Avrupa’daki Alevi yurttaşlardan : Başbakan Erdoğan’a 2 kırmızı kart..

 

Bu kırmızı kartlar Başbakan Erdoğan’a

Ayrımcılığa, asimilasyona ve savaşa karşı on bine yakın Avrupalı Alevi Cumartesi günü Strasbourg’ta yapılan protesto yürüyüşünde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetine kırmızı kart gösterdi.

Fransa’dan 32 Alevi Kültür Derneğiyle beraber 20 Türk derneği protesto eylemine destek oldu.  Gün boyu süren yürüyüşe  Avrupa’nın 14 ülkesinden 100’e yakın Alevi Federasyonlarına bağlı dernekler katıldı. Dernek üyelerin taşıdıkları dövizlerde AKP hükümeti  ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan eleştirildi.

Çok sayıda Fransız siyasilerinde desteklediği protesto eyleminde Strasbourg ve Alsas meclis üyesi Armand Jung Aleviler davalarında haklılar. Biz de bundan sonra Alevi toplumuna destek olmak için her zaman yanlarında olacağız haklı davaların bekçisi olacağız.” dedi.

Alsas meclis üyesi Jung Alevi toplumun sorunlarıyla ilgili Fransız Dışişleri Bakanlığıyla temasa geçildiğini duyurdu. Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu (FUAF) bakanlıktan görüşme randevusu bekliyor. Strasbourg’taki yürüyüşe ev sahipliği yapan FUAF başkanı Erdal Kılıçkaya :

Avrupa’dan Türkiye’ye bakınca karanlık bir tablo görüyoruz.

– Cem evlerine yasal statü verilmemesi,
– zorunlu din dersleri,
– Alevilere yönelik artan saldırılar,
– Alevi evlerinin kapılarının işaretlenmesi ve
– yaşanan birçok dışlanma örnekleri..

Bizi haykırmaya davet etti.

Biz Aleviler;

* laikliğin, demokrasinin, eşitliğin savunucusu olarak
* zulme, baskıya, adaletsizliğe, asimilasyon, ayrımcılık ve savaşa hayır diyoruz.

Türkiye’deki karanlık tablonun değişmesi için bugün Avrupa’nın merkezi Strasbourg’ta sokağa döküldük.” diye konuştu.

Başbakan Erdoğan’a kırmızı kart

Strasbourg’un Place Bourse meydanında başlayan yürüyüş Avrupa Konseyi‘ne (AK) dek sürdü. Yaklaşık üç saatlik yürüyüşte binlerce Alevi savaşa karşı ve Başbakan Erdoğan aleyhine sloganlar attı. Eylemciler AKP hükümeti ve başbakan Erdoğan’ın izlediği politikaya karşı protesto edip kırmızı kartlarını gösterdi. Davul, zurna eşliğinde süren yürüyüş kolun için kimi caddeler trafiğe kapatıldı. Korteje polis eşlik etti.

AK (Avrupa Konseyi) önünde toplanan on bin Alevi yurttaşımız sloganlarını sürdürdü. Yürüyüşe katılanlar arasında Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı Turgut Öker, CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün, Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Selahattin Özel bulundu. AK önünde kurulan platformda yapılan konuşmalarda hedef yine Başbakan Erdoğan oldu. Yürüyüşe katılanları selamlayan FUAF Kurumsallaştırma Komisyon sorumlusu Dursun Coşar katılımcılara teşekkür etti. Derneklerin gençlik kollarının saz ve Avrupa Konseyi önünde sema gösterisiyle, çocukların beyaz barış balonlarını gökyüzüne bırakmaları büyük alkış topladı.

Vekil Kürtçe başladı, Türkçe sürdürdü..

CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün konuşmasını Kürtçe başlayıp, Türkçe sürdürdü. Milletvekili Aygün konuşmasında, TBMM çatısı altında 50 milletvekiliyle çok sayıda personelin  Alevi olduğuna dikkat çekti.

Sembolik ve başbakan Erdoğan’ı denemek için TBMM Cemevi isteminin yerine getirilmediğini söyledi.

TBMM’de kadın ve erkekler için ayrı mescitlerin bulunduğunu ama Cemevine müsaade çıkmadığını anlattı.

Türkiye’de yüz binden fazla caminin bulunmasına karşılık cemevi sayısın yalnızca 578 olduğunu hatırlattı. Avrupa Aleviler Federasyonu Başkanı Turgut Öker de

“Başbakan Erdoğan bize hak verecek diye inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Mücadelemizi birlikte sürdüreceğiz . Kimseye diz çökmeyeceğiz. Sol ve sosyalist partiler bizi destekliyor, bizler de onlara destek olacağız. AK Parti zihniyetine karşı hepimiz kenetlenmeliyiz başka şansımız yok.” dedi.

Erdoğan’a 2 hediye

Türkiye’de karanlık bir tablo var diyen FUAF başkanı Erdal Kılıçkaya“karanlık bir tablo”yu hoşgörüsüzlük ödülü olarak veriyoruz. Renkli bir tablo olmasını çok isterdik ama biz Türkiye’ye baktığımızda kapkara bir tablo görüyoruz. İkinci sürprizimiz ise Suriye için savaş kışkırtıcılığı yapan başbakan Erdoğan‘a  Suriye’de akan kanı sembolize eden içinde kırmızı renkli boya olan şişeyi hediye ediyoruz. Hoşgörüsüzlük hediyelerini Pazartesi günü postayla Ankara’ya gönderiyoruz” şeklinde konuştu.

(CNN Türk ve Cumhuriyet Haber Portalı, 21.10.12)

Avrupa’daki Alevi yurttaşlardan : Başbakan Erdoğan’a 2 kırmızı kart..” hakkında 3 yorum

  1. Rıza GÜNER

    ELEŞTİRİ VE “KUŞKU BİR NURA DOĞRU KOŞMAKTIR!..”

    Ahmet bey, “kuşku bir nura doğru koşmaktır!” sözü Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim adlı şiirinde geçer. Her türlü düşünce, sanat, bilim ve akılcılığın özü ELEŞTİRİdir…

    Ama İslam Ülkelerinde, eleştiri yoktur; övmek vardır, yermek vardır!.. Beğendiklerinizi göklere çıkarır, beğenmediklerinizi yerin dibine batırırsınız…

    Ben düşünen bir insanım; ben “doğruya doğru, eğriye eğri,” demeyi severim. Düşüncelerimi uydurduğum bir kalıp yok ve olamaz. Ama basmakalıp düşünen herkes benden rahatsız olacaktır.

    “Alevilik, İslam’ın Rönesansı ve Reformudur!” başlıklı yazımı koymadınız. Daha önceki Yargıtay Dilekçesi’ni de koymamıştınız…

    Yargıtay Dilekçesini, Savunma Hakkının kullanılmasının öğrenilmesi için göndermiştim. Sayın Şükrü Sarıışık sitenize konulan yazısında doğru, Yargıtay’ın bozabileceği bir savunma görüşü yoktu.

    “Alevilik, İslamın Rönesansı ve Reformudur!” başlıklı yazıyı, Atatürkçülerin düşünce ve inançlarında bir Rönesans ve Reform olması için göndermiştim. Siz niye koymadınz?

    Bir keresinde Ulusal Kanala gitmiştim. Hangi çalışanın odasına girdimse; başka bir tv kanalı açıktı. Hiçbiri Ulusal kanalı izlemiyordu. Ulusal Kanalın Ulusal Kanalda izlenme oranı yüzde sıfır civarındaydı. Atatürkçü gazeteler de böyle!.. Hiç kimse çalıştığı tvyi izlemiyor, çalıştığı gazeteyi okumuyor. Çünkü hepsi kesin bir görüşün sahipleri olup farklı hiçbir şeye, doğru söz de tahammül edemiyor.

    Benim görüşlerime tahammül etmeyenler, bana cevap verebilecek olgunlukta değillerse; dikkate almamanız gerekir… Rahmetli babam, “ATATÜRK, ATA TÜRK DE SEN NESİN ONU SÖYLE!..” derdi. Kimse ne olduğunu, neyi yapabildiğini, neyi yapamadığını söylemiyor… Herkes Atatürk’ün büyüklüğüyle büyüklük taslıyor…

    Amerika, işine gelmeyen liderleri, satın alır, rüşvet verir ya da öldürtür… Ama daha önce ölen ve hayatta olmayan bir liderle uğraşmaz, zaten ölü bir lider için hiçbir şey yapmaz!.. Kışlalı, “Amerika Atatürk’e niye karşı?” diye yazdığına göre; Amerika’nın ölülerle uğraşmadığının farkında değil.

    Ben Cumhuriyet’e gittim, Uğur Mumcu’nun yerini elli kere dolduracağımı iddia ederek; “bana Uğur Mumcu’nun uğruna öldüğü büyük fikirleri söyleyin!” dedim. Kimsenin, Uğur Mumcu’nun uğruna ölmeye değer fikirlerinden haberi yoktu. İlhan Selçuk, “ben rakipsiz bir numara oldum,” diye seviniyordu. “Uğur Mumcu’nun öldürülmesi iyi oldu, ADD’lerin sayısı dörtten yemişe çıktı,” diyen yazarlara köşe veriyor, yerinin dolmasını da istemiyordu.

    Fethullah Hilafeti, İlhan Selçuk’un bu zaafını saptamakta zorluk çekmemiş, dar kafalı, orta zekalı yazarları Cumhuriyet’e doğru yönlendirmiş, Atatürkçülük anlatmaktan başka bir şey yazılmayan bir gazete olmasına vesile olmuştu. ne yazar yetişmişti ne aydın!..

    İlhan Selçuk, yazarı aydını ner yapacaktı?

    Cevapla
    1. Ahmet SALTIK Yazar

      Rıza bey,

      “Alevilik, İslam’ın Rönesansı ve Reformudur!” başlıklı yazınızı okuduktan sonra siteye koyacağımı yazmıştım size..

      İlişkilerde, yazışmalarda gerilimi düşürmeniz gerekiyor Rıza bey kardeşim.

      Ben kendi adıma böylesine bir gerilim yaşamak istemiyorum.

      Ilımlı, kavgasız, Derviş Yunus dinginliği içinde olalım istiyorum..

      İç çatışmalarınıza doğru tanı koymak ve onların sizi yönetmesine izin vermemeniz çok hayırlı olur kanısındayım..

      Lütfen..

      Sevgi ve saygı ile.
      22.10.12, Ankara

      Dr. Ahmet SALTIK
      http://www.ahmetsaltik.net

      Cevapla
  2. Bedri

     AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir.

    http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

    Türkiye’ de İktidar erkinin yeni ortakları olan tarikatlar, çete kültürünün en üst biçimini temsil ediyorlar. Türkiye çetelerden arınma değil, onların en gelişmiş biçimince yönetiliyor.
    AKP rejiminin temel direklerini oluşturan Nakşibendiciler- Nurcular-Fetullahçılar- Süleymancılar ve 12 Eylül cuntacıları Türk İslam sentezinin etrafında kenetlenerek kadrolaşmalarını tamamladılar. Tarikatlar koalisyonundan başka bir şey olmayan AKP’ de hangi bakanın hangi tarikata mensup olması gerektiği, önce dergahlarda konuşulur. Kabinenin yüzde 64’ü, Nakşibendi tarikatının sertlik-yayılmacı yanlıları diye adlandırılan Dergâhları’na mensup. Tayyip Erdoğan da aynı dergâha bağlı. Yüzde 11’sı Nurcu. 
    AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir. Fethullahçılardan, Milli Görüş’e, Menzil grubundan Nakşibendilere, Türk Ocakları kökenlilerden Akıncılara, Ülkü Ocakları kökenlilerden Nizam-ı Alemcilere ve daha sayamadığımız bir sürü tarikat, tekke, ocak mensuplarına kadar ortak paydaları, milliyetçi-ırkçı, Türk-İslam sentezidir. Mücahit Akıncıların pan-türkizm temelinde Libya ve şimdi de Suriye topraklarında aktif savaşa katılmaları, Fethullahçıların ve Nakşicilerin Müslüman kardeşler örgütleri ile birleşerek “dünyaya hakim olma” adına Arap rejimlerini kontrol yarışında illerleme göstermeleri, paramiliter İslamist örgütlenmelerin hızla artan faaliyetleri, Erdoğan’ın ve diğer tarikatların “ırkçı, milliyetçi, dinsel gericiliği” birleşince tehlike çanları daha da hızlı çalıyor.

    Üst rutbeli subayların çark etmeleri, Türbanlı hatunların önünde süklüm büklüm olmaları tasadüfi değildir. 12 Eylül generallerinin ahlaksızca uydurduğu ve bugün tuhaf biçimde kendisini her alanda ifade eden sözde “ılımlı dindar Atatürk milliyetçiliği” aslında buz gibi ırksal ve dinsel bir omurga üzerinde duruyor: Türklük ve Sünni İslam!
    1981 yılında askeri hükümetin Başbakanı Bülent Ulusu’nun Taif’deki İslam zirvesine katılarak, koruyucu İslam kuşağı oluşturulması amacıyla Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve Sudan ile kurulan sıcak ilişkiler ve hemen sonrasında A. Gül’ in Arap bankalarının başına getirilmesi bu sürecin hızlandırlmasına takabül eder. İslamiyet, devletin 12 Eylül temelinde gelişen ve dış dinamik tarafından kollanan ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir politik içerikle ele alınıyordu. Öncelikle körfezdeki petrol çıkarlarını düşünen ABD, Suudi Arabistan, Pakistan gibi otoriter rejimlerle yönetilen ancak “kanun dairesinde” hükmünü icra eden İslamcı devletleri destekliyordu. Bu çerçevede “Kanun Dairesinde İslam” Türkiye’de devlet politikası haline gelirken, 12 Eylül sonrası askeri iktidar tarafından yaygınlaştırılan, Rabıta, her köye bir cami, her Türk’ e bir imam, zorunlu din dersleri uygulamalarıyla, bütün güç tarikat ve kahraman mehmetçik ortaklığına veriliyordu.
    12 Eylül’ de özellikle baskıcı tarikatlar-cemaatler darbeyi coşkuyla karşılıyorlardı. Askeri kanat tarafından korunan Fethullah Gülen’in ismi o zaman yeni duyulmuşken darbeyi desteklemek için bir sakınca olmadığının fetvasını veriyordu. Şimdiki cumhurbaşkanı A. Gül Hizbullah örgütüne bağlı olarak faaliyet gösteriyor ve 1982 lerde Askeriyenin çekirdek kadroları ile ilişkiye geçiyordu. Daha sonraları ise, cumhurbaşkanlığı ufukta görününce, ilkin Kenan Evren’ i ziyaret ediyordu. Abdullah Gül, Nakşibendi şeyhi Seyyid Abdülhakim dergâhının uzantısı olarak tarikat-cemaat ilişkilerine katılmış ve generallerin adamı olarak Arap petrol dolarlarının transaksiyonlarını gözetleme fonksiyonunu da üstlenmişti. Gerek Millî Görüş hareketinde, gerekse Askeriye, MHP ve uluslararası Müslüman örgütlerle iyi ilişkileri olan bu şahsiyete mazbata verilmesi, örgütlü, planlı bir sürecin parçasıdır. Erdoğan’ın yerine Gül’ ün tercih edilmesinde, Gül’ ün Arap bankaları yoluyla, üst derece Türk general ve devlet yöneticilerinin, MİT ve ordu’nun Rabıta örgütü atrafından finanse edilmesinde de kilit rol oynamasıydı. A. Gül, burada, yalnızca ABD ve Suudiler değil aynı zamanda çete kültürüne sahip Askeriyenin de güvenini alıyordu. Darbeden sonra Fethullah Gülen cemaatine bağlı Sızıntı Dergisi’nin başyazısında, “Ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza koşan Mehmeçik’e bir daha selam duruyoruz” demekle darbecilere selam durmuşlar. Böylece Türkiye’ nin dini çeteleri olan tarikatları darbeyi desteklemekle, hızla gelişme ve büyüme göstermişlerdir. 12 Eylül’ün en önemli ürünlerinden biri işte bu Türk İslam sentezidir. Darbe sonrası siyasetten kültüre, eğitimden idari yapıya kadar her şey, her alan bu ideolojinin ekseninde biçimlendirilmiştir. AKP- Kemalist ordu ittifakı ile, Osmanlı Devleti’nin İslam ümmetçiliğine dayanan fetih ideolojisi yeniden diriltilmektedir. Bu nedenle AKP, ABD’nin desteğiyle içeride ve dışarıda İslam’ı ve Osmanlı mirasını sahiplenerek Sünni İslam ümmetçiliğin bölgede sözcülüğünü üstlenmiştir… AKP iktidarının 3. döneminde Yeni Osmancılık siyasal ve toplumsal hayatın her alanında egemen olmaya başlamıştır. Artık Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıldönümleri kutlanmakta, Osmanlı’dan kalan etnik, kültürel ve dinsel gelenekler kutsanmaktadır. AKP kongrelerinde “Biz Osmanlıyız” marşları söylenmekte, Osmanlıca Arapça’nın yanında okullarda seçmeli ders olarak okutulmakta, İslam’ı ve Osmanlı’yı yücelten filmler, diziler, oyunlar, müzikler TRT ekranlarında boy göstermekte, otomobillerin camlarına, gümüş takılara, işyerlerinin duvarlarına kadar her yere Osmanlı tuğrası resmedilmektedir.

    12 Eylül’den sonra Kemalizm yerine Türk-İslam Sentezi’nin resmi ideoloji haline gelmesi “yeni Osmanlıcılık” akımının yolunu açtı. Türk-İslam Sentezi’nin ana çerçevesi, Türklerin öncülüğünde “İslam birliğini kurmak, geliştirmek ve Osmanlı’dan miras olarak bu işlevi devir ve teslim almak, ahlak ve kültür öğelerini, uzun vadeli bir plan içinde din temeline dayalı” olarak biçimlendirilmişti.
    Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri Türk-İslam sentezi ve bunun içerisinde de İslam’ın sadece bir kolu Hanefi mezhebi… Onun dışındakileri yok saymış ve insanlara ‘ancak benim size önereceğim din dindir’ baskısı yapmıştır.

    AKP, Türk-İslam Sentezini seçerken, bu sentezin Avrupa’ da varolan yöneticilerin zaaflarından en iyi faydalanma olanaklarını sağladığını, kendilerini temiz dindarlar olarak lanse eden onbinlerce tarikatçı kadronun, Avrupa kanunlarının en zayıf noktalarına dayanarak kendilerine güç sağlayacağını, Avrupa’nın şimdiki zayıf yöneticilerini din-iman-hümanizma adına ekarte edeceğini, aynen 1300-1450 yıllarındaki katolik ve ortodoks yöneticilerinin durumuna benzer bir duruma yol açacağını iyi biliyorlar. Yığınlarla akın eden müslüman göçmenlerin taşıdıkları yıkıcı fonksiyon ‘din işleri’, insan hakları adı altında kamüfüle edilirerek, ümmet bilinci bu defa da orta Avrupa’ da yayılmanın temel aracı haline getiriliyor. Ms. 1300 yıllarında Katolikler kendi gemileri ile Rumelin’ ne göçmen Müslümanları taşıyorlardı, çünkü o zaman en büyükü rakipleri olan Ortodoksları zayıflatmak istiyorlardı. Vatikan, Osmanlı’ nın Avrupa’ya ayak basmasını sağlayan ilk güç idi. Şimdilerde ise çoğu Avrupa partileri aynen o zamanın Katolikleri gibi, uygarlığı yıkmak için Müslüman göçmenlerin yıkıcı fonksiyonlarından meddet ummaya başladılar.

    ‘ 2071 yılı yeni hedefimizdir’ diye bas bas bağıran Recep Erdoğan’ ın, bununlan neyi kastettiği çoğu kişinin gözünden kaçtı.
    1071 Anadolu, 2071 Avrupa!
    Erdoğan’ın 2071”nin ruhunu anlamak için, Avrupa’lıların fazla kafa yormalarına gerek kalmıyor. Osmanlı’dan neo-Osmanlı’ya, Türkçüsüyle İslâmcısıyla Türk-İslâm sentezi tam tekmil. Ordusuyla, tarikatlarıyla, cemaatleriyle…, liberalleriyle her şey ortada. Her fatih gibi AKP de fütuhatını komuta ettiği kalabalık orduya borçlu. O halde, “komuta”nın nasıl işlediğinin yanısıra, o “kalabalık ordu”nun yapısına ve maddî-manevî teçhizatına yakından bakalım. Elbette vurucu gücünden, akıncılardan başlayarak. Öyle olunca da gelsin hak gaspları, peşkeş, alicengiz ve rant,kara para zaten hep orada. “Her köye cami” kampanyası, ilahiyat seferberliği de bonusu. “Anavatan”da ne yapılıyorsa “gurbet vatan”da da yapılıyor. Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca Sünni Türkler dışında kalan hiçbir unsur için hiçbir zaman güven içerisinde ve kimliğiyle gurur duyacağı bir yurt olamadı. Ama daha da kötüsü; bu sözde tekleştirilmiş yurt, egemenliği başkalarıyla paylaşmama andını her Allah’ın günü tekrar etmenin yenmeye yetmediği bir korku nedeniyle hiçbir zaman gerçek anlamda Türk’ün de yurdu olamadı.
    Türkiye halkına ne yapılıyorsa Avrupa halkına da o yapılıcaktır. Giriş, gelişme, sonuç: Fetih, işgal, ilhak…
    Tıpkı 1950’lerde Menderes’li Demokrat Parti’nin icad ettiği, sonrasında Millî Görüş’ün devraldığı, şimdi de AKP’nin sahip çıktığı yüz kızartıcı kılıç-kalkan-cihad teorileri neo-Osmanlıya doğru iman köprüsü kuruyor. Avrupa’ya –ve temsil ettiği mihraklara– da âdet olduğu üzere “kahpe” rolü düşüyor. Bütün bunlar olurken “ecdadımız”dan tevarüs ettiğimiz bilinçdışı “sır”lar da ifşa oluyor.

    AKP VE AVRUPA FLÖRTÜ

    Sokaktaki hızla artan başörtüsü ve islam okulları, kuran kursları, yüksek minareler, politik islam tarafından yönlendirilen kitleye göre, Avrupa kentlerinin sembolik bir işgalidir.

