Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Askeri Darbeden yararlanarak Askere Darbe Yapmak

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

AKP 2002 yılında iktidara geldikten sonra öncelikli olarak  “askeri vesayeti ortadan kaldırmak” bahanesi ile sistemli ve planlı bir bçimde TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltan çeşitli önlemler almıştır. Bu kapsamda AKP, FETÖ’nün askerlere karşı kumpas (tuzak) davalarında “savcı” rolünü üstlenmiş; Atatürkçü, birikimli subay, general ve amirallerin tasfiye edilmesine neden olmuş, atama ve yükselmelerde FETÖ yanlılarını kayırarak 15 Temmuz’un yolunu açmıştır.

15 Temmuz hain darbe girişimini fırsata çevrilerek TSK’yı zayıflatıcı önlemler “yeni bir darbe” paranoyası ile hızlanmış ve yoğunlaşmıştır. AKP iktidarında TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltıcı önlemler aşağıda topluca sıralanmaktadır:

  • İç Hizmet Kanunun 35. maddesi değiştirilerek TSK’nın “Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevine” son verilmiş;
  • Deneyimli, birikimli Atatürkçü general/amiral ve subaylar tuzak (kumpas) davalarla dışlanmış (tasfiye edilmiş), yerlerine FETÖ’cüler atanmış;
  • 28 Şubat davası ve Montrö Bildirisi yayınlayan emekli amirallere açılan soruşturma ile emekli general/amiraller nezdinde (katında) TSK’nın saygınlığı zayıflatılmak istenmiş;
  • Harekat planları ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın çok gizli bilgileri ortaya dökülmüş;
  • Ankara’da Zırhlı Tümen’in nizamiyesi çöp kamyonları ile tıkanmış;
  • Ankara’daki kışlalar boşaltılmış;
  • Anayasaya aykırı yeni üst düzey komuta yapısını kalıcı hale getirmeyi amaçlayan “Ay Yıldız Projesi” başlatılmış;
  • TSK’nın komutanı olan Genelkurmay Başkanı terör örgütü başı olmaktan hapse atılarak cezalandırılmış;
  • Askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatılmış;
  • Harp okulları, harp akademileri ve astsubay meslek yüksekokulları Kuvvetlerinin kuruluşundan çıkartılarak Milli Savunma Üniversitesi’ne (MSÜ) bağlanmış,
  • Subay ve astsubay adaylarının temel askerlik eğitimi ve anlayışı kazandırma kurslarının kapsamından “Atatürk ilke ve devrimleri” çıkartılmış;
  • Harp okulları giriş yönetmeliği değiştirilerek tarikatlara Harbiye kapıları açılmış,
  • Harp Skademileri MSÜ’ye bağlı Enstitü durumuna getirilerek kurmay subay eğitiminin düzeyi düşürülmüş,
  • 2016’da mezun olacak Harbiyeli öğrenciler, “cezanın kişiselliği ilkesine” aykırı olarak toptan atılmış, Milli güvenlik kurulu (MGK) ve MGK Genel Sekreterliğinin işlevi zayıflatılmış,
  • Milli Güvenlik Akademisi (MGA) kapatılmış,
  • Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Genelkurmay Başkanı, üniforma ve askeri helikopterle olası aday Abdullah Gül’ün evine gönderilerek siyasal bir eylem yaptırılmış;
  • Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne bağlı eğitim hastaneleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser vb. sağlık hizmet birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığına ait sağlık kuruluşları Sağlık Bakanlığına devredilerek askeri sağlık sistemi kaldırılmış;
  • Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Genelkurmay’dan alınarak Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlanmış;
  • TSK Sağlık Komutanlığı lağvedilmiş;
  • Kuvvet komutanlıkları anayasaya aykırı olarak Milli Savunma Bakanı’na bağlanmış, Genelkurmay Başkanlığı dışlanmış, üst düzey komuta sistemi karmaşık duruma getirilmiş;
  • Milli Savunma Bakanlığı’ndaki müsteşar, yardımcıları ve daire başkanları dahil kimi TSK kadrolarına General/amiral ve subayların yerine siviller atanmış, bu sivillere bulundukları kadrodaki subay, general/amiral statüsü verilmiş;
  • Genelkurmay ve Kuvvet karargâhları etkisizleştirilmiş;
  • Jandarma TSK’dan ayrılmış;
  • Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sivilleştirilerek Orduya siyaset sokulmuş;
  • Genelkurmay Başkanı devlet protokolünde Diyanet İşleri Başkanı’ndan sonraya getirilmiş;
  • Garnizon komutanları protokolden çıkartılmış;
  • Ulusal bayramlardaki görkemli geçit törenleri iptal edilmiş;
  • 2014 yerel seçimleri öncesinde askerlik yasası değişikliği ile zorunlu askerlik süresi kısaltılarak ve bedelli askerlik kalıcı duruma getirilerek adaletsizlik ve eğitim zayıflığı yaratılmış;
  • Orduya türban sokularak üniforma, birlik-beraberlik, disiplin anlayışı zedelenmiş;
  • EMASYA protokolü iptal edilerek askerin güvenlik güçlerine yardımda ve afetlerde görev alması engellenmiş;
  • Genelkurmay’a elektronik istihbarat sağlayan GES komutanlığı MİT’e devredilmiş,
  • Anayasa değişikliği ile askeri adalet sistemi kaldırılarak disiplin zayıflığı yaratılmış;
  • Tank palet fabrikası özelleştirilmiş;
  • MKEK’nin özelleştirme girişimi başlatılmış;
  • Takkeli-cüppeli tarikat mensubu amiral korunmuş;
  • TSK’da laiklik ilkesine aykırı, olarak her düzeyde din hizmetleri örgütü kurulmuştur.

Yapılan bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde “yeni darbe girişimlerinin önlenmesi” veya “askerin sivil siyasetçe denetimi” amaçlarını çok aştığı ve ABD’nin bölgedeki planlarının önünde en önemli engel olarak gördüğü TSK’nin etkisiz hale getirilmesini amaçlayan uzun vadeli bir planın parçası olduğu açıkça görülmektedir.

  • “Devletin ordusu” “AKP ordusuna” dönüştürülmeye çalışılmıştır.. 

Bunların önemli bir bölümünün karşı devrimci, şeriatçı SADAT’ın projeleri olduğu ve 15 Temmuz’dan sonra gerçekleştirildiği Cumhurbaşkanı’na başdanışmanlık yapan SADAT’ın kurucusu tarafından itiraf edilmiştir. Bu itiraf SADAT-FETÖ (dolayısıyla ABD) işbirliğinin kanıtıdır.

  • AKP FETÖ’nün TSK ile ilgili tasarımlarını gerçekleştirmiştir.

Bütün bunlar yapılırken Harbiye mezunu Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanları tepkisiz kalmışlardır. Başkomutan olduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı, komutanlığın gereğini yapmamıştır.

Ümit Özdağ, TSK’ya karşı psikolojik harbi de içeren fakat ondan daha kapsamlı olan bir “enformasyon savaşı” yapıldığını, bu savaşın hedefinin de Türk milleti ile Türk ordusu arasındaki sarsılmaz bağı tahrip etmek olduğunu yazmıştır.[1] TSK’ya vurulan yukarıdaki darbeler Özdağ’ı doğrular niteliktedir.

Askeri sağlık sisteminin kaldırılması ile ilgili yazımız daha önce bu sitede yayınlanmıştı (http://ahmetsaltik.net/2023/08/12/askeri-saglik-sisteminin-kaldirilmasi/).
Öbür önlemlerin TSK’ya etkileri sonraki yazlarımızda incelenecektir.

0Bu değişikliklerin önemli bir bölümü hain darbe girişiminden iki hafta sonra (31 Temmuz’da) OHAL kapsamında çıkartılan 669 sayılı Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile yapılmıştır

126 maddelik, birçok Bakanlığı ilgilendiren, ayrıntılı önlemleri içeren KHK nın 15 günde hazırlanamayacağı Ankara bürokrasisinde çalışan herkes tarafından bilİnmektedir.

  • 669 sayılı KHK’nın önceden hazırlandığı ve darbe girişiminin ardından yayınlandığı anlaşılmaktadır.  

Bu yapılanların sonucunda dışarıda üniformalı askerler artık görünmez olmuştur.

70’li, yıllarda dışarıda üniforma ile gururla dolaşan bir subay olarak, bugün dışarıda üniformalı subay görememek üzücüdür. Ancak savaşta yenilmiş bir ordunun askerleri üniformaları ile gururla dışarıda dolaşamazlar.

Daha önce yapılan en güvenilir kurum anketlerinde TSK büyük farkla ilk sırada yer alırdı. Bu yapılanlardan sonra bu konumu değişmiştir.

Yukarıdaki önlemler ancak savaşta yenilmiş bir Orduya galip (yengin) devletlerce yapılabilecek şeylerdir. Sevr Andlaşmasında da Ordunun etkisiz duruma getirilmesi ve askeri okulların kapatılmasına ilişkşin kurallar vardı. Kumpas (tuzak) davalarda yarım kalan Orduyu etkisizleştirme girişimi 15 Temmuz bahanesi ile tamamlanmak istenmiştir. Şu soruların sorulması gerekir:

  1. Bir iktidar kendi Ordusunu niçin zayıflatmak ister?
  2. Bu kimin işine yarar?

Hukuksal açıdan bakıldığında, bu düzenlemelerin önemli bir kesiminin OHAL Kararnamesi ile yapılması hukuka aykırıdır. OHAL kararnameleri olağanüstü durumun gerekleri kapsamını aşamaz ve olağanüstü durumu gerektiren ortamın düzeltilmesi amacıyla çıkartılabilir. Etkileri olağanüstü halin süresi bitmesiyle sürecek kalıcı düzenlemeler KHK ile değil, yasayla yapılabiilir. Bu konuda Anayasa Mahkemesi kararları (K.1991/1 ve K.1991/20) bağlayıcıdır.

AKP’nin çok önemsediği II. Abdulhamit de darbe paranoyası (kuşkusu) ile Donanmayı Haliç’te çürütmüş, Orduda atışlı eğitimleri yasaklamış, Harbiye öğrencilerine tahta tüfekle eğitim yaptırmıştı. Bunların sonucunda Osmanlı Ordusu Balkan Savaşında, yeni kurulmuş Balkan devletleri karşısında ağır yenilgi yaşamış ve önemli topraklar yitirmiştir.

Devletin temel yapısında ve işleyişinde uzun süreli etkiler yapacak ulusun güvenliği ile ilgili söz konusu değişikliklerin kamuoyunda tartışmadan, OHAL ortamından yararlanarak ivedilike yapılması demokratik devlet ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.

“Gelişmiş demokratik ülkelerde sivil-asker ilişkileri böyle, bizde de böyle olsun” demek yanlıştır. O ülkelerin jeopolitik konumları, tehdit algılamaları, tarihleri, toplumsal, siyasal ve askeri kültürleri bizden çok farklıdır. Demokrasimizin önemli yapısal sorunları dururken, demokrasi önündeki tek engel olarak askeri göstermek büyük haksızlıktır. Böyle düşünenler önce kendi demokrasi anlayışlarını gözden geçirmelidirler.

Önceden hazırlanmış olan bu denli köklü önlemlerin darbe girişiminden 15 gün geçmeden acele ile yürürlüğe sokulması, bunların darbecilere duyulan öfkenin etkisi altına ve ileride nelere mal olacağı düşünülmeden ilan edildiğini göstermektedir. Devlet, duygularının etkisi altında tepkisel kararlar vermez; akla-bilime, deneyime ve uzmanlığa dayalı karar verir. Unutulmamalıdır ki, bugünün kimi sorunları dünün çözümleridir. Bugün çözüm gibi görülen düzenlemelerin ileride büyük ulusal güvenlik sorunlarına yol açacağı kesindir. Tarih bize bu coğrafyada yaşamda kalmanın güçlü bir Ordu ile olanaklı olabileceğini göstermiştir.

TSK’ya vurulan ve yukarıda sıralanan darbeler çevremizdeki güvenlik ortamının dengesiz olduğu, bölücü terörün sürdüğü, TSK’nın Afganistan’dan Libya’ya, Kosova’dan Suriye’ye ve Irak’a dek geniş bir coğrafyada görev yaptığı bir dönemde yapılmıştır. Buna karşın TSK, aldığı görevleri üstün başarı ile yerine getirebiliyorsa bu başarılar;

  • Kuruluşundan gelen Ordu-Millet bütünleşmesi;
  • 2000 yıllık birikimden gelen yüksek disiplin ve görev anlayışı ve karşılıklı güven duygusu;
  • Askerlik mesleğinin değerlerine bağlılık;
  • Kışlaya siyaset sokulmaması;
  • Atatürk ilke ve devrimlerine geleneksel bağlılık gibi özellikler sayesinde kazanılmaktadır.

Ancak yukarıda belirtilen düzenlemelerin uzun erimde TSK’nın bu özelliklerine de zarar vereceği kesindir. Söz konusu önlemlerin derhal kaldırılması ve TSK’nın 2002 öncesindeki durumuna getirilmesi, yaşamsal bir ulusal güvenlik sorunudur.

[1] Ümit Özdağ. Kendi Ülkesinde Kuşatılan Ordu Türk Silahlı Kuvvetleri,
Kripto yayınları, İstanbul, 2013 s. 23

ADD Polatlı Şubesi Konferansımız

Dostlar,

21 Ekim 20223 günü ADD Polatlı Şubesinin çağrılı konuşmacısı idik.
Şube Başkanımız Sayın Hatice Hatipoğlu, öteden beri planlıyordu bir konferansı. Cumhuriyetimizin 100. yılına denk düştü.

Konumuz, aşağıdaki görselde de görüldüğü üzere

  • CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI” idi.

İlçe Halk Kütüphanesi salonunda, yansılar eşliğinde 2 saat süren bir sunumumuz oldu. Bu amaçla 9 saat hazırlık yaparak 69 yansı hazırlamıştık. İzleyiciler de sabır ve coşku ile, bizi 2 saat boyunca izlediler sağolsunlar.

Yansıları incelemek için lütfen tıklayınız.
Paylaşılmasını, tartışılmasını ve gereklerinin yapılmasını dileriz.
Çok ilginç ve çok üzücü olan, AKP=RTE hükümetinin Türkiye Cumhuriyetimizin 100. yılı gibi çok özel bir yıldönümünü umursamaz davranması, görmezden gelmesi ve ilgisiz kimi girişimlerle yasak savar ve çarpıtır tutumları.

Dolayısıyla Ulusumuz / Halkımız, bir anlamda açıkça hükümete karşın Cumhuriyetinin 100. yılını kutlamakta var gücüyle.

ADD Polatlı konf. Cumhuriyetimizin 100. Yılı, Ahmet Saltık, 21.10.23

Toplantıya emek verenlere ve onurlandırarak bizi çağıranlara şükranlarımızı sunarız.
Konferans facebook üzerinden eşzamanlı canlı yayınlandı.
Erişke(link) bize ulaştığında buraya ekleyeceğiz.

  • YAŞASIN CUMHURİYET!
  • YAŞASIN CUMHURİYET!
  • YAŞASIN CUMHURİYET!

diye coşku ile hep birlikte ayakta haykırdık ve kararlılığımızı vurgulayarak bitirdik :

  • YAŞATACAĞIZ!
  • YAŞATACAĞIZ!
  • YAŞATACAĞIZ!…

Sevgi ve saygı ile. 23 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
ADD Bilim Kurulu Başkan V.
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

İsrail-Filistin sorunu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

23 Ekim 2023, Cumhuriyet

Laiklik karşıtı, köktendinci, şeriatçı terör örgütü Hamas’ın, İsrail’e ve bini aşkın İsrailli sivil vatandaşa yönelik terör saldırısı, İsrail hükümetinin Gazze’deki Filistinli sivillere yönelik devlet terörüyle sonuçlandı. İsrail’in bu saldırıları sonucunda Gazze’de binlerce sivil Filistinli yaşamını yitirdi.

Önce Hamas’ın, arkasından İsrail’deki sağ görüşlü Binyamin Netanyahu hükümetinin gerçekleştirdiği katliamların, İsrail ile Filistin arasındaki olası bir barışı neredeyse olanaksız kıldığı açıktır. Hem Filistin’de hem de İsrail’de bu katliamları gerçekleştiren tarafların, İsrail ile Filistin arasında bir barışın ve uzlaşmanın gerçekleşmesini istemedikleri açıktır.
***
İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesine karşı mücadeleyi başlatan ilk örgütlerden birisi Filistin Kurtuluş Örgütü ve El-Fetih adlı siyasal partidir.
FKÖ ve El-Fetih laiklik ilkesini benimsemiş bir örgütlenmeydi.

1980’lerin sonunda, Mısır’daki laiklik karşıtı, köktendinci, şeriatçı örgüt Müslüman Kardeşlerin Filistin’deki bir uzantısı olarak, Hamas adlı örgüt kuruldu. Bu örgüt 1990’lı yıllarda birçok İsrail vatandaşına ve sivillere yönelik terör saldırıları düzenledi. Tel Aviv’de ve Kudüs’te yolcu otobüslerine yönelik intihar saldırıları bunlara ilişkin örneklerdi.

Hamas zaman zaman terör saldırılarına ara vermiş olsa da ve siyasal bir parti olduğunu iddia etse de, gerçeğin böyle olmadığı, 7 Ekim 2023 tarihindeki terör saldırılarıyla bir kere daha kanıtlandı. Hamas teröristleri, İsrail sınırları içinde, gençlerin katıldığı bir müzik festivalini ve çeşitli sivil yerleşim birimlerini bastılar ve kadın, erkek, çocuk, yaşlı ayrımı yapmadan, bini aşkın İsrailliyi katlettiler. Bu İsrail’in tarihinde, İsraillilere yönelik gerçekleşen en büyük terör saldırısı oldu.

İsrail hükümeti bunun üzerine, kendisini bir terör saldırısına karşı savunma gerekçesiyle Gazze’yi havadan bombaladı ve binlerce Filistinli sivilin ölümüne neden oldu. Bu saldırılarda yüzlerce çocuk, kadın ve yaşlı da yaşamını yitirdi.

Dünyada birçok medya organı, yaşanan olayların nesnel bir biçimde aktarılması konusunda büyük ölçüde sınıfta kaldı. ABD gibi ülkelerde medya İsraillilerin mağduriyetine odaklandı, Filistinlilerin mağduriyetine asgari düzeyde yer verdi. Türkiye gibi ülkelerde medya Filistinlilerin mağduriyetine odaklandı, Hamas’ın terör eylemlerini neredeyse görmezden geldi. Bu durum, ABD ve Türkiye gibi ülkelerde hükümetlerin ve siyasal partilerin, kamu hizmeti vermesi gereken medyayı, nasıl kontrol ettiklerini bir kez daha gösterdi.
***
İsrail’de ve Filistin’de daha çok Filistinlinin ve İsraillinin yaşamını yitirmemesi için bir an önce ateşkesin sağlanması gerekmektedir. Ancak esas olan kalıcı bir çözümdür.

İsrail ve Filistin arasındaki sorunun kalıcı olarak çözülmesi ve barışın sağlanması için, bir yandan, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İsrail’in meşru sınırlarının ve İsrail’in bir devlet olarak var olma hakkının, Hamas ve İran tarafından tanınması; Filistin’in resmi ve meşru yönetiminin ve El-Fetih partisinin bu yönde daha fazla çaba harcaması; bir yandan da, İsrail’in, işgal ettiği Filistin topraklarından, yani Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten ve işgal ettiği Suriye topraklarından, yani Golan tepelerinden çekilmesi ve bağımsız Filistin devletini tanıması gerekmektedir.

Bunların gerçekleşebilmesi için Filistin’in Hamas’tan, İsrail’in de Netanyahu hükümetinden kurtulması gerekmektedir.

İsrail’in ve Filistin’in bu kısır döngüden çıkmasını ancak, halk kitlelerinin ulaşabileceği bir bilinç düzeyi sağlayabilir. Aksi halde cehalet, dünyanın her yerinde olduğu gibi, İsrail’de ve Filistin’de de barışı tutsak alır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Demography and Public Health

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 23rd October 2023, we’ll conducted a 2 hours live lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of

Demography and Public Health

Here are the 66 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 6,1 MB)

Demography_and_Public_Health

With respect and love. 23rd October 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
LLM in Health Law
BSc in Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

AŞK ve SEVGİ İKİLEMİ ile CEHALET ÜZERİNE NOTLAR…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı

Genç dostlarımız, “Hocam, hep ileri yaşlardakiler ve yetişkinler için yazıyorsunuz. Biz gençler için de, aşk ve sevgi üzerine insanları aydınlatacak bir yazı yazabilir misiniz?” diye soruyorlar.

Denemeye çalışalım.

Aşk ve sevgi üzerine yazı yazmak; güncelliği hiç eksilmeyen, halk deyimiyle, yediden yetmişe herkesi yakından ilgilendiren çok önemli bir konudur. Üstelik bu konu, ırklardan, dinlerden, ideolojilerden ve siyasal rejimlerden bağımsız olarak her ırkı, her toplumu, kadın-erkek, siyah-beyaz, evli bekar… herkesi ilgilendirir. Çünkü evrenseldir. Kuşakların sürmesi için insanın, hatta tüm canlıların genetik yapısına çivilenmiştir.

İsterseniz Antik Çağ Grek (Yunan) filozofu Platon- Eflatun’la (M.Ö.427 347) başlayalım :

Eflatun diyor ki; biriyle genç, güzel ya da yakışıklı iken tanışmak ve ona aşık olmak ne anlama gelir? Üstelik bu aşk duygusu kalıcı mı, yoksa bir gün biter mi? Peki aşkı sevgiye dönüştürüp kalıcılaştırmak olası mı?

Yine Eflatun’a göre, insan fiziksel beden ve ruh olmak üzere iki varlıktan oluşur. Hatta insanlar, kendi bedenlerine hapsolmuş ruhlardan ibarettir.
Eğer karşı cinsin salt fiziksel bedenine aşıksanız, bu aşk kalıcı olamaz. Fiziksel beden zamanla yaşlanır ve giderek çekiciliğini yitirir. Zaten insanlar yaşlandıkça, biyolojik yasalar da biyolojik aşklara izin vermez.

Tersine, eğer karşı cinsin fiziksel bedeni yerine onun ruhuna, (isterseniz siz bunu kişiliğine- karakterine diye anlayın) aşıksanız, kalıcı aşkı, daha doğrusu tükenmez sevgiyi yakaladınız demektir. Eğer sizin ya da sevdiğinizin karakterinde bir değişme ve bozulma olmazsa sevgi ve saygı kalıcılaşır. Mutluluk sürer.

Fiziksel aşklarda sonal (final) amaç cinselliktir. Halbuki ruhsal ve derinlikli aşklarda cinsellik bir amaç değil salt araçtır. Çünkü kişi karşı cinsin bedenine değil, ruhuna, kişiliğine, yani karakterine aşık olmuştur. Ancak kalıcı sevgi için karakter ya da kişiliğe aşık olmalı ve bu aşk mutlaka iki yanlı olmalıdır. Aksi durumda evlilik bağı yürümez.

Bu arada ayrı bir ayraç açalım: Bir tümcemiz de Tanrı aşkı ya da ilahi aşkla ilgili olsun.
Tanrı ölümsüz ve Tanrısal karakter mükemmel, değişmez ve kalıcı olduğu için, Tanrı aşkının da kalıcı olduğuna inanılır.

Aşk, sevgi ve evlilik konusunda önemli ve çağdaş bir düşünür de ünlü Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’dur (M.S. 1930-2002). Bu düşünüre göre düzgün bir birliktelik ve daha kalıcı ve uzun erimli bir sevgi için ortakların (partnerlerin) şu dört konuda uyum içinde olmaları gerekir :

1- Fiziksel Sermaye (capital phisique).

Fiziksel sermaye, kadın ya da erkek, kişinin biyolojik alımlılığı yani güzelliği ve çekiciliğidir. İnsanlar birbirini fiziksel olarak beğenebilmelidir.

2- Ekonomik Sermaye (capital economique).

Birlikte yaşamak isteyenlerin ekonomik varlıkları ve mesleksel getiri ya da kazançları ortaklaşa aile yaşamı için yeterli ve bu konuda eşlerin karşılıklı düşünbirliği içinde olmalarını gerektirir.

3- Ekin (Kültür) Sermayesi (capital culturelle).

Kültür sermayesi hem insanların din, inanç, töre… gibi geleneksel alışkanlıklarını, hem dünyayı ve insansal değerleri algılama ve uygulamaya aktarma davranışlarını (yaşam paradigmasını) ve hem de başta aldıkları eğitim olmak üzere, kültürel donanım ve birikimlerini anlatır. Ekinsel (Kültürel) sermayeleri uyumsuz olanların birliktelikleri biraz zor yürür.

4- Toplumsal (Sosyal) Sermaye (capital sociale).

Bourdieu’ya göre, kişinin toplumsal sermayesi kişinin karakter yapısıdır. Onun eşi, ailesi, çalışma arkadaşları yani toplumsal çevresi ile iletişime geçerken sergilediği davranış biçimleri ve kişilik özellikleridir, karakteridir. Güvenilirlik, özgecilik, dürüstlük, centilmenlik, mertlik, iyilikseverlik… ya da tersine güvenilmezlik, bencillik, yalancılık, nobranlık, umursamazlık… vb…

Rahmetli, ünlü halk şairimiz Aşık Veysel‘e “Aşk nedir?” diye sorulunca, “Seversin, kavuşamazsın o zaman aşk olur.” demişti. Günümüzde uzaktan sevilen ve kavuşulamayan sevdalara da platonik aşk deniliyor. Bedensel olarak Tanrıya ulaşabilmek olanaklı olmadığına göre, Tanrısal (ilahi) aşkı da platonik saymak gerekir.

Kıssadan hisse                :
Biyolojik, fiziksel, bedensel aşkları doyumlu ve geçici; buna karşın, karşılıklı olmak koşuluyla, ruhlara ya da karakterlere olan aşklar ise sevgiye dönüşüp kalıcı olabilir.
Ancak insan insana ilişkilerde, hiçbir konuda hazır fomül ya da reçete yoktur.
Bilgiye, emeğe, özveriye, sabıra ve anlayışa gerek vardır.
Bu nedenle aşkın ya da sevginin hazır formülü ve reçetesi olamaz.
Zaman insanları, paradigmaları, formülleri ve reçeteleri değiştirebilir.
Aşklarınızı ve birlikteliklerinizi uzun erimli ve kalıcı bir sevgiye dönüştürebilmeniz dileğiyle.
***

EN TEHLİKELİ CEHALET HANGİSİDİR?

Hiç tartışmasız, en tehlikeli cehalet her zaman, her devirde ve her yerde dinsel cehalettir. Çünkü, gerçeklere dayanmayan, geçmişteki geleneklere, törelere ve dinsel cehalete dayalı olarak uydurulan gerçek dışı dinsel bilgiler ve kavramlar zamanla dinsel dokunulmazlık kazanarak kurumsallaşır ve dogmalaşır. Gerçek din ise bulanıklaşır ve giderek tanınmaz duruma gelir.
Ayrıca bu din dışı dinsel cehalet ürünleri; çıkarcı dinbazlar, din baronları ve iki yüzlü siyaset adamlarınca rahatlıkla dinsel sömürü aracına da dönüştürülebilir. Cahil bireyler ve cahil halklar da bu çıkarcı tiplere dindar(!) diye inanmaya başlar ve peşlerinden koştururlar.

Sonuç olarak              :
Bu vb. madrabazlıklar akıl, bilim, sağduyu ve irfan süzgecinden geçmeden kuşaktan kuşağa aktarılarak yüzyıllarca toplumun başına bela olabilirler. Eğer bir toplumda böyle bir siyasal iktidar varsa, sosyolojik açıdan cehalet iktidar olmuş demektir.
Hani “Bir deli bir kuyuya bir taş atar, fakat kırk akıllı çıkaramaz” derler; tıpkı onun gibi.

Az gelişmiş devletlerin ve özellikle İslam toplumlarının yüzyıllardır yaşamak zorunda kaldıkları kısır döngü tam da budur.

“HEKİM GÖÇÜ” Buzdağının Ucu : Sağlık Sistemi Dinci-Yabancı Sermayeye Teslim Ediliyor!

“HEKİM GÖÇÜ” Buzdağının Ucu :
Sağlık Sistemi Dinci-Yabancı Sermayeye Teslim Ediliyor!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    


AKP=RTE 
Sultanın “giderlerse gitsinler” sözlerinin en acı boyutu, Türkiye’nin geleceğini tek başına ellerinde tutan dinci – totaliter yönetimin “düzeyi” bakımındandır.

Türkiye’miz, ilkel ve çok derin bir yetkinlik sorunu ile pençeleşmektedir.

Bu talihsiz, ufuksuz – hesapsız – sorumsuz (!?) sözleri, Erdoğan, 8 Mart 2022’de etti.

Doktorların yurt dışına gitmek istemesine yönelik Erdoğan, “Gidiyorlarsa gitsinler,
buralar boş kalmaz!
” buyurdu.

Nasıl derin bir miyopluk idi bu!? 1,5 yılda yaklaşık 4375 hekimin çalışmak üzere Türkiye’yi
terk ettiğini hesaplıyorum. Bu çok ciddi bir sayı. Gidenler genellikle genç ve çok nitelikli.

Almanya’da her yıl yaklaşık yaklaşık on bin hekim mezun oluyor. Bu ülkede 38 tıp fakültesi var (36’sı devlet, 2’si özel). Yüz bin kişiye düşen hekim sayısı 420.

İngiltere’de yılda yaklaşık yedi bin hekim yetişiyor. İngiltere’de 33 tıp fakültesi var, hepsi devletin. Bu ülkede yüz bin nüfusa 281 hekim düşüyor.

ABD’de her yıl yaklaşık 19 bin hekim tıp fakültesini bitiriyor. Bu ülkede 154 tıp fakültesi var,
141’i devlet, 13’ü özel. Her yüz bin Amerikalıya 261 hekim düşüyor.

Türkiye’de halen 220 bin dolayında hekim var. 1 tıp doktoruna yaklaşık 400 nüfus düşüyor.
Sağlık Bakanlığının, kendi milletlerine hizmet vermek üzere çalışma izni verdiği başta Suriyeli hekimleri ve 10+ milyon düzensiz göçmeni dışarıda bırakıyoruz. Gerçekte 100 milyon nüfus ve
220 bini hekim ile nüfus / hekim oranı 455/1. OECD ülkeleri içinde son(lar)dayız.

Türkiye’de 2022’de 118 tıp fakültesi ve 143 program (Türkçe, İngilizce) var. Bunların 97’si devlet, 46’sı vakıf/özel tıp fakültesi. Tıp fakülteleri 61 ile yayılmış durumda. Çok tipiktir, İstanbul’da altı devlet, 21 vakıf/özel tıp fakültesi var.

Geçen yıl 15 bin hekim mezun ettik. Ortalama 40 yıl çalışma süresi ile her yıl 220 bin/40 yıl = 5500 hekim işgücü dışında kalıyor. Yönetsel görevlerde ve temel tıp bilimlerinde de önemsenecek sayıda hekim çalışmakta.

Bu yıl 50-55 milyon turist bekleniyor (60 milyar Dolar da girdi, “net gelir” değil). 50 milyon turist ortalama on gün kalsa, 500 milyon turist-gün yapar ve yaklaşık 1,5 milyon yerleşik nüfusa denktir. Ayrıca sağlık turizmi nedeniyle 2022’de hizmet alan 74 bin hasta kestiriliyor.
Resmi nüfusa, sağlık hizmeti kullanan bu ciddi sayıdaki kitleleri de katmak gerekir.

Sağlık sistemini darboğaza sokan en önemli “yüklenme” nedenlerinden biri, “sağlıklı yaşam koşullarının” ülkemizde çok ama çok gerile(til)miş olmasıdır. Başlıca nedenler Kovit-19 salgını ve AKP=RTE Sultan’ın izlediği istendik YOKSULLAŞTIRMA politikalarıdır.

Türkiye’de ağır – insanlık dışı yaşam koşulları, hızla ve çok sayıda hasta ve hastalık üretmektedir.

2022’de kişi başına hekime başvuru sayısı ortalama on oldu! Bu anormal yüksek bir sayı.
Hekimler çok yorgun, iş yükü çok ağır ve “1” hastaya ayrılan süre Sağlık Bakanlığı buyruğu ile 5-10 dakika. İki yan da doyum sağlayamıyor ve nitelikli sağlık hizmeti verilemiyor.
Başka başka ve olanaklı ise daha daha uzman hekimlere erişim çırpınışı sürüyor..

Bunlara ek, “1. Basamak”, sağlık örgütü ve hizmetleri görece daha da yetersiz; bu da istendik bir politik tercih. Oysa omurga burası ve olağan koşullarda hastaneye sevkler %10-20 arasında kalmalıdır, kalır. Sevk zinciri bilerek işletilmemektedir.

  • İnsanlar giderek, özel sağlık kuruluşlarına daha çok ve bilerek yönlendirilmektedir!

SGK zorunlu GSS kapsamında geri ödemelerini sınırlamakta, iflasla boğuşmakta; finansal yoğun bakımda!

Yaratılan cehennemde kredi kartı ile borçlanabilen, varını – yoğunu satan çaresiz insanlar dertlerine derman aramakta; Katastrofik sağlık harcaması!

Dünya Sağlık Örgütü her yıl yüz milyon insanın bu nedenle AŞIRI YOKSULLAŞTIĞINI vurguluyor. Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’i, eh, bizde de her yıl 1 milyon insanın, cepten yapmak zorunda bırakıldığı sağlık giderleri yüzünden AŞIRI YOKSULLUĞA İTİLDİĞİ öngörülebilir.

Bu kurgulu, vahşi neo-liberal/KüreselleşTİRmeci sağlık politikasının (!), Gazze’de mazlum Filistin halkına İsrail maşası ile emperyalizmin uyguladığı insanlık dışı vahşetten, özünde,
nitelik olarak bir farkı yok, salt tür farkı var.
***
Çözüm                :  

Haziran 2003’ten bu yana IMF-DB baskısıyla 20+ yıldır uygulanan ve asla milli-yerli olmayan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM tuzağının ülkeyi içine sürüklediği özelleştirme çıkmazını, batağını
muhalefet partilerinin birlikte, gündemlerine alması, kamuoyu desteği ile iktidarı “kimi ivedi düzeltimlere” zorlaması gerekiyor.

AKP = RTE Sultan iktidarı, ancak “kimi zorunlu ivedi geri adımları” atabilir.
Ötesine “mezun” değildir!

Çünkü, tarikatlar koalisyonu iktidarın temel görevi (misyonu) yerli-dinci ve yabancı kumpanyalara ulusal kaynakları aktararak ülkeye diz çöktürmek ve bu ikisinin isteği ve desteği ile Türkiye’de kalıcı bir “dinci tek adam yönetimi” (teokratik monarşi) kurmaktır.

Bu yıkımdan-zulümden kurtulmak için reçete;

Muhalefet partilerinin kendilerine gelerek,
Ulusa önderlik yaparak yeniden KUVVAYI MİLLİYE BİLİNCİ İLE halkı örgütlemeleri –
ayağa kaldırmaları ve ilk seçimde iktidara gelmeleridir.

“Giderlerse gitsinler”in sonuçları

Özdemir Aktan

T24 Haftalık Yazarı

Dr. Özdemir Aktan
ao.aktan@gmail.com,22 Ekim 2023

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Eskiden bir hekimin Avrupa ülkelerinde çalışması çok daha zor iken, şimdi, hekim gelsin diyerek kollarını açan bir Avrupa var. Durum böyle olunca da yetişmiş hekimlerimizi, üstelik de en iyilerini, hızlı bir şekilde kaybetmekteyiz. Sağlık Bakanlığı ne mi yapıyor? Benim gördüğüm kadarı ile kafasını kuma gömmüş durumda

Avrupa Birliği Başkanlığı’nı Ocak 2024’te Belçika devralacak. “İyi de bize ne bundan?” diyenler çıkacaktır. Açıklayayım.

Belçika başkanlığı devraldığında gündeme birinci madde olarak Avrupa’daki sağlık gücü (AS: sağlık insangücü) krizini yerleştirmeyi planlıyor. “Avrupa’da sağlık krizi mi varmış?” sorusunu duyar gibi oluyorum.

Avrupa sağlık sistemi zorlanıyor ve bunun en önemli nedenleri arasında da yaşlanmakta olan Avrupa nüfusunun daha çok sağlık gücüne gereksinim duyması geliyor. Daha önemli bir sorun ise sağlık sektöründe çalışanların kötü çalışma koşulları, düşük ücret ve mental / fiziksel tehditler nedeni ile başka sektörlere yönelmesi. Covid-19 pandemisi ile bu sürecin hızlandığının da altı çiziliyor.

Başka bir sorun da sağlık çalışanlarının Avrupa’daki yaş ortalaması. Çalışan hekimlerin yaş ortalaması Avrupa genelinde 55 olarak saptanmış. İtalya’da çalışan hekimlerin yüzde 60’ı 55 yaş üstündeymiş. Bu hekimlerin çok uzak olmayan bir tarihte emekli olacağı gerçeği de Avrupa’yı endişelendiriyor.

Bu görüntü karşısında tıp fakültesi ve hemşirelik öğrencisi sayısı artırılmış ama okulları bitirenlerin yaklaşık yüzde 30’u başka alanlara yönelmekteymiş.

Benzer uyarılar Dünya Sağlık Örgütü’nden de gelmekte. Avrupa Birliği bakanlar düzeyinde 2010 yılında bu konuyu gündeme almış ama o günden sonra tekrar konuşulmamış. AB Sağlık bütçesi 2021 yılında en yüksek düzeye çıkmış ama bu paranın önemli bir kısmı Covid-19 savaşına giderken sağlık çalışanları için bir pay ayrılmamış.

Avrupa hekim açığını kapatmaya çalışırken biz “giderlerse gitsinler” noktasındayız.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) yurt dışına gitmek için gerekli iyi hâl belgesi alan hekim sayısının logaritmik olarak arttığını haykırıyor ama aldıran yok.

Sağlık Bakanlığı hastanelere hekim almak için ilan veriyor, başvuran yok.

2023 için bakanlığın açtığı ilk ilanda 2.669 kişilik uzman kadrosuna sadece 39 atama yapılabilmiş. Tüm alanlarda açılan 19 binden fazla kadroya ise 6.792 hekim atanabilmiş. Bakanlık mecburen 67-72 yaş hekimlerine de çağrı yaptı.

Türkiye gibi yüksek oranda hekim yitiren bir diğer ülke de Bulgaristan. Bulgaristan’daki hekimleri Avrupa’ya çeken kendi ülkelerindekinden daha fazla gelir elde etmeleri. Ayrıca onların Avrupa’ya ulaşmaları da kolay.

Bizde ise durum farklı. Hekimleri yurt dışına gönderen nedenlerin arasında ücret önemli bir yer tutmuyor. Sağlıkta şiddet, sağlık sisteminin bozukluğu ve en önemlisi de genç hekimlerin Türkiye’den umutlarını kesip geleceği ve mutluluğu diğer ülkelerde araması çok daha etkin.

  • Eskiden bir hekimin Avrupa ülkelerinde çalışması çok daha zor iken şimdi hekim gelsin diyerek kollarını açan bir Avrupa var.
  • Durum böyle olunca da yetişmiş hekimlerimizi, üstelik de en iyilerini, hızlı bir şekilde yitirmekteyiz.

Sağlık Bakanlığı ne mi yapıyor? Benim gördüğüm kadarı ile kafasını kuma gömmüş durumda. Bilerek mi böyle davranıyor diye de sormadan edemiyorum. Bu durum kamu hastanelerini çökertirken, özel sektör gelişmeye devam ediyor. Sağlık bakanımızın da bir zincir hastane sahibi olduğunu düşününce bu davranış çok da anlamsız olmuyor.

Görmezden gelinen bir başka durum ise başta Suriyeli göçmenler olmak üzere birçok sağlık çalışanının yasal ve yasal olmayan şekilde sağlık sistemimize katılıyor olması.

  • Sağlık bakanlığı açık bulunan sağlık çalışanı problemini göçmenlerle çözmeye çalışıyorsa vay halimize!

İyi yetişmiş hekimleri Avrupa’ya gönderip açığı nasıl bir eğitim aldığı belirsiz, diplomasının gerçek olduğu bile şüpheli göçmen hekimlerle kapatmaya çalışmak anlaşılması olanaksız bir durum. Şimdi şikayet ettiğimiz sağlık ortamını ilerleyen yıllarda arayacağız galiba.
=================================
Dostlar,

Sevgili sınıf arkadaşım (Hacettepe Tıp) Prof. Aktan, son derece yakıcı bir konuyu yetkinlikle işlemiş gene. Varolsun. Türkiye’nin çok saygın gazetelerinde köşesi olsa keşke.

AKP=RTE Sultanın “giderlerse gitsinler” sözlerinin en acı boyutu, Türkiye’nin geleceğini tek başına ellerinde tutan dinci – totaliter bir yönetimin “düzeyi” bakımındandır.

Türkiye’miz böylesi ilkel anlayış ve çok derin bir yetkinlik sorunu ile pençeleşmektedir.

Bu talihsiz, ufuksuz, hesapsız, sorumsuz… sözler, Erdoğan, Kadın Muhtarlar Toplantısı’nda iken, 8 Mart 2022’de, Dünya Kadınlar Gününde edildi :

Doktorların yurt dışına gitmek istemesine yönelik Erdoğan, “Gidiyorlarsa gitsinler, buralar boş kalmaz!” dedi.

Nasıl derin bir miyopluk idi bu.. 1,5 yılda yaklaşık 4375 dolayında hekimin çalışmak üzere Türkiye’yi terk ettiğini hesaplayabiliyorum. Bu çok ciddi bir sayı.

Almanya’da her yıl yaklaşık yaklaşık 10 bin hekim mezun oluyor. Bu ülkede 38 tıp fakültesi var (36’sı devlet, 2’si özel). Yüz bin kişiye düşen hekim sayısı 420.

İngiltere’de yılda yaklaşık 7 bin hekim yetişiyor. İngiltere’de 33 tıp fakültesi var, hepsi devletin. Bu ülkede yüz bin nüfusa 281 hekim düşüyor.

ABD’de her yıl yaklaşık 19 bin hekim tıp fakültesini bitiriyor. Bu ülkede 154 tıp fakültesi var, 141’i devlet, 13’ü özel. Her yüz bin Amerikalıya 261 hekim düşüyor.

Türkiye’de halen 200 bini aşkın hekim var. 1 tıp doktoruna yaklaşık 400 nüfus düşüyor.
Sağlık Bakanlığının, kendi milletlerine hizmet vermek üzere çalışma izni verdiği başta Suriyeli hekimleri ve 10+ milyon düzensiz göçmeni dışarıda bırakıyoruz. Gerçekte 100 milyon nüfus ve 200 bini biraz aşan hekim ile nüfus / hekim oranı 500/1.

Türkiye’de 2022’de 118 tıp fakültesi ve 143 program (Türkçe, İngilizce) var. Bunların 97’si devlet, 46’sı vakıf/özel tıp fakültesi. Tıp fakülteleri 61 ile yayılmış durumda. Çok tipiktir, İstanbul’da 6 devlet, 21 vakıf/özel tıp fakültesi var. Geçen yıl 15 bin hekim mezun ettik.

Bu yıl 50-55 milyon turist bekleniyor (60 milyar Dolar da girdi, “net gelir” değil). 50 milyon turist ortalama 10 gün kalsa, 500 milyon turist-gün yapar ve yaklaşık 1,5 milyon yerleşik nüfusa karşılıktır. Ayrıca sağlık turizmi nedeniyle de 2022’de hizmet alan 74 bin hasta kestirimi var. Resmi nüfusa, sağlık hizmeti kullanan bu ciddi sayıdaki kitleleri de katmak gerekir.

En önemli “yüklenme” nedenlerinden biri, “sağlıklı yaşam koşullarınınülkemizde çok ama çok gerilemiş olmasıdır. Başlıca Kovit-19 salgını ve AKP=RTE Sultan’ın izlediği istendik YOKSULLAŞTIRMA politikaları

  • Türkiye’de ağır – insanlık dışı yaşam koşulları, hasta  ve hastalık üretmektedir.

2022’de kişi başına hekime başvuru sayısı ortalama on oldu! Bu anormal bir sayı.
Hekimler çok yorgun, iş yükü çok ağır ve 1 hastaya ayrılan süre Sağlık Bakanlığı buyruğu ile 5-10 dakika. İki yan da doyum sağlayamıyor ve nitelikli sağlık hizmeti verilemiyor. Başka başka ve olanaklı ise daha daha uzman hekimlere erişim çırpınışı sürüyor..

Bunlara ek, 1. Basamak sağlık örgütü ve hizmetleri görece daha da yetersiz.
Oysa omurga burasıdır ve olağan koşullarda hastaneye sevkler %10-20 arasında kalmalıdır.
Sevk zinciri bilerek işletilmemektedir.

  • İnsanlar giderek daha çok özel sağlık kuruluşlarına bilerek yönlendirilmektedir!

SGK da zorunlu GSS kapsamında geri ödemelerini sınırlamaktadır, iflasla boğuşmaktadır.

Yaratılan cehennemde kredi kartı ile borçlanan, varını – yoğunu satan çaresiz bırakılmış insanlar dertlerine derman aramaktadır; Katastrofik sağlık harcaması!

Dünya Sağlık Örgütü her yıl yüz milyon insanın bu nedenle AŞIRI YOKSULLAŞTIĞINI vurguluyor. Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’i. Eh, bizde de her yıl 1 milyon insanın, cepten yapmak zorunda bırakıldığı sağlık giderleri yüzünden AŞIRI YOKSULLUĞA İTİLDİĞİ kestirilebilir.

Bu kurgulu, vahşi neo-liberal/KüreselleşTİRmeci sağlık politikasının (!), Gazze’de mazlum Filistin halkına İsrail maşası ile emperyalizmin uyguladığı insanlık dışı vahşetten, özünde nitelik olarak bir farkı yoktur, tür farkı vardır..
***
Muhalefet partilerinin birlikte, Haziran 2003’ten bu yana IMF-DB baskısıyla uygulanan bu SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM tuzağının ülkeyi içine sürüklediği özelleştirme çıkmazı – batağını gündemlerine alması, kamuoyu desteği ile iktidarı “kimi ivedi düzeltimlere” zorlaması gerekiyor.

AKP = RTE Sultan iktidarı, ancak “kimi zorunlu ivedi geri adımları” atabilir. Ötesine “mezun” değildir.

Çünkü tarikatlar koalisyonu iktidarın temel görevi (misyonu) yerli-dinci ve yabancı kumpanyalara ulusal kaynakları aktararak ülkeye diz çöktürmek ve bu ikisinin desteği ile Türkiye’de kalıcı bir “teokratik monarşi” kurmaktır.

Bu yıkımdan-zulümden kurtulmak için ise muhalefet partilerinin kendilerine gelerek, Ulusa önderlik yaparak yeniden KUVVAYI MİLLİYE BİLİNCİ İLE halkı örgütlemeleri – ayağa kaldırmaları ve ilk seçimde iktidara gelmeleridir.

Sevgili Özdemir’e, bana güzelim yazısıyla bu acı çağrışımları yaptırdığı için teşekkür ederim.

Sevgi ve saygı ile. 22 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

ADD’den basın açıklaması : Ankara Milli Eğitim Müdürlüğünün Sözde Cumhuriyet Anması

BASINA ve KAMUOYUNA :

Ankara Valiliği İl Milli (!) Eğitim Müdürlüğü Cumhuriyet’in 100. yılı (nedense kutlama değil) anma programı düzenlemiş.

23 Ekim 2023 günü saat 10.00’da başlayacak, 1. maddesi Açılış, 10. maddesi “Kapanış”, 11. maddesi de “Sergi” olan programda Cumhuriyetimiz’in anlamı, değeri, nitelikleri, kazanımları, kurucuları ve ne kanlı boğuşmalar, ne olanaksız savaşlar kazanılarak, ne güçlükler, ne ihanetler, ne isyanlar aşılarak kurulduğu ile ilgili tek madde bulunmuyor.

Herhalde Büyük Atatürk 10. Yıl Nutku’nu

Türk Milleti,

Ebediyete alıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk’üm diyene!”

seslenişiyle bitirirken, 90 yıl sonra, hem de bir Cumhuriyet kurumunun, “bu büyük millet bayramını” -kutlamaya da gerek görmeyip- böyle anacağını aklının ucundan bile geçirmemiştir.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, adı “Milli Eğitim” olan bir kurumun Cumhuriyet’in 100. yılını bu programla “anma”sının, Atatürk’ü, Ulusal Bağımsızlık Savaşımız’ı ve Laik Cumhuriyetimiz’i hiç anlamamış olduğunu gösterdiğini düşünüyor, kabul edilemez buluyor, esefle kınıyoruz.

Saygılarımızla. 20 Ekim 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
             GENEL MERKEZİ
================================================

“Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Sözde Cumhuriyet Anması”

nı büyük üzüntüyle karşılıyor ve zaman varken düzeltmesini istiyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 20 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ADD Genel Merkezi Basın Açıklaması : BU KURAL TANIMAZ VAHŞET, BU İNSANLIK SUÇU KABUL EDİLEMEZ!

BASINA ve KAMUOYUNA :
BU KURAL TANIMAZ VAHŞET, BU İNSANLIK SUÇU KABUL EDİLEMEZ!

İsrail’in on yıllardır Filistin topraklarına yönelik tecavüzleri, özellikle Gazze’ye uyguladığı abluka, baskı ve yaptığı saldırılar, 17 Ekim 2023 tarihinde El Ehli Baptist Hastanesi’ni, 18 Ekim 2023 akşamı da Al-Quds Hastanesi yakınını bombalamasıyla boyut değiştirmiş, savaş ahlakı ve kurallarını hiçe sayan, çocuk, kadın, hasta ayrımı gözetmeden, Kızılay, Kızılhaç, Hastane dokunulmazlıklarını dikkate almadan aklına eseni yapan, önüne çıkanı katleden bir vahşete dönüşmüştür. Bu yapılan, haydutluk ya da terör denilerek geçiştirilemez. Bu bir kitlesel katliamdır, savaş ve insanlık suçudur.

Başta Birleşmiş Milletler ile İslam Alemi denen ülkeler olmak üzere, dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye pek meraklı Avrupa Birliği üyeleri, diğer tuzu kuru devletler ve Uluslararası kuruluşların, yaşananları adeta film gibi izlemeleri, vahşeti durdurmak için günlerdir hemen hiçbir girişimde bulunmamaları ibretliktir, insanlık adına utanç vericidir.

Hele ABD adlı, kendini dünya jandarması sayıp diğer ülkelere hukuk ve uygarlık karnesi doldurmakta beis görmeyen ülkenin, hem de bizzat başkan düzeyinde bir ziyaretle ve yüzsüzlük şahikası “Karşı taraf yaptı” açıklamasıyla bu insanlık suçuna sahip çıkarak dünyaya meydan okuması, utanç verici olmanın çok ötesinde tam bir rezalettir.

Çok uzun süredir coğrafyamızda akan kanın durmaması ve nihayet bu son vahşet, daha dün Rusya – Ukrayna Savaşı’nda Montrö’nün Karadeniz’i ve dünyayı nasıl büyük bir felaketten kurtardığının görülmesi gibi; bölgemizde ve dünyada barış ve huzur için tek yolun, Atatürkçü Düşünce Sistemi’ni esas alan Laik bir devlet düzeni ve Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesine tam bağlılık olduğunu herkese, kuşkusuz Türk siyaset kurumuna, devlet yönetimine ve halkına da göstermiş olmalıdır.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; çok geç kalınmış da olsa, Birleşmiş Milletler ve diğer Uluslararası kuruluşları bölgeyi ve dünyayı ateşe verebilecek bu kural tanımaz vahşetin, bu insanlık suçunun durdurulmasının, İsrail’in devlet olma sorumluluğu ile davranması ve BM kararlarına uymasının, ABD’nin de haddini bilmesinin sağlanması ve barışın tesisi için varlık nedenlerini anımsayıp görevlerini yapmaya davet ediyoruz.

Saygılarımızla. 19 Ekim 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
             GENEL MERKEZİ

Bakan Koca sözünü hala tutmadı: HPV aşısı ulusal aşı takvimine girmeyi bekliyor

Bakan Koca sözünü hala tutmadı:
HPV aşısı ulusal aşı takvimine girmeyi bekliyor

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın rahim ağzı kanserine karşı koruyucu HPV aşısını ulusal aşı programına alma sözünü tutması dört gözle bekleniyor.

Türkiye’de yok ama bakın hangi ülkelerde var

Türkiye’de rahim ağzı kanseri sıklığı 100 bin kadında 4,8. Ölüm oranı 100 bin kadında 2,2. Kadınlarda görülen kanserler içinde 2020’de hem yeni vaka hem de ölümler içinde 12’inci sırada yer alıyor.

Rahim ağzı kanserine karşı koruyucu HPV aşıları 132 ülkede onaylı; yalnızca kız çocuklarında 68, hem kızlarda hem erkeklerde 19 ülkede olmak üzere 87 ülkenin ulusal bağışıklama programında yer alıyor. Bunların arasında, Mozambik, Zimbabve gibi yoksul, Kosova gibi yeni, Birleşik Arap Emirlikleri gibi şeriatla yönetilen ülkeler yer alıyor.

Buna karşılık 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nde çok sayıda kanserden koruyan HPV aşısına hala ücretsiz ulaşılamıyor. Parası olan aile çocuğuna aşı yaptırıyor. HPV aşıları için toplam yaklaşık 5 bin 576 lira (dörtlü aşı) ve 7 bin 725 lira (dokuzlu aşı) ödemek gerekiyor.

Bakanın sözü

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 25 Kasım 2022’de şunları söylemişti: “Yerli üretim HPV kitinin kullanıma alınmasını sağlayacağız. Bir ayı geçmeden testimiz yerli olarak devreye girecek. HPV aşısının uygulanmasında bir çekincemiz asla yok, ancak ülkemizin sosyal gerçekliklerinden kopuk kararlar alınmasının kimseye bir faydası yok. Yaptığımız planlamaya göre yaş gruplarını ve medeni hal durumlarını dikkate alan bir plan hazırlığındayız. Belirlenen bir grupla aşılamaya başlayacağız ve kapsamını kademe kademe genişleteceğiz.”

Ancak o günden bu yana somut bir ilerleme sağlanamadı.

Prof. Dr. Ayşe Akın: T.C. maliyeti karşılayabilir

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Kadın-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ayşe Akın’la HPV aşılarının önemini konuştuk.

Akın Türkiye’de eliminasyon (hastalığın ortadan kaldırılması) programının oluşturulması için, servikal kanser taramaları ve HPV aşılamaları planlamasının çok dikkatli ve gerçekçi, uygulanabilir olarak yapılması gerektiğini söylüyor.

Aşı için ideal yaş hem kız hem de erkeklerde 11-12. Cinsel ilişki başlamadan, yani virüsle karşılaşmadan. Akın, “Bu yaşlarda aşılamayı kaçıranların aşı olmaları için en uygun yakalama yaşı 13-26 yaş ancak üst yaş sınırı yok, daha sonra da yapılabilir.” diyor.

Profesör, HPV aşısının ülkemizde 15 yaş altı kız çocuklarına ücretsiz olarak yapılması için Genişletilmiş Ulusal Bağışıklama Programı’na eklenmesi gerektiğini vurgulayıp ekliyor:

“Rahim ağzı kanseri önlenebilir ve erken tanıyla yakalanabilir. Ulusal Kanser Tarama Programı’nda bulunan rahim ağzı kanseri taraması, HPV aşısının gölgesinde kalmamalı. Sağlık merkezlerinde, kamu hastanelerinde ücretsiz olarak 30-65 yaş aralığındaki cinsel aktif kadınlara, rahim ağzı kanseri taramasına devam edilmeli. Bu yaş grubundaki kadınlar (hastalık belirtisi olmaksızın) kanser tarama programlarına rutin olarak dahil edilmeli.”

Akın’ın yaptığı hesaba göre (11.02.2021 tarihli kamu sağlık hizmetleri fiyat tarifesiyle), 30-64 yaş diliminde yaklaşık 18 milyon 348 bin kadın olduğu göz önünde bulundurulursa; HPV DNA testi, Pap smear alma işlemi ve sitoloji için toplam maliyet 2 milyar 220 milyon 108 bin lira. Buna kanser tanısı, tedavisi, sosyal yönü vs. dahil değil. 10-14 yaş aralığında 3 milyon 114 bin kız çocuğu var. Bunların aşılanmasının toplam maliyeti 5 milyar 857 milyon 260 bin lira:

“İnsani gelişme indeksi sıralamasında 189 ülke arasından 54’üncü sırada yer alan Türkiye bu tutarı karşılayabilir. Yalnızca bütçe tahsisinde politik öncelik verilmeli. Kuşkusuz sağlık hem bir insan hakkı olarak görülmeli hem de devlet önceliği buna vermeli.”

Cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyon

Aslına bakarsanız rahim ağzı (serviks) kanserinin aşıyla önlenebilmesi çok büyük bir şans. İnsanda 150’den çok HPV (human papilloma virüs) izole edildi. İnsan türüne özgü bu virüsler, cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyonları yapıyor.

HPV’nin 200’ün üzerinde çeşidi var. Yaklaşık % 75’i deride – genellikle kollar, göğüs, eller ve ayaklarda siğillere neden oluyor ve gündelik temasla da bulaşabiliyor. HPV tiplerinin kalan %25’i ise mukozal HPV tipleri olarak kabul ediliyor.

Kimi HPV türleri (yaygın olarak HPV 6 ve 11), hem erkeklerin hem de kadınların cinsel organları ve anüsü üzerinde veya çevresinde siğillere (papillomlar) neden olabiliyor. Bunlar ender olarak  kansere neden olduğu için ‘düşük riskli‘ virüsler olarak adlandırılıyor.

Kansere neden olabilenlereyse ‘yüksek riskli‘ deniyor. Dünyadaki tüm coğrafi bölgelerde servikal kanserlerin %70’inden HPV’nin 2 tipi HPV16 ve HPV18 sorumlu.

Prezervatif etkili ama yetmiyor!

Prezervatifler (kondom) HPV ye karşı bir miktar korusa da tümüyle önleyemiyor. Prezervatiflerin koruyucu olması için her cinsel ilişkide yeni bir kondomun doğru biçimde kullanılması gerekir. Öte yandan kondom, genital veya anal bölge gibi vücudun HPV ile enfekte olabilecek her bölgesini kapsamıyor.

Yine de anımsatmakta yarar var: Prezervatif kullanımı önemli. HPV’ye karşı bir miktar koruma sağlıyor ve ayrıca cinsel yolla bulaşan öbür kimi enfeksiyonları da önlüyor.

Dünya genelinde durum ne?

HPV enfeksiyonu rahim ağzı kanseri için önemli bir risk etmeni.
HPV tüm dünyada, kadınlardaki enfeksiyon ilişkili kanserlerin yarısından çoğundan sorumlu.

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’na (IARC) göre dünyada yılda yaklaşık 604 bin yeni rahim ağzı kanseri olgusu ve buna bağlı 342 bin ölüm kaydediliyor. Yani her iki dakikada bir kadın bu nedenle ölüyor. Meme, kolorektal ve akciğer kanserlerinden sonra kadınlar arasında en sık görülen dördüncü kanser bu. Yakalanan yaklaşık 100 kadından 55’i ölüyor.

DSÖ: 2030’a dek kız çocuklarının % 90’ını aşılayın

Kimi ülkelerde genç kadınlarda insidans (belirli bir nüfusta, belirli bir zaman diliminde ortaya çıkan yeni olgular) ve ölüm hızlarının arttığı gözleniyor. DSÖ’nün 2022 yılında yaptığı ‘küresel’ eylem çağrısına göre, HPV aşılanması, tarama programları ve gereken müdahalelerle rahim ağzı kanseri halk sağlığı sorunu olmaktan çıkarılabilir.

Örgüt bunun için ülkeleri, 2030 yılına dek ‘90-70-90′ formülünü yaşama geçirmeye çağırıyor.

İlk hedef, kız çocuklarının % 90’ına 15 yaşına dek HPV aşısının yapılması.

Kadınların %70’inin 35 ve 45 yaşında olmak üzere iki kez taranması, kanser öncesi lezyon ya da kanser saptananların % 90’ının da tedavi edilmesi gerekiyor.

Geç yaşta kanser tanısı alınıyor

Akın Türkiye’de bilinen vakaların çoğunun 40-59 yaşlar arasında olduğunu belirtiyor:

“Rutin erken tanı sistemi- taramanın yetersiz olması, geç kalınması sonucunda HPV enfeksiyonu ve kanser öncesi lezyonların teşhis edilmemesine neden olduğu için kadınlarda geç yaşlarda kanser tanısı konuluyor. Rahim ağzı kanseriyle mücadele özellikle de eliminasyon hedeflendiğinde belki de en önemli sorun, mevcut kayıt bildirimlerinin gerçek durumu yansıtmaması. Tarama sayısı verilerinde, kimi kadınların DSÖ’nün önerdiğinin aksine, yılda bir kez ve daha sık taramaya katılması, kimilerininse hiç katılmaması nedeniyle değerlendirmede zorluklar yaşanıyor.”

Üç kadından ikisi bir kez bile tarama yaptırmamış!

Türkiye’de rahim ağzı kanseri ulusal tarama programına göre pap smear ve HPV testleri özellikle Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezleri’nde (KETEM) uygulanıyor. Tarama, 30-65 yaş kadınlarda beş yılda bir yapılıyor. Primer test HPV-DNA testi. HPV negatif olgular, beş yıl sonra tekrar taramaya çağrılıyor.

Kaldı ki bu testler vulva (dış genital organ), penis, anüs veya boğazda yüksek riskli HPV’yi saptayamıyor. Bu bölgelerdeki HPV’nin herhangi bir belirtisi yok. Ancak kansere dönüşürse, kimi belirtiler görülebiliyor.

Öte yandan 2019’da üç kadından ikisi (%61) yaşamında bir kez bile rahim ağzı kanseri taraması yaptırmamış. Özellikle toplumun dezavantajlı kesimlerinin sağlık hizmetlerine, taramalara ve maliyeti yüksek olan HPV aşılarına ulaşımı olanaklı değil. Bu da sağlıktaki eşitsizlikleri artırıyor.

Risk kadınlarla sınırlı değil

  • HPV erkek sağlığını da yakından ilgilendiriyor!

Türkiye’nin gündemine bir türlü gelemese de erkeklere de bağışıklama öneriliyor.
ABD, Kanada, Avustralya erkek çocuklarına da aşı öneren ülkeler arasında yer alıyor.

Prof. Akın, “Yerleştikleri alana göre, rahim ağzı kanseri, vulva kanseri, vajinal kanser, penis kanseri, anal kanser, ağız ve boğaz kanserine neden olabilirler. Dilin tabanı ve bademcikler de dahil olmak üzere boğazın arkasında bulunan kanserlerin çoğu bu tür HPV ile ilişkili. Bunlar erkeklerde en yaygın HPV ile ilişkili kanserler” diyor.

Akın düşük ve düşük-orta gelirli ülkelerde her iki cinsiyette de bu enfeksiyonun önemli bir sorun olduğunu vurguluyor: “Buralarda taramalar sınırlı, HPV enfeksiyon sıklığı çok, erken yaşta cinsel ilişki, HIV ile ko-enfeksiyon (ikinci enfeksiyon), yoksulluk, eğitimsizlik ve tütün kullanımı gibi hazırlayıcı etmenler çok.”

  • Yılda 69 binden çok erkek HPV’ye bağlı kanserden ölüyor!

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı-IARC’a göre, 2018’de kestirimle 69 bin 400 erkekteki kanser HPV enfeksiyonlarına bağlı gelişti. HPV erkeklerde penis kanserine yol açabiliyor. Erkeklerde genital HPV enfeksiyonunun yaygınlığına ilişkin 1995-2022 arasında yayınlanan çalışmalarıyla ilgili bir meta analiz, yaklaşık %31’inin bir HPV türüyle, %21’inin ise yüksek riskli türlerle enfekte olduğunu gösteriyor. HPV prevalansı genç yetişkinlerde, özellikle de 25-29 yaş diliminde yüksek.

  • HPV aynı zamanda cinsel ilişki şekliyle ilişkili olarak
    ağız, baş ve boyun, anüs kanserlerine de neden olabiliyor.

Cinsel eğitim koşul

Prof. Akın, okul çağında – örgün eğitimde  bu konuda sağlığı  koruyucu eğitimler verilmesinin önemine de dikkat çekiyor:

“Bu çocukları ileride kanser olmaktan koruyacak. HPV aşısının ulusal bağışıklama programına eklenmesinin ve taramalara toplum katılımının artırılmasının yanında, cinsel sağlık bilgilerinin yaşa uygun biçimde okul öncesi dönemden başlayarak örgün eğitim müfredatına katılması özel önem taşıyor. Türkiye’de, üreme sağlığı ile ilgili biyolojik büyüme ve gelişme, anatomi ve fizyolojiyle ilgili kimi konular müfredatta yer alsa da ayrı bir ders olarak, kapsamlı, yaşa ve kültüre uygun bir cinsel sağlık eğitimi ilkokul, ortaokul ve lise müfredatında bulunmalı. Bu konuda sistem, politik bakış açısından kaynaklanan ya da başka her ne engel varsa kaldırılmalı.”

Prof. Akın söyleşimizin sonunda şu önemli anımsatmayı yapıyor:

  • “Kanserden değil geç kalmaktan korkun.”

İlham veren HPV aşısı mücadelesi
Bakan Koca: HPV aşısını uygulamaya başlayacağız
Prof. Baykal: Dünyada ada gibiyiz, Türkiye’de HPV aşısı olan kadın sayısı çok az
Mahkeme’den HPV aşısı kararı: Aşı ücreti SGK tarafından iade edilecek
İlaç zammı sonrası üç doz HPV aşısı 3 bin lira oldu
DSÖ: Tek doz HPV aşısı kanseri önlemek için yeterli
Mahkeme’den HPV aşısında ‘bedel iadesi’ kararı
Türk Eczacıları Birliği: HPV aşısı çocukluk çağı aşılama takvimine dahil edilsin
HPV aşısı yaptıranlara ömür boyu tek smear testi yetebilir
Rahim ağzı kanserine karşı ’90-70-90′ formülü
Bilirkişi de ‘HPV aşısı tıbben gerekli’ dedi
Kılıçdaroğlu: İktidara geldiğimizde HPV aşısı ücretsiz olacak
HPV aşısı, rahim ağzı kanserini yüzde 90’a yakın önlüyor
TTB: HPV aşısı takvime eklenip ücretsiz olsun
HPV aşısı için kanun teklifi: Ücretsiz olsun
HPV aşısı için burs kampanyası: Devlete yapması gerekeni gösteriyoruz
Kadınların hayatını kurtaracak aşı sigorta kapsamında değil: Gerekçe ekonomik