Dostlar,
Değerli meslektaşım Sevgili Yıldırım Beyatlı Doğan’ın enfes bir denemesini daha sunuyorum.
İnsan duyarlığı ile hece hece, bilgece örülmüş..
“İVAN DENİSOVİÇ ŞART DEĞİL:
BENİM HAYATIMDA BİR GÜN: ÖRNEĞİN YARIN ÖRNEĞİN PAZAR GÜNÜ”
Keyifli okumalar..
Teşekkürle sevgili Yıldırım ve lütfen devam..
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 01.10.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=========================================================
Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan
İVAN DENİSOVİÇ ŞART DEĞİL
İVAN DENİSOVİÇ ŞART DEĞİL:
BENİM HAYATIMDA BİR GÜN: ÖRNEĞİN YARIN ÖRNEĞİN PAZAR GÜNÜ
YILDIRIM B. DOĞAN
Bu hafta zor geçti. Bu bahar haftalar zorlu ve zor geçmeye başladı. Görüp göreceğin
bu bahar!
Gördüğün baharları öylesine bitirdin. Değerini bildin sanki!
Zor geçerse günlerin; sona doğru yaşayacağın zorluk/lar her gününü ilkyazın torbasından düşmüş bir gün olarak ve ‘hak etmediğin bir buluntu’ olarak yaşarsın.
Dertli görünen bu satırlar iç sesim. Kaderin benimle konuştuğu iddiasında değilim.
Hem konuşacak olsa konuşmak üzere seçeceği en son kişi ben olurdum. Ben olsam öyle yapardım.
Ersin’i öldürdüler. Başka bir arkadaşım dayak yedi. Bir başkası hakaret ve tehdide uğradı. Tehdit, bugünlerde her birimizin birinci dereceden zorunlu akrabası oldu. Bizimle yatıp kalkıyor. Nesebi meşkûk (taşıdığı dölün kalıtsal izi sürülemeyen hukuksal bir terim) olmasına karşın tehdit, her birimizle akrabalık ilişkisi- hem de birinci dereceden, kan akrabalığı- tesis etmeye çalışıyor. Bizimle yaşasın, ruhumuzdan eksik olmasın istiyor! Kim bilir kimlerin işine yarıyor! Neden mi? Şer ustası post-modern züppelerin, iktidar olma adına birincil tercihi, hekimle tehditle kurduğu yakın bağdır. Tehdit ürküntü yaratır. Beden ısısına karşın insan ruhu dona kalır. İktidar olma hırsı demem hükümet olma ile sınırlı değil. Her türlü oligark pislik, tanımladığım durumun doğrudan sorumlusudur. Ne olursa olsun:
Diploması hekim; unvanı şef, profesör; yola erken çıktığı var sayılarak kıdemlenen dolayısı ile eskiliği ediminin sorgulanmasına engel kabul edilen dokunulmazlık atfedilen ve benzeri daha binlerce çürük yumurta! Örgütlerin hiç uyanmayan ama sürekli erken kalkan havasında ortalığı gürültüye boğan kıtıpiyos ibibikleri. Aynı sepette birbirlerinin kokularına alıştılar ama adam gibi adama, alnı ak olduğu için diploması ak olan hekimlere alışamadılar. Ivan Denisoviç’ in hayatındaki bir gün ile onların erk peşinde koşarken eskiyip hortladıkları her gün birbirine benzer mi bilmiyorum. Bu aralar günlerimin zor ve zorlu geçmekte olduğunu biliyorum.
Ersin ‘in ardından kesilmeyen öksürüğüm, konuşmamı olanaksız kılıp ta işimi yapamaz hale gelince doktora gittim. Ve o an; hayret, şimdi yalnızca duyar gibi yaşıyorum. İlk seferinde duyar duymaz öldüğümü hissetmiştim. “ Önce bir akciğer çekilsin. Ardından göğüs tomografisi. Tamam çekildi. Ama şimdi sonuçlar PACS sistemi içinde –rapor olmaksızın- doğrudan bilgisayar ortamına düşüyor. Bakar mısın? Baksan ne anlayacaksın? O zaman bakacak birini olacaksın. Ama bunu anladığın anda mesai zamanı tükenmiş oluyor. Ertesi günü bekleyeceksin. Ne kadar süre var? Kalan sürede sinopsisini yazdığın beş romandan hangisini bitirebileceksin. Dosya olarak bitmiş diğer çalışmalarından hangileri öncelikli? Ya eksikliği seni daraltacak, öngörmene, çabalamana karşın gerçekleşmeyen karşılaşmalar, nereyi tavaf edeceksin; hangi kenti, hangi durumu, hangi zamanı, hangi şarkıyı hangi şiiri ve hangi duyguyu? Hangi acıyı, hangi öfkeyi?
Yanıt yok. Bekleyeceğim. Bekledim. Zatürree imiş. İlaçlarımı alıyorum. Canlılığı harfleri, sözcükleri koşturan anlamları tık nefes bırakan duygularımı tımar ediyorum.
Ne zaman kadar? ‘Sana bir tomo çekelim. Sigarayı gerçekten içmiyorsun değil mi?’ özlü sözünü duyacağım zaman kadar.
Dedim ya bugünler zor geçiyor. O günlerle dolu son haftamı paylaşmak istedim sizinle. Oyaladım zihninizi. Bağışlayın. Günlerimden söz ederken hayatımızdaki herhangi bir gün diyerek başladım anlatmaya. Ne ki yarın hayatımızdaki günlerden biri. Yalnızca yarın mı? 29Nisan 2012 günü de hayatımızdaki günlerden biri. Günler aynı değildir. Aynı ismi taşırlar ama aynı değildir. Aynı ismi taşımalarına karşın onları farklı kılan nelerdir?
Kentler. Örneğin İstanbul’un Cumartesi ve Pazar’ı Ankara’nın yarınki cumartesi ve sonraki günkü Pazar’ından farklıdır. Şöyle ki; ne İvan Denisoviç‘in ne de benim hayatımdaki bir güne benzeyecektir.
Tarihler. Örneğin 1970li yılların sonlarında başlayan slogan çığlıkları ile bezenmiş üfürükten sosyal balonların Cumartesi ve Pazarları ile yarın ve bir gün sonrası cumartesi ve Pazar farklıdır. Farklı olmak zorundadır.
Zamanlar. Örneğin evvelsi zamanların NATO, CENTO, SEATO günleri kendinden önceki komünizm korkusu basılan günlerinden farklıydı. Hiçbir zaman gelmeyecek olan komünizm, her gece iştahla altına işeyenlerin korkulu rüyası olmaktan çıkınca post-modernizmin rüzgârında önce YENİ DÜNYA DÜZENİ (NEW DEAL) ardından küreselleşme aldı başını gitti. Sonra ne oldu? Kültürün yok edildiği, siyasanın infaza uğradığı, siyasi partilerin yerini STÖ’lerin aldığı demler başladı. Günler farklılaştı mı?. İsimlerinin ayrı olmasından başka bir farkı kalmadı. Her gün her gün gibi geçmeye başladı. Yalnızca isimleri değişiyordu.
Şimdiki Zaman. Örneğin bugün, yarın, ertesi gün şimdiki zamandır. Şimdiki zamanda her gün, yalnızca adından doğru değil, geleceğin doğacağı belli bir niteliğin döllenmesi içindir. Başka bir deyişle her gün, öncekini tekrar etmek yerine bir sonrakini doğurur. Dün bugünü doğurmuştur. Bugün yarına gebedir.Cuma Cumartesiyi doğurmaya başladı bile. Ve Cumartesi aklımızla, duygumuzla, coşkumuzla Pazar gününe hamile kalmıştır.
Yazıyı bitirirken şunu da söylemeliyim. Ankara’dayım. Bugünleri yaşıyorum. Şimdiki zamanı solumak durumundayım. Zor geçen haftalarım kendimle daha çok vakit geçirmeme yol açtı. Anlattım. Ancak hayatımdaki bir günü paylaşmam gerekiyordu. Birden İstanbul‘un Cumartesi ve Pazar’ı için hissettiklerimi yazayım dedim. Yazdım. Bu da benim hayatımda bir gün işte. Hem de çok önemli.
NOT 1: İvan Denisoviç’in Hayatında Bir Gün adını taşıyan bir anlatı vardır.
NOT 2: Kimlik denetimi harc-ı alem bir zevzeklik oldu. Bunun özel güvenlik görevlisi diye bir meslek bile icat edildi. Olur a takılır kalırım diye sorulmadan söyleyeyim:
SOL DÜŞÜNCEDE VE EYLEMDE BİR İNSANIM.
[BEN BÖYLE DEDİĞİM İÇİN DEĞİL ELBETTE; MESLEĞİM, YAŞAMA ŞEKLİM. TEVAZUYA GEREK YOK; İSTENİRSE ANLATIRIM DA! BİR KOŞUL VAR; SORAN VE DİNLEYEN DÜŞÜNEMEDİĞİ ÖLÇÜDE BİR SORUMLULUĞUN ALTINA GİRMİŞ DEMEKTİR. BU SORUMLULUK, BOYUNU,BOSUNU, NATIKASINI,
AKLINI ZORUNLU VE ZORLU OLARAK ETKİLEYECEKTİR.]
HEKİMİM. RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI UZMANIYIM
TIBBİYEYİ, (ATILDIĞIM, CEZA ALDIĞIM İÇİN ve KEYFE KEDER EDİMLERİM NEDENİYLE) 2.5 YIL GECİKMEYLE BİTİRİDİM. TARİH 13 KASIM 1975. ERTESİ HAFTA TABİP ODASI ÜYESİ OLDUM.
HALA ÖYLEYİM.
BAŞKA ŞEY SORMANIZA GEREK YOK. HEM İZİN VERMİYORUM HEM NE GEREK VAR; GÜNLERİMİZ GÜZEL GEÇSİN. ÖRNEĞİN BENİM CUMARTESİ ve PAZARIMIN GÜZEL GEÇECEĞİNE İNANCIM TAM. ÖZEL GÜVENLİKÇİ ZEVZEKLİĞİNE BİLE HER ZAMANKİNDEN BEŞ SANİYE DAHA UZUN KATLANABİLİRİM.
BİTİRİRKEN SAYGILAR vs. DİYEREK PANAYIR KİBARLIĞI YAPMIYORUM. BEN KENDİME SAYGI DUYMAYI BİLDİĞİM İÇİN, MUHATABIN ONA GÖRE DAVRANACAĞINI BİLİYORUUM. KENDİNE DUYMADIĞI SAYGIYI BOL KESEDEN DAĞITANIN ÇAKMA ASALETİ KATLANIP, BİR TARAFINI TIKAYABİLİR.