Zafer ARAPKİRLİ
Zafer ARAPKİRLİ – Şiraze ‘fena halde’ kaydı… (krttv.com.tr) 30 Temmuz 2021
Çünkü, Cumhurbaşkanı bir iki gündür ortalıkta yoktu ve hiçbir konuda hiçbir söz söylememişti. Çünkü, o hiçbir konuda hiçbir söz söylemediğinde, kimse ne yapacağını bilemiyor ve söylediğinde de, hiç tartışılmadan ya da muhakeme edilmeden, sadece onun dediği oluyor.
TRT haberlerinde (doğal olarak) ilk haber, diğer medya mecralarında olduğu gibi Türkiye’yi kasıp kavuran orman yangınlarıydı. Bu yangınları tabii ki iktidar çıkarmadı. Ama birinci derecede sorumlusu, bu ülkeyi yönetirken aldıkları yanlış kararlarla, sadece ülkenin on milyonlarca insanının değil, belki on milyonlarca ağacının da canını riske atan bu iktidardır. En basit ve somut örneği de, 20-25 milyon hektara varan bir orman varlığnı koruyabilmek için yeterli önlemlerin olmamasıdır. Türk Hava Kurumu’nun (THK) uçaklarına yangın söndürme görevini kasten vermemek için 100 litrelik bir farkla ihale düzenleyen, 4,900 litre kapasitesi olan THK uçaklarını, ihale şartını 5,000 litre olarak koyarak atıl durumda bırakmak, düpedüz vatana ihanettir.
Kıbrıs’a anma-kutlama ziyaretlerine, neredeyse devlet ricalinin her bir ferdinin “altına” bir makam uçağı tahsis edebilecek zenginlikte bir devlet, sarayın VİP filosu kadar bile yangın söndünme uçağına sahip değildir.
- Bu ağır bir ayıp, gaflet, dalalet ve ihanettir. Yangınlara davetiyedir.
Bu kararlara imza atanlar, bu kararları destekleyenler, bu kararları uygulayanlar, adeta “bırakınız yansınlar” diyerek, bugün yaşamakta olan ağır felaketin baş sorumlularıdırlar.
Şu anda on binlerce insanın canla başla savaşmasına rağmen bir türlü tam olarak kontrol altına alınamayan yangınları, “teröristler mı çıkardı acaba?” diye abuk sabuk teorilerle uğraşanlar, öncelikle bu ihaneti görmek zorundadırlar.
Cumhurbaşkanı, sonunda ortaya çıkıp cuma namazı çıkışında “THK uçakları zaten bu yangınları söndüremez” diye akıl almaz açıklamasını yaptıktan sonra TRT haberlerinde yine “ilk cümlenin ilk sözcüklerindeki” yerini alacaktır belki. Ama soruna çare olmayacağı kesindir.
Tam da bu saatlerde, İstanbul Valiliği aldığı komik bir kararla “1 ay boyunca (30 Ağustos’a kadar) İstanbul ormanlarına giriş yasağı” koymuştur. Tam bir rezalet anlamına gelen bu karar, “Ben bu felaketleri önleme ve başgösterdiğinde de üstesinden gelebilme kapasitesine sahip değilim” demektir. Bir itiraftır.
Aynı zamanda da bir haksızlıktır. Yani, insanlara “ormanda davranma bilincini, gerektiğinde zorlayıcı önlem ve denetimlerle” aşılayarak pekala orman pikniklerine devam edilebilecekken, “girmesinler, dolayısıyla çözmüş oluruz” demektir bu. Akıl dışıdır. Çaresizliğin ve basiretsizliğin, iktidarsızlığın tipik bir örneğidir.
Daha da ilginci, bendeniz bu kararı eleştiren bir tweet attığımda bu tepkime karşı çıkanların, “girmesinler tabii ki” diye alkış tutmasıdır. Umarım bu alkışı tutanlar, Ege ya da Güney sahillerindeki otellerinden veya yazlık evlerinin sitelerinin havuz başlarındaki şezlonglarından tutmamıştır bu alkışı. Çünkü, İstanbul’da ormana giderek serinlemek veya piknik yapmak durumunda olanlar, bu toplumun “Ege-Güney-Yazlık-Havuz-Şezlong” nimetlerine uzak kitlelerdir. Fatura onlara mı çıkmaktadır?
Peki ya ormanlık alanların tam ortasında inşa edilmesine sorumsuzca izin verilen “zengin ghettolarının” sakinlerine nasıl bir yasak gelecektir? Onların bisiklet gezilerine, golf turnuvalarına, “barbecue party”lerine de müdahale edilecek midir?
Şiraze iyice kaymıştır. Hem de fena halde.
Bir yandan pandeminin en azgın olduğu bir dönemde, bilim insanlarının tüm uyarılarına ve verilerdeki alarm verici gelişmelere rağmen “açılalım, saçılalım, turist gelsin, Ruble gelsin, Euro gelsin Dolar gelsin, esnafın gazını alalım, bize öfkesini yumuşatalım” diye Covid-19’un yayılmasına neden olacak kadar pervasız davranacaksın, bir yandan da, “Manavgat’ta orman yanıyor, söndüremiyoruz, o zaman İstanbul’un ormanını da kapatalım” demek, iyice yönünü pusulasını kaybetmektir.
- Covid salgınının vardığı nokta ortadadır. Bunu yaratan da aynı “ne yaptığını bilmeyen, pusulası bozulmuş” iktidardır.
Aynı, göçmen sorununda yaptıkları hatalarla ülkeyi yol geçen hanına çeviren, sınırları delik deşik eden, bir büyük milli güvenlik sorunu yaratan, toplumsal ve ekonomik sorunların üzerine benzin döken, toplumsal barışı imha etmeye yol açan politikalarda olduğu gibi.
Türkiye, bu iktidarın elinde adeta haylaz bir çocuğun hassas oyuncaklara davrandığı bir ortama sürüklenmiştir. Sürekli kırılıp dökülmektedir. Oysaki, bu ülke bir “oyuncak” durumuna sokulmayacak kadar kutsal bir emanettir bizler için. Atalarımızın, kurucularının kutsal emaneti. İnsanı ile, doğası ile ağacı ile.
Bu pervasızlığa bir dur demek artık şarttır.
Canım ülkemin her bir yurttaşının, her metrekare toprağının ve ağacının korunması ve bekası için bu iktidarın değişmesi şarttır.
Sandık, bir an önce ortaya gelmelidir. Bunun yolu da bir erken seçimi zorlamaktır.
Muhalfetin elinde bunu yapabilecek anayasal araçlar vardır. Sadece oturduğu yerden, ve hatta çarşı pazar gezerek, “gidin artık” demekle olmaz bu iş.
Sadece “2023’ü beklemeyin” diye sızlanmakla olmaz.
Sandık… Hemen şimdi!..