SIKIYÖNETİM MAHKEMELERİNDEN KARŞI-DEVRİM MAHKEMELERİNE
ODA TV, 4.3.2012
Prof. Dr. OĞUZ OYAN
CHP İzmir Milletvekili
1 Temmuz’da saat 14.00’te başlayıp 2 Temmuz’da 13.30’a kadar kesintisiz süren 23,5 saatlik Meclis maratonunda AKP, yeni yargı paketini hiçbir siyasal mutabakat aramadan yasalaştırdı. Olağan yasama süreçleri artık dışlanmış olduğu için anamuhalefet buna yeni eylem türlerini de deneyerek sonuna kadar direndi.
İktidar sıralarında oturanlar bunu dahi çok gördüler ve sözlü – fiziki şiddet eylemleri gerçekleştirdiler.
Olağan yasama süreçleri nasıl dışlanmaktadır? Olağan parlamenter rejimlerde Genel Kurullara az iş bırakılır. Komisyonlarda muhalefetin ve örgütlü toplumsal kesimlerin önerileri belirli ölçülerde karşılanır. Toplumsal tepkilere duyarlılık vardır (Almanya’da nükleer santrallerin kapatılması kararına kadar varır). Türkiye’de olduğu gibi sadece dinci örgütlenmelerin tepkilerine duyarlı olan siyasal iktidar türleri için demokratik tepkilerin iletim kanalları tıkalıdır. Uzlaşmaya yanaşmazlar; yanaşır göründüklerinde de takiyyeyi (aldatmacayı) denerler.
AKP türü iktidarların asıl çekindiği, kendi ortamlarından, kendi sağlarından gelecek tepkilerdir veya muhafazakarlık yarışında geri kalmamak kaygılarıdır (Hz. Muhammed’in yaşamının ders konusu olması konusundaki MHP önerisinin hemen AKP önerisine dönüştürülmesi gibi). Bu nedenle getirdiği yargı paketinin en önemli maddesi olan ÖYM ile ilgili düzenlemeyi tartışmaya sunmaktan kaçınarak gece yarısı önergesiyle getirir;
açık tartışmaları göğüsleyemez. Meclis’teki 326 sandalyesine rağmen ürkek siyaset yapar. Kendi iç muhalefetine karşı yüreksizliğini Meclis’teki yasal siyasi muhalefete karşı
şahinliğiyle telafi eder.
Olağan yasama sürecinin yolları ise kapatılır: Artık her yasa temel yasadır; böylece yasaların maddeleri görüştürülmez. Muhalefetin maddeler üzerindeki önergelerle beş dakikalık konuşma hakkı bile çok görülür;
gücü yettiğinde içtüzük değişikliği bunun da hesabı görülür.
Bir başka yöntem, torba yasaların olağanlaştırılmasıdır. Meclis neyi görüştüğünü bilemeden bu yasalar eklemelerle sürekli olarak şişirilir. İktidar milletvekilleri zaten el kaldırmak dışında işlevsizdirler; genellikle muhalefet kadar yasa içeriklerini öğrenemezler; ama bu, AKP demokrasisi için bir sorun değil tam tersine “fazilettir”.
Yasama sürecinde iktidarın anayasa dışına çıkışlarını, hukuk dışı aşırılıklarını dizginleyemeyen anamuhalefetin anayasal denetime başvurma olanakları da fiilen tıkanmıştır. İktidarın 2010 Anayasa değişiklikleri, HSYK’nın ve tüm üst yargının yürütmenin yörüngesine girmesini sağlamıştır.
Anayasal denetim yolu kapandıktan sonra artık iktidarın Meclis’teki yarım yamalak yasama süreçlerine dahi ihtiyacı (ve tahammülü) kalmayabilmiştir: Kamu yönetim sisteminde çok temel değişiklikler yapan 34 adet KHK, işte bu nedenle AKP iktidarının dokuzuncu yılında yani AYM teslim alındıktan sonra gün yüzüne çıkmıştır.
Bu koşullarda muhalefet Meclis’te nasıl muhalefet yapabilecek? Meclis sıralarına vurmaktan, alkışla tempo tutmaktan, kürsüde susma eylemine başvurmaktan, içtüzükte olduğu gibi kürsüyü koruma altına almaktan ve en nihayetinde muhalefeti Meclis dışına taşımaktan başka?
Anamuhalefet milletvekillerinin Meclis’teki yasama ve denetim faaliyetlerinin ODA TV iddianamesi eklerine kanıt olarak eklendiği bir Türkiye’de, iktidar kanadının hala muhalefeti çizilmiş sınırlar içinde muhalefet yapmaya davet etmesindeki ikiyüzlülük artık tahammül-dışı değil midir? İktidar, tüm kanatlarıyla, bir teokratik totalitarizmin inşasına girişmişken muhalefet milletvekilleri bunun pasif seyircisi mi olacaktır? Adaletin, bağımsız yargının (cemaatin yargısının değil) iktidarın siyasi gücünü sınırlandırmasına izin vermeyen sistemler demokrasi adını alamaz. Böyle bir anlayışın özgürlükçü bir anayasa yapması,
hatta samimi olarak böyle bir iradeye sahip olması da beklenemez.
***
Yargı paketiyle, Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) yerine “1’den çok ilde görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri” yani “Bölgesel Yetkili Mahkemeler” (BYM) geçecektir.
“Çok hukuklu kabileler federasyonu” korunmaktadır. AİH Sözleşmesine ve adil yargılama hakkına aykırı olarak özel yargılama usulleri devam ettirilmektedir. 12 Mart döneminde getirilen DGM’ler, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldıktan (1976) sonra, 12 Eylül rejimince yeniden oluşturulmuş (1983), AKP elinde bunlar sadece askeri hâkimler sivilleştirilerek ÖYM’lere dönüştürülmüştü (2005). DGM’lerden ÖYM’lere geçiş,
bir bakıma 12 Eylül artığı sıkıyönetim mahkemelerinden AKP’nin olağanüstü mahkemelerine yani karşı-devrim mahkemelerine geçiş olmuştur. Şimdi geçirilen BYM’ler aynı yaklaşımın ürünüdür. Hukukun ortaçağına demir atan bu tutumları, iktidar-cemaat kavgaları üzerinden meşrulaştırma veya iktidarın sorumluluğunu hafifletme yönünden değerlendirmek geçerli olamaz; yargıyı bugünkü yapıya iktidar-cemaat el ele getirmiştir; şimdi aralarında itişme olması sonucu değiştirmez: Yargı içinde cemaat yapılanmalarına geçit verilmesinin sorumlusu doğrudan doğruya AKP yönetimidir. Ortada bir hukuk cinayeti vardır;
her geçen gün, yasama da kullanılarak, hukuk devletinden uzaklaşılmaktadır;
buna klan kavgaları üzerinden mazeret üretilmesi kabul edilemez.
Türkiye’de inceleme yapan Demokrasi ve Özgürlük İçin Avrupalı Yargıçlar Birliği (MEDEL), Raporunda,
Hükûmet yandaşlarının yargılamadan muaf tutulduğunu Deniz Feneri ve MİT Müsteşarı örnekleriyle verip, iktidarın hoşuna gitmeyen yargılama süreçlerinde rol alanların sürüldüğünü veya yargılandıklarını, yargıya korkunun egemen olduğunu söylüyor. AB’ye uyum yasaları diyerek karşımıza “yargı paketleri” gibi makyajları getiren bir iktidar hakkında Batı’daki değer yargısı artık ne yazık ki budur.
AKP, Türkiye’nin utancı olmaya başlamıştır.
(Bu yazı, 2 Temmuz 2012 sabahı TBMM’de 78. madde üzerinde yapılan konuşmamızı esas almaktadır).