Haftalardır, mafya-siyaset-iktidar-medya dörtgeninde yazılıp-çizilen, konuşulan sözler arasında en çok üzerinde durulması gereken ve hatta konuyu en iyi tanımlayan cümlelerden birini, olayların baş kahramanlarından biri olan mafyacı Sedat Peker kurdu:
“Kanla ilgili (Barış Akademisyenleri’nin kanları ile banyo yapacağız – z.a.) söylemiş olduğum olayların hepsi, söylendiği dönemde hükümetin lehinedir. Çünkü o zaman korku iklimi oluşturmak lazımdı…”
Doğru söze ne denir? Faşizmin iktidarını sürdürebilmesi için vazgeçilmez bir gerekliliktir bu.
“Korku iklimi” Mümkün olduğu kadar korku salacaksın memlekete.
Peker’in kendisi de konuşmalarından birinde “kişisel tarihi” üzerinden bu korkuyu gayet güzel tanımlıyordu ya:
“Ulan onu korkut, onu korkut, onu korkut… Ulan beni mi korkutuyorsun? Doğduk anadan babadan kork. Okula gittik öğretmenden kork. Ulan biraz büyüdük, mahalledeki kabadayıdan kork. Komutandan kork, polisten kork. Ulan işyerine gidersin amirden kork, müdürden kork. Ulan yaşlanacağız öleceğiz, Allah’tan kork. Nedir ulan bu korku? Kork, kork…. İnsanların hayallerini donduruyorsunuz. Korku ile bastırıyorsunuz….”
Daha güzel nasıl anlatılır? Yıllardır kendisini, bu memleketin “En korkulan şahıslardan biri” olarak konumlandıran bir mafya lideri, “korku”nun ve memlekete hâkim olmuş “Korku iklimi”nin tanımını olağanüstü veciz(!) biçimde, işte böyle yapıyordu malum video kayıtlarından birinde.
Ama ironik biçimde, kendisi de “Rejim”in bir enstrümanı olarak, ortalığa “Korku iklimi” salmak için gayet acımasız biçimde kullanılmıştı. Silahlı suç örgütü kullanılarak bugün akademisyenlere, öteki gün öğrencilere, gazetecilere, beriki gün belki bir fabrikanın işçilerine, başka bir gün bir siyasi partideki güç kavgası içinde yer alan muhalif kanada, sonra solda ya da sağda konumlanmış muhalefet partilerine, rakip çetelere, başka topraklarda yok edilmek istenen (Kutlu Adalı gibi) “hedeflere” korku salmanın bir enstrümanından söz ediyoruz.
İşte yıllardır, on yıllardır yanıtı aranan ve aslında pekâlâ bilinen sorunun özü budur. Devlet, mafya ile niye “iş tutar?” Tam da bundan. Kendi yasal, meşru, hukuki aygıtının yetişemediği bir korku salma işlevini, bunlar aracılığı ile hayata geçirebilmek için. Ve sonunda da “hukuki bir sorumluluk üstlenmemek” gerektiğinden, bu “Korkutucuları-Susturucuları-Sindiricileri” tanımazdan gelerek, zaten hiç kirlenmemiş(!) ellerini yıkayıp çıkıp gidebilmek için.
İşin özeti budur. Hani, Mehmet Ağar’ın, efsane Cumhuriyet yazarı, yiğit devrimci rahmetli Uğur Mumcu’nun eşi Sayın Güldal Mumcu’ya söylediği o tarihi söz var ya:
“Bir tuğlayı sökersek, bütün duvar çöker…” sözü. Bugün o “duvar” olayında yeni ve beklenmedik bir şey yaşıyoruz. Artık, o duvardan (devletin kirli-karanlık-zehirli-ölümcül işler yapma enstrümanlarını kastediyorum) bir tuğla sökmeye gerek kalmıyor.
Bizatihi, duvarın tuğlaları birbirlerini sökmeye, yıkmaya, deşifre etmeye, fâş etmeye, açığa düşürmeye başladılar. Baksanıza (mealen) ne diyor mafya lideri?
“Geldiler bana (Korkut Eken’i kastediyor) ‘Kıbrıs’ı Rumlara satmak isteyen bir adam var’ dediler (Gazeteci Kutlu Adalı). Onun öldürülmesi gerektiğini söylediler. Kardeşimi görevlendirdim. Ama sonra o adamın kanını dökmek bize nasip olmadı (gururla anlatıyor)…” diye gayet açık söylüyor..
Bugüne kadar hiç bu kadar açık bir itiraf duymamıştık bu “düzeyde”. Tam da şunu diyor: “Devlet kendi göremeyeceği pis bir işi bize ihale etti. Bir nevi taşeronluk üstlendik.”
Kim bilir bu tür “taşeronluk” faaliyeti neticesinde ne Adalı’lar, ne Mumcu’lar, ne Kışlalı’lar, ne Üçok’lar, ne Hablemitoğlu’lar, ne Tütengil’ler, ne İpekçi’ler, ne Karafakioğlu’lar, ne Cemil Kırbayır’lar, ne Savaş Buldan’lar katledildi? Yüzlerce binlerce “Cumartesi Anası, Cumartesi Babası, bacısı, kardeşi, evladı, eşi” yaratıldı…
Bu büyük vicdan suçunun, insanlık suçunun ve demokrasi ayıbının temizlenmesi, katledilen o insanlar üzerinden toplumda yaratılmaya çalışılan o “Korku İklimi” için kullanılan enstrümanlar konuştukça bunları daha iyi öğreneceğiz. Ama siyasetin, en korkuncu da yönetenlerin, bu korku ikliminden medet ummaya devam ettiklerini dehşet içinde izlemekteyiz. Daha dün, Türkiye Cumhuriyeti’nin en güçlü kişisi ne diyordu?
“Yine dua et ki Gelin Hanım’a çok ileri gitmeden bir ders verdiler. Bu daha ilk. Daha dur bakalım bunlar iyi günler. Daha neler olacak…”
Al sana korku iklimi… Yazıktır. Günahtır. Ayıptır. Daha da ötesi, açıkça ağır bir siyasi suçtur bu.
Zafer Bey Ellerinize sağlık