Kıbrıs Barış Harekâtını Zorunlu Kılan Gelişmeler; Tarihsel Ardalan
Yrd. Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ (E. Albay)
20 Temmuz 1974 – 20 Temmuz 2020; 46. Yıl
Kıbrıs, Akdeniz’deki 3. büyük ada olup, gerek Türkiye’ye, gerek Ortadoğu’ya gerekse kuzeydoğu Afrika’ya yakınlığından dolayı stratejik değere sahiptir. Bu stratejik konum, Adanın tarih boyunca güçlü devletlerce iştahını kabartmıştır. Kıbrısta Türk varlığı 16. yy’da başlamıştır. Mısır’ın 1517’de, Rodos’un 1522’de fethinden sonra sıra Kıbrıs’a gelmiştir. Osmanlı ordusu 1570 Temmuz’unda askeri harekâta başlamış, fetih bir yıla yakın sürmüş ve 1 Ağustos 1571’de tamamlanmıştır. “Sürgün Fermanı” ile Anadolu’dan 5000’i aşkın tebaa Kıbrıs’a gönderilmiştir.
Osmanlı Devleti, 307 yıl Kıbrıs’ta tek egemen olmuştur. Bu dönemde istimalat politikası izlenmiş ve gayrimüslim halkın dinsel özgürlükleri güvenceye alınmıştır. Rumların, fetih sırasındaki yardımlarını gözeten Osmanlı Devleti, Ortodoks Kilisesine özerklik tanımıştır. Kıbrıs’taki Osmanlı düzeni 19. yy başlarında değişmeye başlamıştır. 1789 Fransız Devrimi’nin etkisinde kalan Rumlar, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini savunan ideolojiyi ifade eden Enosis’i gerçekleştirmek amacıyla 1821’de Mora’da ilk isyanı başlatmıştır. Kıbrıs Mutasarrıfı Küçük Mehmet Paşa, Rumların etkinliklerinden haberdar olmuş, isyanı bastırmış ve isyancı papazların bir bölümünü idamla cezalandırırken bir bölümünü sürgüne göndermiştir.
19. yy Osmanlı Devletinin çöküş sürecinin başlangıcıdır. Osmanlı Devleti, bu dönemde girdiği savaşların tümünü yitirmiş, hazinesi tükenmiş ve Avrupa devletlerinin desteği ile varlığını sürdürmeye çabalamıştır. Bu durum İngiltere’nin Osmanlı topraklarındaki planlarını yaşama geçirmesini hızlandırmıştır. Osmanlı-Rus savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması (1878) koşullarının ağır olduğunu ileri süren İngiltere, Berlin’de konferans önermiş, ancak bu konferans başlamadan 4 Haziran 1878’de Osmanlı Devleti ile imzaladığı gizli antlaşmayla Kıbrıs’ı ele geçirmiştir.
İngiltere bu tarihten başlayarak Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgili tüm gelişmelerin merkezinde olurken, Rumlar İngiliz dönemi boyunca Enosis idealini gerçekleştirmek için her fırsattan yararlanmıştır. Rumlar, 1931’de Enosis amacıyla bir kez daha isyan girişiminde bulunmuş, yine başarılı olamamıştır. Rumların aynı amaçla bir başka isyan girişimi 1955’te olmuştur. 1 Nisan 1955’te giriştikleri saldırılar, Kıbrıs Türk toplumu ile Rumlar arasında çatışmalara yol açmıştır. Kıbrıs’ta başlayan toplumlararası çatışmalar 1958 Ağustos’una dek sürmüş, ABD’nin araya girmesiyle iki toplum arasında uzlaşı sağlanmıştır. 1959 Şubat’ında Zürih’te Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Dışişleri bakanları arasında varılan uzlaşıdan bir hafta sonra Londra’da Kıbrıs Türk ve Rum liderlerinin katılımı ile varılan antlaşma Kıbrıs Cumhuriyeti’ne giden yolu açmıştır.
Kıbrıs Cumhuriyeti 1960 Ağustos’unda bağımsızlığını ilan ederken, Kıbrıs Türkleri anayasada siyasal, ekonomik ve sosyal hakları korumak istemiştir. Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının haklarını korumak, kurucu ortak olarak Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a verilmiştir. Bu 3 devlet, Kıbrıs’taki anayasal düzen bozulursa, Zürih Antlaşması gereği birlikte ya da ayrı olarak adaya askeri müdahale etmek hakkına sahip olmuşlardır. Garanti Antlaşması olarak da bilinen Zürih Antlaşması Kıbrıs Türklerinin adadaki varlığını sürdürme yolunda en büyük güvencesi olmuştur. Rum lider Makarios, cumhuriyetin ilan edildiği 1960 yılının Aralık ayında Zürih-Londra Antlaşmalarını baskıyla imzaladığını savlamış ve Adada kurulan anayasal düzeni değiştirmek için girişimlerini artırmıştır. Başpiskopos Makarios’un bu girişimleri sonunda 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Türklerini katletmek amacıyla başlayan ve tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen saldırılar 25 Aralık’a dek sürmüştür. Kıbrıs Türkleri bu saldırılarda 500’e yakın yitik vermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Zürih Antlaşmasından kaynaklanan “Garantörlük” hakkını kullanarak Adadaki Türklerin yardımına koşmuş, Hava Kuvvetleri jetlerinin 25 Aralık günü Lefkoşa semalarında alçak uçuşu ile Rum saldırıları durmuştur.
Kıbrıs Türkleri ile Rumlar arasında 1963’ün son günlerinde başlayan çatışmalar, Adada 1960’ta kurulan anayasal düzeni ortadan kaldırmıştır. Bu tarihten sonra Kıbrıs Türkleri ve Rumlar arasında çatışmalar sürmüştür. Rumlar, 1964 Şubat ve Mart aylarında Limasol, Gaziveren ve Baf’ta Kıbrıs Türklerine yönelik kırım (katliam) girişiminde bulunmuştur. Türkiye, Rumların bu saldırıları sonunda Kıbrıs’a bir kez daha askeri müdahalede bulunmak için girişimlerini artırınca, ABD Başkanı Johnson’un diplomatik üsluptan uzak tehditkar mektubu ile girişimini bir süre ertelemiştir. Ancak Rumların 1964 Ağustos’unda Erenköy’de mücahitlere saldırıları, TSK’nin müdahalesiyle geçiştirilmiştir. Türk Hava Kuvvetleri savaş uçaklarının Rum ve Yunan askeri birliklerine saldırıları sırasında Yzb. Cengiz Topel’in uçağı düşmüş, tutsak Yzb. Topel, Savaş Hukukuna aykırı işkencelerle şehit edilmiştir.
Ancak bu olaylar, Rumların Kıbrıs Türklerine yönelik saldırılarının sonunu getirmemiştir. Rum ve Yunan askeri birlikleri, 1967 Kasım ayında Geçitkale’deki mücahitler ile Türk köylülerine saldırmıştır. Larnaka ile Limasol arasında kritik bir bölgede bulunan Geçitkale’deki Türk Köylerine yapılan bu saldırılar sonucunda Türkiye bir kez daha Adaya müdahalede bulunmak için askeri hazırlıklarını artırmıştır. Bu gelişme sonucunda ABD’nin araya girmesiyle Kıbrıs’taki Yunan tümeni adayı terk etmek zorunda kalmıştır. Bu tümenin Adadan ayrılmasından sonra Kıbrıs Türk Geçici Yönetimi 1967 Aralık sonlarında kurulmuş, 1968’de toplumlararası görüşmeler başlamıştır. Ancak bu görüşmelerde Rumlar Enosis isteklerini sürekli gündeme getirmişler ve 1960’ta ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti anayasal düzeninde Türklere tanınan hakları vermek istememişlerdir. Kıbrıs Türkleri ise anayasal haklarını geri almak için mücadelelerinden vazgeçmezlerken en büyük desteği Türkiye’den görmüşlerdir.
Makarios ile Yunan askeri cuntası arasındaki fikir ayrılıkları 20 Temmuz 1974 müdahalesinin asıl nedenidir. Makarios’un Enosis hedefinden uzaklaşması, Kıbrıs’ın bağımsızlığı için SSCB ile görüşmelerini artırması üzerine, Yunan cuntası 15 Temmuz 1974’te Makarios’a darbe girişiminde bulunmuştur. Eski bir EOKA’cı olan Nikos Sampson önderliğinde yapılan darbe sonunda Makarios önce Baf’a, sonra Malta’ya kaçarak canını kurtarabilmiştir. Türkiye, Kıbrıs’taki anayasal düzenin bir kez daha bozulması üzerine gelişmelere müdahil olmuş, Başbakan Bülent Ecevit öbür garantör ülke İngiltere ile Kıbrıs’taki darbecilere müdahil olmak amacıyla diplomatik görüşmelere başlamıştır. Ancak İngiltere, Türkiye’nin girişimlerine olumlu yanıt vermemiştir. Bunun üzerine Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü Zürih Antlaşması kaynaklı hakkını kullanarak KIBRIS’TAKİ ANAYASAL DÜZENİ ve Kıbrıs Türklerinin can güvenliğini sağlamak amacıyla askeri harekata başlamıştır. TSK’nin 20 Temmuz 1974’te başlattığı askeri harekat 2 aşamalı olarak 14 Ağustos 1974’te tamamlanmış, 499 Mehmetçik şehit olmuştur.
Türkiye’nin müdahalesi sonunda TSK’nın ulaştığı hatlar, Kıbrıs Türkleri ile Rumlar arasında sınırı de facto olarak belirlemiştir. Kıbrıs Barış Harekâtından sonra Kıbrıs Türk ve Rum liderleri arasında 46 yıldır süren görüşmelerde herhangi bir uzlaşmaya varılamamıştır. Adadaki ateşkes sürmektedir. Rumlar, TSK’nın 1974 yılındaki askeri müdahalesini tanımamış ve Türkiye’nin adadaki güçlerini işgalci, 1983 yılında ilan edilen KKTC’yi ise illegal devlet ilan etmiştir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, tarihsel gelişmeleri yukarıda ayrıntılarıyla anlatılan bu askeri müdahale Kıbrıs Türk halkının bir bölümü ile kimi siyasal partilerce de anlaşılamamakta; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve AB’nin kara propagandalarından etkisinde kalınmaktadır. Söz konusu devlet ve kurumların etkisinde kalan kişiler ve siyasal partiler Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin bölgesel politikalarını gerçekleştirmesini geciktirmek için adeta taşeronluk görevi yerine getirirken, kendilerine sağlanan ekonomik ve siyasal kolaylıklardan da fazlasıyla hoşnutturlar.
Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te yaptığı askeri müdahalenin uluslararası hukukta dayanağı olup, TSK’nin Adadaki varlığı, Kıbrıs Türk halkının güvenliği ile KKTC’nin bağımsızlığının güvencesidir. Nitekim Kıbrıs Türk halkı, adanın İngiltere’ye terk edildiği 1878’den sonraki hiçbir dönemde kendini bu denli güvende duyumsamamıştır. Türkiye, Kıbrıs Barış Harekâtından sonraki dönemde ekonomik ve askeri ambargolarla karşılaşmasına karşın kararlığından vazgeçmemiş, Kıbrıs Türklerinin en büyük güvencesi olmuştur.