizgin 12 Eylül darbesine “kurgulu olarak” sürüklenmekte. Adeta eğik düzlemde, ülke tanımlı – planlanmış bir hedefe kayıyor. Darbeden önce 1978’de başlayan sıkıyönetim, artan terör olayları ve iç karışıklıklar nedeniyle çeşitli illerde ilan edilmişti. 12 Eylül 1980’e gelindiğinde, bu sıkıyönetim kararı Türkiye’nin tümünü kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Her gün “ortalama” (bu sözcüğü böylesi bir bağlamda kullanmak zorunda kalmak ne acı değil mi!?) 20 (yirmi!) dolayında insanımız ölüyor, öldürülüyordu! Darbe ile birlikte bıçakla kesilir gibi durmuştu!? Önceki yıllarda Kovit-19 salgınında daha beteri yaşandığı gibi ve Sağlık Bakanı Koca’nın “önlenebilir ölümler” demesine karşın!!?? Bakanın, ilan edilenden çok fazlası dolaylı Kovit-19 ölümleri.. itirafı ne acı..

1980’ler.. TRT’nin siyah-beyaz ekranları ve gazeteler, dergiler.. kan – revan dolu.. Sunum çerçevesi ise tek tip (klişe) : ….. yerde çıkan sağ – sol çatışması”nda şu sayıda insan öldü,
bu sayıda insan yaralandı.. Ne mal güvenliği var ülkede ne de can! Toplum şaşkın, ağır gerilim altında, neredeyse “öğrenilmiş çaresizlik / pes” sendromu içinde “pes” eşiğinde.. Kendince savunma önlemleri almaya bakıyor.. Kentler – kasabalar – kırsal.. bölünmüş ve kurtarılmış bölgelerilan edilmiş. İnsanlar çaresiz, savunma amaçlı silahlanıyor..

44 yıl sonra 7 Temmuz 2024’te ise acımasız zamlar, enflasyona ezdirilen emekçiler, dinci kuşatma – laikliğe cepheden saldırı, “Maarif Müfredatı” ilkelliğiyle eğitimin çökertilmesi, 13+ milyona ulaşan kavimler göçü ile demografik operasyon ve bir başka siyasal cinayet, Sinan Ateş‘in öldürülmesi, iktidarca örtülmeye çalışılması..!

Biz o tarihlerde Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Toplum Hekimliği (sonra Halk Sağlığı) Bölümünde Tıpta Uzmanlık Eğitimi alıyoruz.. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdiğimiz 15 Haziran 1977 sonrası Elazığ / Keban’da 1 yıl SSK hekimliği yapmış ve uzmanlaşma kararı vererek adını andığımız Bölümün asistanlık sınavını kazanmış, 11 Kasım 1978’de ihtisasa başlamıştık. Bölümümüzü ve Dalımızı aşkla seviyorduk. Daha 1971’lerde Hacettepe Tıp’ta 1. sınıf öğrencisi iken Prof. Dr. H. Nusret FİŞEK’i tanımış ve O’ndan Toplum Hekimliği dersleri almıştık. Kalpaksız Kuvayı Milliyeci
Prof. Fişek,
bize sağlık ile sosyo-ekonomik etmenler arasındaki köklü, kapsamlı ve çarpıcı bilimsel ilişkilerden söz ediyordu ustalıkla.. Üstelik bu ilişkiler neden-sonuç ilişkileriydi ve geleceğin çağdaş hekimleri ve tıbbı salt fiziksel – biyolojik – kimyasal nedenlerle uğraşmakla kalmayıp; sağlık sorunlarının gerçek – altta yatan sosyal – kültürel – ekonomik kök nedenleriyle (nedenlerin nedenleriyle) uğraşmalıydı, uğraşacaktı.

Bu Fakültede (Hacettepe) Tıbbiyenin ilk 2 yılını okumuş (İngilizce hazırlık sınıfından sınavla bağışık olmuştuk) ve İstanbul’daki ailemizin yanında olmak için İstanbul Tıp Fakültesi’ne 3. sınıfta yatay geçiş yapmıştık. Yeniden ayrılmak zorunda kaldığımız Fakülteye, Nusret hocaya.. üstelik asistanı olarak dönmüştük. İşimizi çok seviyor ve gelecekte Halk Sağlığı bilim disiplinine ve  Ulusumuzun sağlığına kapsamlı katkılar verebilmeyi kuruyorduk. Uzmanlık eğitimimizin 1 yılını örnek Eğitim ve Araştırma Sağlık Ocaklarında geçirecektik ve bunlardan biri de Eskişehir yolu 28. km’deki Yapracık Sağlık Ocağı idi. (Bu köy, günümüzde Bütünşehir Belediye Yasası bağlamında Ankara’nın bir mahallesi ve hızla nüfus alıyor.. Bağlıca’da oturduğumuz eve 7 km!)

Bu Sağlık Ocağı’nda, 40+ yıl öncenin “tam anlamıyla köy koşullarında” yaşıyorduk. Lojmanımız köyde idi, odun-kömür sobalı idi ve hastane acil nöbetlerimiz ile eğitim amaçlı Ankara toplantıları dışında hep (7/24!) köyde kalmak zorunda idik. Günümüzde Ankara’nın en gözde mahallelerine dönüşen Ümitköy, Dodurga, Çayyolu, Aşağı Yurtçu, Yukarı Yurtçu, Türkobası, Alacaatlı, Ballıkuyumcutoprak damlı köylerimizdi! Oralara kapsamlı 1. Basamak (hastaneye yatmadan) sağlık hizmeti sunuyorduk.. Gece – gündüz şevkle çalışıyorduk. Etimesgut küçük bir kasaba, çevre köylerde geniş arazilerde tarım ve hayvancılık yapılıyordu. Yaygın hayvancılık nedeniyle, bir zoonoz olan Brusella hastalığı yaygındı. Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nden kişisel çabalarımızla anti-serum getirtmiştik; elektrik olmayan köylerimizde,
klinik olarak Brusella düşündüren hastalardan kan alıyor, 2 tüplü (gode’li)el santrifüjü” ile çevirerek serumunu ayırıyor ve oracıkta lam üzerinde mikroskopla çökelti (aglütinasyon) bakarak Brusella’nın laboratuvara dayalı yarı-nicel (kantitatif) tanısını (titrasyon yapmadan) koyuyorduk. Günümüz sağlık çalışanları bu yaşantıya inanmakta zorluk çekecekler eminiz ama, gerçek bu! Elektrik olmayan köylerde, 2 gode’li el santrifüjü ile serum ayırarak..
***
Böylesine çoook yoğun bir koşuşturma gününün (7 Temmuz 1980) ardından birkaç saat da okuduktan ve Uzmanlık Tezimizi çalıştıktan sonra (Yapracık Sağlık Ocağı Köylerinde 30+ Yaşta Koroner Kalp Hastalığı İzleme Araştırması-3, prospektif kohort) gece yarısı sonrası yorgunlukla yatmıştık.. Kısa süre sonra önce kapı, hemen ardından pencere camı şiddetle vurulmaya başlandı, kalktık. Alışkındık, acil hastamız olmalıydı. Lojmanda sabit telefon bile yoktu! Ancak bu kez öyle değildi.. Karşımızda kayınbiraderimiz (eski) duruyordu ve yüz ifadesi çok hüzünlüydü. Ne olduğunu ağzından zorlukla aldık..

  • Babamız.. İstanbul’da Emniyet Başkomiseri babamız Halis Zeki SALTIK vurulmuştu!

Doğallıkla biz de vurulduk! Kara haber ertesi güne kalmamış, yedivermişti birkaç saatte. Hemen yola koyulmamız gerekiyordu. Ülkede akaryakıt kıtlığı vardı. On yaşındaki arabamızın bagajına yirmi Lt benzin bidonunu da koyarak (ne büyük risk!) İstanbul yoluna çıktık. Otoyol yoktu elbette.. 2-3 şerit karşılıklı trafik, bölünmemiş yolda akıyordu. Sağlık Ocağımızın usta şoförü Ömer Ulusoy, sağ olsun direksiyonu bize bırakmadı. Sabahın köründe Bahçelievler’deki evimizin kapısına vardık.. Cenaze evi idi hanemiz.. Işıklar yanıyor ve bir kalabalık deviniyor, insanlar vekarla acılarını yaşıyordu. Annemiz, 19 yaşında İstanbul Hukuk 1. sınıf öğrencisi kız kardeşimiz ve 23 yaşında Cerrahpaşa’dan 1 aylık mezun Hekim, erkek kardeşimiz ve 27 yaşında 3 yıllık hekim, biz…

47 yaşındaki (1933 Hozat doğumlu) canımız babamızı, “anarşi” dedikleri canavar bizden vahşice ve çoook erken koparıp almıştı. Şimdilerde “anarşi”ye terör, “anarşit”lere (!) de “terörist” deniyor. Ölçüsüz bir acı içimizi kavuruyordu.. Bir yandan da zorunlu işlemler vardı yürütülecek. Evin abisi bizdik ve yük, tüm ağırlığıyla boynumuzda idi. Babamız Emniyet Başkomiseri Halis Zeki Saltık, Sirkeci’de bir işyerinden haraç almak için gelen “sol örgüt” (?!) elemanlarıyla çıkan çatışmada 7-8 kurşun yemiş, oracıkta kanamadan yitirilmişti. Adli Tıp’tan cenazesini aldığımızda teni kireç rengiydi. Şiddetli iç – dış kanamadan olay yerinde ve hemen ölmüştü. Topkapı – Çamlık mezarlığına gömdük O’nu.. İl Emniyet Müdürü (Şükrü Balcı), Siyasi Şb. Müdürlerinden Elazığ’lı Mehmet Ağar, başsavcı, Vali (Nevzat Ayaz), Garnizon komutanı tümgeneral (66. Tümen).. görüştüğümüz yetkililerdi. Katiller kaçmıştı, ellerinden geleni yapıyorlardı yakalamak için.. Sonra bu örgütün Dev-Sol olduğu bize söylendi. Yıllar sonra birileri de yakalanmıştı. Davaya karışmacı (müdahil) olduk. Ancak ilerleyen zaman, bizde bu sanıkların katil olup-olmadıkları hakkında ciddi kuşku uyandırdı ve davadan çekildik. Suç birilerine mi yıkılacaktı?
Biz de suçlular cezasını buldu diye bir parça teselli mi bulacaktık? İstanbul Siyasi Şb. Müdürlerinden Elazığlı Mehmet Ağar (daha sonra İçişleri Bakanı!), çok sevdiği hemşehrisi “Halis abi” sine sahip çık(a)mamıştı.
***
Bir kez daha Hacettepe’den ayrıldık ve yine İstanbul Tıp Fakültesine yatay geçiş yaptık! Annemizin – kardeşimizin evine yakın bir ev kiralayarak kendimizce aileye göz – kulak olmaya çabaladık. Annemiz yıkılmıştı ve çok derin bir yas yaşıyordu. Bu koyu yası, ölene dek 13 yıl sürdürdü, çıkamadı (kronik yas sendromu). Biz uzmanlık eğitimimizi tamamladık ve Toplum /
Halk Sağlığı dalında uzman hekim olduk. Yeniden Üniversiteye, akademik kariyere çok zorlukla (yargı kararlarıyla!) dönene dek 6,5 yıl Elazığ’da çalıştık. Oysa Hacettepe’de kalabilseydik, akademik kariyeri kesintisiz sürdürme olanağımız olabilirdi. İlerleyen yıllarda kız kardeşimiz avukat oldu. Ortanca erkek kardeşimiz de İç Hastalıkları – Dahiliye uzmanı oldu.

Babamız hiç torun göremedi.. (Biz gördük! Ama AKP politikaları yüzünden, “aranan nitelikli eleman” babası ve anasıyla dış göçle yurt dışında).. Yaşam sürüyor; ama Türkiye’nin benzer ve yeni acıları bitmiyor!?? Tam bağımsızlık yitirilince, ulusça ödenen fatura olağanüstü ağır, kahredici.

Daha fazlası için lütfen tıklayın ya da kopyalayıp yapıştırararak google ile çağırın : http://ahmetsaltik.net/2018/07/07/7-temmuz-1980-34-yil-sonra-sehit-olan-babamizi-analim-istedik/

Sevgi ve saygı ile.
07 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı,
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik
X : @profsaltik    

Edirne’de bir caddeye görev şehidi  babamızın adı verildi. 

TTB – Türk Tabipleri Birliği’nde yeni dönem…

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzm.
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli  
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com 


TTB – Türk Tabipleri Birliği’nde yeni dönem…

TTB, 1953’te 6023 s. yasa ile kuruldu. Ama İstanbul, Ankara Tabip Odaları öncüydü, 1928’de açıldılar. 1953’te 22 Tabip Odası kuruluydu ve Türkiye’de 7432 hekim, 1242 dişhekimi vardı. Hekimler örgütlü olmasalar da özgürlükler konusunda hep önder oldu ve sıklıkla cezalandırıldı. Örneğin 1897’de Sultan 2. Hamid’e Tıbbiye’de isyan edilmesi yüzünden pek çok tıp öğrencisi ve hekim Fizan’a sürüldü. Henüz öğrenci iken Tıbbiyenin odunluğunda kurdukları (1892) İttihat ve Terakki Cemiyeti ile tıp öğrencileri padişahlığı sorguladı, 1908’de 2. Meşrutiyetin ilanını sağladı.
Son verilerle 65 Tabip Odamız var ve dişhekimleri dışında tüm hekimlerin yaklaşık %45’i üye (103 bin/229 bin). Dr. Erdal Atabek öncülüğünde başlayan yükselme dönemi 12 Eylül 1980’de kesildi. Darbeciler asker hekimlerin üyeliğini engelledi, salt kamuda çalışanların üyeliğini isteğe bağladı, Merkez Konseyi’ni Ankara’ya aldı. Üç yıl kapalı kalan TTB ve Odalar derlenmeye başladı, 1983’te kalpaksız Kuvvayı Milliyeci Prof. Nusret FİŞEK Başkan seçildi. Kurumlaşmaya ve evrensel tıp etiği ilkelerine özen gösterildi, işkenceye karşı duruldu, yargılandılar! Hacettepe’de öğrencisi ve asistanı olmanın gururunu taşıdığımız Prof. Fişek, 1990’da öldü ve O’na başlatılan muhalefet, TTB’yi günümüzdeki ağır açmazlara sürükledi. O denli ki; üç onyıldır TTB yönetimleri ideolojik savrulmalarla, giderek, ilkel etnik mikro-milliyetçilik batağına saplandı.
Dört yıl önce, hakkında ciddi suçlamalar olan bir hekim, epey karşıduruşa (muhalefete) karşın Merkez Konseyi Başkanı seçildi. İki yıl sonra, ideolojik körlükle bir daha! Bu kez TSK’nin kimyasal silah kullandığı zırvaları döküldü; yargılandı, hapis yattı, kesin hüküm giydi. Konsey üyeleri şafak baskını ile evlerinden kelepçelenerek toplandı. Son olarak MK yargı kararı ile görevden alındı ve beş Oda başkanı kayyım atandı. Bunlar çok onur kırıcı ve sorumluları özeleştiri vermeli.
Karar İstinafta iken Haziran 2024 sonunda olağan seçimler yapıldı ve yeni Kurullar oluşturuldu (Merkez Konseyi, Yüksek Onur Kurulu ve Denetleme Kurulu).
76. Büyük Kongre seçimli idi 28-30 Haziran 2024’te. “Etkin Demokratlar-ED” 34 yıldır
hep seçimleri kazandılar!? Ancak TTB sürekli güç yitirdi, üye sayısı 103 binde kaldı. Yeni mezun hekimler uzak duruyor. Halk Sağlığı ve Hekim Hakları sorunları yakıcılaşırken, ED’lar utandıran bölgesel-etnik milliyetçiliğe saplandı. Hekim Sendikaları öne çıktı, genç hekimler bunlara yöneldi. AKP iktidarları TTB’yi çok hırpaladı, Sağlık Bakanları görüşme randevusu vermedi.
Ama olsun, un ufak da olsa ED’ların oyuncağı idi TTB!!? Oda seçimlerinde giderek azalan ve %30’u bulmayan katılımlarla, olağanüstü katı oligarşik yapı ile hep kazandılar (!) seçimleri.
Ancak sonunda duvara dayandılar. Yurtsever Hekim kamuoyu harekete geçti.
İki liste daha çıktı. Yükselen ve güçlenerek yaygınlaşan karşıtlar, bu kez ED’lara bırakmayacaktı TTB’yi. Tabip Odaları İnisiyatifi ile son gün “uzlaşıldı” ve Çağdaş Hekimlik Grubu yalnız kaldı.
Bu son Grup için olmadık, olumsuz hatta kara propaganda yapıldı; AKP-MHP ittifakıydı bu hekimler ve iktidar güdümlüydü. Bu suçlama ideolojik temelliydi gerçekte. İçlerinde yakından tanıdığımız çok sayıda yurtsever – ulusalcı – Atatürkçü – Kuvvayı Milliyeci meslektaşlarımız vardı ve iktidar güdümlü de değiller. ED’lar eliyle, kör ideolojik saplantılarla açmaza ve dağılmaya sürüklenen TTB’yi kurtarmak istiyorlardı. Üç liste yarışırsa, kazanma şansları ciddi idi.
Son olarak 487 temsilci (delege) vardı, Oda Başkanları ile üye sayılarına orantılı Oda delegeleri ve ağırlıklı olarak ED’larca belirlenmişti. Ancak muhalefet ciddi düzeyde idi. ED’lar çaresiz,
ödün vermek zorunda kaldı, sosyal demokrat çizgideki Tabip Odaları İnisiyatifi ile
son gün uzlaştılar.
Hangi ilkesel düzlemde uzlaşıldı, göreceğiz. İlki, TTB artık asla etnik mikro-milliyetçilik yapmayacak? Kuruluş yasası gereği “Halkın Sağlığı + Hekim hakları” birlikte ana eksen olacak, us ve bilim ideolojinin önüne konacak?
11 üyeli MK’de ED’lar 6, Tabip Odaları İnisiyatifi 5 üyeli ama Başkan sonki listeden.
   Ne yapmalı             ???
– TTB yasası değiştirilerek seçimlere tüm üye hekimler katılmalı ve elektronik oy kullanmalı.
– Anayasanın buyruğuna uyulmalı :
– “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” (m.67)
– Tüm hekimlerin üyeliği zorunlu kılınmalı.
– 11 kişilik MK, kritik konularda hekimler arasında eğilim yoklamalı.
– Organlara seçilenler, seçenlerce geri çağrılabilmeli.
– Meslek örgütleri alanında tek, dolayısıyla tüm üyelerin adil temsili ancak göreli temsille sağlanabilir.
– Şimdiki yöntem çok katı oligarşik yapılar üretiyor ve çoğunluk diktası dayatıyor (Majority), Anayasaya aykırı.
– Oysa demokrasi azınlıkta kalanları gözetir, bu da “Çoğulculuk”la (Pluralism) olanaklı.

Yeni seçilen meslektaşlarımız, ülkemizin olağanüstü yakıcı bunalımında tarihsel sorumlulukla davranmalı, tüm hekimleri kucaklamalı.