Ankara zirvesi:
Dönüm noktası
Ahmet Yavuz
E. Tümg.
Cumhuriyet, 19.9.19
- Barış yapmak savaş yapmaktan zordur. Türkiye’nin bugün tanımadığı Esad’la birlikte adımlar atması, sorunun çözümüne en büyük engel olan ABD üzerinde baskı oluşturabilecek yegâne vasıtadır.
Suriye’nin geleceği noktasında 16 Eylül 2019 günü Ankara zirvesinde atılan adımı önemsemeliyiz. Zira bıçak kemiğe dayandı. Artık meseleyi başka türlü ele almak gereği devletin zirvesinde de anlaşılmışa benziyor gibi…
“Gibi” diyorum çünkü benimki bir izlenim. Biraz da temenni, tam bir çıkarım değil.
Bir süre önce Fırat’ın doğusunda hayata geçirilmeye başlanan güvenli bölge sevdasının içinin boş olduğu görüldü. Birileri için sürpriz oldu! Münbiç’te yaşananları başkası yaşamış gibi…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süre önce bu konuda memnuniyetsizliğini belirtti. Bununla kalmadı. Zirve açıklamaları esnasında 15 gün sonrasına miat verdi. Sanırım, Birleşmiş Milletler toplantısı fırsatıyla Trump’la yapacağı görüşmede, gidişattan hoşnut olmadığını ifade edecek…
Alacağı cevabı kendisi de öngörüyor olmalı ki, konuşması esnasında, Suriye’de en doğru işleyişin “Astana süreci” olduğuna vurgu yaptı.
Bu sefer Suriye’nin siyasal birliği, toprak bütünlüğü ve istikrarı vurgusu farklı bir tondaydı. Sanki ayaklar suya değmiş gibi…
Israr gereksiz
Çünkü ABD’nin rotasında değişiklik yok: Suriye’yi bölmek.
Türkiye’nin rotası ise tersi olmalı: Bölünmemiş Suriye.
Türkiye’nin tek başına bunu sağlama gücü yok. Rusya ve İran ile birlikte olarak dahi sorun ancak dengede tutulabiliyor. Türkiye bugüne kadar ikircikli tutumlarla geldi: “Fırat’ın batısını Rusya, doğusunu ABD ile götürürüm, kontrol altına aldığım alanları da gerekiyorsa topraklarıma katarım,” yaklaşımını zihinsel arka planında muhafaza etti. Dolayısıyla bugüne kadar ifade ettiği “Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu” günü kurtarmaya yönelikti. Ancak bunun işlemeyeceğini görmüşe benziyor. Çünkü hesap yanlıştı. Israr gereksizdi. Bağdat’a kadar gitmeye gerek yoktu. Oradan dönülüyor olması evladır.
Öte yandan ABD ile Fırat’ın doğusunda gerçekleştirilmeye çalışılan güvenli bölgeden, kendisi başka bir şey, ABD’nin başka bir şey anladığını yeniden öğrendi.
Aslında herhalde bir başka hususu daha gördü: Fırat’ın doğusunda 50 km. lik bir derinliğe kadar olan alanı tamamen kontrol altına alsa bile, daha güneyde bir devletçiğin ortaya çıkmasına mani olamayacağı gibi, onun kurulmasına ve meşruiyet kazanmasına hizmet edeceğinin de ayırdına vardı.
Bakanlıklar arası zıtlık
Bunu, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Milli Savunma Bakanı Akar’ın birbirine zıt ifadelerinin basına yansımasından çıkarmak mümkün.
Geçmişte örneğine az rastlanır bir duruma tanıklık ediyoruz: Milli Savunma Bakanı gidişatın sonuç alıcı olacağı gibi iyimser bir tutum sergilerken Dışişleri Bakanı hoşnutsuzluk belirtiyor. Genelkurmay bu konuda ne düşünüyor, bunu bilen de yok, ilgilenen de… Oysa bilmeliyiz. Gerçi bu konuda Genelkurmay görüş belirtse, alçılar salçalar “askeri vesayet hortladı” diye ortaya çıkar. Oysa sivil-asker ilişkilerinde ABD’yi örnek gösteren bu tipler Trump’a direnen CENTCOM’ un bunu nasıl yaptığını sorgulamaz. Neyse, bu konuyu geçelim ve konumuza dönelim…
Bu noktada ABD’ye bakış ve gelecek perspektifi açısından da anlamlı bir durum söz konusu. Cumhurbaşkanı daha ziyade Dışişleri Bakanına’da yakın duruyor.
Başka yol yok!
Bu konunun yukarıda zikredilen, iktidarın Suriye’nin toprak bütünlüğü konusundaki tavrının sonuna yaklaşması bağlamında anlamı var. Çünkü Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamaktan başka bir yolun, Türkiye’ye huzur getirmeyeceği gerçeği bilinçlere yansımaya başladı. Rusya ve İran’ın da bunu onaylamayacağı, zirvede bir kez daha ortaya çıktı.
Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması stratejisini benimseyen adımları kararlılıkla atarsa ne gibi değişiklikler olabilir?
Öncelikle İdlib’de durum farklılaşır. Zira İdlib’de atılacak adımlar mihenk taşı özelliği taşıyor. Eğer Türkiye, daha önce açılması yükümlülüğünü üstlendiği M4 ve M5 karayollarının (Halep-Lazkiye yolunun) güneyi ve doğusunda bulunan 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 numaralı gözlem noktalarını, anılan yolun batısı ve kuzeyine çeker ve yeni yerlerinde tesis ederse meseleyi farklı bir şekilde ele aldığı sonucuna varabiliriz.
İlişkilerde güven artar
Bu, Rusya ve İran hatta Suriye ile olan ilişkilerde güven yaratır. İlave olarak İdlib’den göçü sınırlar. Ayrıca bu bölgede sıkışmış olan teröristlerin Suriye ordusu tarafından imhasına zemin yaratır. Tabii bütün bunların kolay olmayacağı açıktır.
İyimser bir senaryoyla, bir süre sonra Suriye devleti, Fırat’ın doğusu hariç ülkesine tamamen hâkim olduğunu ileri sürebilir. Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerde Adana Mutabakatı çerçevesinde bulunmasını benimsediğini açıklayabilir. Ordusunu da Fırat’ın doğusuna yönlendirme olanağına kavuşur.
Ortaya çıkması muhtemel yeni durum, diplomatik yollardan AB ülkelerinin de devreye sokulmasını mümkün kılabilir. Yeni anayasal süreç de bunlara paralel yürütülebilirse, ABD’nin Suriye’yi bölme planına sınır getirilebilir, engel olunabilir.
O takdirde Astana süreci daha büyük bir dalgaya yol açacaktır.
Bu yönde atılacak adımların arzu edilen ve yukarıda tasvirine çalıştığım son durumu sağlaması mümkün olmayabilir. Ancak mevcut güç dengesi, elimizde bu seçeneği devreye sokmaktan gayrı bir yolun varlığına işaret etmiyor.
Esad’ı tanımak şart
Öte yandan ancak böyle bir tercih Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönme heves ve arzusunu açığa vurmalarını sağlayabilir.
Barış yapmak savaş yapmaktan zordur. Savaşanların birbirlerini tanıması gerekmez. Ancak taraflar birbirlerini tanımadan barış yapamaz. Türkiye’nin bugün tanımadığı Esad’la birlikte adımlar atması, sorunun çözümüne en büyük engel olan ABD üzerinde baskı oluşturabilecek yegâne vasıtadır.
İyimser bir bakış açısıyla Ankara zirvesinden böyle bir çıkarımda bulunmak, içinde birtakım riskleri barındırsa da ülkenin uzun zamandır unutulan ulusal çıkarının gereğidir.
Çözüm Atatürk politikaları
Zirvenin Çankaya’da yapılması farklı yorumlara yol açtı. Sembolik boyutu açısından şunu ileri sürmek mümkün:
Çankaya, Sovyet Rusya ve İran ile dostluğun ilmek ilmek örüldüğü yerdir.
Kurucu atamız Mustafa Kemal Atatürk, sadece bu iki ülkeyle değil, aynı zamanda bütün komşularımızla iyi komşuluk ilişkilerinin temellerini Çankaya’da atmıştı. Hatay sorununa rağmen Suriye bile bu yaklaşımın kapsama alanı içindeydi. Verilmek istenen mesaj,
- Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasını
hayata geçirmenin bir adımıysa; buna sadece ve sadece alkış tutulur.
Çünkü Türkiye’nin ihtiyacı, iç cephesini kuvvetlendirmek ve yeniden bütün boyutlarıyla Atatürk’ün politikalarına dönmektir. Başka geçerli yol yoktur.
Hayat her gün bu gerçeği kafamıza vura vura öğretiyor.
Birileri bunu geç öğreniyor diye kınayacak halimiz yoktur. Ancak seviniriz.