ÇAĞDAŞLIĞA İLK ADIM: 3 Mart 1924
Dr. ALİ NEJAT ÖLÇEN
Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli niteliğini, kuram (teori) ile Kurum arasındaki
bağı kurmasında görürüz.
O nedenle, devrimlerini kurumlaştırmış ve o kurumlar Anadolu’muzun kültürel dokusuna çağdaşlaşma olanağını sağlamıştır. Yoktan var ettiği devrimlere karşıt gerici kadroların ve de siyasete aktardığı partilerin,
Cumhuriyeti ve onun kazanımlarını geri çevirmeye gücü yetmemiştir. Çünkü:
Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere armağan ettiği Cumhuriyet, dışalım ürünü değildir.
Cumhuriyeti temel alan ilkelerin hiç biri, dışarıdan aktarılmamış o nedenle Anadolu’muzun gelenekleri ve kültürüyle kaynaşabilmiştir. Tüm gerici akımların başarısızlığının kaynağıdır bu. Mustafa Kemal Atatürk’ün yarattığı devrimlerini ve o devrimlerin kültürünü ve o kültürün kurumlarını Anadolu’nun bağrından söküp atmak olanak dışıdır ve buna girişen kadrolar kendilerini yok oluşa sürüklemişlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin “seküler” (ne dinden yana ne dine karşı) niteliği 90 yıl önce bugün gerçekleşti. Seküler niteliği içermeyen devlet, “laiklik” ilkesini koruyamazdı. Düşün ve inanç özgürlüğünün kaynağı olan sekülarizm eğer devletimizin temel niteliği olacaksa, yani devlet hiçbir düşünceye ve inanç biçimine karışma yetkisinden uzakta kalacaksa, o devletin Cumhuriyetçi niteliği de iki başlı olmasını önleyecek,
Hilafet biçimi Devlet yönetiminden uzaklaştırılacaktı.
Hilafet yerinde kaldıkça, seküler devlet nasıl oluşabilirdi?
Büyük Millet Meclisi’nde bu düşüncenin öncülüğünü Şeyh Safvet Efendi üstlenmiş
52 milletvekili ile birlikte hazırladıkları yasa önerisi kabul edilerek 90 yıl önce bugün
(3 Mart 1924) Hilafet kaldırılmıştır. Doğal olarak Şeriye ve Evkaf Bakanlığı da Siirt Mebusu Halil Hulki Bey ve 50 milletvekilinin yasa önerisiyle aynı gün tarihsel anıya dönüşmüş oldu. Büyük Millet Meclisinde Hükümet tasarısıyla değil, milletvekillerinin özgür istenci (iradesiyle) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin seküler niteliğe kavuşturulması Anadolu’muzun yarattığı ve özenle koruduğu insancıl kültürün ürünüydü.
22 Ocak 1924 günü Başbakan İsmet Paşa (İnönü) tarafında şifreli telgrafla,
“kimi gazetelerde makamı hilafetin durumu ve Halife’nin kişiliğine ilişkin
yanlış kanılara neden olacak yazılara rastlandığı”ndan yakınmakta ve ”
bundan Halife’nin büyük üzüntü duyduğunu” belirtmekteydi.
Mustafa Kemal’in İzmir’de Başbakan İsmet Paşa’ya ilettiği şifreli telgrafla şunları belirtmişti:
Halife ve bütün cihan kat’i olarak bilmek lâzımdır ki, mevcut ve mahfuz olan (korunan) halife ve hilafet makamının, hakikatte, ne dinen ve ne de siyaseten
hiçbir mana ve hikmeti mevcudiyeti (varoluş nedeni) yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla mevcudiyetini, istiklalini tehlikeye maruz bırakamaz. Hilafet makamı bizce en nihayet, tarihi bir hatıra olmaktan fazla bir ehemmiyeti haiz olamaz. Türkiye Cumhuriyeti ricalinin veya resmî heyetlerinin, kendisiyle temasını
talep etmesi dahi Cumhuriyetin istiklaline (bağımsızlığına) sarih tecavüzdür.
Bu yazışma bir önemli gerçeği de kanıtlıyordu, Mustafa Kemal’i anlayan bir tek kişi vardı o da Mustafa Kemal’in kendisiydi.
Öyle anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal’in bu yanıtı, Başbakan İsmet Paşayı etkilemiş
ve TBMM’nde Cumhuriyetin açıklanmasına karşı çıkan milletvekillerine
en gerçekçi yanıtı O vermişti.
Bugün Cumhuriyetin kazanımları ve ilkeleriyle barışık olmayan ve hatta karşıtlığın gereklerini husumetle uygulayan AKP iktidarı ortaya çıkmış olsa bile Cumhuriyetimiz, kendisini koruyacak tüm kurumlarıyla birlikte Türkiye’mizin kromozomlarına işlemiştir.
Şeriat özlemcileri, Türkiye’nin önünde açılan uygarlık sürecinde bir daha hortlamamak üzere tarihin çöplüğüne iteklenerek silinip gidecektir.
Böyle biline, çare buluna!