AŞK GERÇEKTEN VAR…

Değerli meslektaşım Doç. Dr. Mustafa Çetiner’in
http://www.mustafacetiner.com/
adresli web sitesini izlemenizi öneririm..
Sevgi ve saygı ile.. 12.8.12.
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

CUMHURİYET Bilim Teknik 10.08.2012

GÜNCEL TIP

Doç. Dr. Mustafa Çetiner
cetiner.m@superonline.com
www.mustafacetiner.com

Sıcak bir yaz akşamıydı.
Yürük saz semaisi çalıyordu, notalar dans ediyordu gecenin karanlığında.
Ve yıldızlar yağıyordu üstüne.

Aşk Gerçekten Var!

İnanmadınız değil mi? Ne notalar dans eder geceleri, ne de yıldızlar yağabilir
bir insanın üstüne.
Ama yanılıyorsunuz.
Bu söylediklerim doğru, bu anlattığımın tümü gerçek.

Çünkü “aşk” gerçek…
Bilim adamları aşkı karmaşık bir sinirbilimsel görüngü (fenomen) olarak kabul ediyorlar. Aşkı başımıza musallat eden beynimizin bir parçası olan limbik sistemimiz…
Limbik sözcüğü Latince “sinir” anlamına geliyor.
Beynimizin içinde kıvrılmış duran bu sistem, işlevsel olarak dış dünyada yaşananlara verdiğimiz içsel yanıtların birleşimini ve ilişkisini düzenliyor.
En önemli bileşeni hipotalamus olan Limbik sistem, öğrenme becerilerimizi
bir anlamda belirliyor, aslında yönetiyor.
Isı düzenlenmesi, açlık ve susuzluk gibi bedensel fonksiyonlarımız ve
duygularımız da bu sistemin denetimi altında.

Limbik sistemin ani uyarılmaları duygularımızı allak bullak edebiliyor,
ilk görüşte aşk bu yüzden belki de.

Cinsel dürtülerimiz, korkularımız, öfke ve saldırganlıklarımız
hep bu sistemin marifeti.
Limbik sistem sayesinde heyecanlanıyoruz, acıkıyoruz, uyuyoruz.

Sosyalleşmemizi, duygu ve düşüncelerimizi ifade edebilmemizi,
moralimizin sağlam ve yerinde kalmasını sağlayan da aynı sistemimiz.

Bu sistem sayesinde birilerine bağlanıyor, özlüyor, âşık oluyoruz.
Yapılan çalışmalar, oksitosin, serotonin, vazopressin, dopamin, endorfin gibi
hormon ve sitokinlerin “âşık olma” halinde rol aldığını gösteriyor.
Yani, bilimsel veriler, aşkın mutluluk etkisi yaratan hormonlarımız
marifetiyle ortaya çıktığını düşündürüyor.

Peki, insan neden sevdiğini öldürür o halde?

O halde, insan bir zamanlar delicene sevdiği birinden sonrasında
nasıl çılgınca nefret eder?

Aşkın içine şiddet, gözyaşı, güvensizlik ve yalan nasıl girebilir?

Yerleşik ahlak anlayışımız giderek daha kolay olanı seçmeye doğru yöneldikçe,
kaba kuvvet, korku ve güvensizlik temel duygumuz haline geldikçe aşklar da
kayboluyor tabii. Bir filme ağlamayan, hayatında hiç kahkahalarla gülmemiş,
anne-babasından, öğretmeninden, devletinden sevgi ve değer görmemiş birinin
limbik sistemi ne yapsın?

Ülkeye şiddet, adaletsizlik, korku ve bilgisizlik egemen olunca
toplumun limbik sistemi, yani aklının önemli bir bölümü de kayboluyor,
beyinsizleşiyor, ahmaklaşıyor.

***
Bu ülkede veya bu ülkeden çok uzak bir yerlerde, belki uzak bir zamanda
ama sıcak bir yaz akşamıydı gerçekten. Yürük saz semaisi çalıyordu ve
notalar dans ediyordu gecenin karanlığında.

Yıldızlar üstüne yağıyordu.

Karanlıkta seçtiğim gözleri yirmi beş yıl öncesi kadar parlak bakıyorlardı yüzüme.
İlk günlerde olduğundan çok daha iyi arkadaşımdı.
İlk yıllarda olduğundan çok daha fazla güveniyordum ona.
Yirmi beş yıl boyunca hiç yalnız bırakmamıştı beni.
Uzanıp en parlak yıldızı yakaladım gökyüzünde ve onu saçlarının arasına taktım usulca.

İnanmıyor musunuz bana?
Yoksa inanıyor musunuz?

Zenginlerin tezgâhlayıp yoksulların öldüğü savaşlara, adaletsizliğe, ikiyüzlülüğe, yalana, iç görüsüzlüğe, tahammülsüzlüğe karşı durmayı onurunuz sayıyorsanız
yazdıklarıma inanıyorsunuz demektir.

Gökten sevgilinizin saçlarına dökülen yıldızları biliyor ve
aşkı tanıyorsunuz demektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir