Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Yapay zekâ, başa bela

Dostlar

9 Mart 2024 günü web sitemizde yayınladığımız, hesaplarımızda paylaştığımız  bu yazıyı,
31 Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından, “güncel durum” nedeniyle, bir kez daha paylaşmayı uygun bulduk..
Saygın ve yetenekli – yaratıcı yazarını bir kez kutluyoruz.

Bunları yazarken “Tutar Silker” yanımdaydı (!).
Bana tokat falan atmadı!!
Ulusun kahreden tokadı, hak edenlerin suratında patladı..
Bu daha başlangıç..
Adam olmaz ve böyle devam ederlerse daha neler var neler…

Sevgi ve saygı ile. 02 Nisan 2024

Dr. Ahmet SALTIK
==================================================

Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com

Sorgularda yorulan işkence memurlarına yardımcı olmak amacıyla üretilmişti. Mikronezya Merkez Karakolu’nda çok işe yarayacaktı.

Armağan robot Ulu Çoban Makropiç’in pek hoşuna gitti. Tutar Silker’i karakola atmadan önce birkaç gün bizzat kullanmaya karar verdi.

Betonit Saray’da hemen bir Ekonomik Çobanlık Zirvesi yapılmasına hükmetti. Merkez Pastanesi tamtakır demek bizzat Muktedir Makropiç tarafından yasaklandığı için zirveye katılanlar sorunu Merkez TT diye adlandırmak; Mikronezya para birimi Mikropiye’nin hızla değer kaybını da özgürlüğü çağrıştıran “serbest düşüş” olarak anmakla yükümlüydüler.

Beklenen gün geldi, az sayıda yozdaş yandaşın katıldığı zirveye Ulu Çoban da yanında robot Tutar Silker’le giriş yaptı.

Tabiidir ki önce Merkez Pastanesi yeni müdürü İhtiram Beşbasar’ı sorguladı: “Merkez niye TT?”

İhtiram Beşbasar, Ulu Çobanım, emeklilere pudra şekeri yetiştiremiyoruz…” diyordu ki robot Tutar Silker yanında bitip adamın suratına okkalı bir tokat patlattı.

Makropiç, ikinci soruyu istihbarat sözcüsü Efraim Gordo’ya yöneltti: “Mikropiye’nin serbest düşüşünü önleyecek kakao yardımı nerede? Hani gönderecekti senin Amerika?”

Efraim Gordo tam “Gemi yolda Ulu Çoban’ım bugün yarın…” diyordu ki o da Tutar Silker’in tokadıyla koltuktan uçtu.

Muktedir Makropiç, robotun yozdaşlarına attığı dayaktan hoşnuttu.

“Ulan aranızdaki tek diplomalı ekonomist benim, sözümü dinleseniz yeter…” diye gürledi

ve Tutar Silker’den yediği iki tokatla yere düştü.

Robotun akıbeti bilinmiyor.

EGEMENLİK ULUSUNDUR

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Büyük devrimci Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşını başlatırken, savaşın siyasal hedefini “Ulusal egemenliğe dayalı ve tam bağımsız yeni bir devlet kurmak” olarak saptamıştı. Bu nedenle Kurtuluş Savaşımız eşzamanlı iki savaşım (mücadele) biçiminde olmuştur:

  1. Tam bağımsızlığın ön koşulu olan yurdun işgallerden kurtarılması için askeri savaşım,
  2. Egemenliği Osmanlı hanedanından alıp ulusa vermek için siyasal savaşım.

Askeri savaşım, “iç hat manevrası” denilen bir strateji ile ve evrelerle yapılmıştır. Önce Doğu Anadolu’da Emeni işgaline son verilmiş, Güney cephesindeki Kuvayı Milliye direnişi Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti’nin (ARMHC) Temsil Kurulunun yönetiminde deneyimli komutanlar eliyle yürütülmüştür. Doğu ve güney cepheleri güven altına alındıktan sonra tüm ağırlık kesin sonucun alınacağı Batı cephesine verilmiştir.

Batı cephesinde ise ilk evrede Kuvayı Milliye direnişi ile zaman kazanırken düzenli bir ordu kurulmuştur. 2. evrede 1921 başından başlayarak Sakarya’ya dek (Eylül 1921) düzenli ordu ile stratejik savunma yaparak düşmanın saldırı (taarruz) gücü tüketilmiş, son evrede Ağustos 1922’de stratejik saldırı (taarruz) aşamasına geçilerek kesin utku (zafer) elde edilmiştir. Utkunun siyasal sonucu olan tam bağımsızlık, Lozan’da diplomatik olarak da kazanılmıştır.

Siyasal Savaşım

Kurtuluş Savaşının siyasal hedefi egemenliğin Osmanlı hanedanından alınıp ulusa verilmesidir.

EGEMENLİK: Bir devlette kuralları koyma ve gerektiğinde zor kullanarak uygula(t)ma yetkisidir. Egemenlik, içeride zor kullanma yetkisi tekeline sahip olmak, dışarıya karşı da tam bağımsız olmak demektir. Egemenlik bölünemez, paylaşılamaz, devredilemez. hiçbir zümreye veya sınıfa bırakılamaz (AY md.6).

Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan beri egemenlik yetkisini ulus değil, Osmanlı hanedanı kullanmakta idi. Bu durum Atatürk’ün çağdaş devlet tasarımına uymuyordu. Egemenliğin ulusa devredilmesi süreci de askeri savaşım gibi evrelere ayrılarak yürütülmüştür. İlk atılım 22 Haziran 1919’da bir başkaldırı bildirisi olan Amasya Bildirgesidir. Bu Bildirge ile artık padişah hükûmetine güvenilmediği ve ulusun kendi yazgısını kendisinin belirleyeceği duyurulmuştur.

İşgale karşı yerel Kuvayı Millîye kongrelerinin kurulması egemenliğin ulusa geçmesinin sonraki adımıdır. Ordusuz bırakılmış ulus, yurt çapında toplam 1396 kişinin katıldığı 30 kuvvayı milliye kongresi ile örgütlenerek[1] 100 000 kişilik silahlı güç oluşturmuştur. Bu, ulusun yazgısını eylemli olarak kendi eline alması demektir ve ulusal egemenliğe doğru önemli bir atılımdır.

Yerel kongrelerin en önemlisi 23 Temmuz 7 Ağustos 1919 tarihleri arasındaki Erzurum kongresidir. Bu kongrede Kuvayı Millîyeyi etken, ulusal istenci (milli iradeyi) egemen kılma kararı alınmıştır.

Sonraki evre ulusal kongre evresidir. 4- 11 Eylül 1919 arasındaki Sivas kongresinde tüm yerel kongreler Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adı altında birleştirilmiş ve Mutafa Kemal’in başkanlığında Temsil Kurulu oluşturulmuştur.

Bu tarihten sonra Anadolu ve Trakya’da egemenliği Padişah değil, ulusun temsilcilerinden oluşan Sivas kongresinin verdiği yetki ile yürütme erkine sahip ARMHC Temsil Kurulu (Heyet-i Temsiliye) kullanmaktadır.

TBMM:

Egemenliğin ulusa geçmesinde en önemli adım 104 yıl önce 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasası olan 1876 anayasası ile “meşruti (anayasa ile koşullara bağlı) monarşi” sistemi getirilmişti. İki kanatlı bir Osmanlı Meclisi vardı ama son söz yine padişahındı. Meclisin çıkardığı yasaları padişah onaylardı Meclis padişahı (yürütmeyi) denetleyemezdi. Padişah kutsal ve sorumsuzdu (1876 AY md.5). Padişahın meclisi kapatma yetkisi vardı. Kısaca padişah meclisin üzerinde idi.

1876’da açılıp 1877’de Abdülhamit tarafından kapatılan Osmanlı Meclisi, 1908 devrimi ile yeniden açılmış, 30 Ekim 1918 Mondros ateşkesinden sonra 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından kapatılmıştı. Mustafa Kemal kurtuluş savaşını başlattığında ortada bir meclis yoktur. Oysa büyük devrimci, kurtuluş savaşının yönetimini tek başına değil, bir meclisin denetimi altında yapmak istemekteydi.

Sivas Kongresinden sonra 20-22 Ekim 1919’da Mustafa Kemal Paşa, Amasya’da Osmanlı Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Salih Paşa ile buluşmasında meclisin İstanbul’da, bu olanaklı olmazsa Ankara’da açılmasını Osmanlı hükümet temsilcisine kabul ettirmiştir. Mustafa Kemal’in 16 Kasım 1919’da Sivas’ta yaptığı komutanlar toplantısında meclisin İstanbul’da toplanmasına ve milletvekillerinin İstanbul’a gitmeden önce ulusal savaşım konusunda bilgilendirilmelerine karar verilmiştir.  Son Osmanlı Meclisi Amasya kararı gereği 12 Ocak 1919’da İstanbul’da açıldı.

Kuvayı Milliyecilerin ağırlıklı olduğu son Osmanlı Meclisi, 28 Ocak 1919’da gizli toplantısında kurtuluş savaşının siyasal hedefini tanımlayan Misakı Milli’yi kabul etti ve 17 Şubat 1919’da tüm dünyaya duyurdu. İşgalci İtilaf devletlerinin Misakı Milli duyurusuna tepkisi 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali oldu. Amaç Padişaha Sevr anlaşmasını kabul ettirmekti. İşgalci İngilizler aynı gün Meclisi basarak Misak-ı Milli’yi kabul eden 11 milletvekilini Malta’ya sürgüne gönderdiler. Bunlar arasında Mustafa Kemal’in önceden uyarısına karşın Ankara’ya gitmeyen temsil kurulu üyeleri Rauf Orbay ve Kara Vasıf da vardı.

İşgalden iki gün sonra (18 Mart) Meclis, “Güvenli bir ortamda görev yapma olasılığının doğmasına kadar dek görüşmelerinin ertelenmesine” karar verdi ve 11 Nisan 1920’de son Padişah Vahdettin tarafından kapatıldı. İstanbul’daki meclisin basılması ve kapanması Mustafa Kemal’e Ankara’da yeni bir meclisi açmak için beklediği fırsatı vermişti. Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal, İstanbul’un işgalinden üç gün sonra 19 Mart’ta yayınladığı genelgede memleket işlerini idare etmek ve denetlemek üzere Ankara’da fevkalade selahiyeti haiz(olağanüstü yetkilere sahip) bir meclisin açılacağını ve bunun için yapılacak seçimlerin ilkelerini duyurdu[2].

Olağanüstü yetkilere sahip meclis” betimlemesi, anayasa hukukunda, yeni bir anayasa yapmaya yetkili asli kurucu iktidar anlamına geliyordu. Bu da yeni bir devletin kurulması demekti. Mustafa Kemal Ankara’da yeni bir meclis açılmasını istemişti ama Ankara’da toplantıların yapılabileceği bir bina bile yoktu. İttihat ve Terakki Kulübü için yapılmakta olan bir binanın yapımı hızlandırıldı. Yapım aşamasındaki bir ilkokulun çatı kiremitleri buraya aktarıldı, yakındaki kahvehanelerden gaz lambaları getirtildi ve hızla bitirilen bina sade biçimde döşenerek toplantı için uygun duruma getirildi. TBMM, Mustafa Kemal’in 19 Mart genelgesine göre yapılan seçimde seçilen milletvekilleri ile 23 Nisan 1920 Cuma gönü açıldı. TBMM’nin açılışı Mustafa Kemal’in yayınladığı izlenceye göre, dinsel ağırlıklı bir törenle oldu.

TBMM’nin 23 Nisan 1920 tarih ve 1 sayılı kararı ile kapanan Osmanlı meclisinin üyelerinin de TBMM’de milletvekili olmaları kabul edildi. Böylece ilk TBMM üyeleri iki gruptan oluşuyordu:

  1. Mustafa Kemal’in 19 Mart genelgesine göre yapılan seçimlerle gelenler, (1. Grup)
  2. Son Osmanlı Meclisi üyelerinden Ankara’ya gelebilenler. (2. Grup)

23 Nisan 1920 Cuma günü ilk toplantısını yapan TBMM’deki milletvekillerinin mesleklerine göre dağılımı şöyledir:

115 memur, emekli,
61 sarıklı hoca,
51 komutan, subay,
46 çiftçi,
37 tüccar,
29 avukat,
15 doktor,
10 aşiret reisi, ağa,
8 tarikat şeyhi,
6 gazeteci,
2 mühendis[3]

Görüldüğü gibi ilk TBMM’de toplumun tüm kesimleri temsil edilmektedir. Mustafa Kemal, 24 Nisan’da TBMM’de yaptığı konuşmada yeni meclisin işlevlerini ve yeni yönetim biçiminin ilkelerini açıkladı. Mustafa Kemal’in 24 Nisan konuşmasında belirttiği geçici anayasa niteliğindeki ilkeler TBMM genel kurulunda oylanarak kabul edildi. Buna göre:

  1. Hükümet kurmak zorunludur.
  2. Geçici de olsa bir hükümet başkanı tanımak uygun değildir.
  3. Ulusal istencin (milli iradenin) temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
  4. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde hiçbir orun (makam) yoktur.
    (Padişah dahil C.D.)
  5. Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır.
  6. Meclisten seçilecek bir kurul meclisin vekili olarak hükümet işlerini görür. Meclis başkanı,
    bu kurulun da başkanıdır. Kurul üyeleri ve başkanı meclise karşı tam sorumludur.
  7. Padişah ve halife, altında bulunduğu baskıdan kurtulduktan sonra meclisin düzenleyeceği yasa içinde durumunu alacaktır.[4]

1921 anayasasına temel oluşturan bu ilkeler, egemenliğin eylemli olarak ve hukukça (hukuken) ulusa geçmiş olduğunu ve TBMM tarafından kullanıldığını göstermekte ve TBMM’yi yeni devletin en üstün kurumu yapmaktadır. 1876 anayasasında öngörülen padişahın (yürütmenin) meclise (yasamaya) karşı üstünlüğü yerline meclisin (yasamanın) yürütme üzerinde üstünlüğü ilkesi getirilmiştir. Sorumsuz padişahtan meclise karşı sorumlu hükümete geçilmiştir. Bu şekli ile adı 29 Ekim 1923’te konulacak olsa da, yeni devlet demokratik bir cumhuriyet olarak kurulmuştur. 24 Nisan’daki (1923) konuşmasının ardından yapılan seçimde Mustafa Kemal, oybirliği ile meclis başkanlığına seçildi (39 yaşında idi).

Mustafa kemal TBMM’nin açılışından bir gün önce (22 Nisan’da) tüm yurda yayınladığı bir bildiri ile “Meclisin açılışından sonra bütün sivil ve askeri makamların ve bütün ulusun başvuracağı en yüce makamın TBMM olacağını” bildirmiştir.[5] TBMM açıldığında Güneyde Fransız işgali, Batı’da ve Trakya’da Yunan işgali sürerken, işgalcilerle padişahın işbirliği ile yurdun pek çok yerinde ulusal direniş ve kuvayı milliyeye karşı ayaklanmalar sürmekte idi. Ayaklanmacılar Ankara’yı tehdit ediyordu. Mondros’ta teslim edilen ordunun yerine henüz yeni bir ordu kurulamamıştı. Ulus büyük savaştan yorgun çıkmış, yoksulluk, bilgisizlik, geri kalmışlık ve hastalıklar yaygındı. Bu koşullarda bile Mustafa Kemal’in ulusa güveni tamdı.

Yasama ve yürütmeyi tek elde toplamayı zorunlu kılan bu zor koşullarda Mustafa Kemal tüm yetkileri kendisinde değil, kendisinin de sorumlu olduğu TBMM’de toplamıştır (Meclis hükümeti sistemi). Mustafa Kemal’in 24 Nisan’da açıkladığı ve meclisçe kabul ilkelere göre 2 Mayıs 1920’de yeni devletin ilk hükümeti, aynı zamanda meclis başkanı da olan Mustafa Kemal’in başkanlığında kuruldu. İlk hükümette Milli Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Paşa, hükümet üyesi olan Genelkurmay Başkanı (bakanı) Albay İsmet İnönü İdi.[6]

Demokratik Meclis:

İlk TBMM yukarıda belirtilen ağır savaş koşullarında bir yandan yasama işlevini yerine getirirken aynı zamanda kendi içinden seçtiği yürütme organını (icra vekilleri heyeti) etkili olarak denetlemiştir. 5 Eylül 1920’de kabul edilen Nisabı Müzakere Kanunu (Görüşme Yeter Sayısı Yasası) Büyük Millet Meclisi’nin halifelik ve saltanatın, yurt ve ulusun kurtuluşuna dek aralıksız toplanmasını öngörmüştür. Buna göre 23 Nisan 1920’den, 2. Meclisin göreve başladığı 11 Ağustos 1923’e dek hemen her gün genel kurul yapılmış; 625 soru önergesi, 76 gensoru verilmiş, 338 yasa çıkartılmıştır. Günde ortalama 24 milletvekili söz alıp konuşmuştur. [7]

29 Kasım 1920 tarihli İstiklal Madalyası Yasası, ile 1. Meclis üyelerine yeşil şeritli istiklal madalyası verilmiştir.

Değerlendirme ve Sonuç

Kurtuluş savaşımızın siyasal hedefi olan egemenliğin Osmanlı hanedanından ulusa geçmesi büyük devrimci ve strateji ustası Mustafa Kemal’in önderliğinde adım adım gerçekleşmiştir. TBMM’nin açılması ve yeni bir anayasanın yapılması ile Osmanlı imparatorluğu tarihe karışmış, ulusal egemenliğe dayalı yeni bir devlet kurulmuştur. 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılırken, Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’un işgal edildiği 16 Mart 1920’den başlayarak varlığını yitirmiş olduğuna karar verilmiştir.

Mustafa Kemal’in 24 Nisan 1920 konuşmasında koyduğu ve 1921 anayasasına temel oluşturan ilkelerle, 1876 anayasasında öngörülen padişahın üstün olduğu sistem yerine meclisin üstün olduğu sisteme geçilmiştir. 1876 anayasası ile 1921 anayasası karşılaştırıldığında siyasal devrimin büyüklüğü ve önemi daha net görülmektedir.

Kurulan yeni devlet zamanın koşullarının çok ötesinde demokratik bir işleyişe sahiptir. Halkın seçilmiş temsilcilerinden oluşan TBMM ağır savaş koşullarına karşın, kendi içinden seçtiği yürütme organını etkili biçimde denetlemiştir. Görünürde yasama ve yürütme erkleri tek elde toplanmakla birlikte (erkler birliği), yasamanın yürütmeyi etkili denetimi dikkate alındığında sistem demokrasinin gereği olan “erkler ayrılığı” sistemi gibi işlemiştir. Mustafa Kemal, o günkü ağır koşullarda tüm yetkileri kendisinde toplayan bir hükümet sistemi oluşturabilirdi. Böyle yapmamış, tüm yetkileri kendisinin de sorumlu olduğu mecliste toplamıştır. Ulusa geçen egemenlik, TBMM tarafından kullanılmıştır. Mustafa Kemal’in 22 Nisan 1920 bildirisine göre yeni devlette en yüce orun TBMM’dir.

Anayasamızdaki Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur (Md.6) hükmü, yukarıda aktarılan sürecin sonucudur. Ulusa ait olan egemenlik yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanılır. Bu organlar egemenliğin sahibi değil, anayasaya göre Ulusun egemenliğini kullanmasında araçtırlar. Cumhuriyetimizin temelinde TBMM’nin en üstün kurum olduğu ve yürütmeyi etkili olarak denetlediği demokratik bir yönetim sistemi bulunmaktadır.

2017 anayasa değişikliği ile bir yandan Yürütme güçlendirilip sorumsuz / hesap sorulamayan tek kişiye bırakılırken, öte yandan TBMM’nin yürütmeyi denetleme işlevinin zayıflatılması, 100 yıl önce konulan çağdaş ilkeleri yok sayıp, 150 yıl geriye 1876 anayasasındaki “anayasal monarşi” sistemine dönüştür. Karşı devrimin bir parçasıdır.

[1] Bülent Tanör, Kurtuluş Kuruluş. Cumhuriyet Kitapları, İstanbul,2017, s.62
[2] M.K. Atatürk, Nutuk, Türk Tarrih Kurumu Yayını, Ankara, 1981, s.306
[3] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 2. cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1964, s.363
[4] Enver Behnan Şapolyo, Türk İnkılap Tarihi Notları, Kara Harp Okulu Yayını, Ankara, 1949, s.164
[5] Atatürk, a.g.e. s.314
[6] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 2, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987, s.255
[7] Tanör, a.g.e. s.120

Mustafa AYDINLI şiiri : GÜNÜ ANLATMAK İSTERİM

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Halk ozanı

 

GÜNÜ ANLATMAK İSTERİM

Bugün ile geleceği 
Dünü anlatmak isterim
Tüm ülkenin güleceği
Günü anlatmak isterim
***
Güneşi, yıldızı, ayı
Mutluluktan düşen payı
Üreten fındığı, çayı
Seni anlatmak isterim
***
Geçim olmadan şaşarız
Her gün bir derde düşeriz
Hür doğar, köle yaşarız
Bunu anlatmak isterim
***
Milyonlarca yorgun beden
Bir gün rahat görmez neden?
Kurtuluşa doğru giden
Yönü anlatmak isterim
***
Aydınlı çile bitecek
Her yerde baca tütecek
Akşamları tok yatacak
Sonu anlatmak isterim

 

MEDICAL WASTE MANAGEMENT

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 29th March 2024, we conducted a 1 hour lecture on zoom for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a title / topic of

MEDICAL WASTE MANAGEMENT

Here are the 35 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 3,3 MB)

Medical Waste Management

In conclusion                               :

  • The management of medical waste is a critical aspect of healthcare that ensures the
    safety of patients, healthcare workers, and the environment.
  • Through this lecture, you have gained a comprehensive understanding of the types, risks, and proper handling of medical waste.
  • You have learned about the importance of segregation, treatment, and disposal methods, and the application of these practices in real-world scenarios.
  • As future medical professionals, you are now equipped with the knowledge and skills necessary
    to contribute to
    effective medical waste management and uphold the highest standards of public health and environmental stewardship.
  • This lecture serves as a foundation upon which students can build as they continue their education and enter professional practice, always mindful of the impact of medical waste on health and the environment.

With respect and love. 01th April 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BA, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM in Health Law
BA in Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X @profsaltik

31 MART 2024 SEÇİMLERİ NELERİN İŞARETİ?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

TOPLUMDAN SİYASAL İKTİDARA, “MİLLİ İRADE” ANITSATMASI ve SİYASAL SARI KARTLI “BİR NİSAN” ŞAKASI!…

Ayrıştırmayıp birleştirenler kazandı.

Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK de

  • Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR.

diyerek, ulusu ayrıştırarak değil, birleştirerek kazanmıştı…

TÜRK TOPLUMU:
– Ulusal (milli) istencin (iradenin) tartışılmazlığına,
– Halifelik ve saltanat devrinin kesinkes kapandığına,
– Ekmeğine, özgürlüğüne, yaşam biçimine,
– Laikliğe, demokrasiye, dinbazlık yapanlara,
– Atatürk’e, çoğulculuk içinde kalarak ulusal birliğe,
– Akıl ve bilim temelli ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASINA,
– Toplumsal cinsiyet (gender) eşitliğine,
– Evrensel, çağdaş uygarlık anlayışına,
– Hukukun üstünlüğüne, adalete, insan haklarına,
– Üretim odaklı ve adil paylaşıma dayalı ekonomik düzene

GÜÇLÜ BİR BİÇİMDE SAHİP ÇIKTI..

Sosyolojik olarak feodal, tarımsal, dogmatik ve teokratik (dinci) değerlerle; demokratik bilgi toplumunu, akıl-bilim ve kent kültürünün eğittiği çağdaş bireyleri yönetme dönemi önemini yitirdi.
***
DİKTATÖRLÜK NEDİR?

Vatandaş, “Hocam diktatörlük nedir?” diye soruyor.
Çok özet olarak şunlar söylenebilir :

Hakkı yenilenin hak aramaktan korktuğu;
işsiz ve aç insanların ekmek isteme haklarının olmadığı,
siyasal düşünce suçluların hapishaneleri doldurduğu,
salt muktedir olanların düşüncelerinin doğru kabul edildiği,
sendikal ve siyasal örgütlenmelerin basķı altında tutulduğu,
sarı sendikacılığın özendirildiği,
tüm basın kuruluşlarının iktidar yanlısı olmaya zorlandığı,
bol bol ırkçılık, dincilik, vatan, ezan ve bayrak propagandasının yapıldığı,
çoğulculuk, özgürlük, barış ve demokrasiden öcü olarak söz edildiği,
aklın ve bilimin eğitimden iyice dışlandığı,
eğitim sisteminin militanlaştırıldığı,
her türlü din vicdan özgürlüğü ve evrensel insan haklarının askıya alındığı;
yasama, yürütme ve yargı erkinin tek kişide toplandığı,
yürütme erkinin başındaki kişinin hiçbir ahlak, hukuk, adalet, anayasal ve yasal sınırlamaya bağlı olmadığı,
yönetenlerin asla hesap vermediği ve hesap sorulamadığı.
toplumun, militarizme benzer polis devleti yöntemleriyle basķılandığı ve korkutulduğu siyasal rejimlere;

DİKTATÖRLÜK REJİMİ denir!…. (01 Nisan 2024)

Türkiye HPV aşısı için zaman yitiriyor

Dostlar,

HPV aşısı ülkemizde hala olağan (rutin) aşı programına katıl(a)madı.
Meteliğe takla atan AKP=RTE iktidarı (kendim ettim, kendim buldum!), bu temel koruyucu Halk Sağlığı hizmetinden insanlarımızı yoksun bırakıyor.. 6 milyonu aşkın emeklinin on bin TL/ay mutlak yoksulluğa mahkum edilmesi gibi.. Apaçık ve sefil bir siyasal tercih ürünü bu politika!

Kısa süre önce bir basın organına soruları üzerine demeç vermiştik (VOA Türkçe ve Yıldız Yazıcıoğlu, 02 Şubat 2024). Aşağıdaki başlık tıklanarak okunabilir..

HPV aşısı kanserden koruyucudur ve haktır

***

  • Türk Tabipleri Birliği (TTB), Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER), Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği (KLİMUD), HPV aşısını 137 ülkenin ulusal bağışıklama programına aldığını anımsatarak, ‘Türkiye’nin de daha çok zaman yitirmemesi gerektiğini’ söyledi.

Ortak yazılı açıklama yapan birlik ve dernekler, HPV’ye bağlı hastalıklarla mücadele (savaşım) ve korunma için en etkili yolun aşılanma olduğunu yineledi. Açıklamada, HPV aşısının ulusal sağlık sistemince ücretsiz sunulmasının temel insan haklarından ‘sağlık hakkı‘nın gereği olduğunu vurgulandı. En azından başlangıç için 12 ve 13 yaşına gelmiş tüm kız çocuklarına iki doz dokuz değerlikli HPV aşısının ücretsiz olarak uygulanmasına başlanması, sonrasında tüm kız çocuklarının 12 yaşına geldiklerinde aşılanmasıyla bağışıklamanın sürdürülmesi önerildi.

DSÖ tüm ülkelere aşıyı öneriyor

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2018’de ilk elimine edilecek (yok edilecek) kanser türünün rahim ağzı kanseri olabileceğini duyurmuş ve 2020’de Rahim Ağzı Kanseri Eliminasyon Programı’nı başlatmıştı. Bu programa göre rahim ağzı kanseriyle tek tek değil küresel bir savaşıma gerek var. Örgüt, tüm ülkelere uygun tarama programları ve HPV aşılamasını öneriyor. Bu Programın gerçekleşmesi durumunda 2030’da tüm dünyada 15 yaşına gelmiş kız çocuklarının % 90’ı HPV aşısını yaptırmış, 35-45 yaş arasındaki kadınların % 70’i duyarlığı yüksek bir testle taranmış ve rahim ağzı kanseri tanısı almış kadınların %90’ı tedaviye (sağaltıma) ve bakıma ulaşabilmesi hedefleniyor.

DSÖ’ye göre 2024’te dünya çapında 137 ülke HPV aşılarını ulusal programlarına kattı. Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’ne (E-CDC) göre 30 Avrupa ülkesinden 28’inde 9-14 yaş arası kız ve erkek çocukları HPV aşısıyla aşılanıyor. Bulgaristan ise salt ergenlik dönemindeki kız çocuklarını programına kattı. Bu 29 Avrupa ülkesinin tümünde, aşı ücretleri ulusal sağlık sistemleri tarafından karşılanıyor.

Aşı dozlarının toplam fiyatı, asgari ücretin yarısından çok

Ülkemizde uygulanan rutin (olağan) aşı takviminde henüz HPV aşısı yer almıyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın 2022’de aşının Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında ücretsiz uygulanacağı ve HPV aşısı üretiminin sağlanacağına ilişkin demecinin üzerinden iki yıla yakın zaman geçti. Ancak herhangi bir adım atılmadı. HPV aşı dozları toplam fiyatı, asgari ücretin yarısından çok.

Açıklamada HPV risk kümelerinin özellikleri düşünüldüğünde, bu aşıya daha çok gereksinimi olanların, daha az ulaşabildiği belirtildi ve şöyle sürdürüldü :

  • “Aşıların UNICEF, GAVI (dünyanın gelir düzeyi en düşük ülkelerinde yeni aşıların çocuklara ulaşımını artırmak üzere 2000 yılında kurulan uluslararası girişim), PAHO (Pan American Sağlık Örgütü) ile toplu olarak sağlanması, aşı fiyatlarının çok daha ucuz olmasını sağlıyor. HPV aşısının Genişletilmiş Bağışıklama Programına katılması, bu konudaki eşitsizliği gidermeye yönelik bir girişim olarak değerlendirilmeli.”

Kadın ve erkekte çok sayıda kansere yol açıyor!

Human papilloma virüsü (HPV), deri veya mukoza hücrelerini tutan bir virüs. HPV’nin çeşitli tipleri
– rahim ağzı,
– genital, anal, penil kanserler,
– baş boyun kanserleri ve
– genital siğillere yol açıyor.

Rahim ağzı kanseri, dünya genelinde kadınlar arasında 4. en yaygın kanser türü. Çoğunlukla da HPV enfeksiyonuyla ilişkili.

  • HPV enfeksiyonunu, her yıl yaklaşık olarak çeyrek milyon (250 bin) kadının
    serviks kanseri nedeniyle ölümünden sorumlu.

Bu enfeksiyon yalnızca kadınlar için değil penis, anal bölge ve baş boyun kanserlerine neden olarak erkekler için de önemli bir sağlık sorunu.

  • 2019’da HPV, dünyada kadınlarda 620 bin ve erkeklerde 70 bin kanser olgusuna neden oldu.

Düşük ve orta gelirli ülkelerde sıklık ve ölüm oranları artıyor

En yüksek rahim ağzı kanseri sıklığı ve ölüm oranları düşük ve orta gelirli ülkelerde.

Bu durum HPV aşısına, servikal tarama ve tedavi hizmetlerine erişim eksikliğinden kaynaklanan büyük eşitsizlikleri yansıtıyor.

Bilinen HPV tipleri arasında 16 ve 18 başta olmak üzere kimileri kanserojen veya yüksek riskli HPV (hrHPV) olarak sınıflanmıştır. HPV 16 ve 18 tüm rahim ağzı kanseri olgularının yaklaşık % 70′ inden; 31, 33, 45, 52 ve 58 % 20’sinden (toplam %90) sorumlu.

Öte yandan, non-kanserojen veya düşük riskli HPV (lrHPV) sınıflandırmasına giren ek HPV tipleri de var. Dolayısıyla, yüksek riskli HPV enfeksiyonunun önlenmesiyle serviks kanserine karşı önemli oranda korunma sağlanıyor.

Altı koruyucu aşı geliştirildi

HPV ile ilişkili hastalıkların kesin bir tedavisi (sağaltımı) olmadığı için, mücadelede (savaşımda) virüs bulaşının önlenmesi ve bağışıklama en etkin yöntem. Ayrıca servikal sürüntü alınarak yapılan tarama (smear) ve böylece belirlenen kanser öncesi lezyonların erken sağaltımı rahim ağzı kanserini önlemenin etkili yolu. Ancak bu tarama çok az kadın tarafından yapılıyor.

HPV için ilk aşı 2006’da onaylandı. Şu anda altı koruyucu HPV aşısı bulunuyor. Aşılamanın HPV ile karşılaşmadan önce, yani cinsel etkinliğin başlamasından önce uygulanması öncelikli hedef. Tüm HPV aşıları 9 yaş ve üzeri kadınlarda kullanılabiliyor. Aşıya göre 26 veya 45 yaşına dek yapılabiliyor. Kimi HPV aşılarının erkeklerde kullanımı da lisanslı. Tüm aşılar, rekombinant DNA ve hücre kültürü teknolojisi kullanılarak hazırlanıyor.

  • HPV aşıları canlı biyolojik ürünler veya viral DNA içermez ve dolayısıyla enfeksiyona yol açmazlar.

Genital siğilleri de engelliyor

HPV aşıları 2, 4 veya 9 tip içeren aşılar olarak da sınıflandırılabilir. İki değerlikli (bivalan) aşı dünya çapında rahim ağzı kanseri olgularının yaklaşık %70’inden sorumlu olan virüs tipleri 16 ve 18’i içerir. 4 değerlikli (Kuadrivalan) HPV aşısı tip 16 ve 18’in yanı sıra genital siğillerin % 90’ından sorumlu olan iki tipi (HPV 6 ve 11’i) içerir.

9 değerlikli (Nanovalan) HPV aşısı ise 6, 11, 16, 18, 31, 33, 45, 52, 58 tipler (hem kanserlerin hem genital siğillerin %90’ından sorumlu tipleri) içerir.

HPV aşılarının önerilen uygulanma takvimi, 15 yaş ve üzerindekiler için 6 ay içinde (0. -2. -6. aylarda birer doz olmak üzere) üç doz olarak uygulanması. 9-14 yaş arasındakiler içinse iki doz (0 ve 6-12 ay) yeterli görülüyor.

Ön yeterliliğini almış ve ruhsatlandırılmış altı aşıdan üçü Türkiye’de uygulanıyor.

Öte yandan 2014’den beri süren Türkiye Servikal Kanser Tarama Programı’nın dört milyon kadından elde edilen verilerine göre; 2020’de ülkemizde HPV-DNA pozitifliği % 4.39. Olağan (Rutin) aşı takviminde ise henüz HPV aşısı yer almadığı için, DSÖ 2030 hedeflerine ulaşmakta oldukça geride kalıyoruz.

Dünya Sıralamasına Giremeyen  Üniversiteler Kapatılacak mı?

Prof. Dr. Rıdvan KARLUK
ridvankarluk@gmail.com 
(Turkish Forum – eturkiyeyiz.biz] Bugün Forum’da yayınlanan yazımı Grup üyeleri ile paylaşıyorum. R. Karluk)

Sözcü Gazetesi’nde sayın Sultan Uçar, 29 Mart 2024 tarihinde “Dünya sıralamasına giremeyen 197 üniversite kapatılacak mı?”  başlıklı yazısında çok önemli bir konuyu  gündeme getirmiştir: YÖK’ün diploma denkliği için dünya sıralamalarında ilk bin üniversite içinde en az 2’sinde olma şartını, Türkiye’deki 208 üniversiteden 11’i tuttururken, 197’si tutturamadı. QS 2024 Dünya Sıralamasında ilk 400’e yalnızca ODTÜ girdi.”

THE 2024 Dünya Sıralamasında ilk binde   11 üniversite  yer almıştır. Bunlar; ODTÜ, Koç, İTÜ, Sabancı, Bilkent, Boğaziçi, Çankaya, Hacettepe, Bahçeşehir, Özyeğin ve  YTÜ.

“Dünya başarı sıralamalarında ARWO, QS World, CWTS Leiden ve THE Word’ü ölçü alan YÖK’ün listesindeki 4 sıralamaya yalnızca İTÜ ve Hacettepe girebiliyor. ‘İlk binde en az 2 uluslararası araştırma sıralamasına girme’ şartını ise 11 üniversite tutturdu. Türkiye’deki 208 üniversiteden 197’si dünya sıralamalarında ilk binde yok. YÖK’ün yurt dışındaki öğrencilerden istediği ilk bin koşulunl, Türkiye’deki üniversiteler taşımıyor. Buna karşın yurt dışındaki Türk öğrencilerin diploması, Türkiye’de geçersiz sayılabilecek.”

“İlk bin üniversite için ‘akademik yayın sayısı’ kriteri var. THE 2024’te Çankaya Üniversitesi, yılda 349 makale yazıp (AS: Bu olanaklı mı??! Bir yılda olanaksız!), 25.482 atıf alan Prof. Dr. Dumitru Baleanu sayesinde dünya sıralamasında ilk bine girdi. Marmara, Ege, Dokuz Eylül, Gazi, İÜ, Çukurova gibi birçok köklü üniversite, ilk binde yok.”

Türkiye’deki üniversitelerde kayıtlı öğrenci sayısı 8 milyon ile OECD ülkeleri içinde ilk sıralardadır. Bu öğrenci sayısı, ortalama bir rakamla nüfusumuzun %9’udur. ABD’de bu oran  %6, AB’de ise %5.7’dir. Toplam kamu, vakıf ve özel üniversite sayımız 209’dur. 130 devlet üniversitesi (11 teknik üniversite, 2 güzel sanatlar üniversitesi ve 1 yüksek teknoloji (AS: İzmir ve Gebze..?) enstitüsünün yanı sıra Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi, Polis Akademisi ve Milli Savunma Üniversitesi), 75 vakıf üniversitesi ve 4 vakıf meslek yüksekokulu vardır.

21 üniversitenin uluslararası  etkinliği ve sosyal sorumluluk projesi, 65 üniversitenin  endüstriyel proje yönetimi yoktur. 65 üniversite kütüphanesinde yeterli sayıda yabancı dilde yazılmış kitap bulunmamaktadır. 88 üniversite patent ve tasarım başvurusu yapmamış, 28 üniversite ise TÜBİTAK bursundan yararlanmamıştır.

Üye olmak için kapıda beklediğimiz Avrupa Birliği’nde 20 öğrenciye 1 hoca, bizde 41.5 öğrenciye 1 hoca düşmektedir. 68 üniversite rektörünün uluslararası yayını yoktur. Uluslararası yayını olmayan bir öğretim üyesinin rektör olmasını  doğru bulmuyorum. Bu üniversitelerde öğrenciler için bu durum kötü örnek oluşturur. Daha da önemlisi, bu üniversitelerde öğretim üyeleri rektör olmak için uluslararası yayın yapmaya gerek duymazlar.

Bu konuda Ankara’da önemli bir tıp profesörünün adını taşıyan bir vakıf üniversitesinde yaşanmış bir örnek YÖK tarihine geçecek ölçüde önemlidir. Bu  üniversitede aşağıda yer alan 9 kriter (ölçüt!) ile profesör atanmıştır. YÖK mevzuatında olmayan kriterler (ölçütler) ile  yapılan  hukuk dışı atama, yargı kararı ile iptal edilmiş olmasına karşın YÖK bu konuda sessiz kalarak bu kriterleri (ölçütleri) onaylamıştır.

Aşağıda yer alan 9 kriter (ölçüt) ile profesör ataması yapılıyorsa, Türkiye’deki 197 üniversitenin  dünya sıralamalarında ilk binde yer almaması  normaldir. Üstelik, atanmayan aday, kendini bilimsel olarak kanıtlamış biri olmasına karşın.

Acaba profesör olmak için adayın “genç” olmasına bakılacak, eğer genç değilse “dinamik” de olmadığı için profesör ataması yapılmayacak mıdır? Oscar Wilde der ki:

  • “Biri gerçeği söylerse, bir başkası er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır.”  

Mark Twain de  doğru bir saptama yapmıştır:

  • “Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kez dolaşır.”

YÖK tarihine örnek olarak geçmiş 9 ölçüt aşağıdadır :

  • Dosyanın düzenli olması, (The regularity of the file)
  • Taşınır bellek, (Portable memory)
  • Adayın genç olması, (The candidate is young)
  • Adayın dinamik olması, (The candidate is dynamic)
  • Adayın projeci olması,  (Being a project designer)
  • Adayın yaşı, (Candidate’s age)
  • Adayın dinamikliği, (Candidate’s dynamism)
  • Adayın lisans programlarında ders vermesi, (The candidate’s teaching in undergraduate programs)
  • Adayın yüksek lisans programlarında ders vermesi. (The candidate’s teaching in graduate programs)

Yukarıda yer alan 9 kriter (ölçüt) ile Ankara’da bir vakıf üniversitesinde profesör atanabiliyor ve de YÖK bu atamayı iptal etmiyorsa, “Dünya sıralamasına giremeyen 197 üniversite kapatılacak mı?” sorusuna yanıt verecek makam YÖK’tür.

CHP ulusal birliği sağladı, saray çöktü

Işık Kansu
Işık Kansu
kansu@cumhuriyet.com.tr

Yerel seçim sonuçlarının partilere göre dağılımını şöyle yorumlayabiliriz:

CHP:

Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi ile Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren, TBMM’yi kuran ulusal birliğin köküne dayanan CHP, yaklaşık 100 yıl sonra bir kez daha, özellikle büyük kentlerde emperyalizmin yeni masalı küreselleşme ile birlikte siyasetin temeli yapılmaya kalkışılan etnik, mezhep vb. ayrışımları Türkiye ittifakı söyleminde eriterek toplumsal kaynaşmayı seçimlerle sağlamış oldu.

Yıllardır yürüttüğü sağcılaşma ve sağcı partilere ana kucağı olma siyasasından kopuş ile birlikte, akıllı ve bilinçli bir çizgiyle ulusal bütünlüğü sağlayan siyasal örgüt, dolayısıyla ülkeyi tek başına yönetecek bir iktidar seçeneği olduğunu kanıtladı.

Özellikle daha önce kendisinde olan büyük kentlere yenilerini ekleyerek önemli bir seçim başarısı elde eden CHP, bu yurttaş desteğiyle, bir tür meşruti monarşi anlamına gelen Saray sistemi yerine laik, demokratik, sosyal hukuk devletine dönüş için gerekli güvenoyunu almış bulunuyor. Hem de yakın geçmişte olduğu gibi, kendisini orasından burasından çekiştiren, ödün vermeye zorlayan, kıymeti kendinden menkul kimi sağ siyasetçilere boyun eğmeden, kendi tarihsel gerçekliğinden ve tabanından kopmadan bu aşamaya varmış bulunuyor.

Başarı, yıllardır sığlaştırılmış ve belli bir oranda tıkanıp kalmış olan partide değişim ve dönüşümü tarihsel bilinçle gerçekleştiren CHP tabanına ve onların inanarak önder yaptıkları Özgür Özel’e aittir.

CHP, artık gerçekten Saray’daki AKP’linin ve O’nun yarattığı gericiliğin ve yoksulluğun karşısında tek başına, iktidarı almaya hazır ana muhalefet partisidir.

Bir tek koşulla:

  • Yerel yönetimleri kazanan CHP’liler,
    yurttaştan aldıkları emanete hıyanet etmeyip canla başla çalışırlarsa…

AKP:

Seçimden bir gün önce, Saray’daki AKP’linin ense tıraşını göreceğimizi dile getirmiştik.

Öyle de oldu. Ense tıraşını gördük.

14 Mayıs 2023 seçimlerinin hemen ertesi günü gazetemiz Cumhuriyet, AKP’nin aldığı %36.30’lu oy oranı ile 1. parti olmasını Erdoğan kaybetti”, 28 Mayıs cumhurbaşkanı seçimini de “Kaybederek kazandı” manşeti ile vermiştik. Bu iki manşet de kimi çevrelerde yadırgandı. Oysa tarihsel ve siyasal açıdan her iki manşet de doğruydu. Erdoğan ve partisi, her iki seçimi de en batısından en doğusuna büyük kentlerde seçimi yitirmişti. Kentli seçmen Saray rejimini istemiyordu. Sonuçlar, AKP’nin yerel seçimlerde de beklentisinin boşa çıkması büyük olasılıktı. Ve dünkü sonuçlara göre öyle de oldu.

AKP’nin, “Bizi bırakma” diye yalvaran ortağının koltuk değnekleriyle yürüttüğü çağla, demokrasiyle ve ülkenin kuruluş felsefesi ile uyuşmayan antidemokratik sistem çökmüştür.

  • Ekonomist olduğunu söyleyen imam-reisin yarattığı yolsuzluk ve yoksulluk,
    sonunu getirmiştir.

Geri dönüşü olmayan iniş başlamıştır.

Türkiye’nin sağduyulu halkı, kendisini yok sayanlara büyük bir şamar atmıştır.

MHP:

AKP’nin gövdesine sarılarak yaşamayı seçen MHP, birkaç ili almayı kendine kazanç saymaya devam edecektir. Geçmişten bu yana 1. partilerin koalisyon ortaklığı ile idare eden bu parti, yakında AKP’yi boşlarsa hiç şaşırmamalı.

İYİ Parti:

Meral Akşener’in partisi için beklenen olmuş, İYİ Parti erimiştir.

DEM Parti:

Güneydoğu’da var olan bir parti olarak yaşayacaktır.
Etnikçilik üzerinden ilerleyen siyasal hareketin büyük kentlerde bir anlam ifade etmediği görülmüştür.

YRP:

Erbakan’ın Milli Görüş’ü kendi tabanına dönmüştür.

Özetle; dünkü yerel seçimler, Türk siyasal yaşamında önemli değişimleri doğuracak bir dönüm noktasıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Management of Outbreaks, Epidemics & Pandemics

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

In March 2024, we conducted a 2 sessions of PBL (Problem Based Learning) total 6 hours face to face for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with the subject of

Management of Outbreaks, Epidemics & Pandemics

The need for greater international co-operation, better local, regional and global networks for communicable disease surveillance and pandemic planning are crucial issues to be debated on.

Occasionally, the amount of disease in a community rises above the expected level.

Epidemic refers to an increase, often sudden, in the number of cases of a disease
above what is normally expected in that population in that area. 

Outbreak carries the same definition of epidemic, but is often used for a
more limited geographic area.

Cluster refers to an aggregation of cases grouped in place and time that are
suspected to be greater than the number expected, even though the expected number
may not be known. 

Pandemic refers to an epidemic that has spread over several countries or continents,
usually affecting a large number of people: Covid-19 Pandemc; inter-continental epidemic!
The annual
 cumulative number of deaths due to major infectious and parasitic diseases
is estimated at approximately 13.3 million 
in children and young adults (one in two deaths in developing countries).

Six diseases cause 90% of these deaths, namely: acute respiratory infections including pneumonia and influenza (3.5 million), acquired immune deficiency syndrome (AIDS) (2.3 million), diarrhoeal diseases (2.2 million), tuberculosis (1.5 million), malaria (1.1 million) and measles (0.9 million) (22).

Rabies, the leading cause of death in the zoonotic disease group, accounts for between 40K and 60K deaths per year.

Here are 70 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 7,5 MB)
Please click the link below to review slides.

Management of Outbreaks, Epidemics & Pandemics

  • “These are not ordinary times where we play politics and juggle with the safety of the society. These are the times that demand prompt decisions and utter responsibility towards not just the self but our kind – the humankind.”

With respect and love. 30th March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BA, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
BA in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

Cumhuriyet’te köşe yazımız: 31 Mart 1909-31 Mart 2024; 115 Yıl Sonra Gene İstibdat mı?!

Dostlar,

Dün, 28 Mart 2024 Perşembe günü, Cumhuriyet gazetemizin 8. sayfasında 14. köşe yazımız yayınlandı. 2 haftada bir yazmaktayız. Köşe yazarlığı kıdemimiz de böylece 9.aya girdi!

Bu yazımızı paylaşmak istiyoruz.
https://t.co/D5QV3rumDJ
https://x.com/profsaltik/status/1773701899964801380?s=20

***
31 Mart 1909 – 31 Mart 2024 :
115 Yıl Sonra Gene İstibdat mı?!


Belleklerdedir: 31 Mart Kalkışması (isyanı), Meşrutiyet’in 2. kez ilanından sonra (ilki 1876) İstanbul’da başlatılan büyük bir ayaklanma ve darbe girişimidir. İttihat-Terakki’nin desteklediği Hüseyin Hilmi Paşa Sadrazam idi. Önceki sadrazam-başbakan Mecliste güvensizlik oyu ile düşürülmüştü! Hareket Ordusu tarafından isyan bastırıldı. 2. Abülhamit’in 1878’de ilk meşrutiyeti daha 2. yılında kaldırarak başlattığı “istibdat” (koyu baskı-mutlak sultanlık) rejimi sürsün istiyordu gerici-yobazlar. Oysa şimdiki yurdun iki katı alan yitirilmişti bu karanlık dönemde. Vatan toprağı Kıbrıs sözde “kiralanmıştı” İngiltere’ye!

Ancak “Hürriyet ilan edilmişti” bir kez, geri dönüş yoktu. Avrupa’nın çok gerisinden de olsa “ilerliyorduk”. Tarihin tekerleği ileriye dön(dürül)üyordu, 23 Nisan 1920’de açılan ilk TBMM, “Egemenlik bağsız koşulsuz milletindir” ilkesini benimseyerek, gerçekte eylemli olarak (fiilen) saltanatı tanımadığını duyurmuştu. “Tebaa” sözcüğü yerine özen ve bilinçle “millet” sözcüğü konmuştu, Cumhuriyet’e giden yolun taşları döşeniyordu. Bağımsızlık savaşının görkemli askeri utkusunun (30 Ağustos 1922) hemen ardından, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış ve son Padişah Vahdettin İngilizlere sığınarak kaçmıştı.
***
   115 yıl sonra neredeyiz ?

  Hükümet yok!

Cumhurbaşkanlığı Kabinesi uydurma-zorlama-göstermelik bir sekreterler kurulu.
   Meclis yok!
Cumhur İttifakı TBMM’yi noter gibi kullanıyor. Tüm yasa önerileri kaçak Saraydan geliyor.
Yargı yok gibi!
HSK eliyle mutlak egemenlikle atamalar-yükseltmeler-yer değiştirmeler yapılıyor. Bu Kurul da TEK ADAM’ın güdümünde; 6 üye doğrudan RTE atamasıyla, 7 üye Yürütme’nin TBMM’yi yönlendirmesi ile. Tepedeki AYM’nin 12/15 üyesini tek adam RTE atıyor! Son dönemlerde
bu yüksek Mahkeme “lüks” görülmeye başlandı, kararları utanmazca uygulanmıyor,
Anayasa değişimi dayatılıyor!
Demokrasilerin sacayağı, YASAMA – YÜRÜTME – YARGI erklerinin birbirinden bağımsız denge-denet sistemine dayanır. Ulus, egemenliğini bu Anayasal “Güçler” eliyle kullanır.
Güçler ayrılığı” yüzlerce yıldır emekle örülmüş bir siyasal kazanımdır ancak ülkemizde
3 Kasım 2002 AKP iktidarı ile birlikte 21+ yıldır adım adım çökertilmiş ve 21. yy’da dünyada
hiçbir ülkede benzeri olmayan bir post-modern (!) dinci-gerici despotik rejim koskoca ülkeye dayatılmıştır. Ucubenin adı: Cumhurbaşkanlığı hükümetidir! Atlantik kurgusu-dayatması olarak kökü dışarıda, asla yerli-milli olmayan bir kuşatmadır Türkiye’ye.
21+ yılda ülke hemen her bakımdan gerile(til)miş, çok borçlu = çok bağımlı duruma sürüklenmiştir.
TEK ADAM rejiminde Ulusa hesap verme yükümü çöpe atılmıştır.

  • Oysa 1908’de güvenoylaması ile Sadrazam düşürülmüştür!

Günümüzde hükümet de yoktur, güven oylaması da!

TEK ADAM RTE’ye, yardımcısına, bakanlarına, milletvekillerine Yüce Divan’da (Anayasa Mahkemesi) hesap sorabilmek için 400/600 oy gereklidir TBMM’de. Üstelik bu “tuhaf” kural (Anayasa m.105/3), ölene dek geçerlidir.

Ucube TEK ADAM REJİMİ, İslami faşizm zeminini de pekiştirerek bir patrimonial sultanlık kurmuştur. Siyaset bilimi terimi ile bu bir “anomali”dir. Bu rejimler olağan yollarla yıkıl(a)mamaktadır. O halde, anti-emperyalist bağımsızlık savaşını kazanan Devrimci Ulusumuz, bu acı kuşatmayı nasıl yaracaktır?
İlk olarak, Türk Devrimi’nin tüm mazlum uluslara örnek “6 Ok”unu anımsamak gerekir.
O bütüncül devrimci ideolojinin 6 bileşeninden (Ok’undan) biri ve en uzun olanı “DEVRİMCİLİK” tir, unutulmasın! Tarih, 115 yıl sonra 31 Mart 2024’te, Türk ulusunun önüne, adeta altın tepside bir fırsat sunmaktadır. O tarihsel fırsatın adı, kağıt üstünde “Yerel seçimler” ancak çok aşkın bir anlam ve önem kazandı.

  • Görülmemiş bir yoksullaşTIRma halka dayatıldı, ülke talan edildi!

Alın teri – göz nurumuz, İslamcı-dinci sermayeye ve dış ortaklara aktarıldı. Öyle ki; başsorumlu AKP=RTE, milyonlarca emekliyi 10 bin TL/ay mutlak yoksulluğa ısrarla mahkum eti.

  • Hemen hemen tüm demokratik hesap sorma yolları tıkandı!

Eğer bu lanetli (maledictus) gidiş durdurul(a)mazsa, fatura daha da ağırlaşacak; “çıkış” (exodus) belki de onlarca yıla uzayabilecektir! Okuyucu hoş görür ise; bu “can sıkan” öngörülerimiz salt
Tıp değil, Mülkiye ve Hukuk eğitimimize de, –mutlak bir bilimsel terbiye ile– dayalı, yalın karamsarlık asla değil.

Ne yapmalı                                                             ??

  • Ana ve şaşmaz hedef AKP=RTE faşist-gerici-uydu rejimini olabildiğince zayıflatmak.

  • Bunu hakkımız olan “oy” larımızla demokratik-barışçıl ve meşru yolla yapmak.

  • Bugün yapıl(a)mazsa gelecekte bu yollar da kullanılamayabilir.

  • Öyle ise; her seçim bölgesinde, kazanabilecek en güçlü adayı destekleyerek Cumhur İttifakı adaylarını sandıkta yenmek.

  • Ulusal güçleri birleştirin” buyruğu ATA’nın!

==========================================================
Köşe yazımızın Cumhuriyet‘teki pdf biçimi aşağıdadır.

Cumhuriyet gazetesi köşe yazımız;.. 115 Yıl Sonra Gene İstibdat mı

Okunması, paylaşılması ve gereklerinin yerine getirilmesi dileğimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 29 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik

https://www.instagram.com/ahmet_saltik