    Avrupa şartlarında entegrasyon, her tarafa cami kurmak, kuran kursu açmak, imam göndermek, kadınlara türban-çarşaf giydirmekle olamaz. Avrupa’da din -kültür eğitimi adına tarikatların denetiminde cahil kitleleri kışkırtıp, onları beraber yaşadıkları toplumlara düşman etmek entegrasyon değildir. Bulunduğu, yaşadığı yere ne kadar ters, yabancı, uyumsuz adet ve görenekler varsa, onları oranın halkına karşı birer provakasyon aracı olarak kullanmakla entegre olunamaz. Milyonlarca başörtü ve islam okulları, kuran kursları ve onbinlerce dini militanın oluşturduğu tarikatlar, minareli camiler, neyi amaçlıyor ? Bu, Avrupa insanı için bu bir provakasyondan başka bir şey değildir.
    Aile birleşimi, Avrupa açısından bir felaket dalgası olmuştur. Bu yeni göç sosyal anlamda, kadınların birer kağıt parçası olarak kullanılıp, ilkel anlamda, adına evlilik denilerek, kabile dönemine takabül eden aile zorlamaları ve parayla satın alınan kadınların üzerinden yapılan, milyonlarca insanın Avrupa’ ya sokulmasını hedefleyen, iş migrasyonu ile ilişkisi olmayan bir katastrofdan başka bir şey değildir. Bu yeni fenomenle ikinci kuşak veya parazit damatlar sınıfı denilen dejenere tabakanın da Avrupa’da ortaya çıkması bir realite olmuştur. Bundan sonra göçmenlerin entegrasyon meselesi tam bir felaket halini alacaktır. Bir yandan süren göç ve uyumsuz kuşaklar sorunu, diğer yandan da artan işsizlik, Müslüman ülkelerin de bu insanları kendi çıkarları için birer işgalci olarak örgütleme çabaları, yeni bir felaketin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
    Bu dönemde, Avrupa görünmez mekânlara çekilmiş olan mescitlerin mekân değiştirmesine ve yeni camilerin yapılmasına sahne oluyor. Damatlar kuşağı, Avrupa! da var olan bütün haklara bedavadan konmuş, hiç bir şekilde, hiç bir hak ve hukuk için bir nebze olsa da çaba göstermemiştir, kandınlar kandırılıp oturumlar alınmış ve sonra da bu kadınlar sokağa atılmıştır. Bugün Berlin şehrinde Türkler arasında ki boşanma sayısının Alman toplumundan daha yüksek oluşu bunun kısa bir özetidir.
    Tarikatlarca örgütlenen uyumsuz kitle, hemen kendi kültürünü yaşatmak adına camiler ve Kur’an kurslarının açılmasına başlamış ve kendilerini birer kolonist olarak görmüşlerdir.
    Sosyal anlamda geri kalan kitlenin kendilerinin de tam anlamadıkları ‘kimliklerini’ vurgulamaları, minareli cami ve başörtüsü gibi sembollerle görünür hale gelmeleri entegrasyona karşı bir direnişi ve toplumdan yalıtlanmayı ifade etmektedir. Yalıtlanmışlık ve uyumsuzluk göstergesi olan bu semboller, hoşgörü sınırlarını da zorlamaktadır. Bedavadan, akın akın Avrupa ya akan Müslümanlar, Avrupa ülkelerinde kendilerini artık birer kolonist olarak görüyor ve doğal olarak da sosyo-kültürel uyumu red etmektedirler.

    ENTEGRASYON MU, YIKIM MI?

    Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonu için, AB ‘ ne üyeliği için, ilk etapta Avrupa ülkelerinde 30-40 yıldan beri yaşayanların entegrasyonu zorunlu bir koşuldur. Tersi mümkün değildir. Yani Avrupa içinde bağımsız adacıklar yaratarak, kapalı alanlarla, uzaktan da iyice palazlanan dinci bir rejimi davet etmek, entegrasyon değil, yıkım sürecine girmektir.
    Entegrasyon uluslararası ilişkilerde aralarında karşılıklı bağımlılık bulnan birimlerin ayrıyken sahip olamadıkları özellikleri biraraya gelip elde etme girişimidir, entegrasyonun amaçları,barışı korumak, daha büyük kapasitelere ulaşamak, belli spesifik görevler üstlenmek-ve yeni bir kimlik kazanmaktır. Ama şimdi olan bunun tam tersidir. Eğitimsiz cahil kesimlerinin Avrupa’ya sokularak, Avrupa’ da yabani-ilkel bir imajın yaratılması, Türkiye’nin AB’ ye üyeliğinin önünden en büyük engellerden biri haline gelmiştir.
    Türkiye’nin AB’ ne katılımının önünden en büyük engel, sadece Türkiye’de ki AKP rejimi ve askeri kanatların takip ettikleri anti-Avrupai politika değil, aynı zamanda onların uzantısı olarak örgütlenen tarikatlar tarafından kontrol edilen göçmenlerin yarattığı ortamdır. Avrupa’nın muhtelif kentlerindeki ortaya çıkan görüntü ve oluşum tam manasıyla bir rezalettir…Aşiret -kabile aşamasına saplanıp kalmış milyonlarca insan zihinsel gettolaşmanın bir sonucu olarak Avrupa’daki hiç bir toplumla kaynaşamıyor. Gece gündüz Türküm- Müslümanım demekten başka bir şey bilmeyen kör cahiller, gelişen ve değişen şartlara uyum gösterememe ve fikri olarak gelişip değişememeye bağlı devam eden bu sorun olarak büyüyorlar. Tarikatlar tarafından kışkırtılan cahil yığınlar sosyal ve siyasal gelişimini bir adım bile ileri götürememiş ve gettolaşmayı bir norm haline getirmişlerdir. Mahalleler, kahvehaneler,dinci-ırki cami-dernek-vakıf ve cemiyetler Müslüman ülkelerden aldıkları desteklerle bu zihinsel gettolaşmayı gerçekleştirmektedirler. İsviçre’nin Basel kentini alırsak, burada tam 26 İslamci ırkçı tarikat faaliyet gösteriyor. Bunlar buraya tesadüfen gelmiş her insanın başına çullanıp onu kafa kola almaya çalışıyor, kısacası onun İsviçre hakkında tarafsız bilgi ve algılama olanaklarını tamamıyla sıfıra indiriyorlar. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde bu tür ilkel göçmenlerin tavırları ve bunun entegrasyon sürecindeki rolü tamamıyla fataldır.
    Dünyanın en geri tarikatlarının destekçisi olan hükümetler ise, Turkiye’nin AB’ne uye olabilmesi icin gerekli bir dizi siyasi, ekonomik ve kulturel reformlar yapma yerine, cahil kitlelerden umut beklermişçesine, bunların hiçbirini gercekleştirememiş, aksine zaman kazanarak Avrupanın iyi olan adet ve örflerini de yok etmeye çalışmaktadırlar.
    Turgut Özal 1980 lerde: ‘Biz Avrupadaki nüfusumuza güveniyoruz, diğer şeyler bizim için arka planda gelir….’, diyordu

    Erbakan ise: ‘ Avrupayı içerden Müslüman ve Türkleştireceğiz…’
    Erdoğan ise: ‘ .. Minareler gelecekte Avrupa’nın her sokağını süsleyecektir…’ Aynı Erdoğan: …’ ..minareler bizim füzelerimizdir demekten de geri kalmadı.
    Bu kafalarca Avrupaya sürülen milyonlarca Türkün Avrupa’daki varlığı da bu anlamda yeni bir boyut kazanmaktadır. Osmanlıcı AKP – Milli görüş- Nurcu- Süleymancı- Nakşibendici- Fetullahçı örgütlerin kontrolundaki yığınların Avrupa’ya entegrasyonu değil, tehlike halini almış varlıkları somut bir problem halini almıştır. AKP’ nin asker sivil diktası, gelinen noktada artık yeni planlarla meşgul. Dejenere olmuş kriminal, kimliksiz kara cahil kitlenin Avrupa topraklarına nasıl sokulacağının planları AKP için artık tek opsiyon. Kanuni’den beri gerçekleşememiş hayaller şimdi gerçekleşebilir! İslamist AKP çeteleri bar bar bağırıyor: ”….Avrupa nüfüsu giderek hızla azalıyor, bunun karşısında müslüman nüfüsu ile hazır duruma geçmeli ve ‘allah,’allah’ diye bağırarak AB’ ye girmeliyiz!. Osmanlı padişahlığının modern bir şekli olması düşünülen başkanlık sistemine özenen Erdoğan ise kadınlara en az 5 çocuk yapın demeye hazırlanıyor.!

    Sevgi ve Saygılarla

    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
    Esin Duran, N. Gök,
    Sezer Aşkın,
    Melahat Baykara,
    Uğur Demir
    Bedri Engin,
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman Bahar
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

    Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir