KALKINMADA KADININ YERİ ve ÖNEMİ
Prof. Dr. Taciser ONUK
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi
Ankara, Aralık 2012
Yüce Atatürk’ün en büyük eseri olan laik-demokratik Türkiye Cumhuriyetimiz,
her yönüyle ileriye dönük, ulusu, kadın-erkek bütün dinamikleriyle devletin temelinde buluşturan büyük bir toplumsal değişim ve gelişim projesidir.
Atatürk 1923’teki
- “Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi,
kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır.”
sözüyle de çağdaş toplumun yaratılmasında kadının toplumdaki yeri ve önemini
bir kez daha vurgulamıştır.
Cumhuriyetle birlikte kadınlarla ilgili pek çok yasa çıkarılmasına karşın,
Atatürk’ün ölümünden sonra ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin başta eğitim, ekonomi, sağlık ve sanat olmak üzere her alanda gelişmiş ülkelerin gerisinde olmasıdır.
Bunun en önemli nedeni, kadının yine her alanda özellikle politikada erkeğin çok gerisinde kalması ve dengelerin kurulamamış olmasıdır. Oysa Dünya ve demokrasi kültürü, kadın-erkek, gece-gündüz, sıcak-soğuk vb. dengeler üzerine kurulmuştur.
Atatürk’ten sonra toplumda kadının gücünün yeterli kullanılamaması sonucunda ülkemiz, başta laik eğitim sistemi ve aydınlanma düşüncesi bir kenara itilerek, günümüzde hızla emperyalist güçlerin denetimi altına girmeye başlamıştır.
Oysa Atatürk, on beş yıl gibi bir ülke için çok kısa sayılabilecek bir sürede,
ırk temeline dayandırmadığı bir ulusu, “Ne mutlu Türküm diyene!” tümcesiyle kucaklayıp kutlamıştı.
– Türkiye, Atatürk’ten sonra saygınlığının en düşük düzeyini bu dönemde yaşamaktadır.
– Toplumda Türk Kültürünü oluşturan değer ve kurallar giderek yok olmaktadır.
– Sorunlar şiddet yoluyla çözülmeye başlanmış; işsizlik, eğitimsizlik, ekonomik sıkıntılar
şiddeti daha da artırarak yaşamayı zorlaştırmıştır.
– Ülkemizin tüm zenginlikleri özelleştirme ve küreselleşme uğruna yağmalanmakta,
satılmaktadır.
– Milli eğitime dini eğitim egemen olmaktadır.
– Toplumda her türlü gericilik, bölücülük, şeriatçılık, tarikatçılık ve
özellikle kadına yönelik şiddet, tüm çeşitleriyle giderek artmaktadır.
>KURTARALIM… GELİN HEP BERABER KURTARALIM
DÜNYAYI…ÖNCE KADINLARIMIZDAN BAŞLAYALIM İŞE…AMA DEĞİL.. DUDAĞI RUJLU BURJUVA KADINLARINDAN DEĞİL… BİZİM KADINLARIMIZDAN HANİ VARYA…SIRTI YÜKLÜ ELİ NASIRLI VE YÜREĞİ NAMUSLU KADINLAR…EZİLENLER…SÖMÜRÜLENLER…HORLANANLAR…İNSANLIK ONURU İÇİN CANINI ADAYANLAR…YARATALIM ÇOCUKLARIMIZA AYDINLIK YARINLAR…BİRLİKTE YAŞASINLAR… ÖZGÜR VE….KARDEŞÇE…GÖRMESİNLER HİÇ BİRİ İŞKENCE…—– NAZIM HİKMET—-
Eğitimsizlik, kuma hayatı, berdel usulü, çok çocuk doğurma, konversiyon bozukluğu, işsizlik… Tüm bu kavramlar ve daha çoğu Güneydoğu’daki kadınların ortak sorunu. İşte o bölgedeki kadınların hayatı üzerine bir analiz..
Bölge genel olarak değerlendirildiğinde; ailede eğitim seviyesinin düşük olması nedeniyle kadının rolü, çocuklarının bakımı ve ev işleri ile sınırlı kalmaktadır. Tabiatıyla, evin maddi ihtiyaçları erkek tarafından karşılanmakta, kadın ise sadece belli konularda söz sahibi olmaktadır. Kadın, gündelik yaşam içerisinde kendini geliştirme ortamı bulamamakta, -işin esasında genel kitle itibariyle böyle bir derdi de bulunmamakta- yaşadığı sosyal sorunlar ve maddi sıkıntılar karşısında, aileye ciddi ölçüde katkıda bulunması da imkânsız hale gelmektedir.
Bölge halkı arasında, resmi nikâhsız tek eşli evliliklerin yanında, halk tabiri ile “kuma yaşantısı” olarak adlandırılan ve imam nikâhıyla yapılan çok eşli evlilikler de oldukça yaygındır. Kuma yaşantısı türü evliliklerde kadın, yaşanılan evlilik süreciyle ilgili hiç bir hak iddia edememesi nedeniyle mağdur olmaktadır.
Eğitim seviyesi yükseldikçe kadının, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak seviyede ekonomik özgürlüğü elde etmesi daha kolay olmaktadır. Bölgede kız çocukları yasal olmadığı halde, yaygın olarak erken yaşta evlendirilmekte, bu nedenle kız çocuklarının gelişimi olumsuz yönde etkilenmekte ve eğitim süreçleri aksamaktadır. Erken yaşta yapılan evlilikler ile az da olsa Berdel usulü ve kadının rızası alınmadan yapılan evlilikler nedeniyle, toplumun temel taşı pozisyonundaki aile, bölgede daha ilk aşamada yıpranmaktadır.
Kadın; toplum içerisinde aciz ve kendisini ifade edemeyen ve her an şiddete maruz bir konumda bulunmakta, yaşadığı bütün olumsuzlukları ve şiddeti içselleştirmekte, kaderiymiş gibi algılamaktadır.
Kadından, çok sayıda çocuk ve özellikle, erkek çocuk doğurması beklenmekte ve yöre halkı arasında kadın, çocuk doğurdukça kıymet ifade etmektedir.
Diğer yandan çok çocuk doğuran kadın, psikolojik açıdan kendisinin değerli olduğuna inanmaktadır. Ancak diğer yandan da devamlı kız çocuğu doğuran anne -tabir caizse- bitmekte ve erkek çocuğu yoksa çocuksuz olarak kabul edilmektedir. Bu aşamadan sonra kocası tarafından üzerine, her an “kuma” olarak ikinci bir kadın getirilme ihtimali doğmakta ve bölge halkı arasında ikinci eş olayı da bu nedenle yaygınlaşmaktadır. Buna karşılık, erkek çocuğu doğuran kadının ailedeki yeri sağlamlaşmakta ve itibarı da artmaktadır.
Kırsal kesimden zor şartlar altında göç ederek, soluğu şehir merkezlerinde alan ve son derece sağlıksız şartlar altında yaşayan kadınlar içerisinde, çocuğunu öpen, sokakta yürürken elinden tutan, eğitimiyle yakından ilgilenen ve geleceğe ümitle bakan anne sayısı son derece sınırlıdır. Hepsinden öte, kendisiyle barışık ve aile yuvasına/çevresine pozitif enerji yayan kadın bulmak bölgede adeta imkânsızdır.
Bölgede kadınlar, ilgi çekmek amacıyla sık sık hasta olmakta, hasta olduklarını söylediklerinde veya hastaneye götürüldüklerinde de kendilerine karşı ilgi ve alakanın artacağını düşünmektedirler. “Konversiyon Bozukluğu” denilen bu hastalık, bölgedeki kadınlar arasında oldukça yaygın olup, kadın hastaneye gitmeyi, evinden dışarı çıkma ve sosyal faaliyet imkânı olarak değerlendirmektedir.
Bölgede yaşayan bazı genç kadın/kızlar, fakirlik, özenti ve basın yayın yoluyla kamuoyuna verilen tele-vole kültürünün de etkisiyle, -maalesef- lüks bir hayat yaşayabilmek için gayri meşru bir hayat yaşamanın zorunlu olduğuna inanmaktadırlar. Lükse düşkünlük, insanların harcamalarını büyük ölçüde artırmakta ve harcamalarını karşılayamayan insanların gayri meşru bir hayata sürüklenmelerini kolaylaştırmaktadır.
Terör örgütünün bölgedeki en büyük propaganda malzemesi kadındır. Bölgede siyasi partilerin kadına yönelik belirgin bir politikaları bulunmamakta, buna karşılık terör örgütünün siyasi uzantısı olarak kabul edilen … Partisi tarafından kadınlar, çocuklarla birlikte her türlü toplumsal ve sosyal etkinliklerde ön plana çıkartılmaktadır. Kadın/kızlar en güzel elbiselerini giyinerek sokağa çıkmakta ve bu durum onlar açısından heyecan verici bir olay olarak algılanmaktadır. Ancak katıldıkları eylemlerin siyasi amaçları yönünden, neyin/ne kadar farkında oldukları tartışmaya açıktır.
Bölge genelindeki toplumsal olaylarda kadın, son birkaç yıldır ilk defa yoğun olarak kullanılmakta ve kadın bu etkinlikler vasıtasıyla kendisine değer verildiğini ve bir kişiliği olduğunu fark etmektedir.
Bölge genelinde sanayileşmenin az olması ve halen birincil ilişkilerin yoğun olması nedeniyle aileler, geleneksel yapılarını devam ettirmektedirler. Genel olarak ataerkil ve geniş bir aile yapısının bulunduğu, çekirdek aile yapısının ise, özellikle eğitim seviyesinin yüksek olduğu ailelerde mevcut olduğu görülmektedir. Aileler tarafından çocuklar, örf-adet ve ekonomik yetersizlikler nedeniyle, bir ekonomik kazanç kapısı ve uzun vadeli olarak da ebeveyne bakım aracı olarak görülmektedir.
Ataerkil yapı içindeki kadınların, eğitim seviyesi son derece düşük olup, büyük bir kısmı okur-yazar bile değildir. Genel olarak, kırsal bölgelerde ve şehrin varoşlarında yaşayan kadınlardan kırk yaş üzerindekilerin tamamına yakını, Türkçeyi bilmemekte ve anlayamamaktadırlar. Buna karşılık, şehir merkezlerinde yaşayanlar ile kırsal alanda yaşayan kadınlardan kırk yaşın altındakiler Türkçeyi konuşabilmekte ve anlayabilmektedirler.
Özellikle çok çocuk sahibi kadınların eğitim seviyesinin düşük olduğu, yine maddi yönden yoksunluk içerisinde bulunan ailelerin de çocuk sayısının fazla olduğu görülmektedir. Geleneksel yapı içerisinde anne/babalar, çocuklarının büyüdüklerinde kendilerine yardımcı olacaklarını ve kalabalık olmaları halinde ailenin, toplumda daha fazla söz sahibi olacağına inanmaktadırlar.
Genelde çocuk sayısının fazla olması ve babanın evin geçimini sağlama amacıyla dışarıda çalışması nedeniyle, çocuklarla ailede sadece kadın ilgilenmektedir. Ancak annelerin eğitim seviyesinin düşük olması, maddi imkânlarının kısıtlı olması nedeniyle çocuklar, hak ettikleri şekilde fiziksel, duygusal ve sosyal yönden gelişim sürecini yaşayamamaktadırlar.
Özellikle kız çocuklarının eğitimi konusunda bölge halkı duyarsızdır. Bunun ekonomik, geleneksel ve dini nedenleri bulunmaktadır. Ekonomik açıdan fakir olan aileler, kız çocuklarını fakirlik nedeniyle, bazı aileler lise seviyesinde karma eğitim yapıldığı gerekçesiyle ve bir kısmı da dini açıdan başörtüsünü gerekçe göstererek ilköğretimden sonra okula göndermiyorlar.
Sonuç olarak, Bölgede kadının sosyal statüsünün yükseltilebilmesi amacıyla, pozitif ayrımcılık yapılması, özellikle şehir merkezlerinde açılacak kadın toplum merkezlerinde kadının sosyalleştirilmesine yönelik eğitim, sağlık, kurs ve danışmanlık hizmetleri verilmesi oldukça yararlı olacaktır.
Bu kapsamda, bölge genelinde kız çocuklarının zorunlu eğitim süresi olan sekiz yıllık eğitim dönemini tamamlamaları için gerekli takip ve destek kesintisiz devam ettirilmeli ve zorunlu temel eğitimden sonra, eğitimine maddi imkânsızlıklar, ulaşım problemi, barınma gibi değişik sebeplerden dolayı devam edemeyen kızların eğitimlerine devam etmeleri için şehir merkezlerinde kız yurtları/liseler açılmalı ve bu alanda özel sektör teşvik edilmelidir.
Kadınların sahip olduğu haklarla ilgili bilgilendirme çalışmaları, seminerler, konferanslar düzenlenmesi, çocuk bakımı eğitimi, evlilik danışmanlığının yaygınlaştırılması konularında toplum merkezlerinden her ailenin faydalanmasının teşvik edilmesi ve bölgede eğitim sürecini tamamlamış kızlara yönelik istihdam sahaları oluşturulması ihmal edilmemelidir. Yine üniversite seviyesinde eğitim gören kızlara ekonomik yönden destek sağlanmalıdır.
Bölgede ailenin kalkınması ve takibi açısından sosyal etüt ve araştırmalar yapacak sosyolog-psikologların görevlendirilmesi ve bölgedeki her ilçeye, özellikle şehir merkezlerindeki varoşlara Aile Danışma Merkezleri açılması da teşvik edilmelidir.
Cafer SERİNKAN —
Fevziye hanim, degerli katkiniz icin tesekkur ederim. Ahmet Saltik 29/12/12