Zaten biliyorduk. Zaten en başından itibaren söylüyorduk.
Zaten “niyet okumayın” diyen pembiş liboşlara, kişiliksiz YetmezAmaEvetçilere, Cumhuriyet düşmanı yobazlara rağmen, bunun bir “niyet” değil bir “plan-rota-yol haritası-dava” olduğunu 19 yıl önce de iddia ile söylemiş ve savunagelmiştik.
Zaten attıkları her adım, yaptıkları her icraat, çıkardıkları her yasa ve hileli bir referandumla halka zorla onaylattıkları anayasa da bunun ilanıydı.
Sonunda “Dava”nın önderi açık ve net biçimde telaffuz etti:
“Parlamenter demokrasi artık mazide kalmıştır.”
Bu lafı salı gecesi TRT ekranında Cumhurbaşkanı’nın (unvan-ı diğer dava önderi) ağzından duyar duymaz, aklıma hemen şu ünlü “Tramvay-Durak” metaforu geliverdi.
“Demokrasi bir tramvaydır. Gideceğimiz yere kadar gider, sonra bir yerde ineriz icabında” mealindeki sözü kastediyorum.
Bu söz, yani “Parlamenter demokrasiden vazgeçme” sözü, asla basit bir güncel söylem diye geçiştirilecek ve gündemin diğer hararetli maddeleri arasında kaynatılmaya layık bir şey değildir. Türkiye’yi şu anda kayıtsız şartsız tek başına yöneten, her şeye kadir, tek bir imza ile bir gece yarısı tepeden tırnağa her şeyi değiştirmeye muktedir, hani şu Batı âleminde ABD, Rusya, Britanya liderleri için kullanılan (Allah muhafaza eylesin) “Gerektiğinde nükleer düğmeye basabilmeye yetkili” bir kişi söylüyor bunu.
Üstelik de şeklen var olan ama fiilen artık bir işlevi olmayan “Parlamentoyu”, hem o hileli referandumla adeta feshetmiş hem de etkisiz hale getirmiş (bu fiili nasıl anlarsanız anlayın-polis bültenlerindeki gibi de anlaşılabilir) birinden duyuyoruz bunu.
Demokrasi de zaten çok öncesinde tedavülden kalktığı için lafın en başında dediğim gibi, “malumun ilamı”dır bu. Ve çok vahim bir “eşik” anlamına gelir.
Çünkü, “Demokrasi”den vazgeçmek, hesap verebilir olmaktan vazgeçmektir.
Demokrasiden vazgeçmek, halkın vergilerini nasıl harcayacağı da dahil olmak üzere, yaptığın hiçbir yanlışın hatta ölümcül hataların bile sorumluluğunu üstlenmemek anlamına gelir.
Demokrasiden vazgeçmek, bugünlerde bir mafya reisinin açıklamaları ile tekrar gündeme gelmiş, “derin-gizli-saklı-kirli-kanlı” işlerin bile muhasebesinin yapılmasını engellemek demektir. Yani, korkunç bir “geriye dönüş”tür, bugüne kadar geçen 100 yıllık süre içinde elde edilen kısmi demokratik kazanımlardan.
Demokrasiden vazgeçmek, zaten olağanüstü derecede bağımlı hale gelmiş yargının, artık iyice “icracı iradenin” denetimine geçmesi ve hak-hukuk-adalet arayışının bütün yollarının tıkanmasıdır.
Bunu, aklı başında, yurttaş olmanın bilincine sahip, özgürlüklerine değer veren, vergi mükellefi, askerlik görevi mükellefi, vatanına, bayrağına ve değerlerine sahip hiç kimsenin kabul edebilmesi mümkün değildir.
Parlamenter demokrasinin temel nüvesi, “yurttaş olarak, özgür seçimlerle sandıkta seçtiği temsilciler vasıtasıyla yönetime katılma” hakkıdır. Bu haktan vazgeçmemizi kimse isteyemez, istemeyi aklından bile geçiremez, geçirmemelidir.
Parlamenter demokrasinin anafikri, yönetenlere ve bürokrasiye “Şunu niye öyle değil de şöyle yaptın?” diye sorabilme hakkıdır. Bu haktan feragat edilemez, edilmemelidir.
Böyle bir idare biçimi ile yönetilmeyi kendine yakıştırmamalıdır bu topraklarda yaşayan hiç kimse. 300 – 500 yıl öncesine dönüştür bu. “Tebaa” olmayı hatta “kul” olmayı kabullenmektir.
Ülkenin tamamen rant ekonomisinin, ballı ihale takipçilerinin, Cumhuriyetin temellerini dinamitlemeye yeminli tarikat-cemaat tayfasının eline ilelebet teslim edilmesine imza atmaktır.
Bırakınız Avrupalı vs. milletler ailesine katılabilme umudunu ya da hayalini, 1923’te temellerini Yüce Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün attığı en başlangıç düzeyinde bile “muasır medeniyet seviyesi”nin 1000 yıl gerisine düşmeyi içine sindirmektir.
Önümüzdeki dönemin ve gelecek sandıkta bize sorulacak sorunun yanıtı “hangi parti hangi lider vs.” değil, yukarıda saydıklarımı kabullenip kabullenmeyeceğimizdir.
Asla!.. Asla!.. Asla!..
Cesetlerimizi çiğnemeden asla!..