Yakup Kepenek : Devrimlerin ekonomisi

Devrimlerin ekonomisi

Yakup Kepenek
Cumhuriyet, 30.102017
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Türkiye’nin Cumhuriyet ve Rusya’nın Ekim Devrimlerinin kuruluş yıllarının ekonomi politikaları, çok kısa olarak iki başlık altında toplanabilir: var olmak için sanayileşme ve ekonomik ve toplumsal gelişmenin bütünlüğü.

Var olmanın zorunlu kıldığı
Gerek Cumhuriyet Türkiye’si gerekse Sovyet Rusya varlığını sürdürebilmek için sanayileşmek zorundaydı.
Sovyetler Birliği, varlığını sürdürmek için onu beşiğinde boğmak isteyen emperyalizme karşı, üstelik, tek sosyalist ekonomi olarak olabildiğince hızla sanayileşmeliydi. Dünyada bir ilk olan planlı kalkınmayı uygulayan Sovyetler, dışarıdan hiçbir destek alamayacağı bilinciyle kendine yeterli gelişebilmesi için sanayileşmesini yatırım malları üretimine öncelik vererek gerçekleştirmeliydi. Bu zorunluluk tüketim mallarının üretimine yeterince önem verilememesiyle çok pahalıya mal olarak sonuçlandı.
Dışa bağımlı ekonomiden üreten ekonomiye geçmeye kararlı olan Türkiye ise sanayileşmesine başta şeker ve dokuma olmak üzere temel tüketim mallarından başlamalıydı. Kapitalizmin Büyük Bunalımından yararlanmasını bilen Türkiye, 1930’larda, bu sanayileri devlet eliyle kurdu. Sanayileşme, yerli hammadde ve insan gücü kullanılarak; fabrikaların ülke düzeyine dengeli yayılması ve iç pazarının gereksinmelerini tamamıyla karşılayacak miktarda üretim amacıyla, Sovyetler’den esinlenerek oluşturulan bir sanayileşme planıyla gerçekleştirdi. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin sanayileşmesine sıfır faizli, yirmi yılda ve tarımsal ürün verilerek ödenecek ve toplam sanayi yatırımlarının yaklaşık 1/3’üne ulaşan ekonomik ve teknik yardım sağladı; ayrıca çok sayıda uzman ve teknisyen ile destek verdi.
Böylece Türkiye, kendine özgü bir sanayileşmeyi başarı ile gerçekleştirdi.

Gelişmenin bütünlüğü 
Cumhuriyet ve Ekim Devrimleri, sanayileşmelerini, kendi insanının yaratıcı yeteneklerini geliştirmeye dayanan eğitim, bilim, kültür, sanat ve spor politikalarıyla tamamlamaya çalıştı. O kadar ki Türkiye’de Sovyet desteğiyle kurulan sanayi tesisleri tiyatro ve sinema salonları ve kütüphaneleriyle bu anlayışa uygun birer sosyal etkinlik merkeziydi; kimilerinde tenis kortu ve yüzme havuzu vardı.
Ekim Devrimi, insanlığa uzay yolunu açan büyük başarısına karşın II. Dünya Savaşı sonrasının kapitalist dünyayı saran özel tüketim çılgınlığının ve kapitalizmin saldırılarına karşı koymak için yapmak zorunda kaldığı silahlanma harcamalarının ağır baskısına dayanamadı, 1990’da kendi kendisini sonlandırdı. Kapitalizm için silahlanma özel sermayenin büyümesi demekti; sosyalizm için ise silahlanma halkın ekmeğinin küçülmesi demekti.
Türkiye’nin yerli üretim olanaklarını barış içinde artırmasına destek olmak için gelen Sovyet uzman ve teknisyenleri, 1935’te Kayseri Dokuma fabrikasının açılışında Rusça “Hoşgeldiniz” diye karşılanmıştı; bundan tam 11 yıl sonra 1946’da Türkiye’yi tüm varlığıyla Sovyetler’e karşı savaşan bir ülke çizgisine çekmek için Missouri zırhlısıyla gelen ABD askerleri, Dolmabahçe Camisi’ne asılan İngilizce “Hoşgeldiniz” mahyasıyla karşılanıyordu.
Böylece Türkiye’yi sanayileşme ve bütüncül gelişme yolundan çıkararak bugünlere taşıyan büyük siyasal aks kayması başlıyordu.
Ekim Devrimi insanlığın gelişme doğrultusunun çok özgün ve sürekli olarak ders çıkarılması gereken bir büyük deneyimi olarak tarihteki seçkin yerini aldı.
Cumhuriyet Devrimi ise özellikle kendi içinden çıkanların ihanet edercesine sürekli saldırılarına karşın yıkılamıyor. Düşmanları çok sevinmesin, onlara rağmen, halkın bugünlerde gösterdiği olağanüstü duyarlılığın da kanıtladığı gibi, Cumhuriyet, kendi evrensel değerleriyle güncelleşerek varlığını sürdürecek!
=======================================
Dostlar,

Prof. Yakup Kepenek hocamızın Ekonomi alanındaki uzmanlık birikimine ve yazı yeteneğine diyecek yok elbette. Ancak 1946’da Missouri zırhlısı Türkiye’ye gelmeden önce 1945’te Sovyetlerin Stalin döneminde Kars ve Ardahan’ı istemesi, Boğazlarda askeri üs dileği de yazılmalıydı. Bu fırtınadır ki Türkiye’yi Sovyetlerin ezici askeri gücü karşısında denge aramaya itmiş ve ne yazık ki NATO üzerinden Batı emperyalizminin kucağına itilmiştir.

Ancak 1952’den beri NATO üyesi olan Türkiye, bağımsızlığını yitirmiş, neredeyse Batı emperyalizminin bir uydusu derecesine indirgenmiştir. NATO-ABD ülkemizde gladyo – kontrgerilla örgütlenmesi ile iç karışıklıklar çıkarmış, siyasal cinayetlere bulaşmıştır. Çok sayıda (15 dolayında) askeri üssü ve 90 dolayında nükleer başlık ile ülkemiz adeta işgal edilmiştir. Atom bombalarının denetimi TSK’nın dışındadır ve bu kabul edilemez asimetrik durum ülkemizi kendi istenci dışında nükleer savaşa sürükleyebilecek çok ağır bir risk ve tehdittir.

Konjonktür, artık bu asimetrik askeri – siyasal saldırı örgütünden ayrılmayı zorunlu kılmaktadır. Gerçekte NATO’ye gerek de kalmamıştır. Soğuk savaş bitmiş, Varşova Paktı dağıtılmıştır. Türkiye TAM BAĞIMSIZLIĞI merkeze koyan çok yönlü ve dengeli, bölgesel ağırlıklı diplomasi rejimlerine yönelmelidir. En azından ABD üslerine sınırlama getirilmeli, NATO’nun önce askeri sonra da siyasal kanadından ayrılma planları geliştirilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 31 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir