Birleşmiş Milletler çevre kararında Türkiye’nin karşıt tavrı

Birleşmiş Milletler çevre kararında Türkiye’nin karşıt tavrı

Ersin Dedekoca

Ersin Dedekoca
aydinlik.com.tr
, 18.5.2018

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

BM Genel Kurulu’nda 10 Mayıs günü yapılan oylamada, Küresel Çevre Anlaşması’nın hazırlanmasının önünü açan bir karar tasarısını onayladı. Tasarıyla ilgili oylamada yalnızca Türkiye, ABD, Rusya, Suriye ve Filipinler karşı çıktı. Oturumda 143 üye tasarı lehinde oy kullandı. Kimi üyelerin katılmadığı oylamada, İran dahil yedi ülke ise çekimser kaldı. Dünyanın ABD ile birlikte “çevreyi en çok kirleten” iki ülkesinden biri olan Çin ise tasarının lehinde oy kullandı. 193 ülkenin temsil edildiği Genel Kurul’da geçen hafta yapılan söz konusu oylamada, uluslararası çevre hukukundaki ve ilgili yasal belgelerdeki olası boşlukların belirlenip giderilmesini amaçlayan bir “çerçeve anlaşmasının” hazırlanmasını öngören bir karar tasarısı kabul edilmiş oldu.

Ülkemizin, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması yolunda önemli bir karar tasarısına “ret oyu” kullanmasından hareketle, bu haftaki yazımızın konusunu, “uluslararası çevre hukuku” ve bu konudaki gelişmelere ayırdık.

ULUSLARARASI ÇEVRE HUKUKUNUN TEMEL KAYNAKLARI

Daha önce çevreyle ilgili yazılan bazı önlemlerin varlığını bilsek de, bu konudaki ilk önemli adım olarak, BM düzeyinde ve 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen “BM İnsan Çevresi Konferansı” ve bu konferans sonucu yayınlanan “Deklarasyonu” (AS: Bildirgeyi) gösterebiliriz.

Bu konferansta alınan kararların ve Stokholm Bildirisi olarak yayınlanan kuralların devamındaki bölgesel ve küresel “uluslararası çevre hukukunu” temel kaynakları olarak; Dünya Doğa Şartı (1982), Brundtland Raporu (1987), Rio Konferansı ve Gündem 21 Plânı (1992), Kyoto Protokolü (1997) ve Paris İklim Anlaşması (2015) sayılabilir.

Bilindiği gibi antlaşmalar, uluslararası hukukun olduğu kadar, uluslararası çevre hukukunun da en önemli kaynağını oluşturmaktadır. Antlaşmaların yapılış ve yürürlüğü, önceleri “teamül hukukuna” göre gerçekleşmekte iken, 1969 yılında imzalanan “Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi” ile antlaşmaların tabi olacağı kurallar kodifiye edilmiştir. Yukarıda özetlemeye çalışılan süreç ile oluşturulmaya çalışılan “çevre hukuku çerçevesi” ile ilgili düzenlemeler, insanın yaşadığı çevresine vermesi olası zararları önlemeyi amacındadır. Söz konusu düzenlemelerdeki temel özellikleri aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:

* İnsana sağlığının ve insan onurunun gereksinim duyduğu ekolojik bir ortamı kurmak,
* Toprak, hava, su, bitki ve hayvanları, insan müdahalesi sonucu doğabilecek zararlardan korumak,
* Doğadaki, insandan kaynaklı zarar ya da dezavantajlı durumları ortadan kaldırmaktır.

Çevreye ilişkin hukuk kuralları, ağırlıklı olarak insan merkezli bir yaklaşımın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın varlığı dikkate alınarak, mevcut doğal kaynakların korunması ve kirlenenlerin de iyileştirilmesi ilkesi, çevre konusunda oluşturulmaya çalışılan hukuksal düzenlemelerin başat amaçları olmaktadır.

Uluslararası çevre hukukunun gelişiminin, devletlerin egemenlik sınırları ile büyük ölçüde ilişkisi vardır. Uluslararası sözleşmelerin ne derece tanınacağı ve sınırlarının ne olacağı, devletlerin iradesine bırakılmıştır. Bu iradenin sınırları ne kadar daraltılırsa, uluslararası çevre hukukunun etkinlik alanının da o oranda genişleyeceği, izaha gerek olmayan bir gerçektir.

TÜRKİYE’NİN YAKLAŞIMI

Ülkemizin, çevre ile ilgili uluslararası düzenlemelere yaklaşımı, yakın zamana kadar genellikle olumlu ve yapıcı olmuştur. Bu bağlamda Türkiye’nin anlaşmalar karşısındaki tutumunu aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

 

Yukarıdaki tabloda da görüleceği gibi Türkiye, küresel ve bölgesel çevre anlaşmalarına genellikle taraf olmuştur. Bu gerçeğin, Paris İklim Anlaşması dışındaki ilk istisnası, bilhassa karasularının genişliği ve deniz hukuku uyuşmazlıklarında zorunlu yargı yetkisine ilişkin düzenlemelerinden dolayı, 1982 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi olmuştur.

PARİS ANLAŞMASI KONUSUNDA ANKARA’NIN TUTUMU

Aralık 2015’te Paris’te 200’e yakın ülkenin katılımıyla yapılan iklim konferansında, küresel sıcaklık artışının yüzyılın sonuna dek 2 C derecenin altında tutulmasını konusunda anlaşmaya varılmıştı. 2015’te imzaya açılan ve BM’in 197 üyesinden, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 196 ülke iklim değişikliğiyle mücadele için Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girmesine onay vermiştir. Küresel karbon salınımının %40’ndan sorumlu olan Çin ve ABD ikilisinden Pekin’in onayı sonrası, tek onay vermeyen başkent Washington kalmıştı.(*) Söz konusu anlaşmayı imzalamayan ve imzalama vaadi vermeyen tek ülke ABD idi. Zaten Trump da, 2018 yılında bu anlaşmadan çekildiklerini açıkladı.

BM üyesi 196 ülkeden yalnızca 28’i, Paris Anlaşması’nı kendi ulusal yasalarına dahil etmek için henüz bir taahhüt (yüklenim) vermedi. Türkiye, bu taahhüdü vermeyen ülkelerden biri.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı alması sonrası, anlaşmayı TBMM’den geçirmek aşamasında olan Türkiye, iklim değişikliği çalışmalarına maddi katkı sağlayacak olan ABD’nin çekilmesinin, anlaşmanın varlığını riske attığı görüşünde olduğunu açıkladı. Ankara’nın anlaşmaya taraf olmak için en önemli koşulu ise, oluşturulacak Yeşil İklim Fonu’ndan pay almayı güvencelemek olduğu izlenmektedir.

2020’de yürürlüğe girmesi plânlanan Paris İklim Anlaşması, ABD’nin ayrılmasına karşın iptal edilmezse, Türkiye’nin bu kez de anlaşma kapsamında oluşturulacak Yeşil İklim Fonu’ndan pay alma koşulunu öne sürüleceği anlaşılmaktadır. Türkiye, gelişmiş ülkeler sınıfında görüldüğü için ülkelerin karbon salınımlarını (emisyonu) önlemek için oluşturulacak 100 milyar dolarlık fondan pay alamamaktadır. Ankara, gelişmekte olan ülke sınıfına sokularak (Ek:2’deki listeden çıkarılarak), fon tarafından desteklenmeyi beklemektedir.

TÜRKİYE’NİN KARŞI ÇIKTIĞI SON BM ÇEVRE KARARI

İklim değişikliğiyle mücadele konusundaki Paris Anlaşması’nın devamı niteliğindeki Küresel Çevre Anlaşması’nın hazırlanması yönündeki plâna Türkiye’nin, ABD, Rusya, Suriye ve Filipinler ile birlikte karşı çıkması, çok beklenen bir tavır değildi. Söz konusu plân, geçen Eylül ayındaki BM Genel Kurulu oturumunda, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından dile getirilmişti.

Karara karşı Washington’un duruşu beklenen biçimde gerçekleşti. Anılan BM Genel Kurulu kararı ile yürürlüğe giren Küresel Çevre Anlaşması yaşama geçirildiği takdirde, tüm çevre haklarını tek bir belgede toplayan ve yasal bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası mutabakat  (uzlaşma) olacaktır.

Kanımızca Ankara’nın bu tavrı, iç politikada aksi söylemlerde de bulunulsa, Washington’un açtığı kulvarda yer almanın bir başka boyutudur ve ülke imajı için hiç de yerinde bir duruş olmamıştır.

Özün özü: Dış politika ve ekonomi politik her zaman tutarlılık ister; aksi halde ülke algısı “yalancı çoban”a döner..

(*): Küresel ısınmanın baş sorumlusu görülen “sera gazı” emisyonundaki ilk sekiz ülke ve aldıkları paylar: Çin (20,1), ABD (17,9), AB (12,1), Rusya (7,5), Hindistan (4,1), Japonya (3,8), Brezilya (2,5) ve Kanada (1,9).
===============================================
Dostlar,

Sayın Ersin Dedekoca‘ya teşekkür ederiz bu çok kapsamlı düzenleme için. Çevre sorunlarını bu sitede biz de sıklıkla işlemekteyiz. Unutulmaması gereken en temel kuralların başında, Doğa’nın biz insanlara gereksinimi olmadığıdır.

  • Bizler Doğaya yük olduğumuz gibi, onu bir “fahişe” gibi kullanmaya da kalkıyoruz!

Oysa Doğa yasalarını bilimsel yöntemlerle aydınlatmak ona hükmetmek için değil, birlikte barış içinde yaşamak (peacefull co-existence, co-existence pacifique) için olmalıdır.

– Doğa’nın sonsuz olmadığı, tersine “sonlu” olduğu,
– geri tepeceği ve
– hesap soracağı da….

akıldan çıkarılmamalıdır. İnsanoğlunun gidebileceği bir başka gezegen bulunmuş değildir. Oysa merhum Fizikbilimci Stephan Hawkings, en geç 1000 (bin) yıl içinde bir başka gezegende daha yaşamaya başlamamızın zorunlu olduğunu ısrarla vurgulamaktaydı.

Yapılacak işlerden ilki yaşam biçimimiz gözden geçirerek çok daha tasarruflu, en az enerji tüketen – doğaya en az yük, yani karbon ayak izi en küçük kılacak yaşam biçimi sürdürmektir. Buna ek olarak yersiz ve çok hızlı – akıl dışı nüfus artışını frenlemek,

  • HER AİLEYE ÇOCUK ilkesini hızla yaşama geçirmek olmalıdır.

Enerji kaynakları olarak fosil yakıtları ve nükleer enerjiyi bir yana koyup; YENİLENEBİLİR enerji kaynaklarına yönelme zorunluğu da özellikle vurgulanmalıdır.. Güneş ve rüzgâr enerjisi giderek öne çıkarılmalıdır.

Son olarak; kalıcı küresel barış için etkin ve adil bir ULUSLARARASI HUKUK DÜZENİ
zorunludur.

Küresel Egemenler, gelişmekte olan ülkelerin haklarına ve Doğa’ya içtenlikli saygılı ve denkser (hakkaniyetli) olmalıdır

Sevgi ve saygı ile. 20 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir