Dr. Alev COŞKUN
Milliyetçilik… Ulusalcılık Tartışmaları…
- Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı. Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmaktı. Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyete geçildi.
Dr. Alev COŞKUN
TBMM’de “milliyetçilik” ve “ulusalcılık” kavramları geçen hafta gündemin ön sıralarına taşındı.
Bu tartışma “milliyet”, “milliyetçilik”, “ulus devlet”, “ulusalcılık” kavramları üzerinde yoğunlaşıyor. Kısaca irdeleyelim.
Avrupa’da 16. yüzyıldan sonra feodal sistem çözülmeye, onun yerine kapitalist üretim biçimi yerleşmeye başladı. Emekçiyi sömüren vahşi kapitalist sistem, 18. yüzyılda güçlendi ve emperyalizme dayanan sömürgeleşme de başladı. Öte yandan da Fransız ihtilalinin etkisiyle ulus devletler ortaya çıkıyordu.
Ulus devlet siyasal olarak örgütlenmiş belli bir toprak üzerinde bir arada yaşayan dil, tarih, kültürel özellikler ve ekonomik yönden ortak yaşam içinde bulunan insan topluluklarıdır.
Irkçılık, milliyetçilik ile eşdeğerde değildir. Irkçılık, kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayar ve bu temel düşünceden bir siyasal ideoloji oluşturur. Bir ırkın ötekilerden üstün olduğunu öne süren kör ırkçılık insanlık dışı bir ideolojidir.
Bu girişten sonra yapılan konuşmalara acaba olumlu yönleriyle bakabilir miyiz? Her ikisi de şoven-ırkçı bir yönelim içinde değildirler. CHP milletvekili Birgül A. Güler, “Irk milliyetçiliğini bana ilericilik diye yutturamazsınız” diyordu. Bu da doğrudur. İster Kürt, ister Türk, herhangi bir milliyetçilik ilericilik olamaz. Güler, ayrıca “Sözlerim çarpıtıldı, Türk ile Kürt insanı, kültürel anlamda eşittir” dedi.
BDP milletvekili Sırrı Sakık’ın Meclis kürsüsünden “Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz… dağdan gelip bağcıyı kovma hakkına sahip değilsiniz” sözleri daha “vahimdir”.
Sakık, karşısındakini ırkçılıkla suçlarken kendisi ırkçılık yapıyordu. Ama neyse ki, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyledi.
Aslında, Türk milleti ya da Türk ulusu kavramı bir dayatma olarak ortaya çıkmadı. “Türk” yüzyıllardan beri Anadolu’da yaşayan çeşitli topluluklara verilen ortak addır.
Üç akım :
Osmanlı son yüzyılda gerileme dönemine girince, özellikle II. Meşrutiyet döneminde devleti kurtarmak için
Osmanlıcılık,
İslamcılık ve
Türkçülük akımları ortaya çıktı.
Osmanlıcılık, Osmanlı devletinin yaşamını sürdürmesini, imparatorluk sınırları içinde yaşayan ve “millet” adı verilen toplulukların din, dil ve soyları ne olursa olsun “Osmanlılık” kavramı içinde kaynaşmasını öngörüyordu. Osmanlı devleti içindeki Türk, Rum, Yahudi, Ermeni, Kürt, Arap, Arnavut, Gürcü her soydan “millet” toplulukları eriyerek Osmanlı olacaktı. Ancak bu akım tutmadı.
Bunun üzerine İslamcılık akımına ağırlık verildi. İslamcılık düşüncesine göre devlet işlerinin kötüye gitmesinin nedeni din kurallarının bütünüyle uygulanmamasıdır. Bu nedenle “ümmet” denilen “İslam milleti” düşüncesine “İslam ittihadı”, yani İslama bağlı olanların birleşmesi siyasetine öncelik verildi. Ama bu da tutmadı.
Bir başka akım da “Pan-Türkizm” akımıdır ki bütün Türk topluluklarını birleştirmeyi amaçlıyor ve “Turancılığa” kadar gidiyordu. Bu da gerçekçi değildi ve tutmadı.
Ama, Osmanlı devletinde milliyetçilik akımları gelişti. Rumeli’de Yunanlılar ve Bulgarlar ayrıldılar. Milliyetçilik en son Türklere geldi.
Kimlik sorunu
Durumu anlatmak için, Abdülhamit zamanında Avrupa’da bulunan bir Jön Türk’ün anılarında geçen bir öyküden söz edelim. Birkaç arkadaşıyla Paris’te bir kütüphaneye dadanmış. Oraya bakan memur bunları ilgiyle izlermiş. Bir gün sormuş:
– Siz nesiniz?
Bizimkiler bakışmışlar, hepsi birden:
– Müslümanız.
Fransız:
– Bu sizin dininiz. Milliyetiniz ne?
Bizimkiler cevap vermişler:
– Biz Osmanlıyız, demişler.
Adam gene tatmin olmamış:
– Bu, sizin tabiiyetiniz. Fakat milliyetiniz nedir?
– Bakın demiş, şuradakini görüyor musunuz? Ona sordum; “Ermeniyim” dedi.
Bir de şurada oturan var; o da Rum olduğunu söyledi.
Jön Türk bu öyküyü anlattıktan sonra: İşte o zaman Türk olduğum aklıma geldi, diyor.
Bu gelişmenin tarihimizde en az 150 yıllık bir altyapısı vardır. Bu tarihsel arka planı bilmeden “ahkâm kesmek” doğru olmaz.
Atatürk “Pan-İslamizm”e ve “Pan-Türkizm”e de karşıydı.
Atatürk, tarihsel gerçeklere ve kültürel gelişmeye dayandı. 1930’larda kendisinin yazdığı “Medeni Bilgiler” kitabı bu konulara açıklık getirmiştir.
Türkiye halkı
Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşunda Türklere bir üstünlük tanımamıştır. Örneğin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk soyuna Türk milleti denir” demedi. Onun yerine “Türkiye halkı” deyimini kullandı. Konuya bugünleri görür gibi açıklık getirmiştir.
- “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir…
Bugünkü millet siyasi ve içtimai toplumumuz içinde Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır…. Bu millet efradı da (bireyleri de) umum Türk camiası (topluluğu) için aynı müşterek maziye (geçmişe), tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar. ” (Medeni Bilgiler, TTK, s. 351)
Atatürk’ün düşündüğü Türk ulusu ortak geçmiş, ortak tarih, ortak ahlaka dayanmaktadır. Anadolu’da yaşayan Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Boşnaklar, Gürcüler, Rumelililer aynı ortak geçmişe ve tarihe sahip çıkıyorlar.
Çok ilginçtir ki epeyce eleştiri alan Sakık’ın sözleri derinlemesine irdelenirse, bu ortak temalar görünür. Sakık kızgınlıkla ne diyor:
“Çanakkale’ye bakın, orada yalnızca sizin atalarınız savaşmadı. Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz…”
Sakık, Kafkaslar’dan Rumeli’den gelenlere çatarken Çanakkale ortak malımızdır, orada Kürtler de savaştı, Milli Mücadele’de de Kürtler savaştı, bunlar ortak değerlerimizdir, diyor. Sakık, isteyerek ya da istemeden iç benliğindeki hepimizin ortak değerlerini ortaya koyuyor.
Böyle konuşunca da ünlü sosyal bilimci Ernest Renan’ın millet ve ulus tanımına destek veriyor. Renan diyor ki:
- “Geçmişte kalan ortak şan, şeref ve acılar mirası ve gelecek için gerçekleştirilecek bir program.” İşte ulusu yapan ortak ögeler.
Sakık’ın Çanakkale Savaşı’na sahip çıkması, ortak geçmişi benimsediğinin tartışmasız kanıtıdır.
Bugün dünyanın hiçbir yerinde homojen bir ulus devlet yoktur. Avrupa’da yoktur.
Hele Amerika… 72 çeşit millet bir olmuş daha önce tarihte olmayan bir ulusu “Amerikan ulusunu” ve “Amerikan devletini” yaratmıştır. Sorduğunuz zaman “Ben Amerikanım” diyor. Oysa kökenine bakın. Ya İtalyan, ya İskoç, ya İngiliz ya da Alman…
Ama, “ben Amerikanım”, diyor.
İnsan topluluğunu ulus ya da millet yapan salt din, dil, ırk unsurları değildir. Örneğin din, dil, ırk ve kültür açısından oldukça homojen olan Araplar, tek bir ulus devlet içinde birleşemiyorlar. Bugün Türkiye’de yaşayan hiçbir ırk “saf”, değildir. Ne Türkler, ne Kürtler ne de diğer unsurlar… Bin yıldır Anadolu’da bütün ırklar ve soylar kaynaşmıştır.
Dil, din, ırk ve kültür birlikleri önemlidir. Ancak yetmez; ortak geçmiş, ortak acılar, ortak kıvançlar o insanları bir arada tutan en önemli unsurlardır. Bu nedenle; 30 yıldır terör var, ama Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlarımız 700 yıllık ortak paydalar nedeniyle Türkiye’den ayrılmak istemiyorlar.
Birkaç söz de ulusalcılık için…
Bugünün küreselleşme akımı karşısında, süper güçlere karşı kendi ulusunun milli çıkarlarını savunma, ulusalcılıktır. Ulusalcılık, kesin olarak şovenizmle karıştırılmamalıdır.
Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı…
Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmaktı.
Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyete geçildi. Atatürk karmaşık bir etnik yapıdan, kendine güvenen çağdaş bir toplum,
çağdaş bir ulus yapısına geçişi sağladı.
Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde kederde, kıvançta,
sevinçte dayanışma içinde olan insanların ortak devletinin adıdır.
İşte bu oluşum bugün Ortadoğu’da en çağdaş, en ileri bir devlet ve toplum yapısına sahiptir.
ATMA ALEV COŞKUN ATMA, DİN KARDEŞİYİZ ŞUNUN ŞURASINDA …
Osmanlı Padişahları, “ben bu dünyanın Sultanı Mehmet Han, Ben bu dünyanın sultanı Süleyman Han, ben bu dünyanın sultanı Murat han, Selim Han, Yıldırım Beyazıt Han v.b.” diyerek bu bir dünya devletine padişahlık yaparlardı.
Padişah, bu dünyanın sultanı, Osmanlı, bu dünyanın devletiydi.
Türkiye, bu dünyanın devleti bile olamadı. Ramazan Aylarında açıkça görüleceği gibi ancak bir Cennet’e adam gönderme bürosu olabildi. En kötü, en ilkel, en vahşi, en barbar Irkçılığın ‘Üst Kimliği’nde Sünni-Yezitçi Halifelik baskısı da cabası…
“Amerika Birleşik Devleri toprakları üzerinde DOĞAN VE YAŞAYAN HERKES EŞİTTİR!..” denildiği için yetmiş iki millet bir araya gelmiş, Eşit Yurttaşlar Birliği’ni oluşturmuştur!..
Amerika’n, Amerika Birleşik Devleri toprakları üzerinde doğan ve yaşayan İnsan demektir. Ve ABD Yurttaşları, çoğu kez “ben Amerika’n’ım!..” demezler… Bu kelimeyi daha çok, Alev Coşkun gibi cahil kişilere, laf anlatmak için kullanırlar.
1960’lı yıllarda dünyanın her tarafında kullanılan bir “Çirkin Amerikalı” deyimi vardı. Bu deyime karşı dünyanın her tarafında, “BEN BİR AMERİKALIYIM, BEN BİR AMERİKALI OLMAKTAN GURUR DUYARIM,” diye başlayan mektup biçiminde bildiriler dağıtılır ve Time gibi dergilerde yayınlanırdı.
“YOU ARE A BİGOT!..” denilen Time gibi büyük dergilerle yapılan kampanyalarda ise; ABD Yurttaşlarına, Amerikalı olmadan önceki kimliklerine göre yapılan muamele, “sen bir yobazsın!..” denilerek kınanır, eleştirilir ve teşhir edilirdi.
ABD’de çoğunluk İngiliz’dir. Eğer, İngiliz bir ABD Yurttaşı, “ne mutlu İnglizim diyene…” diyerek, İngliz kökenli olmayan ABD Yurttaşlarını aşağılar ve tahkir ederse; “nefret suçu işlemekten” dava edilir ve ceza görür.
Evet… Atma Alev Coşkun atma… Amerikan Devleti diye bir devlet yok!.. Koskoca Amerika Birleşik Devletleri var!.. Orda da, “ne mutlu İngilizim diyene…” gibi senin aklına uyan bir şey yok… Başka ülkelerin Yurttaşları, “Amerika’n…” diyor, ABD Yurttaşları ise; “Amerikalı’yım…” diyorlar. Sen nasılsa anlamazlar diye buradan sallıyorsun.
Türkiye’de sözde, “Tanrı egemenliğinden vazgeçilmiş, halk egemenliğinde bir Cumhuriyet kurulmuş,” muşmuşmuş da, NEDEN CUMHURİYET GAZETESİNDE ALEVİ BİR KÖŞE YAZARI YOK?
Yoksa, sözde “Tanrı egemenliğinden vazgeçen Cumhuriyet,” Yezit Efendinizin Hakimiyetinden vazgeçemedi mi?
Dostlar,
Sayın Alev Coşkun ile bu gün telefonla görüştük. (4.3.12)
21. 2.13 tarihli bu yazısındaki “Ben Amerikalıyım” anlatımının yanlış dizildiğini, doğrusunun, “Ben Amerikan’ım” olduğunu,
biz söze girereken kendileri ön alarak düzelttiler. Zaten biz de öyle düşünmüş ve izinlerini almadan doğrusunu yazmıştık.
Geç kalan bir düzeltme izni istemimizi ise incelikle karşılayarak teşekkür etti.
Sizlerle de paylaşmak istedik..
Sayın Coşkun ile “ana dili” anne dili” konusunu da konuştuk. Önerimiz şu oldu :
İtalyan kökenli bir Amerikan yurttaşının anne dili (mother tongue): İtalyanca; ana dili : İngilizce
Ana dil : basic language, major language, principal language, essential language
Kürt kökenli bir Türk yurttaşının anne dili (mother tongue) Kürtçe; ana dili : Türkçe
Sanırız bu terminoloji, yersiz ve haksız kullanılan bir retoriği boşa çıkarabilir.
Her etnik küme kendi ANNE DİLİNİ (ana dilini değil!) sosyal ve kültürel alanda özgürce kullanabilir.
Fakat ULUS DEVLETİN “tanımı gereği” kamusal alanda çok sayıdaki “anne dilleri” (mother tongues) değil;
tek ortak “resmi dil” / ANA DİL (olan basic language, major language, principal language, essential language) kullanılacaktır.
Tersi, ULUSLAŞARAK emperyalizm karşısında güçlü bir blok oluşturmayı engeller ve sömrürgeleşme doğurur.
Bu ağır yokoluş bedelini ödememek için, ULUS DEVLET bir uzlaşmadır ve güvencedir.
Türkiye’deki eşit ve 1. sınıf yurttaşlarımız olan Kürt kökenli kardeşlerimizle özellikle paylaşmak isteriz.
Kört politik önderlerinin bu bilimsel gerçeğin ayrıdında olmaMAları olanaksız..
Dolayısıyla, ayrışma-bölünme-kukla Kürt devletçiği-karakol Kürt devletçiği-istasyon Kürt devletçiği.. nden başka bir sonuç doğurmayacak bu dayatmalarını niçin sürdürürler; ciddi biçimde kaygılanıyoruz..
Birlikte yaşamaktan yana olduğunu çok iyi bildiğimiz Kürt yurttaşlarımızın ezici çoğunluğunun da politik önderlerine bu soruyu sormalarını çok isteriz…
Sevgi ve saygı ile.
4.3.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
http://www.ahmetsaltik.net
Dr. Alev Coşkun’un “Bugün dünyanın hiçbir yerinde homojen bir ulus devlet yoktur” tümcesi,
kendisinin ulu önder Atatürk’ü desteklemesine karşın onun Türk tarihi alanında,
özellikle de Türkiye toplumunun antropolojik niteliğiyle ilgili yaptığı çalışmaları
bilmediğini göstermektedir. Gerçekte ulu önder Atatürk, Türk tarihini ve Türklerin
antropolojik özelliklerini araştırarak Türklerin yeryüzünde soy özelliklerini koruyan tek ulus
oldukları sonucuna varmıştır. Bu konuda yapılan çalışmaları Türk tarih kuramı olarak ilk kez
1930 yılında “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı kitapla yayımlatmıştır. Bu kitap 1931 – 39 arasında
4 cilt olarak liselerde tarih derslerinde ders kitabı olarak kullanılmıştır. Ne yazık ki,
Atatürk’ün ölümünden sonra, 1939’da bu tarih kitabı ve Atatürk’ün Türk tarih kuramı dışlanarak,
uydurma Hint-Avrupa tarih kuramı öğretilmeye başlanmış ve halen de öğretilmektedir.
Atatürk sonrası süreci Sayın Prof. Dr. Çetin Yetkin “Karşıdevrim 1945-1950” adlı çalışmasında
gerçekçi olarak anlatmıştır.
Atatürk’ün antropoloji bilimini kullanmasını ona karşı olanlar “ırkçılık” olarak nitelendirmektedir.
Ancak bu doğru değildir. Antropoloji bilimini başkaları kullanınca bilimsel oluyor,
Atatürk kullanınca “ırkçı” oluyor ! Bu yaklaşım doğru değildir ve gerçekleri çarpıtmadır.
Türklerin Anadolu’daki varlığının M.Ö. 13 bin yıllarına dek uzandığını kanıtlayan bilimsel çalışmalar vardır.
Bunların önemlileri aşağıdadır.
Prof. Dr. Afif Erzen
Doğu Anadolu ve Urartular, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992.
Prof. Dr. Oktay Belli
* Doğu Anadolu’da Yeni Arkeolojik Keşifler: Van-Yedisalkım (Put) Köyü Boyalı
Mağara Resimleri, Tarih Dergisi, 28-29, 1975.
* New light on the Earliest Art of Anatolia: KIZLARIN MAĞARASI (The cave of the maidens), Turkish Treasures, 1978.
Prof. Dr. Kılıç Kökten
Kars Çevresinde Diptarih Araştırmaları ve Yazılıkaya Resimleri, Atatürk Konferansları (V, 1971-72) 1975.
Muvaffak Uyanık, Petroglyphs of South-Eastern Anatolia, Graz 1974.
Prof. Atakişi Celiloğlu Kasım
Sümerce Kesin Olarak Türk Dilidir, İstek Vakfı yayınları, İstanbul 2001.
Prof. Dr. Çingiz Karaşarlı (Chingiz Garasharly)
* The Turkic Civilization Lost in the Mediterranean basin, Baku 2011.
* Troyalılar Türk İdiler, Elm ve tahsil, Bakı 2013.
Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı
Eski Türk uygarlığıyla ilgili tüm yapıtları
Kürtlerin Türk kökenli olduklarını gösteren bilimsel çalışmalar aşağıdadır.
Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu
* Kürtlerin Kökü.
* Kürtlerin Türklüğü.
* Her Bakımdan Türk Olan Kürtler.
Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr. Hakkı Dursun, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Eröz,
Prof. Dr. A. Haluk Çay, Prof. Dr. Bayram Kodaman
Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu.
Türk Tarihinin Ana Hatları” yapıtının özgün elektronik kopyası aşağıdaki linklerden indirilebilir.
http://www.scribd.com/doc/92055715/Turk-Tarihinin-Ana-Hatlar%C4%B1
http://www.mediafire.com/file/1z1asn3yhidwen9/Turk_Tarihinin_Ana_Hatlari.pdf
Bu yapıtın güncellenmiş kolay anlaşılan kopyası da aşağıdaki linkten indirilebilir.
http://www.mediafire.com/download/xhrrrd07ovdj482/TurkTarihininAnaHatlari-Guncel.pdf
Kozmoz
Kozmoz kod adlı okurumuz,
Katkınız için teşekkür ederiz..
http://www.scribd.com/doc/92055715/Turk-Tarihinin-Ana-Hatlar%C4%B1
Erişkesi (linki) çalışmıyor..
http://www.mediafire.com/file/1z1asn3yhidwen9/Turk_Tarihinin_Ana_Hatlari.pdf
Erişkesi çalışıyor ve 606+ sayfalık kitap indirilebiliyor. Yaklaşık 70 MB
http://www.mediafire.com/download/xhrrrd07ovdj482/TurkTarihininAnaHatlari-Guncel.pdf
Bu erişke de çalışıyor ve yakl. 5,3 MB’lık pdf kitap indirilebiliyor..
Çok teşekkür ederiz bu değerli katkınız için
Sitemize ilginizin sürmesini ve sizi açıktan tanımayı dileriz..
Sevgi ve saygıyla
17.7.2014, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
http://www.ahmetsaltik.net
Bay/Bayan Kozmoz Evren’in yazdıkları üzerine, naçizane birkaç katkıda bulunmak isterim:
-Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eser, ilk olarak, Yüce Atatürk’ün teşvik ve tasvipleriyle,
seçkin bir grup bilim insanı tarafından hazırlanmış ve 606 sayfalık ilk eser, evvela 100 nüsha olarak tab edilip,
ülke çapında bilim adamlarının incelemesine sunulmuştur.
-Bu eser, ertesi yıl genişletilmiş haliyle ve dört cilt olarak, liselerde tarih kitabı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Kaynak Yayınları da, büyük bir kültür hizmetinde bulunarak, bu dört ciltlik eserin tıpkıbasımını geçtiğimiz yıllarda yayımlayarak,
bizlere, Cumhuriyetin yetiştirmek istediği yurttaş tipi hakkında birinci elden çıkarımlarda bulunma fırsatını vermiştir.
Gelelim Atatürk’e haksız yere yöneltilen ırkçılık ithamlarına..
-Ne kadar acıdır ki, Sayın Başbakan, Meclis grup toplantılarından birinde, elinde tuttuğu eski bir kitabı göstererek,
şu ağır ifadeleri kullanmakta bir sakınca görmemiştir:
“Kitabın 5. sayfasında bir resim var. Raflarda yüzlerce kafatası var. İncelenmiş ya da incelenmeyi bekliyor.
Tabii bu kafataslarından öyle ilginç bir sıralama yapmışlar ki; Türk Kafasının Zaviyesi Üzerine İncelemeler.
Şimdi soruyorum, bizim millet tasavvurumuz bu olabilir mi? Türk Antropoloji Enstitüsü’nün tarihinde 2 önemli vesika olarak geçer.
Reis-i Cumhur olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Başbakan İsmet Paşa var. İstanbul Darülfünun doktoruna teşekkür var.
Şimdi soruyorum: Bu insani midir? Vicdani midir? Bunun bizim ruh dünyamızda, inanç dünyamızda yeri olabilir mi?”
-Prof. Dr. Celal Şengör ise, Cumhuriyet’te çıkan ve tarihe not düşen yazısında, Sayın Başbakan’ı,
“bilim karşısında haddini bilmeye” davet etmiştir. (yazının erişkesi aşağıdadır)
http://t24.com.tr/haber/celal-sengor-sayin-basbakan-bilim-karsisinda-haddinizi-biliniz,224783
-Eklemeden geçemeyeceğim bir başka husus da, Sayın Başbakan’ın eleştiri oklarını yönelttiği bir başka kişi olan,
genç Cumhuriyet’in değerli bilim insanlarından Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu’nun, 1946’da kurulan Ankara Üniversitesi’nin ilk rektörü olduğudur.
-Son olarak, konu hakkında bir başka önemli eseri daha site okuyucularının dikkatine sunmak isterim.
Bildiğim kadarıyla Türkiye’deki en geniş kişisel kütüphanenin de sahibi olan,
Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nden Prof. Dr. Zafer Toprak’ın 2012’de yayımlanan titiz çalışması
“Darwin’den Dersim’e Cumhuriyet ve Antropoloji”, bu alandaki kısır tartışmalara bir son verecek ve
meseleyi açığa kavuşturacak bir eser olması bakımından, yukarıdaki yukarıdaki ileri okuma listesine muhakkak eklenmelidir.
-Bir de, Saygıdeğer Hocam’ın Türkçedeki “anne dili” teriminin İngilizce karşılıklarını sıraladığı listeye,
native language/tongue ve arterial language/tongue terimlerinin de eklenmesi isabetli olabilir.
Bununla beraber, “ana dili” teriminin karşılığı olarak “basic” ve “essential” sıfatlarının kullanılmasının doğru olmayacağını düşünüyorum.
Her iki sözcüğün de denotasyonları, Türkçe karşılığa uygun düşer gibi gözükse de konotasyon bakımından bu sözcükler daha çok,
ilgili dilde temel düzeyde bir yetkinliğe sahip olunması durumunu akla getirmektedir.
“Major” sıfatının kullanılması da pek doğru olmaz; zira, “major language” dendiğinde de akla esasen,
kullanım bakımından öbür dillerden üstün olma özellikli bir dil gelmektedir; bir başka deyişle, bu tamlama,
üstünlüğe içkin olan bir karşılaştırma konotasyonuna sahiptir. (major commercial language gibi)
Öte yandan, ana dili/anne dilinin ayrımı bir parça netameli bir konu. Çünkü, native language ya da mother tongue (anne dili),
kişinin etnik kimliğine bir göndermede bulunuyor. Öte yandan, ana diliyse, kişinin doğumundan başlayarak öğrenmeye başladığı ve
sosyo-linguistik açıdan kişiliğinin üzerine bina edildiği ana özellik oluyor. İtalyan asıllı bir Amerikan yurttaşı veya Türk asıllı bir Alman yurttaşı,
bi-lingual bir ortamda büyüdüğünde; özellikle ve özellikle, göçmen bir aileye mensup bu kişi, ailesinde, göç ettikleri ülkede dünyaya gelen
üçüncü ve daha sonraki kuşaklara mensupsa ana dili/anne dili arasındaki sınır daha da belirsizleşiyor – çünkü, trans-jenerasyonel olarak,
aile, göç edilen ülkede kaçınılmaz olarak sosyo-linguistik bir asimilasyona maruz kalıyor ve anne baba,
çocuklarına, atalarının konuştuğu dili öğretebilecek yetkinliğe sahip olmuyor. (Bu sorunun iç politikadaki yansımasına bakıldığında
olay daha da karmaşık bir durum alıyor.) Bu örnekler üzerinden, göçmen bir Türk ailesinin 3. kuşak üyesi olarak
Frankfurt’ta doğan Türk asıllı bir Alman vatandaşının anne dilinin Almanca olduğunu öne sürmek de kanaatimce pek yanlış olmayacaktır.
-İlgi çekici bir başka örnek de, kendi anadillerini kullanmak yoluyla birbirleriyle düzgün bir iletişim kuramayan bir grup insanın,
bu sorunun üstesinden gelebilmek amacıyla bir başka dilin basitleştirilmiş versiyonunu öğrenip o dilde iletişim kurmaya başlamalarıdır ki;
bu durumda bu dile “Pidgin” denir. Gelgelelim, bu Pidgin’in yaratıcılarından sonra gelen kuşak anne dili olarak da,
anababalarının anne dilini değil de, sonradan icat edilmiş bu dili öğrenince bu kez ortaya “Creole” denen şey çıkar.
Örneğin, Bob Marley’in ünlü şarkısı “No woman, no cry”, yaygın kanının aksine -bir çeşit basit İngilizce kullanılarak yazılmış olması nedeniyle-
“Kadın yoksa gözyaşı da yok!” anlamına gelmemektedir. Burada, hitap edilen kadına ağlamaması salık verilmektedir.
(No, woman, don’t you cry) (19.7.14)
Sevgili Arda,
21-22 yaşlarında bir gencin bu denli bilgi birikimine hayran kaldığımı öncelikle belirtmem gerekiyor..
Bu yazını biraz emekle bir makala durumuna getirmeni rica ediyorum. Böylelikle yazıların altında yorumolarak kalmasın,
doprudan makale olarak site okuyucularına ulaşsın..
Bu arada 17.7.14 Perşembe akşamı Ulusal Kanal’da Hulkş Bey’in İKNA ODASI programına çıkardığı “Türkçeci” geçinen
Süleyman Mıhçı’yı çokama çok yüzeyel bulduğumu belirteyim.. Kendisine de yazdım, programı telefi edin… ricamı ilettim.
İzleyebildin mi? Ya da “program arşivi” nden erişir, izler ve bir değerlendirme yapar mısın??
Not : Lütfen arı bir Türkçe için çaba…
Sevgi ve saygı ile.
19.7.2014, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
http://www.ahmetsaltik.net